Ankara
ABD'de "düzensiz göçmenleri geri gönderme" vaadiyle göreve başlayan Donald Trump yönetimi bunu hayata geçirmek için birçok yeni düzenlemeler çıkarırken, AB tarafında ise birçok ülke yeni Göç ve İltica Anlaşması'na itiraz ediyor.
Seçim kampanyasında "ülke tarihindeki en büyük sınır dışı etme operasyonunu" gerçekleştireceğini söyleyen Trump'ın göreve başlamasıyla sığınmacı ve göçmenlere yönelik daha "katı ve sert" politikalar etkili olmaya başladı.
Trump, Kongre'deki teşekkür konuşmasında da düzensiz göçmenler için "suçlu" nitelemesi yaparken, ABD'nin güney sınırına da asker göndereceğini bildirdi.
Göreve başlamasının ilk gününde göç konusunda da başkanlık kararnamelerine imza atan Trump, ABD'ye özellikle suçluların hiçbir şekilde gelemeyeceğini ve yasa dışı göçmenleri sınır dışı edeceklerini söyledi.
Atlantik'in öte yakasındaki göçmenlerin varış noktası AB'de ise sınır güvenliğini ve hızlandırılmış sınır dışı etmeleri amaçlayan Göç ve İltica Anlaşması'yla düzensiz göçle mücadele amacıyla sığınmacıları "geri dönüş merkezlerinde" tutma fikri tartışılıyor.
Her iki bölge de hükümetlerin uluslararası hukuk yükümlülükleri yerine "güvenlik endişelerine" öncelik vermesi, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından güvence altına alınan "sığınma başvurusu" hakkının altının oyulduğu endişelerini beraberinde getiriyor.
AB içindeki bölünmeler
Düzensiz göçmenlerin geri gönderilişinin hızlandırılması, sığınma başvuruları koşullarının sıkılaştırılması ve ülkeler arasındaki "göçmen yükünü" azaltmayı hedefleyen yeni Göç ve İltica Anlaşması oybirliğiyle kabul edilmesine rağmen eleştirilerin hedefinde olmayı sürdürüyor.
AB'nin dönem başkanlığını üstlenen Polonya'nın Başbakanı Donald Tusk'ın, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile düzenlediği ortak basın toplantısında yeni anlaşmayı uygulamayı reddettiğini açıklaması göç politikalarına ilişkin çatışmaları yeniden alevlendirdi.
AB Komisyonu, üye ülkelerin "göçmen kabul etme zorunluluğu" olmadıkları konusunda teminat verse de Polonya anlaşmanın üye ülkeleri "istenmeyen yükümlülüklere zorladığını" öne sürerek karşı çıkıyor.
Polonya'nın istisnaları ne ölçüde güvence altına alabileceği ya da paktın uygulanmasını ne ölçüde etkileyebileceği belirsizliğini korurken, Tusk hükümeti zorunlu göçmen yerleştirmelerine karşı çıkmaya kararlı görünüyor.
Tusk, 7 Şubat’ta, von der Leyen’in ülkesini ziyareti sonrasında düzenlenen basın toplantısında anlaşmaya yönelik net tavrını bir kez daha ortaya koydu.
Polonyalı lider, ülkesinin Polonya'nın halihazırda çok sayıda Ukraynalı mülteciye ev sahipliği yaptığını, doğu sınırındaki yasadışı göçün baskısı altında olduğuna dikkati çekerek, "ek yerleştirme kotalarına" tabi tutulmamaları gerektiklerini savundu.
"Polonya, Göç ve İltica Anlaşması'nı Polonya'ya ilave göçmen kotaları getirecek şekilde uygulamayacaktır." diyen Tusk, "yeniden yerleştirme mekanizmasıyla" ilgili hiçbir yükü kabul etmeyeceğini vurguladı.
AB Komisyonu daha önce anlaşmayı uygulamayı reddeden üye ülkelere karşı yasal işlem başlatabileceği uyarısında bulunsa da, von der Leyen basın toplantısında bu söylemi yinelemeyi tercih etmeyerek Polonya’nın Ukraynalı göçmenlere desteğini takdir etti.
Birçok üye ülke anlaşmaya karşı mesafeli
Her ne kadar anlaşma oybirliğiyle kabul edilmiş ve gelecek yıl uygulanmaya başlanması bekleniyor olsa da birçok üye ülke lideri, yeni kurallara yönelik endişe ve eleştirilerini sık sık dile getiriyor.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Polonya’nın ardından anlaşmaya ilişkin en sert muhalefeti sürdüren isimlerin başında geliyor.
