Karaca Yönetim Kurulu Başkanı Arif Karaca, şirketin yarım asırlık öyküsünü anlattı

ÇOK OKUNAN HABERLER
Karaca Yönetim Kurulu Başkanı Arif Karaca, şirketin yarım asırlık öyküsünü anlattı

Karaca Yönetim Kurulu Başkanı Arif Karaca tarafından, Süleymaniye'deki atölyede temelleri atılan ev ve yaşam ürünleri markası Karaca, 43 ülkede sürdürdüğü başarılı faaliyetler sonucunda Türkiye'nin globalleşen markalarından birine dönüştü.

İstanbul

Hikayesi, 1973'te İstanbul'un Süleymaniye semtinde küçük bir atölyede başlayan Karaca, bugün küresel ölçekte ev ve yaşam ürünleri alanında faaliyet gösteren ve Türkiye'yi dünyada temsil eden yerli bir değer haline geldi.

????

Temelleri bu atölyede, "ürünleri yalnızca satmakla kalmayıp, el işçiliğiyle dekore ederek katma değer oluşturma" üzerine atılan Karaca, yarım asırdır "katma değer oluşturma" vizyonuyla sektörüne öncülük eden markalar arasında öne çıkıyor.

Küresel ölçekte faaliyetlerini 43 ülkede sürdüren marka, yatırımları, AR-GE alanındaki çalışmaları ve öncü vizyonuyla ülke ekonomisine de katkı sunmaya devam ediyor.

"Çok küçük yaşta insanları tanıdım, yaşımdan çok erken olgunlaştım"

Ticaret hayatına, memleketi Malatya'da babasının kırtasiye mağazasında başlayan şirketin kurucusu Arif Karaca, attığı adımlarla sektöründe söz sahibi olan markanın kuruluş hikayesini
anlattı.

Karaca, kitaplar arasında büyümekten çok mutlu olduğunu dile getirerek, "Belki mahallede çocukça oynamadım fakat kitapların arasında hakikaten çok güzel bir çocukluk geçirdim. Çok küçük yaşta insanları tanıdım ve yaşımdan çok erken olgunlaştım diyebilirim. Yapacak başka iş olmadığı için hep kitap okudum, okuma yazmayı da orada öğrendim." şeklinde konuştu.

Ticareti de öğrendiği babasının kendisine bir çocuk gibi davranmadığını ve yaşına göre büyük sorumluluklar verdiğini belirten Karaca, şöyle devam etti:

"Düşünün 9 yaşındayken, babam beni ciddi bir meblağ ile Malatya'dan Sivas'a toptan kitap almaya gönderdi. Sivas'a varıp yayınevine kitap almak için geldiğimi söylediğimde donup kaldılar ve 'Kimle geldin?' diye sordular. Tek geldiğimi söyleyince müdüre hanımın odasına çıkarttılar. 'Müdüre hanım, arkadaş Malatya'dan toptan kitap almaya gelmiş.' dediklerinde müdüre hanım, 'Dalga mı geçiyorsunuz?' dedi. Hüseyin Karaca'nın oğlu olduğumu söylediğimde 'Yahu biz çocukları bakkala götüremiyoruz bu yaşta.' dediler, tabii babamı tanırlardı, benimle hemen ilgilendiler. Ticaret hayatımda, henüz 9 yaşındaydım, böyle de bir Sivas serüvenim oldu. Babam hep 'Benim oğlum yapar.' derdi."

"Kırtasiye dükkanı kapandı"

Babasının aktif, çok atılgan ve devamlı farklı işler yapmak isteyen bir yapıya sahip olduğunu dile getiren Karaca, kırtasiye işlerinin dışında girilen alanlarda zarar etmeye başladıklarını söyledi.

