AH  AZİZ İSTANBUL AH..

AH  AZİZ İSTANBUL AH..

Neyini yazayım, yada neresini?.. 

İstanbul bir dev, ben ise ufacık bir mercimek tanesi bile değilim!.. Yine de şükrediyorum, son güzelliklerini yaşayabildim..

Bakmayın şu an donuk ve gri betonarmelere esir olduğumuza.. İstanbulun duygu yüklü, müşfik ve sımsıcak ahşap mekanlarıyla senelerce iç içe olduk..

Cadde ve sokaklarında yıllar boyu dostlarımızla selamlaşıp durduk.. Bizim çocukluğumuza ve gençliğimize rastlayan 60 lı 70 li yıllarda Edirnekapı’dan Vezneciler’e kadar yürüdüğümüzde pek çok insanla ismen merhabalaşıyorduk.. Şimdi ise herkes aval aval birbirinin suratına bakıyor.. Selam-kelam ise Hak getire!.. 

Geçenlerde bir etkinlikte etrafıma toplanan gençlerle ayaküstü sohbete daldım.. Çocuklar samimi.. İstanbul’dan açıldı konu..

İstanbul’u konuşmak istiyorum ama konuşulacak ne kaldı?..

Her gelen bir tarafından kırptı..

Sağdan kesti, soldan biçti, ortaya bir ucube çıktı..

Şimdi yeniden tamirat yapılıyor..

Yollar genişletiliyor, kavşaklara yenileri ekleniyor ama kaç para?..

Her sene binlerce  aracın İstanbul sokaklarına adımını attığı bir şehirde sihirbaz olsanız para etmez.. Aslında Belediyenin yaptıklarını küçümsemiyorum..

İmkan nisbetinde önemli işlere imza attıklarını görüyorum.. Fakat dava zamanında kaybedilmiş.. İstanbul, Arnavut kaldırımlarıyla, cumbalı, bahçeli ahşap evleriyle, meyve sebze bostanlarıyla, tarihe şahitlik edercesine muhafaza edilmeliydi.. Yeni şehir yapacaksanız yapın surun dışına.. 

Yaptılar, ama nasıl?. 

Önce sur içi mahvedildi, ardından da şehir İzmit’e, Tekirdağ’a kadar uzatılarak ortaya  anormal ucube bir şey çıktı.. 
İşin birde politikacı ayağı var.. Seçmenlere adeta peşkeş  çekildi İstanbul  sokakları.. Sırf oy gelsin de nasıl gelirse gelsin mantığıyla hareket edilerek İstanbul adeta işgal ettirildi.. 

Ondan sonra ne köşk kaldı, ne bahçe..

Bunlara, gözünü para hırsı bürümüş köy inşaatçılarının ve kasaba müteahhitlerinin plansız yapıları da eklenince, tarih dolu İstanbul’un  canına okundu.. 

Kısacası;  aziz İstanbul tarumar oldu.. 

Sordum gençlere; Emirgan’daki Çınaraltı'nı bilirmisiniz ey gençler?.. Şimdikini değil ama eskisini.. 0rada içilen tavşan kanı çayın lezzetini?..

Ya da şerbet tadındaki Karakulak Suyu'nu?.. Taşdelen’i, Sırmakeş’i, Hünkar’ı, Neşet Suyu'nu, Dereseki’yi, Çubuklu’yu, Kanlıkavak’ı?.. 

Ses yok!.. 

Gençlerin ne suçu var?.. 

Kabahat, onlara güzel bir  İstanbul bırakamayan bizlerde..  

Devam ettim anlatmaya; 

Bir zamanlar Fatih Camii'nin etrafındaki minyatür arsalarda yapılan bayrak maçlarından haberinz var mı?..

Sultanselim'in bahçesinden Haliç’i seyrettiniz mi?.. Seyredemezsiniz, zira ‘belediye&müteahhit’ işbirliğiyle o güzel görüntünün içine edilmiş.. 

Peki Kanlıca’da yoğurt yemeyi denediniz mi?.. Sakın yedik demeyin, inanmam!.. İçine kaşık girmeyen halis koyun sütünden yapılan yoğurt, şimdi yok ki.. 

Dilburnu'ndan güneşin batışını, Üsküdar’dan Kızkulesi'nin adeta bir sülün gibi arz-ı endam edişini izlediniz mi?.. 

