Anadolu Rumları ve Yunanlılar

Anadolu Rumları ve Yunanlılar

Osmanlı zamanı Anadolu’da yerleşke Rumlarının varlığı, arşivlerde geniş yer almasa da Anadolu Eyaleti’nin Hüdavendigar Livası’nın on altıncı yüzyılın ilk yarısına ait Genel Sayım Defteri’nde şu şekilde neşr edilirler. 

Rum-ı Kadim Eyaleti; Sivas, Amasya, Çorum, Canik ve şarki Karahisar Livalarından ibaret olup, nüfus yoğunluğu olduğu mamafih Rum-ı Hadis Eyaleti; Trabzon, Erzurum, Divriği, Malatya ve Batum Livalarında Rum nüfusunun yer aldığıdır.

Bilinmelidir ki, bu iki eyaletin adlarını oluşturan Rum sözcüğünün, AvrupalınınGrek” dedikleri bugünkü Rumlar’la  ilgisi bulunmadığıdır. 

Osmanlı’da, “Rum” sözcüğü Roma, Romalı anlamında olup mamafih Doğu Roma İmparatorluğu eşrafını ifade eder.

Zamane Farslar, İran’ın batısında kalan Selçuklu ve Osmanlı topraklarını da aynı şekilde ifade ederek tarih kaynaklarında neşr ederler. 

Bugünkü Erzurum şehrinin adı, Rumlardan değil, "Arzeni’r-Rum" olarak Roma Arzenleri’nden gelmektedir.

Zamanımıza da ulaşan Fırat nehri üzerinde yapılmış “Rum Kale” de adını, Rumlardan değil Romalılardan almıştır. 

Avrupa kıtasında yoğun olan Yunanlılar her kime komşu olmuşlarsa hilekarlıkları ve çirkeflikleriyle bilindiğinden ünlü Sokrates’i dahi bıktırmıştır. 

Romalılar hakiki Grekleri yanı asil ve iyiniyetlilerini ayrıştırarak Akdeniz sahillerinde köle olarak satmışlardır. 

Geriye kalanları ise bugünün maalesef torunları olup, halen küstahlıklarını devam ettirmektedirler. 

Batılı milletler bunu iyi bildiklerinden Sokrates, Fidyas, Eflatun vb. büyüklerin hatırı için saklı tutarak kendi emelleri için politik, siyasi, askeri amaçlı kullanmaktadırlar. 

Halen de komşuları Makedon, Bosna, Arnavut, Bulgar milletlerini tehdit ve baskı uygulamaya devam ettiği gibi Türklere özel bir düşmanlıkları da Müslüman olduğundan ileri gelir. 

Rum, Romalı mamafih Rumi, Anadolulu olarak tanımlansa da bilmeyenler tarafından genellemeye tabi alınarak tümyekün  önyargılanarak insanlarımızı da töhmet altına almaktadır.

Bilinmelidir ki Yunanistan, bağımsızlığını Avrupa’nın büyük devletlerinin destek ve teşvikiyle kazandığı gibi Osmanlı düşmanlığını torunlarına aşılamaya önem vermektedir.

Yunanlıların meşhur “Megali İdea” ideolojisi yani, Bizans İmparatorluğu’nun, Osmanlı sınırları içerisinde kalan eski topraklarını kendilerine kazandırmayı tasarlayarak muhtelif Balkan devletlerinin de Yunan hegemonyası altına almaya uğraşmaktadırlar. 

Avrupa da eskiye nazaran kısmi yoğun devam etmese de Türk ve Müslüman kesime olası baskılar devam etmektedir. 

90’lı yıllarda çok yoğun yaşanan baskılar şu şekilde idi;

- Türk Türk’e mal satamaz, birbirlerinden mülk edinemezler.

- Türk’ün malına “1”, Rum malına “5”, oranında değer biçilerek, Türk’ün elindeki gayrimenkulü ne pahasına olursa olsun alınmak istenir. 