Kırtasiye mağazalarının sürekli para kazandığını ancak babasının diğer işlerdeki zararının mağazayı işleyemez hale getirdiğini anlatan Karaca, "Çeşidimizi tamamlayamaz, iş yapamaz hale geldik. Babam çok namuslu ve dürüst bir adamdı. Yani böyle 'Kapatayım, çekeyim, gideyim.' mantığı yoktu. Ondan sonra dedi ki, bizim borçlarımız var, bu borçları ödememiz gerekir." ifadelerini kullandı.

Çocukluğunun geçtiği kırtasiye dükkanına "tahliye nedeniyle satış" yazısını asmak durumunda kaldığı günü hayatının dönüm noktalarından biri olarak tanımlayan Karaca, böylece ailesinin İstanbul serüveninin başladığını anlattı.

Karaca, kırtasiye mağazalarını o gün tahliye etmeye başladıklarını, satabildikleri ürünleri sattıklarını, satamadıklarını ise borçlarından düşülmesini rica ederek iade ettiklerini ve İstanbul'a gelip sektör değiştirdiklerini belirtti.

Süleymaniye'de açtıkları atölyeden kazandıklarıyla borçlarını kapattıklarını dile getiren Karaca, "Babam çok dürüst, düzgün bir adamdı. Son kuruşuna kadar borcunu kapattı ve dedi ki 'Tamam benden bu kadar, benden size devrettiğim bir borç yok artık, bundan sonrası sizin işiniz, siz yapacaksınız.' Ondan sonra işi biz devraldık." dedi.

Karaca markasının doğuşu

Süleymaniye'deki atölyede yaşadıkları zorluklara, verdikleri mücadeleye de değinen Karaca, o yılları şöyle anlattı:

"Liseyi bitirip İstanbul'a geldiğimde 30 metrekare bir atölyedeydik, atölyede çalışan küçük kardeşlerimi gördüm, manzara hiç iç açıcı değildi. Kardeşlerimin o durumunu görünce baya duygulandım. Çünkü gerçekten varlık içinde büyüyen bir ailenin çocukları olarak hiç yaşamadığımız bir yoksulluğun içine düştük. Onları öyle görünce, babama üniversite okumayacağımı, vazgeçtiğimi söyledim. Nedenini sorduğunda, çalışmaya başlayacağımı söyledim ve üniversite imtihanlarına müracaat dahi etmeden orada işe başladım. Kardeşlerimle gece gündüz çalıştık. Çoğu zaman eve gitmiyorduk, kolileri serip üzerinde yatıyorduk. Bu bizim için çok acı bir şeydi. Varlık içinde yetişen bir ailenin çocuklarıyken bunları yaşamak gerçekten bize kabus gibi geliyordu."

Atölyenin "Oran" ismiyle açıldığını ve babasının isim değişikliğine izin vermediğini dile getiren Karaca, babasının Malatya'ya gittiği günü fırsat görerek "Karaca Züccaciye" tabelasını mağazaya astığını söyledi.

Karaca, "Mercan vergi dairesine gittim ve firma ismini değiştirdim. Tüm bunları yaparken 17 yaşındaydım. Yeni kaşeler yaptırdım, faturalar bastırdım. Babam döndüğünde dükkanda her şey değişmişti, gördüğünde önce çok sinirlendi ama öfkesi saman alevi gibiydi. Biraz sonra gelip 'İyi yapmışsın, güzel olmuş, hadi gel böyle devam edelim.' dedi. Biz o gün 1973'te Karaca Züccaciye olarak serüvenimize başladık." ifadelerini kullandı.

"Karaca'nın büyümesi yurt dışı üretimiyle başladı"

Büyük emeklerle yoluna devam eden Karaca'nın yükseliş serüvenindeki ilk adımları anlatan Arif Karaca, Türkiye'de o dönemde 2-3 porselen ve cam fabrikası bulunduğunu ancak istedikleri ürünü ürettiremedikleri için çok da mutlu olmadıklarını ve arayışa girdiklerini ifade etti.

