İstanbul
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, NTV'deki "Özel Röportaj" programında, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
Kovid-19 aşısı olup olmadığına ilişkin soru üzerine Ünal, "Hayır" yanıtını verdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, MKYK toplantısında, bu konuda belli endişeleri gidermek ve devlet başkanı, devlet büyüğü olarak teşvik anlamında aşı olacağını açıkladığını hatırlatan Ünal, Erdoğan'a eşlik ederek Ankara Şehir Hastanesi'ne gittiklerini anlattı.
Orada sistemde sırası gelenlerin, uygun olanların aşılarını olduğunu belirten Ünal, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın da dün siyasi parti liderlerine aşı olmaları yönünde çağrı yaptığını hatırlattı.
Ünal, ilerleyen günlerde yeni anlaşmalarla Türkiye'ye yeni doz aşıların gelmeye başlayacağını dile getirerek, aşılama sürecinin son derece sistematik şekilde devam ettiğini söyledi.
Mahir Ünal, "Herhangi birisinin sistem dışında gidip hastanelerde aşı olması mümkün değil çünkü gelen bütün aşılar sayılı olarak Bilim Kurulu'nun yaptığı takvimlendirme çerçevesinde onay koduyla birlikte gerçekleşiyor." diye konuştu.
"AK Parti MKYK üyelerinden aşı olan var mı?" sorusuna ilişkin Ünal, sağlık sektöründe olan MKYK üyelerinin aşı olduğunu belirtirken, "Sırası gelenler oldu sadece. Yani 3 doktor, 2 de eczacı arkadaşımız var. Dolayısıyla bildiğim kadarıyla onlar aşı oldular." dedi.
"Artık kendi hukuklarını oluşturma eğilimi içerisinde olduklarını görüyoruz"
WhatsApp üzerinden başlayan tartışmalar kapsamında veri güvenliği konusuna ilişkin bir soruyu yanıtlarken Ünal, veri güvenliği konusunda henüz dünyada ciddi bir bilinç oluşmadığını aktardı.
Türkiye'de sanki verilerin istihbari olarak kullanıldığı gibi bir algı olduğunu dile getiren Ünal, şöyle devam etti:
"Yani bakıyorsunuz mizah anlamında da günlük sosyal medyada da 'Sizin eşinizle yaptığınız konuşma kimi ilgilendirir ki?' ya da 'Çok mu önemli şeyler konuşuyorsunuz ki Pentagon bunu takip etsin?' kıvamında...
Halbuki mesele burada şu; sizin verilerinizin algoritmik bir düzen tarafından işlenmesiyle beraber sizin ürün haline gelmeniz aslında.
Sizin internette online işlemlerinizden türeyen birtakım veriler üzerinden sizin bir reklam ürünü haline gelmeniz burada konuşulması gereken asıl sorun. Dolayısıyla bizim verilerimiz neden kıymetli?
Bizim verilerimiz birtakım uluslararası şirketlerin satış-pazarlama departmanlarının reklam ya da oy verme davranışınızın manipülasyonu anlamında kullanılmaması açısından çok kıymetli."
WhatsApp'ın "kabul et ya da hesabını sil" yaklaşımının kişileri son derece rahatsız ettiğini, dün Twitter'ın da benzer bir açıklama yaptığını anlatan Ünal, şunları kaydetti:
"Twitter'ın sahibi Jack 'Beğenmeyenler hesaplarını silebilirler.' gibi bir şey söyledi. Uzunca bir süreden beri konuştuğumuz aslında bir egemenlik tartışması da burada söz konusu.
Yani 'siber dünyanın egemenleri' dediğimiz Twitter, Facebook, Google, Amazon'un, geçtiğimiz günlerde Merkel de bu konuda rahatsızlığını ifade etti, artık kendi hukuklarını oluşturma eğilimi içerisinde olduklarını görüyoruz.
Yani kendi cezalarını veren, kendi kullanıcılarını dijital vatandaş gibi gören bir anlayışla hareket ediyor olmaları son derece rahatsız edici. Burada benim dikkati çekmek istediğim nokta şurası.
Şu unutulmamalı, devletlerin egemenlik hakları siber dünyada da geçerlidir. Dolayısıyla devletler kendi vatandaşlarının, sosyal ağlarda kullanıcı olan vatandaşlarının haklarını korumakla sorumlular.
Önümüzde günlerde bu konu daha çok tartışılacak. Almanya, Fransa bunu yoğun bir şekilde tartışıyor. Amerika geçmişte bunu belli bir hukuki zemine oturttu. Türkiye'de Rekabet Kurulu bu konuda bir soruşturma başlattı.
Daha önce Sosyal Medya Kanunu'nu çıkardık. Ama bunlar yeterli mi? Bunlar yeterli değil, bu meseleyi daha kapsamlı ele almak ve yeni oluşan siber dünyanın hukukunu ve orada oluşan diğer temel dinamikleri vatandaşlarımızın kişisel verilerinin korunması ve özel hayatlarının dokunulmazlığı çerçevesinde düzenlemek gerekiyor."
