İstanbul
Kültür, sanat, bilim, spor, siyaset ve iş dünyasının duayen isimlerini "Türkiye'nin Çınarları" projesi kapsamında fotoğraflayan Anadolu Ajansı, 86 yaşındaki avukat Şerafettin Yılmaz ile bir araya geldi.
Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesinde dünyaya gelen Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, doğduğu köyün Evren ilçesi olmasını sağladığını belirterek, "Büyük babam o bölgenin önemli bir insanıymış. Şereflikoçhisar'da hem müstantik (sorgu hakimi) hem belediye başkanı iken 42 yaşında bir ateşli hastalık yüzünden rahmetli oluyor. Babam çok küçük yaşta öksüz kalıyor. Kıtlık dönemlerinde çok büyük sıkıntılar çekiyorlar. Ben köyün bütün şartlarını yaşadım. Koyun, kuzu, hindi gütmekten sığırtmaçlığa (çobanlık) kadar her şeyi yaptım. Bunlar bana çok şey kattı." ifadelerini kullandı.
"Hedefim doktor olmaktı"
Yılmaz, ortaokulun bir kısmını Kaman'da diğer bir kısmını da Kırşehir'de okuduğunu, liseyi de Ankara'daki Kurtuluş Lisesi'nde bitirdiğini söyledi.
Ortaokul yıllarında Erol Güngör'le tanıştığını ve rahmetli olana kadar onunla her hafta görüştüğüne işaret eden Yılmaz, hukuk fakültesine girişini şu sözlerle anlattı:
"Kırşehir benim hayatımda önemli bir dönemdir. Çok ciddi arkadaşlarım oldu orada. Hedefim doktor olmaktı. Babamın o bölgenin önemli bir insanı olması sebebiyle Ankara'nın bütün milletvekilleri seçim dönemlerinde bizim evden geçerlerdi. Bir doktor gelirdi, o doktoru ben çok sevmiştim. Doktor olma duygusu bende oluştu. Fakat imtihana girdim kazanamadım. 250 kişinin arasına giremedim. Yine imtihana gireyim diye okumaya devam etmek istemedim. O zaman okuma yazma bilmeyen annem 'sokakta kalırsan eğer, sokak seni nereye götürür bilemezsin' dedi. 'Madem hukuk fakültesine kayıt olabiliyorsun, kaydol, yine çalış eğer kazanırsan tıp fakültesine geçersin.' demişti. Annemin bu sözünü kıramadım ve kayıt oldum. Bizim kaydolduğumuz zaman kayıt serbestti. Birinci sınıfta 10 bin kişi vardı ama 250 kişiyle mezun oldum. Çok zordu. Çünkü hukuk fakültesinde bir dersten kaldığınız zaman hepsinden kalırsınız. Ortalamayı tutturamadığınız takdirde hepsinden kalırsınız.
Mezuniyetimden sonra idareci olmak istiyordum. Fakat idarecilikte devletin müdahalesinin benim yapmak istediklerimi bana yaptıramayacağı kanaati hasıl oldu. Memur oldum, memuriyetteki yapıyı gördüm, ürktüm. Askerden döndükten sonra 1964'te rahmetli Atilla Sav'ın yanında avukatlık stajına başladım. Atilla Sav, benim gördüğüm insanlar içinde çok farklı, çok asil bir insandı. Ben avukatlık mesleğini ondan çok ciddi bir şekilde öğrendim. Çünkü nutku olmayan tamamen kanunlara bağlı bir hukuk anlayışı vardı, bana onu aşıladı."
"Yedi yıl gece gündüz o davayı takip ettim"
Daha sonra Kırıkkale'nin Keskin ilçesinde bir ofis açarak avukatlığa başlayan Şerafettin Yılmaz, Keskin Ortaokulu'nda 2 sene 450 öğrenciye Fransızca dersleri verdiğini ve öğretmenliği çok sevdiğini, 50 yıl sonra öğrencileriyle buluşup hasret giderdiğini dile getirdi.