- Türk çocuğunun öğrenimi her vesile ile kısıtlanır. 

- Müslüman Türk vakıflarına, vakıf mallarına ve mülklerine el konulur. 

- Yunanlılara sınırsız kredi verilerek, Türk mülklerinin satın alınması sağlanır. 

- Türk gençlerinin sportif ve kültürel faaliyetlere katılmaları engellenir. 

- Küçük yaştaki Müslüman Türk çocuklarının, Hristiyanlaştırmak maksadıyla köylerde açılan kreşlere gönderilmeleri konusunda ailelerine baskı yapılır. 

- Yunan ordusuna zorla askere alınan Türk çocukları, Türklük gurunu rencide edici hareketlere muhatap edilirler. 

- Türklerin davullu zurnalı düğün yapmalarına imkan tanınmayarak örf ve adetlerini serbestçe yaşamalarına fırsat verilmez. 

Elbet, Avrupa İnsan Hakları kendilerine gelince bunları görmezden gelir, başkalarında uygulandığında hele ki Hristiyan toplumlarında medya, TV, Gazete, basın manşetleri atarlar.

Vesayetlerle toplumları yönlendirmeyi adet haline getiren Batılı devletler, üç maymunu oynamaya devam ederler. 

Yunanlılar, ele geçirdikleri ilk fırsatta, kendilerini maşa olarak kullanan Avrupalı büyük devletlerin de yardımlarıyla, Türklere karşı isyana ve ihanete kalkışmışlardır. 

Oysa ki Türk devlet geleneği, öteden beri adil, dürüst, hakikatli bir çizgi takip etmiştir. 

Osmanlı Türklüğü, Türk’ün kaderine ihtişamlı gelecek sağlamak amacıyla dünyanın dikkatini, endişe ve korkusunu üzerinde toplayan bir medeniyet yaratıcısı olmuştur.

.

Volkan Yaşar Berber, dikGAZETE.com

-Araştırmacı yazar - tarihçi-

Osmanlı zamanı Anadolu’da yerleşke Rumlarının varlığı, arşivlerde geniş yer almasa da Anadolu Eyaleti’nin Hüdavendigar Livası’nın on altıncı yüzyılın ilk yarısına ait Genel Sayım Defteri’nde şu şekilde neşr edilirler. 

Rum-ı Kadim Eyaleti; Sivas, Amasya, Çorum, Canik ve şarki Karahisar Livalarından ibaret olup, nüfus yoğunluğu olduğu mamafih Rum-ı Hadis Eyaleti; Trabzon, Erzurum, Divriği, Malatya ve Batum Livalarında Rum nüfusunun yer aldığıdır.

Bilinmelidir ki, bu iki eyaletin adlarını oluşturan Rum sözcüğünün, AvrupalınınGrek” dedikleri bugünkü Rumlar’la  ilgisi bulunmadığıdır. 

Osmanlı’da, “Rum” sözcüğü Roma, Romalı anlamında olup mamafih Doğu Roma İmparatorluğu eşrafını ifade eder.

Zamane Farslar, İran’ın batısında kalan Selçuklu ve Osmanlı topraklarını da aynı şekilde ifade ederek tarih kaynaklarında neşr ederler. 

Bugünkü Erzurum şehrinin adı, Rumlardan değil, "Arzeni’r-Rum" olarak Roma Arzenleri’nden gelmektedir.

Zamanımıza da ulaşan Fırat nehri üzerinde yapılmış “Rum Kale” de adını, Rumlardan değil Romalılardan almıştır. 

Avrupa kıtasında yoğun olan Yunanlılar her kime komşu olmuşlarsa hilekarlıkları ve çirkeflikleriyle bilindiğinden ünlü Sokrates’i dahi bıktırmıştır. 

Romalılar hakiki Grekleri yanı asil ve iyiniyetlilerini ayrıştırarak Akdeniz sahillerinde köle olarak satmışlardır. 