Mahir Ünal, ilerleyen günlerde bu konuda birtakım adımlar atılacağını bildirdi.
"Kılıçdaroğlu'nun açıklaması doğrudan millet iradesini hedef almaktadır"
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "sözde Cumhurbaşkanı" söylemine ilişkin şu değerlendirmede bulundu:
"Şimdi 'sözde Cumhurbaşkanı' ifadesi her şeyden önce bu milletin iradesine hakaret niteliğinde. Hafızalarımızı tazeleyelim. 2003'te 'Genç subaylar rahatsız' manşeti atıldı, arkasından 'Tehlikenin farkında mısınız?' kampanyası başlatıldı, arkasından Cumhuriyet mitingleri ve onun akabinde 2007'de Cumhurbaşkanı seçtirmemek için CHP'nin ortaya attığı 367 krizini hatırlayalım. 367 krizini nasıl aştı AK Parti? 22 Temmuz'da erken seçim kararı alarak bu kriz aşıldı.
Öncesini hatırlayın, 27 Nisan günü iki partinin adeta birileri tarafından tehdit edilmesiyle Meclis'e girmemesi ve 357'de kalmasıyla beraber Cumhurbaşkanı'nın seçilememesi, 27 Nisan gecesi verilen e-muhtıra, o dönemin Genelkurmay Başkanı'nın 'Biz sözde değil, özde Cumhurbaşkanı istiyoruz.' açıklaması.
Yani bu kullandığı ifade aslında oradan çağrışarak kullandığı ifade. 'Sözde değil, özde Cumhurbaşkanı istiyoruz.' 2007 seçimlerinde AK Parti ezici bir çoğunlukla seçimi kazandı, referanduma gidildi, 2007 referandumunda halkımızın yüzde 69-70'i 'Cumhurbaşkanını millet seçsin.' dedi.
Cumhurbaşkanını millet seçsin kararı, 'Sözde Cumhurbaşkanı değil, özde Cumhurbaşkanı istiyoruz.' diyen Genelkurmay Başkanı'na bu milletin bir cevabı niteliğindeydi."
Ünal, 2014 yılında ilk kez Erdoğan'ın halk tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğini anımsatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Peki, halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı siyasi bir kişilik değil midir? Yani siyasetçi olarak milletin önüne çıkarsınız, siyasetinizi yaparsanız, çünkü siyaset kurumu son derece kıymetlidir, siyaset kurumu milletin iradesini sandıktan alıp devletin yönetimine yansıtan kurumun adıdır.
Yani millet iradesinin egemen olmasını sağlayan siyaset kurumunun kendisidir. Vatandaşlar sandıkta iradelerini siyasi bir partiye emanet olarak verirler, o siyasi partilerden de demokrasinin gereği olarak yeni sistemde yüzde 50+1'i alan millet adına millet iradesini devlet yönetimine yansıtır.
Burada şu soruyu sormak gerekiyor; devlet adına kararları kim verecek? 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.' ilkesi gereği, milletin seçtiği devleti yönetir. Bunun aksi zaten düşünülemez. Devletle ilgili kararları birtakım atanmışlar ya da kendisini devletin sahibi olarak görenler vermez.
O halde milletin seçtiği partili bir Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı olmuşsa tabii ki millet adına devleti yönetecektir. 'Ama efendim tarafsızlık yemini etti.' Buradaki tarafsızlık siyasi bir tarafsızlık değildir, buradaki tarafsızlık hukuki bir tarafsızlıktır.
Yani herkesin hukuk önünde eşit olduğu ilkesine Cumhurbaşkanı sonuna kadar riayet eder, Cumhurbaşkanı hukuki olarak tarafsızdır. Ama siyasetçi bir Cumhurbaşkanı'ndan, partili bir Cumhurbaşkanı'ndan, milletin önüne çıkmış, siyaset yapmış, siyaset olarak milletten oy istemiş bir Cumhurbaşkanı'ndan siyasi olarak tarafsız olmasını isteyemezsiniz.
Bunların tarafsız olmasını istemesinin sebebi eski vesayet düzeninin sigortası durumundaki Cumhurbaşkanlarını istiyor bunlar. Geçmişte darbeci zihniyetin tehdit ettiği, boyun eğdirdiği, diz çöktürdüğü ve vesayet yönetiminin son sigortası durumunda olan bir Cumhurbaşkanı istiyorlar.
Recep Tayyip Erdoğan bu millet tarafından seçilmiş, bu milletin aldığı kararla Cumhurbaşkanı olmuş ve siyasetçi kimliğiyle de bir siyasi hareketin lideri olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni özde yönetmektedir.
Sözde Cumhurbaşkanı'na 2007 seçimlerinde bu millet gereken cevabı vermiş, Genelkurmay Başkanı'nın 'Biz sözde değil, özde Cumhurbaşkanı istiyoruz.' ifadesine, 'Özde Cumhurbaşkanı benim seçtiğim Cumhurbaşkanıdır.' demiş ve Recep Tayyip Erdoğan'ı seçmiş. Dolayısıyla burada Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı açıklama doğrudan millet iradesini hedef almaktadır."
Kaynak: AA