Yılmaz, avukatlık yaptığı yıllarda daha çok ceza davalarına baktığını anlatarak, 1980 Darbesi'nden sonra "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası"nda nasıl yer aldığına ilişkin şunları kaydetti:
"Avukatlık mesleğinde iyiydim ama ben avukatlığı sevemedim. İstanbul'a gitmiştim. Arkasından ihtilal olunca ortağım Nevzat Kösoğlu, arkadaşım Cengiz Gökçek, Sadi Somuncuoğlu ve liderimiz Alparslan Türkeş'in bende vekaletleri vardı. Davet almadan geldim. Evvela davayı takip etmeyecektim. Fakat gün geçtikçe yükün benim üzerime geldiğini gördüm. Benim bir yapım var, eğer bir şeyi üstlenmişsem onu tamamlamadan ayrılamıyorum. Bütün hayatım böyledir. Duruşmaya girdim ve 7 yıl o davayı takip ettim. Başlangıçta bir sürü avukat vardı ama ben avukatlık mesleğinden bir şey beklemediğim için kendimi de buna tahsis ettiğim için tamamıyla bu davayla yatıp kalktım.
Haksızlık beni isyan ettirdi. Tabii ki hem mesleğinizi bilmek hem sorumluluğunuzu bilmek önemli bir şeydir. Ben orada ihtilal mahkemesi gibi bakmadım hiç. Normal bir mahkeme gibi yaklaştım. Duruşma hakimi de bizim sınıf arkadaşımızdı. Zaman zaman sert tartışmalar oluyordu. Hatta bir tartışmada ben savcılara karşı yaptıkları yanlışlardan dolayı sert bir ifade kullandım. Beni mahkemeye verdiler. Hakkımda hakikaten açıldı. Dava devam ederken 8 aya mahkum ettiler. Hakkımda açılan 7 tane tahkikat, dava sonuna kadar Demokles'in Kılıcı gibi açık tutuldu."
"Keşif bir başka güne kalsaydı orada silahlar bulunacaktı"
Yılmaz, Milliyetçi Hareket Partisi Kurucusu Alparslan Türkeş'in ısrarıyla partiye girdiğini ve milletvekili adaylığına yazıldığını aktararak, Nuri Gürgür'le tanıştıktan sonra Türk Ocakları'na gitmeye başladığını ve Türk Ocakları'nda gençlik kollarını kurduklarını ifade etti.
Avukatlık hayatı boyunca hiç nutuk atmadığının altını çizen Yılmaz, "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda da öyle hareket ettim. Tamamıyla yapılan işlemin hukuki açıdan nasıl olması gerekiyor ise ona göre davrandık. Duruşma cereyan ederken bir çocuk, 'İtirafta bulunacağım, Karşıyaka'da silahların gömülü olduğu yeri göstereceğim' dedi. Ben hemen ayağa kalktım. 'Şu anda kapılar tutulsun, hiç kimse dışarı çıkmasın' dedim. Derhal mahallinde bu sanığı da alarak keşfe gidelim ve olay orada tespit edilsin' dedim. Benimki kumardı ama gittik. Nereyi gösterdiyse boş çıktı. Ondan sonra durmadı, 'Gaziosmanpaşa'da falan evin bahçesinde silahlar vardı' dedi. Oraya da gittik, gece saat 00.00'a kadar silah aradık. Ama hiçbir şey çıkmadı. Eğer ben orada o cesareti göstermemiş olsaydım, keşif bir başka güne kalsaydı orada silahlar bulunacaktı." şeklinde konuştu.
"MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" bittikten sonra 1989'da Türk Kültürüne Hizmet Vakfının genel kuruluna tesadüfen girerek, mütevelli heyeti üyesi olduğunu belirten Şerafettin Yılmaz, şu bilgileri verdi:
"15 sene Metin Eriş Bey'in başkan vekili olarak çalıştım. Daha sonra ben Metin Bey'e, 'Ben bu vakfa mütevelli olurken bir hedefim vardı. Benim bu vakfa verebileceğim şeyler var, vermek istiyorum. Gel bir usul başlatalım. İlla seçim kaybederek başkanlığı bırakmak yerine bunu siz başlatın.' dedim ama kabul etmedi. Onun üzerine seçime girdik ve ben aldım. Metin Bey bana küstü. Ondan sonra hayatım vakfa dönük oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığının 'Türk Tarihi ve Coğrafyası Kültür Atlası' projesi vardı. Önemli bir projeydi. Biliyordum ki bakan değiştiği zaman o proje rafa kalkacak. Namık Kemal Zeybek'e o zaman 'Bu projeyi bizim vakfımıza havale et, bize de 200 bin lira ver, ben bu projeyi hayata geçireceğim' dedim. Projeyi vakfa verdi. Bu projeyi rahmetli Hakkı Dursun Yıldız'la toplantıda açtığımız zaman herkes itiraz etti. 'Gelin merdivenleri basamak basamak çıkmayı deneyelim' dedik. Uzun müzakerelerin ardından sonunda razı oldular ve 100'ün üzerinde bilim adamı toplanarak, iki gün çalışarak Türk Tarihi ve Coğrafyası Kültür Atlası'nın çatısını oluşturdular. Başına Mübahat Kütükoğlu koordinatör olarak geldi. Tam 15 yıl sürdü. 12 cilt... Türklerin tarih sahnesine çıkışından itibaren 2003'e kadarki Türk tarihi, coğrafyası ve kültürünü içine alan bir eser bu. Hakikaten 4 bin takım o kitaptan sattım. Bu binanın temelinde o kitabın yeri var."
