İstanbul
Megakent, tarih boyunca, "inci" olarak tabir edilen Boğaz'ı, tarihi dokusu, kültürel güzellikleri ve 7/24 hareketliliğin hiç bitmemesiyle dünyanın en gözde şehirlerinden biri oldu.
Her gün yerli ve yabancı binlerce turisti ağırlayan kent, insan kalabalığının yanı sıra kedileriyle biliniyor.
Şehrin neredeyse her noktasını mesken edinen kediler, Fatih, Kadıköy, Beyoğlu gibi bazı ilçelerin simgesi haline gelmiş durumda.
Bir turist edasıyla İstanbul'u arşınlayan kentin kalıcı misafirlerinden kedileri, kimi zaman simit yemek için alçalan martının peşinde kimi zaman ise amatör balıkçıların tuttuğu balıkların başında görmek mümkün.
Bazen tarihi bir yerde poz verirken bazen de bir sokak arasında dolaşırken karşınıza çıkan kediler, türleri ve renkleriyle çeşitlilik gösteriyor.
Genellikle fiziksel özelliklerine ve tüylerinin rengine göre, "Tekir", "Kartopu", "Sarman", "Duman" ve "Kömür" gibi isimlerle çağırılan sevimli kediler, fotoğraf tutkusu olanların da sembolü haline gelmiş durumda. Kenti fotoğraflayan fotoğrafçılar, tarihi simgelerin olduğu karelere kedileri de almayı ihmal etmiyor.
Esnaf, semt sakinleri ve turistlerin verdiği yiyeceklerle beslenen İstanbul'un kedileri, kendilerini sevdirmeyi de ihmal etmiyor.
İnsanlara alışkın olan bu kediler, şefkat görmek istedikleri kent sakinleri ve turistlerin peşini bırakmıyor.
Mırlayarak sevilme istediğini anlatan kediler, okşandıktan sonra minnet duygusuyla yollarına devam ediyor.
Tarihsel süreçte kedilerin şehirdeki varlığına ilişkin açıklamalarda bulunan tarihçi-yazar Zafer Bilgi, kedilerin şehrin kültürünün vazgeçilmez bir parçası olduğunu belirtti.
İstanbul'un 29 Mayıs 1453'teki fethinden sonra Yeditepe üzerine külliyeler yapıldığını kaydeden Bilgi, Fatih Sultan Mehmet'in de Yeditepe'nin ortasına külliye yaptırdığını ve o günden bugüne kadar kedilerin orada yoğun bir şekilde varlık gösterdiğini ifade etti.
Bilgi, Bayezid Camisi'nin, haklarına girilmemesi için civarında yaşayan hayvanların yeminin hangi gelirle sağlanacağı belirlendikten sonra inşa edildiğinin 500 yıl önceki kayıtlarda yer aldığını söyledi.
"Şefkatin ve merhametin yansıması kediler"
3. Murat döneminde dünyadaki ilk Evrensel Hayvan Hakları Bildirgesi'nin yayımlandığını, kedilerin merhamet ve şefkatle, şehir kültürünün bir parçası haline geldiğini ifade eden Bilgi, "1500'lü yıllarda bu kedileri, köpekleri koruyan o bildirgelerin, fermanların yayınlanması bir tarafa, bu zorla, kuralla, fermanla olabilecek bir durum değil. Halkın böyle bir hassasiyeti var. İstanbul deyimleri içerisinde, şöyle bir söz olmuş, 'Beyazıt'ın velisi, delisi, kedisi eksik olmaz.' Şefkatin ve merhametin yansıması aslında kediler." diye konuştu.
Bilgi, Fatih'teki Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin bir dönem müdürlüğünü yapan İsmail Saib Sencer'in 40'a yakın kedisi olduğuna dair kayıtlar bulunduğu belirterek, Sencer'in maaşının üçte birini kedilere mama için kullandığının anlatıldığını dile getirdi.
Osmanlı dönemindeki "mancacı" geleneğine ilişkin de Bilgi, "Mancacılar, namaz çıkışında ciğerleri ellerinde tutuyorlar. Siz ona belli bir bedel veriyorsunuz. O bedelin karşılığında, bugünkü kuş yemcileri gibi kedilere, köpeklere ciğer veren bir sınıf. Bu, İstanbul şehir kültüründe kendini yoğun göstermiş ama Osmanlı'yla başlamış diyemiyoruz." ifadelerini kullandı.
Kedilerin kentin vazgeçilmez parçası olduğunu vurgulayan Bilgi, şunları söyledi:
"Kediler, İstanbul'da 500 yıldır şehirle bütünleştiği ve kendilerini emin bir noktada gördükleri için şehrin vazgeçilmez bir parçası olmuş. Kediler bir yönüyle şehrin, ailenin, terapinin, ibadetin bir parçası. Toplumda merhamet ve şefkat o kadar kendini göstermiş ki onlar en güvenilir oldukları yerde, huzur içinde uzun soluklu yaşamışlar. Dünyanın birçok şehrinde İstanbul'da olduğu kadar kedilere rastlayamıyorsunuz. Niye? O şehirlerde, evlerde özel, cins kedilere hürmet ediliyor. Cins kedi ayrımı yok İstanbul'da. Kedi bize bir misafir, 'Yaratılanı hoş gör, Yaradan'dan ötürü' şiarının bir uzantısı olarak bir armağan olmuş."