Budapeşte yönetimi, anlaşmayı "ulusal egemenliğe tehdit ve ülkenin kendi sınırlarını kontrol etme hakkının ihlali olarak" görüyor.
Çekya, Slovakya ve Avusturya da anlaşmanın getirdiği yeni kurallardan memnun olmayan ülkeler arasında yer alıyor.
Eleştirilerin hedefindeki anlaşma
Üç yıl süren müzakerelerin ardından 2024'te Avrupa Parlamentosu (AP) ve AB Konseyi tarafından resmen kabul edilen Göç ve İltica Anlaşması, göçün yönetilmesi, AB'nin dış sınırlarının güvence altına alınması, ortak bir iltica sisteminin kurulması ve sığınmacıların düzensiz gelişlerini toplu bir şekilde yönetmek için yeni kurallar getirmeyi amaçlıyor.
Yeni kurallar, temel olarak göç yükünü ilk varış ülkelerinden alıp tüm üyeler arasında dağıtmayı hedefliyor. AB'nin dış sınırlarını güçlendirme, iltica başvurularının süratle sonuçlandırılması, başvurusu reddedilenlerin menşe ülkelerine geri gönderilmelerinin hızlandırılması, kaynak ülkelerle işbirliğinin artırılması, anlaşmaya dair diğer önemli unsurlar arasında yer alıyor.
27 AB üyesi için yasal olarak bağlayıcı olan anlaşma, üye ülkeler arasında yük paylaşımını adil hale getirmek için, "zorunlu dayanışma mekanizması" ortaya koyuyor.
Buna göre, üye ülkeler belli sayıda sığınmacıyı kabul etmek, mali katkıda bulunmak ya da personel veya ekipman gibi operasyonel destek sağlamak zorunda kalacak.
Anlaşma kapsamında ayrıca, "göç baskısı" altında olduğu düşünülen ülkeler dayanışma tedbirlerinden yararlanabilecek.
Bu tedbirler arasında, bazı sığınmacıların başka bir üye ülkeye yerleştirilmesi, mali ve ekipman destek sağlanması ve hatta diğer üye ülkelerden gelen göçmenleri kabul etmekten kısmen veya tamamen muaf tutulması yer alsa da muafiyetlerin koşullarına ilişkin detaylar henüz paylaşılmadı.
AB Komisyonu, anlaşmanın "her üye devletin özel göç durumunu dikkate almakta ve ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli esnekliği sağladığını" savunurken, ayrıca her üye ülke için bağlayıcı olduğu yönündeki tutumunu da sürdürüyor.
Öte yandan, herhangi bir ülkenin anlaşmayı uygulamayı reddetmesi halinde olası ihlal prosedürlerin ne olacağı bilinmiyor.
"Sorun, Brüksel'in göç politikalarını belirlemesi"
Sussex Üniversitesi'nde Profesör Dr. Aleks Szczerbiak, "Polonya hükümeti açısından göç anlaşmasıyla ilgili sorunun, Brüksel'in Polonya'nın göç politikasını belirlemesine izin vermesi olduğunu düşünüyorum." dedi.
Tusk hükümetinin ülkenin açık rızası olmadan göçmenleri kabul etmesini zorunlu kılan "göçmen yerleştirme planına" karşı çıktığını belirten Szczerbiak, bu planın uygulanmaması halinde kabul edilmeyen her göçmen için "dayanışma ödemesi" olarak adlandırılan mali bir cezanın olmasına da tepki gösterildiğini aktardı.
Polonya'nın "çok kültürlü" bir yapıya sahip olup olmamasına ülkenin kendisinin karar vermesi gerektiğini savunan Szczerbiak, "Polonya çok kültürlü bir ülke olacaksa, bu Polonya'nın vermesi gereken bir karardır, AB düzeyinde alınması gereken bir karar değildir; oysa göç anlaşması Polonya gibi bir ülkeyi potansiyel olarak çok kültürlülüğü benimsemeye zorlayacaktır." değerlendirmesinde bulundu.
"Demokrasi açığı"
Üye ülkeler ile AB arasında aşırı sağcı partilerin yükselişiyle birlikte yalnızca göç değil aynı zamanda ekonomi ve savunma gibi alanlarda da geniş çaplı bölünmelerin yaşandığını belirten Szczerbiak, bunun iki nedeni arasında mevcut ekonomik gidişat ve "ulusal egemenlik" talepleri olduğunu söyledi.
