Aradan 150 yıl geçti, ama hâlâ tazeliğini koruyor!.. Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın sohbetleri: Yorumsuz

Aradan 150 yıl geçti, ama hâlâ tazeliğini koruyor!.. Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın sohbetleri: Yorumsuz

Aradan 150 yıl geçti, ama hâlâ tazeliğini koruyor!.. Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın sohbetleri: Yorumsuz Aradan 150 yıl geçti, ama hâlâ tazeliğini koruyor!.. Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın sohbetleri: Yorumsuz

ARADAN 150 YIL GEÇTİ, AMA HÂLÂ TAZELİĞİNİ KORUYOR

Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın Sohbetleri:

YORUMSUZ

Hazırlayan: Ramazan Topraklı

 Memleketine sürgün edilen Hüseyin Avni Paşa, 1871 yılı, Ramazan (Kasım-Aralık) ayı içinde Isparta’ya geldi. Avni Paşa, Isparta Mutasarrıfı Hafız Rıdvan Paşa’yı sık sık ziyaret eder ve ikisi, ciddî ve siyasî sohbetlerde bulunurlardı. 

Yine böyle sohbetlerden biriydi. 

Ben yanlarına vardığımda Mutasarrıfın işareti üzerine arka tarafta bir yere oturdum ve onları dinlemeye başladım:

Musahabeleri, lâkırdıları, o sırada Dalmaçya eyaletine gelen Avusturya imparatoruna Bosna, Hersek’ten giden elli kadar teşrifatçıya imparatoru müşarünileyhin gösterdiği hüsnü kabul ve hürmetle îrâd ettiği nutuk derecât ve keyfiyâtı ve Hersek Hıristiyanlarının hükümet-i Osmanîye aleyhindeki bazı beyânât ve hâlâtı memleketinden kendine yazılmış ve o yazıyı Avni Paşa’ya okumuş olduğundan Bosna-Hersek’in istikbalinden çok endişe-nâk bulunduğunu söylüyordu.

Avni Paşa da;

Hakkınız vardır. Bosna-Hersek kıtası öteden beri Avusturyalıların matmah ve matma’ nazarıdır. Napolyon’un (3.) tahakkümâtından gerek Avusturya, gerek Rusya, Avrupa’yı, Osmanlı Hıristiyanlarını devlet aleyhine teşvikte pek ileri gidemiyorlardı. 

Almanya muharebesinin neticesinde Napolyon’un sükûtu bulmalarına vesile teşkil edecek şimdi Rusya’nın öteden beri menvî-i zamiri olan imha-yı İslâmiyet ve galebe-i salîb ve nasarâniyet cihangîr olması emelinin esbâb-ı mühimme-i esâsiyesini, yani Slav ve Hıristiyanlık ittihadını vücuda getirmek ve Avrupa’dan bizi çıkarmak arzusunu mevki-i fiile koymak istiyorlar.

Âlî Paşa merhumun Fransa mağlûbiyetinden telaş etmesi bu sebeplerden idi.

Ben bu arzunun esbâbına, husûline daha evvel imkân bırakmamak için Rumeli idaresinin mülkiye ve askeriyesini birleştirmekliği tasavvur ettim. Miktar-ı kâfi mektepli ümera ve zâbitân bulamadım. 

Bosna valiliğinin kumandanlığıyla birleştirerek Derviş Paşa’ya tevdi’inde dahi husule gelen netâyicin umulduğu derecede çıkmadığına kani oldum.

Memleketiniz hakikaten Rumeli’nin kilidi mesabesindedir. Maazallah orası elden gidecek olursa bütün Rumeli tehlikeye düşer. 

Endişede çok haklısınız. Yalnız orası değil, bütün Avrupa-yı Osmanînin Devlet-i Aliyye idaresinde bekâsını temin edecek yegâne ümîd ve çareyi ıslahat-ı umumîye-i mülkiye ve askeriye ile kuvvetli bir idare-i askeriye tesisinden ve sekene-i İslâmiyenin Hıristiyanlardan ziyade ittihadâdât-ı İslâmiye husule getirmelerinden ibaret görürdüm. 

İnşallah bu maksatlar husule gelir de endişe ber-taraf olur. 

Yoksa idare-i hazıra-i devletin bu suretle devamı ve devletlerce birinci derecede nazar-ı dikkate alınmak lâzım gelen tevazün-i kuvvâ ve iktisat hilâfında devâir-i emiriyemizin ve bilhassa saray-ı hümayunun isrâfâtı ve istikrazla idare-i maslahat itiyâdâtı ve mebâliğ-i müstakrazanın masârıf-ı gayr-ı müsmireye sarfiyâtı bâki oldukça bir şey yapılamaz.

