İSTANBUL Türkiye’nin 20 Ocak’ta Afrin’deki teröristlere karşı başlattığı Zeytin Dalı harekatı ABD ve Avrupa tarafından yakından takip ediliyor. Harekatın boyutları ve içeriğine dair neredeyse her gün bir açıklama yapılarak Türkiye ile diplomatik temas kurulması, bu durumun en açık göstergesi.
Türkiye karşıtı propagandanın içeriği
Bu durumda gazetecilik de televizyonculuk da medya etiği de veya bir milletin varlık yokluk mücadelesi de onlar açısından değersizleşir. Bu yüzden, burada sekiz maddede özetlenen, ama ekseni daha geniş olan bir çerçevede Batı medyasındaki önyargının izi sürülebilir. 1. Türkiye’nin Afrin’de terör örgütleri PKK-PYD/YPG ile değil Kürtlerle savaştığı iddiası sık sık kullanılıyor. Haber içeriklerinde doğal bir unsur olarak bu ifadeye yer veriliyor. Halbuki Türkiye açık bir şekilde bu iddiayı her seferinde yalanladı ve operasyonun hedefinde terör örgütlerinin olduğunu dile getirdi. Buna rağmen aynı söylem tekrar ediliyor. 2. Türkiye’nin teröristleri değil de sivilleri hedef aldığı yönündeki yaklaşım Batı medyasında yoğun şekilde işleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, eğer sivil hassasiyetimiz olmasaydı operasyon 4-5 günlük bir işti.
Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerlerin ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının bölgede sivillere yaptığı insani yardımların hiç gündeme getirilmeyip yok sayılması, fakat bunun aksine terör örgütleri tarafından yapılan açıklamaların tümüyle doğru kabul edilerek habere dönüştürülmesi de taraflı bir yaklaşımı yansıtıyor. 3. Türkiye’nin işbirliği içinde bulunduğu ÖSO unsurlarının aslında DEAŞ benzeri yapılar olduğu yönündeki iddianın güncellenmesi, zamanlama açısından bakıldığında, operasyonun meşruiyetine gölge düşürmeyi amaçlıyor. ÖSO Suriye’deki yerli unsurlardan oluşan ılımlı muhalif grupları çatısı altında topluyor.
ÖSO bağlamında şimdilerde medyaya servis edilen negatif içeriğin hedefi ise PKK-PYD/YPG karşısında oluşan güçlü ittifakı kriminalize etmek. DEAŞ da buna payanda olarak kullanılmak isteniyor. 4. Türkiye’nin Afrin operasyonuyla birlikte Suriye ve Irak’ta DEAŞ karşıtı mücadelenin zarar göreceği yönündeki yaklaşım, Batı medyasında ve Batılı aktörler arasında en fazla vurgulanan içerik.
DEAŞ karşıtı koalisyon uzun zamandır hareketsiz; hiçbir operasyon yapmıyor. Eğer herhangi bir yerde DEAŞ varsa, Türkiye onları etkisiz hale getirebilecek durumda. 5. Batı medyasında Suriye’den göç etmek zorunda kalan mültecilere Türkiye tarafından sert davranıldığı, şiddet uygulandığı veya sınırda ateş açıldığı gibi iddialara yer verilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, kötü niyetle masa başında üretilmiş bir ürün.
Türkiye hem üç milyondan fazla mülteciyi barındırıyor hem de Suriyelilerin en iyi şartlarda yaşama tutunduğu ülke konumunda. Bunlar bilinmesine rağmen, bu tür uydurma haberlerin yapılmasında ısrarcı olunması, gazeteciliğin algı operasyonuna mahkûm edildiğinin açık göstergesi. 6. Türkiye’nin küresel kamuoyundaki olumlu imajının zayıflatılabilmesi için, Afrin’le hiçbir şekilde ilgisi olmayan, farklı çatışma bölgelerinden alınmış eski fotoğraf ve videoların Afrin’de gerçekleşmiş gibi paylaşılması yöntemine de yoğun şekilde başvuruluyor.
Aslında habercilikte önemli olan hızdan ziyade, doğru ve güvenilir olmaktır. Bu tür içeriklerin herhangi bir editöryal süzgeçten geçirilmeden yayına sokulması, “olağan şüpheli” kategorisindedir. 7. Türkiye’ye karşı savaşan PKK-PYD üyesi teröristler lehine dolaylı kamuoyu oluşturabilmek için, bu teröristlerin DEAŞ ile mücadelesinden kesitler sunularak haber bültenlerinde ve belgesellerde 'kahramanlaştırılması' sürecinin ısrarla devam ettirilmesi taktik bir propagandadır.
PYD’li teröristlerden bahsedilirken “Batı’nın bölgedeki seküler müttefikleri” yaklaşımının ön plana çıkarılması, Batılı toplumlarda kamuoyunu PKK-PYD lehine dinamik tutmak için kullanılıyor. 8. PKK tarafından Hatay ve Kilis’e yapılan saldırılarda hayatını kaybeden sivillere dair içeriklere haberlerde yer veriliyor. Bu saldırılar sonucunda yakınlarını kaybeden ve acı çeken insanlara mikrofon uzatılmıyor.
Kaynağın güvenilirliğini kaybetmesi...
İkincisi, Batılı hükümetlerin Türkiye’ye karşı çeşitli bağlamlarda harekete geçmesi isteniyor. Üçüncüsü ise Batılı toplumlar nezdinde Türkiye hem ülke olarak hem de toplum olarak ötekileştirilmek isteniyor. Batı medyasının, yakın dönemde yer verdiği onlarca kara propagandaya rağmen, bu üç hedefe ne kadar ulaşabildiği tartışmaya açıktır.
Eğer kaynak güvenilir ise hedef kitle üzerinde istenen sonuçlara ulaşılabilir ya da bu ihtimal daha kuvvetli hale gelir. Bu tabloya göre, Batı medyasında çıkan Türkiye karşıtı yayınlara bakıldığında, bunun Batı medyasının Batı’ya propagandası olduğu görülüyor. Mesela Afrin’e yapılan Zeytin Dalı harekatına ilişkin Türkiye kamuoyunda neredeyse yüzde yüze yakın bir toplum destek var. Bazı marjinal çevreler dışında, operasyonu desteklemeyen kesim neredeyse yok denecek kadar az.
Batı medyasının Batı’ya propagandası
Türkiye bölgedeki şiddetin, hak ihlallerinin ve çatışmanın mağduru olmasına rağmen, sanki bu konularda çözümü engelleyen ve işlerin daha da kötüye gitmesine neden olan bir aktör olarak gösterilmeye çalışılıyor. Fakat bu tür haberlerin uzun zamandan beri herhangi bir mesleki ilke gözetmeksizin tek boyutlu ve sistematik bir şekilde kurgulanması, Türkiye’de toplumun bilgisi dâhilindedir.
Tabii ki görmek isterse. Tablo böyle olunca, yani Batı medyasındaki haber içerikleri Türkiye’de toplum tarafından reddedilince, tüm bu yalan haberlerin alıcısı olarak geriye sadece Batılılar kalıyor ve böylece Batı medyasının Batı’ya propagandası olarak tanımlanabilecek bir tablo ortaya çıkıyor. Sonuç olarak belirtmek gerekirse, kendi içine kapanarak haber kaynaklarıyla olan ilişkisini ya sınırlı sayıda önyargılı isimlere indirgeyen ya da tümüyle kara propaganda merkezlerinden iletilen içerikleri mutlak doğru kabul etmeye vardıran bir gazeteciliğin gidebileceği bir yer yoktur.