1211 Alaşehir Savaşı ve Savaş Alanı Arkeolojisi
1211 Alaşehir Savaşı ve Savaş Alanı Arkeolojisi
- 27-06-2021 23:05
- 2455
- 27-06-2021 23:05
- 2455
Ferman icabı, bütün asker serdarları, sipahi sahipleri, her türlü mühimmat ve mevcutlarıyla ordugâhta hazırlandılar.
Kuvvetli bir ordu, sultanın (Gıyaseddin Keyhüsrev) kumandası altında hareket etti.
Rum ülkesinin en büyük şehirlerinden olan Alaşehir sınırına varınca casuslar, saltanat bayrağının çekildiğini Tekfur Leşkeri’ye haber vermişlerdi.
Civardaki kabile ve aşiretlerle şehirler ve adalar hâkimlerine feryatnâmeler yağdırdı, kumlar, karıncalar, yağmurlar sayısında asker toplayarak tam bir tabiye ile Türk askerlerinin imhasına koyuldu.
Beri tarafta sultanın ordusu, deniz gibi coşup dalgalanıyordu.
Sultan (Gıyaseddin Keyhüsrev, 1192-1196 ve 1205-1211), parlak bir güneş gibi kızıl renkli ipek kaftanını giymiş, koluna kuvvetli bir yay, beline âşıkların akan gözyaşı gibi mücevherli bir kılıç bağlamıştı.
Fil gibi kuvvetli, ahu gibi çevik, bir çiftesiyle Şeddad’ın sarayına rahneler açan, koştuğu zaman çukurların tozundan semada başka bir zemin yaratan atına binmiş ve tam merkezde yerleşmişti.
Uzanan süngüleri, vızlayan okları, çatırdayan kalkanları, şakırdayan kılıçları, yükselen mızrakları, çarpışan ağır gürzleri seyrediyordu.
Kavgayı kökünden fasletmek gayretiyle (Sultan), keskin kılıcını çekti ve bir hamlede muharebe saflarını yararak, tam çarpışma arasında düşmanın ortasına saldırdı.
Leşkeri’yi atının üzerine abanmış bir halde gördü.
Kılıcını ondan esirgedi.
Elini süngüsüne attı ve ilk vuruşta ona kıyamet günün çehresini göstererek atın üzerinden yere yuvarlandı.
Tekfura hitap yollu: “Ey Kenduz, ey çamur” diye bağırdı.
Hassa askerleri, onun başını teninden ayırmak istediler.
Sultan mani oldu, tekrar atına bindirerek salıvermelerini emretti.
Leşkeri’nin askerlerine tekfurlarının akıbeti haberi ulaşınca bozguna uğrayarak kaçıp dağıldılar.
Sultanın askerleri her nasılsa yağmacılığa koyulmuş, kendisini yalnız bırakmışlardı.
Ansızın yabancı bir firenk sultanın karşısına çıktı.
Padişah, bu adamın kendi muzaffer ordusundan bir nefer zannıyla aldırış etmemişti.
Atını ileri süren firenk, sultana döndü ve anî bir darbe ile onu şehit etti.
Firenk, padişahın bütün silâh ve eşyasıyla elbisesini soyarak bir Padişahın şehadeti haberi, beylere, asker serdarlarına ulaşınca hepsi şaşkın ve sersem bir hale geldiler.
Hezimeti ganimet sayan tekfurun askeri, yağmacılık hırsıyla kaçan ordunun arkasına düştü.
Birçok asker bu muharebede ölmüş, birçokları boğulmuş, bazıları çamura saplanarak telef olmuşlardır.
Bu arada Çaşnıgir “Aybe” esir edilerek tekfurun yanına götürüldü.
Aybe’nin gözü sultanın nâşına tesadüf edince feryatlarla yere kapanarak ayak toprağına yüz sürdü.
Leşkeri, sultanın cesedini kaldırmalarını emretmekle beraber Çaşnigir’e teselli verdi (10 Haz. 1211, Hicrî 26 Z 607 Cuma).
Sultan, her ne kadar şehitlik mertebesine erişmiş ise de cesedini misk ve gülsuyu ile temizleyerek muvakkaten Alaşehir’deki Müslüman Mezarlığına gömdüler, hadisenin acısı biraz hafifledikten sonra da Konya’ya getirerek baba ve dedelerinin kümbetleri altına defnettiler (İbni Bibi, 1941: 46-48).
Türk ordusu, Denizli ve Lâdik arasında bugün mevcut olmayan, Antakya şehrini muhasara ettiği sırada, gelen Bizans ordusu ile karşılaştı.
Burada vukû bulan şiddetli bir savaşta Rumlar büyük zayiata uğradılar.
Sultan bizzat atını imparator üzerine sürerek onu bir darbe ile yere düşürdü.
Fakat atından düştüğü halde yaralanmamış bulunan Laskaris, derhal ayağa kalkarak sultanın atının ayaklarını kesti.
Akropolites’e göre; Sultan, ‘bir kulenin devrilişi gibi’ atından düştü ve öldürüldü (Turan, 1998: 289).