Ekonomik gidişata ilişkin Szczerbiak, "AB'yi eleştirenlerin birçoğu, AB ana akımının temsil ettiği ekonomik ilerleme modelinin temelde tükenmekte olduğunu savunuyor. Klasik olarak AB'nin motoru olan Alman ekonomisinin başının gerçekten dertte olduğunu görmek için sadece Alman ekonomisine bakmak yeterli." görüşünü paylaştı.
Szczerbiak göç ve sınır kontrolü gibi alanlarda ulusal egemenliğe daha fazla müdahaleci tavrının üye ülkelerce tepkiyle karşılandığına işaret ederek, "AB siyasi olarak ne kadar bütünleşirse, ulusal egemenliğin klasik alanları olarak görülen alanlara da o kadar fazla girmiş olur. Göç bunun gerçekten iyi bir örneği çünkü dış sınırlar üzerindeki kontrol egemen bir devlet olmanın klasik bir örneği olarak görülür." dedi.
AB’nin demokrasi açığı sorunuyla da karşı karşıya olduğuna değinen Szczerbiak, şunları kaydetti:
"Eğer dış sınırlardan ve bu sınırlar üzerinde başka birilerinin (AB'nin) kontrol sahibi olmasından bahsediyorsanız işte o zaman insanlar endişelenmeye başlıyor. Çünkü esasen AB'nin sahip olduğu asıl sorun, merkezi düzeyde daha fazla güç elde ederken insanların herhangi bir bağlılık hissedeceği ve bu güçten (AB'den) hesap sorabileceği demokratik organların olmamasıdır. Bu, AB'nin sahip olduğu 'demokrasi açığı' sorunudur. Daha başarılı bir şekilde bütünleşmek için AB düzeyinde daha fazla güç elde etmek gerekiyor. Bununla ilgili sorun, bu gücün herhangi bir demokratik kurum tarafından hesaba katılmamasıdır. Yani, Avrupa Parlamentosu var. Ancak sorun şu ki, insanlar kendilerini Avrupa Parlamentosu ile özdeşleştirmiyor. Çoğu insan Avrupa Parlamentosu milletvekilinin kim olduğunu bilmiyor. Eğer AB Komisyonundan ya da önerdiği bir şeyden memnun değillerse kime oy verecekler? Eğer başbakanımdan memnun değilsem, diğer tarafa oy vereceğimi ve onların da seçimi kaybedeceğini biliyorum ama biri Ursula von der Leyen'den hoşlanmıyorsa, ondan kurtulmak için kime oy verecek? Temelde bunun kolay bir cevabı yok. Bence AB'nin temelinde yatan sorun da bu, yani AB'nin bir proje olması."
"Von der Leyen, uzlaşma yolu bulmalı"
Merkezi Polonya'da bulunan düşünce kuruluşu Türkiye Araştırmaları Enstitüsünün Kurucu Başkanı Dr. Karolina Wanda Olszowska da Varşova'nın anlaşmaya yönelik tepkisinin "mülteci kabul etme" zorunluluğundan kaynaklı olduğunu kaydederek, "Polonya, AB'nin göç politikasına belli sayıda mülteci kabul etmek ya da kişi başına yaklaşık 20 bin avro gibi yüksek bir meblağ ödemek gibi koşullar getirmek istemesinden rahatsız." ifadesini kullandı.
Anlaşmaya ilişkin üye ülkeler arasında "belirgin bölünmeler olduğuna" işaret eden Olszowska, üye ülkeler arasında göç politikalarına yönelik farklı yaklaşımları şöyle anlattı:
"Yunanistan gibi ülkeler göçmenlerin yeniden dağıtılmasını isterken, İtalya ve İspanya, örneğin Türkiye ile müzakere ederek sorunlarını bağımsız bir şekilde çözmeye çalışıyor. Almanya ve Fransa, göçmenlerin çoğunun nihayetinde kendi ülkelerine ulaşmak istediklerinin ve bunu kabul etmek istemediklerinin farkında. Bu durum AB ve üye ülke hükümetleri için önemli bir zorluk teşkil edecektir zira kendi ülkelerindeki kamuoyunu dikkate almak zorundadırlar."
Polonya'nın tek başına von der Leyen'i AB'nin göç politikasında "radikal bir değişiklik yapmaya" ikna etmeye gücünün yetemeyeceğini kaydeden Olszowska, "Von der Leyen, AB içinde daha da büyük bölünmelere yol açmayacak bir uzlaşma yolu bulmalıdır. Ancak bu durum belirsizdir ve Polonya'nın tek başına önemli bir değişim yapması olası değildir. Ancak diğer ülkelerle ittifak halinde çok daha fazlasını başarabilir." dedi.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com