Ve hatta maaşât ve masârıf-ı mühimme de verilemez. Gide, gide o mübarek ülkeler elimizde kalmaz. Belki Anadolu bile tecavüz ve istilâ-yı a’dâya maruz kalır.

Yunanlıların makâsıd-ı hârisânelerini bilirim. 

Rusya ile İngiltere daima bu küçük hükümeti Anadolu ile büyütmek ve kendi nüfuzları altında bulundurmak isterler. 

Her ne zaman bir vesile ve isti’dât bulurlarsa onu teşvik ve emelleri husulünde istihdam etmek yoluna giderler. 

Memleketeyni, Sırbiyye, Karadağ emaretlerini de bu hükümete karşı kuvvetli ve müstakil birer hükümet hâline getirmek fikrindedirler. Allah öyle günü göstermesin dedi.

***

Bunun üzerine, mutasarrıf-ı müşarünileyh, idare-i mülkiye ve askeriye yekdiğerleriyle nâ-kâbil-i imtizaç iki tarz-ı mübâyendir. Bendeniz iptida sınıf-ı askerîde Miralaylığa kadar bulundum. Sonra mülkiyeye tahvil edildim. 

Hâlâ küçük kardeşim Mehmet Ali meslek-i askerîdedir. Her iki meslekte de vukua gelen tecrübelerime göre mülkiye memuriyeti daima düşüne, düşüne işleyip îcâb-ı maslahata tatbik-i hareket lüzumunu gösteriyor. 

Askerlik ise gayet serî ve katî harekâtı istilzam ediyor

Bu cihetle vazife-i mülkiye ile vazife-i askeriyeyi bir vücutta cem etmek fâide yerine mazarrat getireceğinde şüphe yoktur. Çünkü kuvve-i askeriye müdafaa-i vatan için i’dâd edildiğinden vazifesi haricine çıkarılırsa hem meziyet-i askeriyesini kaybeder ve hem de bilmediği işe girdiğinden intizam-ı idareyi ihlâl eyler. 

Kuvve-i tezekküriyeden olanlar her vakit tasavvurât-ı siyasîye ve diplomatıkayı takip etmek mecburiyetinde bulunuyor.

Kuvve-i icrâiyede iyi düşünülmüş şeylerin süratle vücuda getirilmesine hâdim olmak lâzım geliyor. 

Bu sebeple sırf vâsıta-i icrâiye olan askerlerin umûr-ı mülkiyeyi bilenleri olsa bile tasavvurât-ı siyasîye iştigali vazife-i asliyelerini sektedâr edeceğinden bendeniz askerlik idare-i dâhiliyesine müteallik celb-i erzak ve tedarik-i mühümmât hususunun bile vâsıta-i istihzarı başka olması ve asker olanların hiçbir şey düşünmeksizin yalnız memur olduğu harekât-ı askeriyesini takiple aradığını, istediği noktada hazır bulması ve muvaffakiyâtının ednâ mertebe tehirât ve mevânia tesadüf etmemesi fikrindeyim. 

Bu da irade buyurdukları veçhile devletin ancak kuvve-i maliyesi müsâadâtına mütevakkıftır. 

Kuvve-i maliyenin müsaadesi ise milletin kemâl-i refah ve emniyet-i daime içinde terakki-i ziraat ve sanayi ve ticaret edebilmesi sayesinde mümkündür.

E’âzm-ı eslâfın “Lâ mülke illâ bi’r-ricâl velâ ricâle illâ bi’l-mal velâ male illâ bi’l-imare velâ imarete illâ bi’l-adl ve’s-siyase” buyurdukları malûm-ı devletleridir (Böcüzade, Süleyman Sami (2012): Isparta Tarihi, Isparta Valiliği, s.562-563).

-Böcüzade Suleyman Sami-

Son cümleyi [Ataların, “her devlete bir baş, her başa bir mal, her mala bir bakıcı, her bakıcıya da adalet ve siyaset gereklidir” buyurduklarını sizler de iyi bilirsiniz] şeklinde sadeleştirebiliriz.

Bu sohbetten 47 yıl sonra Yunanlılar Anadolu’ya asker çıkardı. 

Matmah, tamah olunan şey, hırsla göz dikilerek bakılan şey veya yer, matma’ ise, çok istenilecek şey demektir.

