"27 Aralık" ve Mehmed Akif'ten bir anekdot..
"27 Aralık" ve Mehmed Akif'ten bir anekdot..
- 27-12-2017 14:22
- 2115
- 27-12-2017 14:22
- 2115
BUGÜN, 27 ARALIK 2017..
İSTİKLAL ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY'UN VEFATININ 81. YIL DÖNÜMÜ..
MERHUM ŞAİRİMİZİ RAHMETLE ANARKEN KENDİSİYLE ALAKALI BİR ANEKDOTU PAYLAŞAYIM..
MEKANI CENNET OLSUN..
NUR İÇİNDE YATSIN..
AYRICA YAZININ BİR BAŞKA FİGÜRÜ OLAN MERHUM ŞAİR ABDÜLHAK HAMİT TARHAN'A DA ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM..
:
ZEVK BULAMAZSAN O DA KENDİ NOKSANIN..
Abdülhak Hâmid Tarhan’ı bilirsiniz..
Devrinin kuvvetli şairlerindendi..
Hatta kendisine “şair-i azam” lakabı takılmıştı..
Ayni zamanda devlet adamıydı.. Fakat, görüntüsü klâsik Osmanlı fotoğrafına uymuyordu.. Çenesindeki top sakalıyla, yuvarlak ve tek çerçeveli gözlüğüyle Fransız monsenyörleri andırıyordu..
Üstad, 1883 yılında Hindistan-Bombay sefiriyken çok sevgili eşi Fatma hanım hastalanır ve İstanbul’a dönme kararı alırlar..
Tabii o zaman uçak filan yok, dönüş vapurla olur.. Uzatmayalım, Fatma hanım Lübnan açıklarında vefat eder..
Abdülhak Hâmid’in adeta dünyası yıkılmıştır..
Fevkalâde teessüre kapılır..
Merhumeyi Beyrut’ta defnederler..
Bunun üzerine bugün bile dillerden düşmeyen MAKBER’i yazar Abdülhak Hâmit Tarhan!.
Sonra bu bu muhteşem şiir Mehmet Baha tarafından Rast makamında bestelenir.. Gazel olarak okunur.. Ve bu gazeli de gelmiş geçmiş en iyi rahmetli Hafız Burhan okumuştur..
Sırası gelmişken hatırlayalım o eseri;
Her yer karanlık pür-nûr o mevki
Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb?..
Ya habgâh-ı dilber mi yâ Rab?..
Rüya değil bu, ayniyle vâki..
***
Kabri çiçekten bir türbe olmuş..
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben..
Aç koynunu aç, mâ-şukanım ben
Abdülhak Hâmid’e hanımının vefatı çok koyar.. Fakat hayat da devam eder..
İstanbul’a döner ve Lüsyen isimli bir yabancı hanımla hayatını birleştirir.. Abdülhak Hâmid, Servet-i Fünuncu bir şairdir..
Bir başka deyişle, şiiri Arap ve Fars edebiyatından kopartmak isteyenlerin başını çekenlerdendir..
Recaizade Mahmud Ekrem, Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret ve diğerleriyle birlikte hareket eder..
Derken, Abdülhak Hâmid’de her fani gibi gün gelir yaşlanır, hastalanır ve daha iyi bakım için Teşvikiye Şifa Yurduna yatırılır..
Talebeleri, şairler, edipler ve sevenleri, boş bırakmazlar üstadı ve ziyaretine gelirler..
Bunlardan biri de Hasan Ali Yücel’dir..
Bir Pazar günü hocasını ziyarete gider Hasan Ali Yücel..
Ziyaret esnasında Abdülhak Hâmid Tarhan’la aralarında geçen konuşmayı ertesi gün “tecessüsler” isimli köşesine taşır..
Abdülhak Hâmid’in hastalığından dolayı canı çok sıkkındır.
Kısa bir hoş-beşten sonra Hasan Ali Yücel, üstadın ellerini avuçlarının arasına alarak sorar;
Hocam nasılsınız?..
Abdülhak Hâmid üzgün bir biçimde cevap verir;
"TAT YOK GECESİNDE GÜNDÜZÜNDE..
NEYLEYEYİM BU YERYÜZÜNDE.."
İfadeden anlaşıldığı gibi üstad hayli bedbindir ve hastalığından ötürü belki de bir an önce dünya değiştirmek arzusundadır..
Bu olay 1936 yılının ilk aylarında yaşanmıştır ve daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Hasan Ali Yücel o sıralarda CHP İzmir Milletvekili’dir, ayni zamanda da devrin yarı resmi ajansı konumunda bulunan Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazarlığı da yapmaktadır..
Hasan Ali Beyin yazısını pek çok kişi okur..
Evet, o pek çok kişinin arasında vatan şairi ve istiklal marşımızı aziz milletimize armağan eden Mehmet Akif Ersoy’da vardır..