Karaca, bunun üzerine yurt dışına gidip üretim yaptırma kararı aldıklarını, 3 yıl boyunca dünyanın çeşitli yerlerindeki porselen fabrikalarını incelediklerini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Porselen, çelik tencere, teflon üreten ne kadar üretici varsa İtalya, Fransa, Kore, İran, Irak, Suriye ve Mısır'da her tarafı dolaştık. Kendimize göre çalışacağımız markaları belirledik ve bunlarla yeniden görüşmeler yaptık, bağlantılar kurduk. Karaca adıyla bize mal üretebileceklerini söylediler. Hatta içlerinde Çinli, Hint üreticiler de vardı, buralarda anlaşmalar yaptık. Ambalajından tutun desenine, formuna, kompozisyonuna kadar her şeyi kendimiz hazırladık, birebir aynısını ürettirdik. İşte ne zamanki bu fabrikalardan ürünlerimiz gelmeye başladı, bazı zamanlar depoya dahi ürünlerimizi yerleştirmeden direkt müşteriye sevk eder olduk. O kadar işlerimiz ve ufkumuz açıldı. Ondan sonra hep yurt dışıyla çalışmaya başladık."

"Özal, Türk ekonomisine büyük katkılar sağladı"

Bir ülkede sanayinin ve ticaretin gelişmesi için rekabetin olmazsa olmaz olduğunun altını çizen Karaca, ithal ürünlerin ülkeye gelmesinin yerli üretici için rekabet ortamı oluşturarak, yeni ve kaliteli ürünlerin üretilmesinin önünü açtığını vurguladı.

Karaca, o dönemde ticaret ortamının düzelmesinde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a çok şeyler borçlu olunduğunu belirterek, Özal'ın Türk ekonomisine büyük katkılar sağladığını söyledi.

Özal'ın ufkunun çok geniş olduğuna dikkati çeken Karaca, Türkiye ekonomisinin "Özal öncesi ve sonrası" olarak ikiye ayrıldığını, öncesi dönemde Türkiye'de züccaciye alanında satacak ürün çeşidi dahi bulamadıklarını ifade etti.

Arif Karaca, o dönemde züccaciye mağazalarının yaklaşık 30 metrekarelik küçük mağazalar olduğunu, birkaç parça emaye, alüminyum tencere ve tava dışında ürün bulunmadığını, ayrıca bunların boyasız ve sağlıksız ürünler olduğunu dile getirdi.

Özal sonrası dönemin tamamen değiştiğini belirten Karaca, şöyle devam etti:

"Dövizin yasak olduğu bir ülkede ticaretten bahsedilebilir mi? Özal geldi ve ithalatı serbest bıraktı, vergisini, gümrüğünü koydu ve kaçakçılar değil, devlet kazandı. Memur bir ailenin çocuğuydu, varlıklı bir ailenin çocuğu değildi fakat dünyaya bakışı çok farklıydı. O geldikten sonra züccaciye mağazaları yavaş yavaş büyümeye başladı ve 30 metrelik mağazalar bir anda büyüdü. Biz aslında İSTOÇ'u, Tahtakale'de 1978'de kurduk fakat bir türlü arazi bulamadığımız için taşıyamadık. Ne zaman ki rahmetli Özal iktidara geldi, gittik derdimizi anlattık. 'Biz artık sığmıyoruz Tahtakale'ye, bize yerler verin.' dedik ve rahmetli şu andaki o İSTOÇ arazisini verdi."

"Her zaman en mükemmelini ürettirmeye çalıştık"

İthalat ve ihracatın önünün açıldığı dönemlerin ardından dünyadaki üreticilerle yaptıkları çalışmalar sonucu işlerinin çok açıldığını anlatan Karaca, ailenin en başından beri verdiği kararla Türkiye'ye alanındaki en kaliteli ürünleri getirmeyi sürdürdüğünü söyledi.