Rıdvan Paşa’nın Hüseyin Avni Paşa’nın tekrar göreve dönmesi ve başarılı işler yapması gibi dua maiyetindeki sözlerini buraya almadım. 

-Hafız Rıdvan Paşa-

Rıdvan Paşa’ya gelinceye kadar Isparta Rum ve Ermeni mekteplerinde Osmanlı harfleri ile Türkçe okuryazar çıkmıyordu. 

Hıristiyanların, devlet memurluğuna kabul edilmemelerinden şikâyet eden Rum ve Ermeni öne gelirlerine, kendilerinin kabul edilmeyişleri Hıristiyan oldukları için değil, devletin resmi lisanı olan Türkçe okuyup yazma bilmediklerinden olduğunu anlatmıştır. 

Onun için mekteplerinde Türkçe okuyup yazmayı öğrenmelerini mecbur kılmıştır. 

Türkçe okuyup yazmayı öğrenmiş olan Tane-oğlu Save, Sabuncuoğlu Haralanbos, Tatyos Efendi, Oran-oğlu Güzel, Gökbaş-zade Yanako ve Küçükoğlu Lazaros’u çeşitli görevlere getirmiştir (s. 541). 

Bu yüzden O’na Türkçeci Mutasarrıf denildiği rivayet edilir. 

Böcüzade’nin Rum dedikleri aslında Türkçe konuşan ve Türkçeyi, Yunan harfleriyle yazan Ortodoks Peçenek, Kuman, Sarmat ve Oğuzlardır. 

Sevgili Minas Köfüncüoğlu, “Osmanlı, ya dininiz veya diliniz diyerek, bizi bir tercihe mecbur etmiş, biz de dinimizi seçmiş ve böylelikle Rumcayı bırakıp Türkçe konuşur olmuşuz” der ki, doğru değildir.

Şayet Osmanlı, baskı yapsaydı, yıllar öncesinden Osmanlı harfleriyle okuyup yazmayı da şart koşardı. 

Hüseyin Avni Paşa bu sohbetten iki üç ay sonra 26 Temmuz 1872 tarihinde affedilmiş, 11 Ağustos’ta da İstanbul’a gelmiştir. 

16 Kasım 1872 Aydın Valiliği, 25 Ocak 1873 Bahriye Nazırlığı, 15 Şubat 1873 tarihinde ise ikinci defa Seraskerliğe getirilmiş ve Rıdvan Paşa’yı terfi ettirerek kendi memleketinde bulunan Travnik Sancağına tayin ettirmiştir.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

ARADAN 150 YIL GEÇTİ, AMA HÂLÂ TAZELİĞİNİ KORUYOR

Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ile Hersekli Rıdvan Paşa’nın Sohbetleri:

YORUMSUZ

Hazırlayan: Ramazan Topraklı

 Memleketine sürgün edilen Hüseyin Avni Paşa, 1871 yılı, Ramazan (Kasım-Aralık) ayı içinde Isparta’ya geldi. Avni Paşa, Isparta Mutasarrıfı Hafız Rıdvan Paşa’yı sık sık ziyaret eder ve ikisi, ciddî ve siyasî sohbetlerde bulunurlardı. 

Yine böyle sohbetlerden biriydi. 

Ben yanlarına vardığımda Mutasarrıfın işareti üzerine arka tarafta bir yere oturdum ve onları dinlemeye başladım:

Musahabeleri, lâkırdıları, o sırada Dalmaçya eyaletine gelen Avusturya imparatoruna Bosna, Hersek’ten giden elli kadar teşrifatçıya imparatoru müşarünileyhin gösterdiği hüsnü kabul ve hürmetle îrâd ettiği nutuk derecât ve keyfiyâtı ve Hersek Hıristiyanlarının hükümet-i Osmanîye aleyhindeki bazı beyânât ve hâlâtı memleketinden kendine yazılmış ve o yazıyı Avni Paşa’ya okumuş olduğundan Bosna-Hersek’in istikbalinden çok endişe-nâk bulunduğunu söylüyordu.

Avni Paşa da;

Hakkınız vardır. Bosna-Hersek kıtası öteden beri Avusturyalıların matmah ve matma’ nazarıdır. Napolyon’un (3.) tahakkümâtından gerek Avusturya, gerek Rusya, Avrupa’yı, Osmanlı Hıristiyanlarını devlet aleyhine teşvikte pek ileri gidemiyorlardı. 