Abdülhak Hâmid zihniyetinde olan edebi şahsiyetlerle yıllarca mücadele etmiştir Mehmet Akif Ersoy..
Birbirlerine çok sert sözler sarf etmişlerdir..
Ancak bu defa durum farklıdır..
Fikirleri hiçbir zaman uyuşmamış olsa da karşısında hasta birisi vardır..
Bir şeyler söyleyecektir elbette, fakat bunu yaparken de lisan-ı münasibe dikkat etmesi gerekmektedir..
Kibar insandır zira Mehmet Akif Ersoy..
Neyi, ne zaman, nasıl, söyleyeceğini iyi bilenlerdendir..
Lâkin, taşı gediğine koymada da hayli ustadır..
Mehmet Akif, yazıyı okuduktan sonra bir şeyler karalayarak talebesine döner ve şöyle der;
“Evlâdım, al bu zarfı, doğruca Teşvikiye Şifa Yurdu’na git, orada yatan Abdülhak Hâmid Beyefendiye ver!.. Acil şifalar dilemeyi de unutma..”
Emredersiniz hocam, der talebesi ve doğruca Abdülhak Hâmid’in yanına gider..
“Efendim, hocam Mehmet Akif Bey, size selâmlarıyla birlikte en kalbi şifa dileklerini söyledi ve şu zarfı verdi” der!..
Abdülhak Hâmid, zarfı açar, okur..
Hem okur, hem de dalar gider..
Şöyle yazmıştır büyük şair Akif;
"TADI VARDIR RUZİ ŞEBİ DERYANIN,
TAT BULAMAZSAN O DA KENDİ NOKSANIN.."
Evet değerli okuyucularım; hikâye böyle..
Bunun üzerine başka ne denir, bilemiyorum!..
Ancak şunu biliyorum ve kendi hayatımda da bu tarzı uygulamaya gayret ediyorum..
Hayattan zevk alma kabiliyetlerini kaybedenlerin işi zor..
Tabii o biraz da inançla alâkalı..
En bozuk, en berbat durumlarda bile başa gelenleri tevekkülle karşılayabilecek hatta keyif bile alabilecek bir şeyler yakalayabilir insanoğlu..
Yeter ki güzel görsün!.
Yeter ki iyi ve güzel düşünsün!..
Güzel düşünen mutlaka güzel görür..
Netice-i kelâm;
Bardağın boş kısmını bırakalım bir kenara..
Dolusu herkese yeter..
:
Sami Özey, dikGAZETE.com
BUGÜN, 27 ARALIK 2017..
İSTİKLAL ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY'UN VEFATININ 81. YIL DÖNÜMÜ..
MERHUM ŞAİRİMİZİ RAHMETLE ANARKEN KENDİSİYLE ALAKALI BİR ANEKDOTU PAYLAŞAYIM..
MEKANI CENNET OLSUN..
NUR İÇİNDE YATSIN..
AYRICA YAZININ BİR BAŞKA FİGÜRÜ OLAN MERHUM ŞAİR ABDÜLHAK HAMİT TARHAN'A DA ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM..
:
ZEVK BULAMAZSAN O DA KENDİ NOKSANIN..
Abdülhak Hâmid Tarhan’ı bilirsiniz..
Devrinin kuvvetli şairlerindendi..
Hatta kendisine “şair-i azam” lakabı takılmıştı..
Ayni zamanda devlet adamıydı.. Fakat, görüntüsü klâsik Osmanlı fotoğrafına uymuyordu.. Çenesindeki top sakalıyla, yuvarlak ve tek çerçeveli gözlüğüyle Fransız monsenyörleri andırıyordu..
Üstad, 1883 yılında Hindistan-Bombay sefiriyken çok sevgili eşi Fatma hanım hastalanır ve İstanbul’a dönme kararı alırlar..
Tabii o zaman uçak filan yok, dönüş vapurla olur.. Uzatmayalım, Fatma hanım Lübnan açıklarında vefat eder..
Abdülhak Hâmid’in adeta dünyası yıkılmıştır..
Fevkalâde teessüre kapılır..
Merhumeyi Beyrut’ta defnederler..
Bunun üzerine bugün bile dillerden düşmeyen MAKBER’i yazar Abdülhak Hâmit Tarhan!.
Sonra bu bu muhteşem şiir Mehmet Baha tarafından Rast makamında bestelenir.. Gazel olarak okunur.. Ve bu gazeli de gelmiş geçmiş en iyi rahmetli Hafız Burhan okumuştur..
Sırası gelmişken hatırlayalım o eseri;
Her yer karanlık pür-nûr o mevki
Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb?..
Ya habgâh-ı dilber mi yâ Rab?..
Rüya değil bu, ayniyle vâki..
***
Kabri çiçekten bir türbe olmuş..