Geriye kalanları ise bugünün maalesef torunları olup, halen küstahlıklarını devam ettirmektedirler. 

Batılı milletler bunu iyi bildiklerinden Sokrates, Fidyas, Eflatun vb. büyüklerin hatırı için saklı tutarak kendi emelleri için politik, siyasi, askeri amaçlı kullanmaktadırlar. 

Halen de komşuları Makedon, Bosna, Arnavut, Bulgar milletlerini tehdit ve baskı uygulamaya devam ettiği gibi Türklere özel bir düşmanlıkları da Müslüman olduğundan ileri gelir. 

Rum, Romalı mamafih Rumi, Anadolulu olarak tanımlansa da bilmeyenler tarafından genellemeye tabi alınarak tümyekün  önyargılanarak insanlarımızı da töhmet altına almaktadır.

Bilinmelidir ki Yunanistan, bağımsızlığını Avrupa’nın büyük devletlerinin destek ve teşvikiyle kazandığı gibi Osmanlı düşmanlığını torunlarına aşılamaya önem vermektedir.

Yunanlıların meşhur “Megali İdea” ideolojisi yani, Bizans İmparatorluğu’nun, Osmanlı sınırları içerisinde kalan eski topraklarını kendilerine kazandırmayı tasarlayarak muhtelif Balkan devletlerinin de Yunan hegemonyası altına almaya uğraşmaktadırlar. 

Avrupa da eskiye nazaran kısmi yoğun devam etmese de Türk ve Müslüman kesime olası baskılar devam etmektedir. 

90’lı yıllarda çok yoğun yaşanan baskılar şu şekilde idi;

- Türk Türk’e mal satamaz, birbirlerinden mülk edinemezler.

- Türk’ün malına “1”, Rum malına “5”, oranında değer biçilerek, Türk’ün elindeki gayrimenkulü ne pahasına olursa olsun alınmak istenir. 

- Türk çocuğunun öğrenimi her vesile ile kısıtlanır. 

- Müslüman Türk vakıflarına, vakıf mallarına ve mülklerine el konulur. 

- Yunanlılara sınırsız kredi verilerek, Türk mülklerinin satın alınması sağlanır. 

- Türk gençlerinin sportif ve kültürel faaliyetlere katılmaları engellenir. 

- Küçük yaştaki Müslüman Türk çocuklarının, Hristiyanlaştırmak maksadıyla köylerde açılan kreşlere gönderilmeleri konusunda ailelerine baskı yapılır. 

- Yunan ordusuna zorla askere alınan Türk çocukları, Türklük gurunu rencide edici hareketlere muhatap edilirler. 

- Türklerin davullu zurnalı düğün yapmalarına imkan tanınmayarak örf ve adetlerini serbestçe yaşamalarına fırsat verilmez. 

Elbet, Avrupa İnsan Hakları kendilerine gelince bunları görmezden gelir, başkalarında uygulandığında hele ki Hristiyan toplumlarında medya, TV, Gazete, basın manşetleri atarlar.

Vesayetlerle toplumları yönlendirmeyi adet haline getiren Batılı devletler, üç maymunu oynamaya devam ederler. 

Yunanlılar, ele geçirdikleri ilk fırsatta, kendilerini maşa olarak kullanan Avrupalı büyük devletlerin de yardımlarıyla, Türklere karşı isyana ve ihanete kalkışmışlardır. 

Oysa ki Türk devlet geleneği, öteden beri adil, dürüst, hakikatli bir çizgi takip etmiştir. 

Osmanlı Türklüğü, Türk’ün kaderine ihtişamlı gelecek sağlamak amacıyla dünyanın dikkatini, endişe ve korkusunu üzerinde toplayan bir medeniyet yaratıcısı olmuştur.

.

Volkan Yaşar Berber, dikGAZETE.com

-Araştırmacı yazar - tarihçi-