Sultanın şehit düştüğü yer, Kemer Boğazı ve Menderes’in kıyısıdır; geçici mezarı ise Koru Tepe’deki Veli Dede, yani büyük mezar olmalıdır.
Eğirdir ve Beyşehir göllerindeki coğrafi değişim ve tarihî coğrafya bilinmediği için Osman Turan da yanılmış, savaşı, sanki Denizli ile Lâdik aynı yer değilmiş gibi vermiştir.
Hâlbuki kaynak metinlerde zikredilen Antakya ile Alaşehir (Filadelfiya) aynı yer olup Yalvaç’tır.
Yalvaç, ilk kez 1075 yılında fethedilmiş, 1097 Haçlı Savaşı’nda elden çıkmış ve daha sonra da birkaç kez el değiştirmiştir.
Manisa-Alaşehir ise ilk kez 1390 yılında fethedilmiştir.
Savaşın yerine Laskaris karar vermiş ve sonunda da galip gelmiştir.
Hâlbuki Türk ordusu 20 bin, Rum ordusu ise 1500 kadardı.
Miryokefalon ve Malazgirt savaşlarının yerlerine Kılıçaslan ve Alpaslan karar vermişlerdi.
Feridun Dirimtekin, 1944’de yazdığı “Konya ve Düzbel” adlı kitabında Alaşehir savaşı için Yalvaç Muharebesi der, ama kimi doçent, kimi profesör sözde tarihçiler, “tarihçi değil” diye ona itibar etmez ve onu görmezden gelirler ve devleti soymak için “Savaş alanı arkeolojisi” projesi yaparlar.
Şimdilerde Malazgirt Savaşı’nın yerini tespit için yapılan, savaş alanı arkeolojisi projesi konuşuluyor.
Bu işi “Savaş alanı arkeolojisi” dedikleri yeni bilim dalını öğrenip uygulamasına başlamamız lâzım” diye, 29 Ağustos 2019 tarihli yazısında Murat Bardakçı gündeme taşıdı.
Ben de “bundan evvel yapacak daha çok iş var. Bunlar yapılmadan, savaş alanı arkeolojisi yapılmamalı, yapılırsa da yanlış sonuçlar elde edilebilir” diye 08 Eylül 2019’da kendisine yazdım.
Yıllardır Amorion için Emirdağ, Apameia için Dinar kazılır.
Netice sıfır, çünkü Amorion Uluborlu, Apameia ise Barla önündedir.
Sn. Bardakçı, şimdi de Alaşehir savaşı için, Manisa-Alaşehir’de “savaş alanı arkeolojisi” uygulayın, ama bedelini siz ödeyin ve Yörük sırtından kurban kesmeyin lütfen.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com
Ferman icabı, bütün asker serdarları, sipahi sahipleri, her türlü mühimmat ve mevcutlarıyla ordugâhta hazırlandılar.
Kuvvetli bir ordu, sultanın (Gıyaseddin Keyhüsrev) kumandası altında hareket etti.
Rum ülkesinin en büyük şehirlerinden olan Alaşehir sınırına varınca casuslar, saltanat bayrağının çekildiğini Tekfur Leşkeri’ye haber vermişlerdi.
Civardaki kabile ve aşiretlerle şehirler ve adalar hâkimlerine feryatnâmeler yağdırdı, kumlar, karıncalar, yağmurlar sayısında asker toplayarak tam bir tabiye ile Türk askerlerinin imhasına koyuldu.
Beri tarafta sultanın ordusu, deniz gibi coşup dalgalanıyordu.
Sultan (Gıyaseddin Keyhüsrev, 1192-1196 ve 1205-1211), parlak bir güneş gibi kızıl renkli ipek kaftanını giymiş, koluna kuvvetli bir yay, beline âşıkların akan gözyaşı gibi mücevherli bir kılıç bağlamıştı.
Fil gibi kuvvetli, ahu gibi çevik, bir çiftesiyle Şeddad’ın sarayına rahneler açan, koştuğu zaman çukurların tozundan semada başka bir zemin yaratan atına binmiş ve tam merkezde yerleşmişti.
Uzanan süngüleri, vızlayan okları, çatırdayan kalkanları, şakırdayan kılıçları, yükselen mızrakları, çarpışan ağır gürzleri seyrediyordu.
Kavgayı kökünden fasletmek gayretiyle (Sultan), keskin kılıcını çekti ve bir hamlede muharebe saflarını yararak, tam çarpışma arasında düşmanın ortasına saldırdı.
Leşkeri’yi atının üzerine abanmış bir halde gördü.
Kılıcını ondan esirgedi.
Elini süngüsüne attı ve ilk vuruşta ona kıyamet günün çehresini göstererek atın üzerinden yere yuvarlandı.
Tekfura hitap yollu: “Ey Kenduz, ey çamur” diye bağırdı.
Hassa askerleri, onun başını teninden ayırmak istediler.
Sultan mani oldu, tekrar atına bindirerek salıvermelerini emretti.
Leşkeri’nin askerlerine tekfurlarının akıbeti haberi ulaşınca bozguna uğrayarak kaçıp dağıldılar.