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben..
Aç koynunu aç, mâ-şukanım ben
Abdülhak Hâmid’e hanımının vefatı çok koyar.. Fakat hayat da devam eder..
İstanbul’a döner ve Lüsyen isimli bir yabancı hanımla hayatını birleştirir.. Abdülhak Hâmid, Servet-i Fünuncu bir şairdir..
Bir başka deyişle, şiiri Arap ve Fars edebiyatından kopartmak isteyenlerin başını çekenlerdendir..
Recaizade Mahmud Ekrem, Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret ve diğerleriyle birlikte hareket eder..
Derken, Abdülhak Hâmid’de her fani gibi gün gelir yaşlanır, hastalanır ve daha iyi bakım için Teşvikiye Şifa Yurduna yatırılır..
Talebeleri, şairler, edipler ve sevenleri, boş bırakmazlar üstadı ve ziyaretine gelirler..
Bunlardan biri de Hasan Ali Yücel’dir..
Bir Pazar günü hocasını ziyarete gider Hasan Ali Yücel..
Ziyaret esnasında Abdülhak Hâmid Tarhan’la aralarında geçen konuşmayı ertesi gün “tecessüsler” isimli köşesine taşır..
Abdülhak Hâmid’in hastalığından dolayı canı çok sıkkındır.
Kısa bir hoş-beşten sonra Hasan Ali Yücel, üstadın ellerini avuçlarının arasına alarak sorar;
Hocam nasılsınız?..
Abdülhak Hâmid üzgün bir biçimde cevap verir;
"TAT YOK GECESİNDE GÜNDÜZÜNDE..
NEYLEYEYİM BU YERYÜZÜNDE.."
İfadeden anlaşıldığı gibi üstad hayli bedbindir ve hastalığından ötürü belki de bir an önce dünya değiştirmek arzusundadır..
Bu olay 1936 yılının ilk aylarında yaşanmıştır ve daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Hasan Ali Yücel o sıralarda CHP İzmir Milletvekili’dir, ayni zamanda da devrin yarı resmi ajansı konumunda bulunan Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazarlığı da yapmaktadır..
Hasan Ali Beyin yazısını pek çok kişi okur..
Evet, o pek çok kişinin arasında vatan şairi ve istiklal marşımızı aziz milletimize armağan eden Mehmet Akif Ersoy’da vardır..
Abdülhak Hâmid zihniyetinde olan edebi şahsiyetlerle yıllarca mücadele etmiştir Mehmet Akif Ersoy..
Birbirlerine çok sert sözler sarf etmişlerdir..
Ancak bu defa durum farklıdır..
Fikirleri hiçbir zaman uyuşmamış olsa da karşısında hasta birisi vardır..
Bir şeyler söyleyecektir elbette, fakat bunu yaparken de lisan-ı münasibe dikkat etmesi gerekmektedir..
Kibar insandır zira Mehmet Akif Ersoy..
Neyi, ne zaman, nasıl, söyleyeceğini iyi bilenlerdendir..
Lâkin, taşı gediğine koymada da hayli ustadır..
Mehmet Akif, yazıyı okuduktan sonra bir şeyler karalayarak talebesine döner ve şöyle der;
“Evlâdım, al bu zarfı, doğruca Teşvikiye Şifa Yurdu’na git, orada yatan Abdülhak Hâmid Beyefendiye ver!.. Acil şifalar dilemeyi de unutma..”
Emredersiniz hocam, der talebesi ve doğruca Abdülhak Hâmid’in yanına gider..
“Efendim, hocam Mehmet Akif Bey, size selâmlarıyla birlikte en kalbi şifa dileklerini söyledi ve şu zarfı verdi” der!..
Abdülhak Hâmid, zarfı açar, okur..
Hem okur, hem de dalar gider..
Şöyle yazmıştır büyük şair Akif;
"TADI VARDIR RUZİ ŞEBİ DERYANIN,
TAT BULAMAZSAN O DA KENDİ NOKSANIN.."
Evet değerli okuyucularım; hikâye böyle..
Bunun üzerine başka ne denir, bilemiyorum!..
Ancak şunu biliyorum ve kendi hayatımda da bu tarzı uygulamaya gayret ediyorum..
Hayattan zevk alma kabiliyetlerini kaybedenlerin işi zor..
Tabii o biraz da inançla alâkalı..
En bozuk, en berbat durumlarda bile başa gelenleri tevekkülle karşılayabilecek hatta keyif bile alabilecek bir şeyler yakalayabilir insanoğlu..
Yeter ki güzel görsün!.
Yeter ki iyi ve güzel düşünsün!..
Güzel düşünen mutlaka güzel görür..
Netice-i kelâm;
Bardağın boş kısmını bırakalım bir kenara..
Dolusu herkese yeter..
:
Sami Özey, dikGAZETE.com