Karaca, o dönemki stratejilerinin markalarını ön plana çıkarmak olduğunu aktararak, "Hiçbir zaman fiyata dayalı rekabete girmedik, kaliteli mal satmaya odaklandık. Ucuz malın her zaman daha ucuzu vardır. Biz hiç bu tuzağa düşmedik. O tarihten sonra ürettirdiğimiz bütün malları 'Karaca' markasıyla yaptık ve 'Karaca' damgasını hiçbir zaman düşük kaliteli bir mala vurmadık. Her zaman en iyisini, mükemmelini ürettirmeye çalıştık." diye konuştu.

Markanın büyüme serüveninde, Jumbo, Emsan, Homend gibi daha önce çok iyi yerlere gelmiş ancak ikinci veya üçüncü neslin devralmasıyla batmaya yüz tutmuş şirketleri alıp yeniden piyasaya çıkardığına dikkati çeken Karaca, bu markaların kaybolup gitmesine razı olmadıklarını, hepsini eski güçlü konumuna yeniden taşımaktan gurur duyduklarını söyledi.

Arif Karaca, aile yapılarına çok önem verdiklerini, aile üyelerine, babalarından kalan mirası devam ettirerek çok çalışmaları yönünde telkinde bulunduklarını ve işlerinin başından ayırmadıklarını belirtti.

Ailenin kendisi için çok değerli olduğunun altını çizen Karaca, "Dostlarıma ve kendi insanıma şu öneride bulunuyorum. Çekirdek aile olup yalnızlaşmayın, büyük aile olarak kalın. Biz gecekonduda otururken de bir aradaydık. Başarının sırrı burada, beraber olun, sırt sıra verin, dayanışın ve ayrılmayın." şeklinde konuştu.

"Milliyetçilik ancak işini en iyi yapmakla olur"

Arif Karaca, başarılarındaki en büyük payın Türkiye'ye ait olduğuna işaret ederek, "Biz her şeyimizi bu ülkeye borçluyuz. Nefes alışımızı bile bu ülkeye borçluyuz. İnanın devletimiz olmasa, bayrağımız olmasa bize nefes dahi aldırmazlar. Gazze'de, Filistin'de yaşananları görüyoruz. Onun için biz bu ülkeye çok şey borçlu olduğumuzu biliyoruz ve elimizden geldiği kadar, hatta fazlasını yapmamız lazım. Milliyetçilik de ancak işini en iyi yapmakla olur." dedi.

Bu düsturla hareket ederek dünyanın 43 ülkesinde faaliyet gösterir hale geldiklerini anlatan Karaca, ticarete atılmak isteyenlere ve büyüme hedefi olan şirketlere şu tavsiyelerde bulundu:

"Ben tüccar olacağım, iş adamı olacağım, ticaret yapacağım, sanayici olacağım diyen bir adamın üç tane kriteri olmalı. Birincisi, ticarete atılıyorsa bir insan önce sabırlı olacak. Sabırlı olmayan bir adam hiç ticarete bulaşmasın, hatta yanından dahi geçmesin. Düşünün, bugünkü Karaca 1973'te kapanan bir firmanın temelleri üzerinde kuruldu ve bu firma 52 senede Karaca oldu. Bu sabrı gösterecekler ticarete girsinler.

Ticarette ikinci kural, dürüst olmaktır. Ticaret dürüst olmayanı kesinlikle dışarı atıyor, içinde tutmuyor. Böyle bir özelliği var. Belki kısa zamanda faydasını görürsünüz, bir şeyler kazanırsınız ama dürüst olmazsanız çıktığınız gibi de inersiniz. Üçüncüsü de ticaret yapan adamın hesabını çok iyi bilmesi lazım. Ne kadar ürün sattım, ne kadar kazandım, ne kadar kenara koydum, bunları bilmesi lazım. Neticede işinizi iyi bileceksiniz. Sabırlı olacak, dürüst olacak ve hesabınızı iyi bileceksiniz. Bu üçünü birlikte yaparsanız işte o zaman başarı geliyor."


Kaynak: AA

dikGAZETE.com
ÇOK OKUNAN HABERLER