Sabite Tur Gülerman bülbül gibi şakırdı; ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ diye!.. 
Hiç dinlediniz mi?.. 

Çamlıca sırtlarında oturup şiir yazdınız mı, Beykoz'un paçasını, Balat’ın işkembe çorbasını, 'Kavağın inciri'ni, Çengelköy’ün bademini, Yedikule'nin marulunu bilirmisiniz?..

Elbette bütün bunlara şimdilerde de eksiğiyle gediğiyle ulaşabilirsiniz.. Ama o lezzetleri hissedebilecek gerçek İstanbul sevdalılarından kaç tane kaldı?..

İstanbul neden bu kadar önemli?.. 

Manevi boyut da var işin içinde.. Çünkü alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) methine mazhar olmuş..

Hem İstanbul olmuş, hem de Sultan Fatih!.. 

Ne demişti şerefli Peygamber; “Konstantiniyye elbet fetholunacaktır!. Ne Mutlu o kumandana ve ne mutlu onun askerlerine!..” 

Resulullah’ın (sav) methettiği kumandan olan Fatih Sultan Mehmed’in bizlere armağan ettiği şehirdir İstanbul.. 

Bu şehirde yalnız Fatih  yok!.. 

Eyüp Sultan ismiyle bilinen Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-i Ensari Hazretleri, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Ahmed,  Sultan Abdülhamid, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve daha nice Allah dostu padişahlar, vezirler, şeyhülislamlar,  misafir bu mübarek beldede..  

Netice-i kelam; İstanbul bir kültür.. İstanbullu olmak ise şans!.. Nezaketiyle, zarafetiyle, düzgün Türkçesiyle, efal-i tavrıyla İstanbullu olmak.. 

Evet dostlarım; 

Allah bizi aziz İstanbuldan ayırmasın.. İstanbul için hizmet verenlerin ve İstanbulun güzelliği için çalışanların da adedini artırsın.. Elbette herkes İstanbul’da doğmayabilir.. Ama eğer İstanbul’da yaşıyorsak, mutlaka kendimizi İstanbullu hissetmemiz gerekir.. 

Ne mutlu kendini  İstanbullu hissedenlere!..

Vesselam..

:

Sami Özey, dikGAZETE.com

Neyini yazayım, yada neresini?.. 

İstanbul bir dev, ben ise ufacık bir mercimek tanesi bile değilim!.. Yine de şükrediyorum, son güzelliklerini yaşayabildim..

Bakmayın şu an donuk ve gri betonarmelere esir olduğumuza.. İstanbulun duygu yüklü, müşfik ve sımsıcak ahşap mekanlarıyla senelerce iç içe olduk..

Cadde ve sokaklarında yıllar boyu dostlarımızla selamlaşıp durduk.. Bizim çocukluğumuza ve gençliğimize rastlayan 60 lı 70 li yıllarda Edirnekapı’dan Vezneciler’e kadar yürüdüğümüzde pek çok insanla ismen merhabalaşıyorduk.. Şimdi ise herkes aval aval birbirinin suratına bakıyor.. Selam-kelam ise Hak getire!.. 

Geçenlerde bir etkinlikte etrafıma toplanan gençlerle ayaküstü sohbete daldım.. Çocuklar samimi.. İstanbul’dan açıldı konu..

İstanbul’u konuşmak istiyorum ama konuşulacak ne kaldı?..

Her gelen bir tarafından kırptı..

Sağdan kesti, soldan biçti, ortaya bir ucube çıktı..

Şimdi yeniden tamirat yapılıyor..

Yollar genişletiliyor, kavşaklara yenileri ekleniyor ama kaç para?..

Her sene binlerce  aracın İstanbul sokaklarına adımını attığı bir şehirde sihirbaz olsanız para etmez.. Aslında Belediyenin yaptıklarını küçümsemiyorum..

İmkan nisbetinde önemli işlere imza attıklarını görüyorum.. Fakat dava zamanında kaybedilmiş.. İstanbul, Arnavut kaldırımlarıyla, cumbalı, bahçeli ahşap evleriyle, meyve sebze bostanlarıyla, tarihe şahitlik edercesine muhafaza edilmeliydi.. Yeni şehir yapacaksanız yapın surun dışına.. 

Yaptılar, ama nasıl?. 