Sultanın askerleri her nasılsa yağmacılığa koyulmuş, kendisini yalnız bırakmışlardı.
Ansızın yabancı bir firenk sultanın karşısına çıktı.
Padişah, bu adamın kendi muzaffer ordusundan bir nefer zannıyla aldırış etmemişti.
Atını ileri süren firenk, sultana döndü ve anî bir darbe ile onu şehit etti.
Firenk, padişahın bütün silâh ve eşyasıyla elbisesini soyarak bir Padişahın şehadeti haberi, beylere, asker serdarlarına ulaşınca hepsi şaşkın ve sersem bir hale geldiler.
Hezimeti ganimet sayan tekfurun askeri, yağmacılık hırsıyla kaçan ordunun arkasına düştü.
Birçok asker bu muharebede ölmüş, birçokları boğulmuş, bazıları çamura saplanarak telef olmuşlardır.
Bu arada Çaşnıgir “Aybe” esir edilerek tekfurun yanına götürüldü.
Aybe’nin gözü sultanın nâşına tesadüf edince feryatlarla yere kapanarak ayak toprağına yüz sürdü.
Leşkeri, sultanın cesedini kaldırmalarını emretmekle beraber Çaşnigir’e teselli verdi (10 Haz. 1211, Hicrî 26 Z 607 Cuma).
Sultan, her ne kadar şehitlik mertebesine erişmiş ise de cesedini misk ve gülsuyu ile temizleyerek muvakkaten Alaşehir’deki Müslüman Mezarlığına gömdüler, hadisenin acısı biraz hafifledikten sonra da Konya’ya getirerek baba ve dedelerinin kümbetleri altına defnettiler (İbni Bibi, 1941: 46-48).
Türk ordusu, Denizli ve Lâdik arasında bugün mevcut olmayan, Antakya şehrini muhasara ettiği sırada, gelen Bizans ordusu ile karşılaştı.
Burada vukû bulan şiddetli bir savaşta Rumlar büyük zayiata uğradılar.
Sultan bizzat atını imparator üzerine sürerek onu bir darbe ile yere düşürdü.
Fakat atından düştüğü halde yaralanmamış bulunan Laskaris, derhal ayağa kalkarak sultanın atının ayaklarını kesti.
Akropolites’e göre; Sultan, ‘bir kulenin devrilişi gibi’ atından düştü ve öldürüldü (Turan, 1998: 289).
Sultanın şehit düştüğü yer, Kemer Boğazı ve Menderes’in kıyısıdır; geçici mezarı ise Koru Tepe’deki Veli Dede, yani büyük mezar olmalıdır.
Eğirdir ve Beyşehir göllerindeki coğrafi değişim ve tarihî coğrafya bilinmediği için Osman Turan da yanılmış, savaşı, sanki Denizli ile Lâdik aynı yer değilmiş gibi vermiştir.
Hâlbuki kaynak metinlerde zikredilen Antakya ile Alaşehir (Filadelfiya) aynı yer olup Yalvaç’tır.
Yalvaç, ilk kez 1075 yılında fethedilmiş, 1097 Haçlı Savaşı’nda elden çıkmış ve daha sonra da birkaç kez el değiştirmiştir.
Manisa-Alaşehir ise ilk kez 1390 yılında fethedilmiştir.
Savaşın yerine Laskaris karar vermiş ve sonunda da galip gelmiştir.
Hâlbuki Türk ordusu 20 bin, Rum ordusu ise 1500 kadardı.
Miryokefalon ve Malazgirt savaşlarının yerlerine Kılıçaslan ve Alpaslan karar vermişlerdi.
Feridun Dirimtekin, 1944’de yazdığı “Konya ve Düzbel” adlı kitabında Alaşehir savaşı için Yalvaç Muharebesi der, ama kimi doçent, kimi profesör sözde tarihçiler, “tarihçi değil” diye ona itibar etmez ve onu görmezden gelirler ve devleti soymak için “Savaş alanı arkeolojisi” projesi yaparlar.
Şimdilerde Malazgirt Savaşı’nın yerini tespit için yapılan, savaş alanı arkeolojisi projesi konuşuluyor.
Bu işi “Savaş alanı arkeolojisi” dedikleri yeni bilim dalını öğrenip uygulamasına başlamamız lâzım” diye, 29 Ağustos 2019 tarihli yazısında Murat Bardakçı gündeme taşıdı.
Ben de “bundan evvel yapacak daha çok iş var. Bunlar yapılmadan, savaş alanı arkeolojisi yapılmamalı, yapılırsa da yanlış sonuçlar elde edilebilir” diye 08 Eylül 2019’da kendisine yazdım.
Yıllardır Amorion için Emirdağ, Apameia için Dinar kazılır.
Netice sıfır, çünkü Amorion Uluborlu, Apameia ise Barla önündedir.
Sn. Bardakçı, şimdi de Alaşehir savaşı için, Manisa-Alaşehir’de “savaş alanı arkeolojisi” uygulayın, ama bedelini siz ödeyin ve Yörük sırtından kurban kesmeyin lütfen.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com