Almanya muharebesinin neticesinde Napolyon’un sükûtu bulmalarına vesile teşkil edecek şimdi Rusya’nın öteden beri menvî-i zamiri olan imha-yı İslâmiyet ve galebe-i salîb ve nasarâniyet cihangîr olması emelinin esbâb-ı mühimme-i esâsiyesini, yani Slav ve Hıristiyanlık ittihadını vücuda getirmek ve Avrupa’dan bizi çıkarmak arzusunu mevki-i fiile koymak istiyorlar.

Âlî Paşa merhumun Fransa mağlûbiyetinden telaş etmesi bu sebeplerden idi.

Ben bu arzunun esbâbına, husûline daha evvel imkân bırakmamak için Rumeli idaresinin mülkiye ve askeriyesini birleştirmekliği tasavvur ettim. Miktar-ı kâfi mektepli ümera ve zâbitân bulamadım. 

Bosna valiliğinin kumandanlığıyla birleştirerek Derviş Paşa’ya tevdi’inde dahi husule gelen netâyicin umulduğu derecede çıkmadığına kani oldum.

Memleketiniz hakikaten Rumeli’nin kilidi mesabesindedir. Maazallah orası elden gidecek olursa bütün Rumeli tehlikeye düşer. 

Endişede çok haklısınız. Yalnız orası değil, bütün Avrupa-yı Osmanînin Devlet-i Aliyye idaresinde bekâsını temin edecek yegâne ümîd ve çareyi ıslahat-ı umumîye-i mülkiye ve askeriye ile kuvvetli bir idare-i askeriye tesisinden ve sekene-i İslâmiyenin Hıristiyanlardan ziyade ittihadâdât-ı İslâmiye husule getirmelerinden ibaret görürdüm. 

İnşallah bu maksatlar husule gelir de endişe ber-taraf olur. 

Yoksa idare-i hazıra-i devletin bu suretle devamı ve devletlerce birinci derecede nazar-ı dikkate alınmak lâzım gelen tevazün-i kuvvâ ve iktisat hilâfında devâir-i emiriyemizin ve bilhassa saray-ı hümayunun isrâfâtı ve istikrazla idare-i maslahat itiyâdâtı ve mebâliğ-i müstakrazanın masârıf-ı gayr-ı müsmireye sarfiyâtı bâki oldukça bir şey yapılamaz.

Ve hatta maaşât ve masârıf-ı mühimme de verilemez. Gide, gide o mübarek ülkeler elimizde kalmaz. Belki Anadolu bile tecavüz ve istilâ-yı a’dâya maruz kalır.

Yunanlıların makâsıd-ı hârisânelerini bilirim. 

Rusya ile İngiltere daima bu küçük hükümeti Anadolu ile büyütmek ve kendi nüfuzları altında bulundurmak isterler. 

Her ne zaman bir vesile ve isti’dât bulurlarsa onu teşvik ve emelleri husulünde istihdam etmek yoluna giderler. 

Memleketeyni, Sırbiyye, Karadağ emaretlerini de bu hükümete karşı kuvvetli ve müstakil birer hükümet hâline getirmek fikrindedirler. Allah öyle günü göstermesin dedi.

***

Bunun üzerine, mutasarrıf-ı müşarünileyh, idare-i mülkiye ve askeriye yekdiğerleriyle nâ-kâbil-i imtizaç iki tarz-ı mübâyendir. Bendeniz iptida sınıf-ı askerîde Miralaylığa kadar bulundum. Sonra mülkiyeye tahvil edildim. 

Hâlâ küçük kardeşim Mehmet Ali meslek-i askerîdedir. Her iki meslekte de vukua gelen tecrübelerime göre mülkiye memuriyeti daima düşüne, düşüne işleyip îcâb-ı maslahata tatbik-i hareket lüzumunu gösteriyor. 

Askerlik ise gayet serî ve katî harekâtı istilzam ediyor

Bu cihetle vazife-i mülkiye ile vazife-i askeriyeyi bir vücutta cem etmek fâide yerine mazarrat getireceğinde şüphe yoktur. Çünkü kuvve-i askeriye müdafaa-i vatan için i’dâd edildiğinden vazifesi haricine çıkarılırsa hem meziyet-i askeriyesini kaybeder ve hem de bilmediği işe girdiğinden intizam-ı idareyi ihlâl eyler. 

Kuvve-i tezekküriyeden olanlar her vakit tasavvurât-ı siyasîye ve diplomatıkayı takip etmek mecburiyetinde bulunuyor.

Kuvve-i icrâiyede iyi düşünülmüş şeylerin süratle vücuda getirilmesine hâdim olmak lâzım geliyor. 