Önce sur içi mahvedildi, ardından da şehir İzmit’e, Tekirdağ’a kadar uzatılarak ortaya  anormal ucube bir şey çıktı.. 
İşin birde politikacı ayağı var.. Seçmenlere adeta peşkeş  çekildi İstanbul  sokakları.. Sırf oy gelsin de nasıl gelirse gelsin mantığıyla hareket edilerek İstanbul adeta işgal ettirildi.. 

Ondan sonra ne köşk kaldı, ne bahçe..

Bunlara, gözünü para hırsı bürümüş köy inşaatçılarının ve kasaba müteahhitlerinin plansız yapıları da eklenince, tarih dolu İstanbul’un  canına okundu.. 

Kısacası;  aziz İstanbul tarumar oldu.. 

Sordum gençlere; Emirgan’daki Çınaraltı'nı bilirmisiniz ey gençler?.. Şimdikini değil ama eskisini.. 0rada içilen tavşan kanı çayın lezzetini?..

Ya da şerbet tadındaki Karakulak Suyu'nu?.. Taşdelen’i, Sırmakeş’i, Hünkar’ı, Neşet Suyu'nu, Dereseki’yi, Çubuklu’yu, Kanlıkavak’ı?.. 

Ses yok!.. 

Gençlerin ne suçu var?.. 

Kabahat, onlara güzel bir  İstanbul bırakamayan bizlerde..  

Devam ettim anlatmaya; 

Bir zamanlar Fatih Camii'nin etrafındaki minyatür arsalarda yapılan bayrak maçlarından haberinz var mı?..

Sultanselim'in bahçesinden Haliç’i seyrettiniz mi?.. Seyredemezsiniz, zira ‘belediye&müteahhit’ işbirliğiyle o güzel görüntünün içine edilmiş.. 

Peki Kanlıca’da yoğurt yemeyi denediniz mi?.. Sakın yedik demeyin, inanmam!.. İçine kaşık girmeyen halis koyun sütünden yapılan yoğurt, şimdi yok ki.. 

Dilburnu'ndan güneşin batışını, Üsküdar’dan Kızkulesi'nin adeta bir sülün gibi arz-ı endam edişini izlediniz mi?.. 

Sabite Tur Gülerman bülbül gibi şakırdı; ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ diye!.. 
Hiç dinlediniz mi?.. 

Çamlıca sırtlarında oturup şiir yazdınız mı, Beykoz'un paçasını, Balat’ın işkembe çorbasını, 'Kavağın inciri'ni, Çengelköy’ün bademini, Yedikule'nin marulunu bilirmisiniz?..

Elbette bütün bunlara şimdilerde de eksiğiyle gediğiyle ulaşabilirsiniz.. Ama o lezzetleri hissedebilecek gerçek İstanbul sevdalılarından kaç tane kaldı?..

İstanbul neden bu kadar önemli?.. 

Manevi boyut da var işin içinde.. Çünkü alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) methine mazhar olmuş..

Hem İstanbul olmuş, hem de Sultan Fatih!.. 

Ne demişti şerefli Peygamber; “Konstantiniyye elbet fetholunacaktır!. Ne Mutlu o kumandana ve ne mutlu onun askerlerine!..” 

Resulullah’ın (sav) methettiği kumandan olan Fatih Sultan Mehmed’in bizlere armağan ettiği şehirdir İstanbul.. 

Bu şehirde yalnız Fatih  yok!.. 

Eyüp Sultan ismiyle bilinen Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-i Ensari Hazretleri, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Ahmed,  Sultan Abdülhamid, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve daha nice Allah dostu padişahlar, vezirler, şeyhülislamlar,  misafir bu mübarek beldede..  

Netice-i kelam; İstanbul bir kültür.. İstanbullu olmak ise şans!.. Nezaketiyle, zarafetiyle, düzgün Türkçesiyle, efal-i tavrıyla İstanbullu olmak.. 

Evet dostlarım; 

Allah bizi aziz İstanbuldan ayırmasın.. İstanbul için hizmet verenlerin ve İstanbulun güzelliği için çalışanların da adedini artırsın.. Elbette herkes İstanbul’da doğmayabilir.. Ama eğer İstanbul’da yaşıyorsak, mutlaka kendimizi İstanbullu hissetmemiz gerekir.. 

Ne mutlu kendini  İstanbullu hissedenlere!..

Vesselam..

:

Sami Özey, dikGAZETE.com