TKHV'nin kuruluşu hakkında da bilgiler veren Yılmaz, vakfın Türk kültürünün tanınması, bilinmesi, yaygınlaştırılması, gelecek nesillere aktarılması doğrultusunda Mükerrem Taşçıoğlu'nun bakanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kurulduğunu söyledi.
Yılmaz, Cumhuriyet'in 100. yılı için "Cumhuriyet'in 100. Yılında 100 Türk Büyüğü" adında 5 ciltlik bir eser kazandırdıklarına dikkati çekerek, 2022-2024 yayın hayatında hayata geçirilen kitap projelerine dair şunları anlattı:
"'Kültürümüzün Temelini Oluşturan Değerli İnsanlarımızın Biyografileri' başlığı altında bugüne kadar 34 biyografi yayınladık. 2026'nın sonuna kadar 80'e yakın biyografi yayınlayacağız. Bunları yayınlarken de herhangi bir ideolojik görüntü içinde meselelere bakmadık, tamamıyla kültürel esasa dayalı ölçü kullandık. En ekstrem isimlerden birisi Nazım Hikmet'tir. İnşallah 15 Aralık'ta basılmış olacak. Biyografilerin ne kadar önemli olduğunu yayınladıkça gördük ve şimdi çok büyük bir ilgi görüyor. Böylece Osmanlı'nın son dönemiyle Cumhuriyet'imizin başındaki fikir adamlarımızı, sanatkarlarımızı yaşanır hale getiriyoruz. Biz bir eseri yayınlamak için hazırlattığımız zaman, o konuda fikir sahibi olabilecek birisine okutuyoruz. Rapor alıyoruz. 'Yayınlanabilir' dediği takdirde yayınlıyoruz. 'Yayınlanamaz' denildiği takdirde yayınlanmıyoruz. Birçok eseri de yayınlamadık. Bu usulü bütün eserlerimizde sürdürüyoruz."
"Biz milletimize bir bütün olarak bakıyoruz"
TKHV bünyesinde Caferağa Medresesi'nde geleneksel sanatlara ilişkin eğitimler verdiklerini belirten Yılmaz, bu eğitimlerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından 1996'da İSMEK kurslarının prototipi olduğunu ve çok sayıda STK'yı etkilediğini dile getirdi.
Yılmaz, Cumhuriyetin 100. yılında koydukları 140 kitap yayınlama hedeflerini tamamlamak istediklerini söyleyerek, "Biz eskiden gerçekten çok farklı bir milletken, bunları biz kaybettik. Bir dönülüp başvurulduğu zaman kaynak olabilecek bir eser olsun diye 'Kaybettiğimiz Değerlerimiz'i çıkarmak istiyorum. Onu da tamamlarsam ben bu millete borcumu ödemiş olacağım." dedi.
Dünyada Türk milletine bakışta düşmanca tavırlar olduğuna dikkati çeken Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu tavrı zaman içinde ihtiyatlı giderek halletmek mümkün olur diye düşünüyorum ama vakıf olarak hiçbir şekilde Türkiye Cumhuriyeti devletine matuf değil, bütün çalışmalarımız Türk milletini alakadar eden yayınlardır. Biz milletimize bir bütün olarak bakıyoruz. Biz de Türk milletinin bir ferdiyiz. Hiçbir karşılık beklemeden, tamamıyla milletimize hizmet etmek üzere çalışırken, gönlümüz tabii ki bunlara ilgi duyulsun istiyor. Gerek basından, gerek ilgili kurumlardan, gerek devletin kendisinden bizim bu çalışmalarımızın farkına varılsın istiyoruz. Bu farkına varış yetişmekte olan nesiller için çok önemli. Eğer farkına varır da, o nesillerin bu kaynaklardan beslenmelerini planlayarak yaklaşırlarsa, nesillerin yeni bir istikamet kazanmasına sebep olurlar diye düşünüyorum ama bunu göremiyorum. Bunun üzüntüsünü yaşıyorum."
Kaynak: AA