Bu sebeple sırf vâsıta-i icrâiye olan askerlerin umûr-ı mülkiyeyi bilenleri olsa bile tasavvurât-ı siyasîye iştigali vazife-i asliyelerini sektedâr edeceğinden bendeniz askerlik idare-i dâhiliyesine müteallik celb-i erzak ve tedarik-i mühümmât hususunun bile vâsıta-i istihzarı başka olması ve asker olanların hiçbir şey düşünmeksizin yalnız memur olduğu harekât-ı askeriyesini takiple aradığını, istediği noktada hazır bulması ve muvaffakiyâtının ednâ mertebe tehirât ve mevânia tesadüf etmemesi fikrindeyim. 

Bu da irade buyurdukları veçhile devletin ancak kuvve-i maliyesi müsâadâtına mütevakkıftır. 

Kuvve-i maliyenin müsaadesi ise milletin kemâl-i refah ve emniyet-i daime içinde terakki-i ziraat ve sanayi ve ticaret edebilmesi sayesinde mümkündür.

E’âzm-ı eslâfın “Lâ mülke illâ bi’r-ricâl velâ ricâle illâ bi’l-mal velâ male illâ bi’l-imare velâ imarete illâ bi’l-adl ve’s-siyase” buyurdukları malûm-ı devletleridir (Böcüzade, Süleyman Sami (2012): Isparta Tarihi, Isparta Valiliği, s.562-563).

-Böcüzade Suleyman Sami-

Son cümleyi [Ataların, “her devlete bir baş, her başa bir mal, her mala bir bakıcı, her bakıcıya da adalet ve siyaset gereklidir” buyurduklarını sizler de iyi bilirsiniz] şeklinde sadeleştirebiliriz.

Bu sohbetten 47 yıl sonra Yunanlılar Anadolu’ya asker çıkardı. 

Matmah, tamah olunan şey, hırsla göz dikilerek bakılan şey veya yer, matma’ ise, çok istenilecek şey demektir.

Rıdvan Paşa’nın Hüseyin Avni Paşa’nın tekrar göreve dönmesi ve başarılı işler yapması gibi dua maiyetindeki sözlerini buraya almadım. 

-Hafız Rıdvan Paşa-

Rıdvan Paşa’ya gelinceye kadar Isparta Rum ve Ermeni mekteplerinde Osmanlı harfleri ile Türkçe okuryazar çıkmıyordu. 

Hıristiyanların, devlet memurluğuna kabul edilmemelerinden şikâyet eden Rum ve Ermeni öne gelirlerine, kendilerinin kabul edilmeyişleri Hıristiyan oldukları için değil, devletin resmi lisanı olan Türkçe okuyup yazma bilmediklerinden olduğunu anlatmıştır. 

Onun için mekteplerinde Türkçe okuyup yazmayı öğrenmelerini mecbur kılmıştır. 

Türkçe okuyup yazmayı öğrenmiş olan Tane-oğlu Save, Sabuncuoğlu Haralanbos, Tatyos Efendi, Oran-oğlu Güzel, Gökbaş-zade Yanako ve Küçükoğlu Lazaros’u çeşitli görevlere getirmiştir (s. 541). 

Bu yüzden O’na Türkçeci Mutasarrıf denildiği rivayet edilir. 

Böcüzade’nin Rum dedikleri aslında Türkçe konuşan ve Türkçeyi, Yunan harfleriyle yazan Ortodoks Peçenek, Kuman, Sarmat ve Oğuzlardır. 

Sevgili Minas Köfüncüoğlu, “Osmanlı, ya dininiz veya diliniz diyerek, bizi bir tercihe mecbur etmiş, biz de dinimizi seçmiş ve böylelikle Rumcayı bırakıp Türkçe konuşur olmuşuz” der ki, doğru değildir.

Şayet Osmanlı, baskı yapsaydı, yıllar öncesinden Osmanlı harfleriyle okuyup yazmayı da şart koşardı. 

Hüseyin Avni Paşa bu sohbetten iki üç ay sonra 26 Temmuz 1872 tarihinde affedilmiş, 11 Ağustos’ta da İstanbul’a gelmiştir. 

16 Kasım 1872 Aydın Valiliği, 25 Ocak 1873 Bahriye Nazırlığı, 15 Şubat 1873 tarihinde ise ikinci defa Seraskerliğe getirilmiş ve Rıdvan Paşa’yı terfi ettirerek kendi memleketinde bulunan Travnik Sancağına tayin ettirmiştir.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com