Askerde Akif’i anmaya kalktık!..

Askerde Akif’i anmaya kalktık!..

Askerde Akif’i anmaya kalktık!.. Askerde Akif’i anmaya kalktık!..

Farklı yaratılış harikalarına mazhar olan her insanın hayata bakışı da farklıdır. Farklılıklarla yaşar insan. Farklılıklarla örer hayatı..

Hayata farklı baktıran, farklı yorumlamaya sebep olan fikir ve düşünceler de vardır. Gençliğimizden beri bu farklı fikir ve düşüncelerle yoğrulmuş bir atmosferde yetişmenin farklılığını yaşadık dersem yanılmamış olurum. 

Hayata idealist bir bakış açısıyla bakmanın farklılığını hayatımın her alanında yaşadım. Bu bakış açısını hâkim kılmak için verdiğimiz mücadelenin duraklarından biri de adına “Yusufiye medreseleri” dediğimiz mekânlar oldu. 

Yusufiye medreselerindeki tahsilimiz hayata daha geniş bir farklı bakış açısı kazandırdı. Mücadele azmimizi körükledi. 

Tahsilimizi tamamlayıp hayata atılınca karşımıza çıkan ilk durak askerlik oldu. Öyle ya her Türk genci gibi bizim de askerlik yapmamız kaçınılmazdı. 

Askerlik deyince akla hemen askerlik hatıraları gelir. Gençliğin kanının kaynadığı bir dönemde yapılan askerlikte değişik olayların yaşanması da kaçınılmaz oluyor. Bundan olsa gerek herkesin askerlik anıları çoktur ve farklıdır. 

Bir Yusufiyeli olarak benim askerliğimin farklı olması da gayet olağandır. Çünkü Yusufiyeli olmak, Hazreti Yusuf’un izinden gidip, davası için hapse girmeyi ve hatta canını bile vermeyi göze almak demekti. 

Hakkın ve hakikatin yayılması için gecesini gündüzüne katmaktı. Ülküsü, ideali için yaşayan kişiydi.  

Yusufiye medreselerinde aldığımız eğitimle hadiselere daha mücadeleci bir bakış açısıyla bakmanın farklılığını hayatımın her alanında yaşadığım gibi askerlikte de yaşadım. 

Yusufiye medresesindeki tahsilim sonrası her Türk genci gibi vatani görevimi yapmak için müracaat ettiğimde kısmetime Çanakkale’nin Ezine ilçesinde bulunan 177. Piyade Alay Komutanlığı düştü.   

Askerlik deyince insanın aklına sadece askerlik gelir ama biz bir grup idealist arkadaşımızla askerlik yapmakla yetinmedik. 

Bir yandan vatani görevimizi yaparken diğer yandan kendimizi geliştirmek için değişik faaliyetlerde bulunuyorduk. Bu çerçevede bir yandan kültürel faaliyetlerde bulunuyor diğer yandan dinimizi daha iyi öğrenebilmemiz için Kur’an okumaları yapıyorduk. 

Bir gün yine askerde tanıştığımız ülkücü arkadaşımızla okuma dersleri yapmak için bir araya gelmiştik. İstiklal şairimiz Akif’in şah eseri olan “Safahat”da okuduğumuz ve beraber mütalaa ettiğimiz kitaplar arasındaydı. Aralık ayında yaptığımız bu okuma serüveninde söz Akif’ten açılınca haliyle ölüm yıldönümü gündeme geldi. 

Malumunuz büyük şairimiz Mehmet Akif, 27 Aralık’ta vefat etmişti. Arkadaşlara Mehmet Akif’in ölüm yıldönümünde alayımızda bir program yapabileceğimiz fikrini söyledim. 

Birçok arkadaşımızdan, “Yok ya. Askerde böyle bir şeye asla izin vermezler!..” şeklinde itirazlar itiraz geldi. Ama ben “Arkadaşlar. Ülkücü ‘İman, aşk, aksiyon ve karakter adamıdır.  Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz. Yaptırmazlar diyerek kenara çekilemeyiz. Bir program hazırlayıp komutanlara teklif edelim. Yaptırmazlarsa onlar utansın. Denemekle bir şey kaybetmeyiz!..” şeklindeki sözlerim üzerine Akif’in ölüm yıldönümünde bir anma programı yapmaya karar verdik. 

Alayımızın güzel bir camisi vardı. Programı iki kademeli yapmayı planlamıştık. 

Öğlen vakti tabur yemekhanelerinin birinde Mehmet Akif’i ve onun şahsında bütün Türk büyüklerini anlatacak bir tanıtım konuşma yapmak, Akif’in şiirlerinden örnekler sunmak ve akşam da yatsı namazından sonra Alay camisinde hem Akif’i anlatacak bir konuşma hem de şehitlerimizin ruhuna hediye edilmek üzere Kur’an okutmak şeklinde bir program yaptık. Konuşma yapmayı da ben üstlendim.

Henüz 12 Eylül denilen karanlık darbe döneminin üzerinden birkaç yıl geçmişti. 

Belki de askerlik tarihi boyunca böyle bir anma programı ilk defa yapılacaktı. 

Komutanlar tarafından nasıl karşılanacağını bilmiyorduk. Ama tabur komutanlarının milliyetçi olduğunu biliyorduk. 

Alay komutanı Bahri Kaya isimli bir albaydı. Alaya geldiği zaman ilk icraatı camiyi ibadete kapatmak olmuştu. Ancak tabur komutanlarının baskısıyla üç gün sonra açmak durumunda kalmıştı. Solcu biriydi ve dinle, milliyetçilikle savaşan bir zihniyete mensuptu. 

Program için alay cami imamı İbrahim Hoca, Abdulkadir Yıldız ve benden oluşan üç kişilik bir heyet oluşturduk. 

Bütün cesaretimizi toplayarak hazırladığımız programı önce bizim tabur komutanına söylemeyi düşündük. 177. Piyade alayında iki tabur vardı. Komutanları da Atalay Erkin ve Metin Şahinkaya adında iki yarbaydı. Önce bizim tabur komutanımız olan Atalay Erkin Yarbayımıza konuyu açtık. Çok memnun oldu. 

İlk defa böyle güzel bir teklifle karşılaştığını ve her türlü desteği vereceğini söyledi. Daha sonra Yarbay Metin Şahinkaya’ya gittik. 

Metin Şahinkaya 12 Eylül’ün darbeci generallerden Tahsin Şahinkaya’nın kuzeniydi. Metin Yarbay da teklifimizi çok hoş karşıladı ve bize şöyle dedi: 

- Çocuklar, meseleyi çok iyi düşünmüşsünüz. 27 Aralık Cumartesi gününe denk geliyor ve ben o gün nöbetçiyim. Ama bu konuyu sakın Alay komutanımız duymasın. Malum kendisi bu meselelere iyi gözle bakmaz ve engel olur. Size de zarar verir. Siz cumartesi günü programdan bir iki saat önce yanıma gelin, ben alaya gereken talimatları vereceğim.

Metin komutanımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık. 

27 Aralık günü gelince öğleden iki saat önce nöbetçi olan Metin Şahinkaya yarbayımızın yanına gitmek için alay binasına girerken Alay komutanının makam arabasını kapıda gördük.

Arkadaşlara, İnşallah Albay gelmemiştir. Yoksa programımıza engel olabilir. dediğimi hatırlıyorum. 

Korktuğumuz başımıza gelmişti. 

Metin Yarbay’ın odasına girince Alay komutanımızın da onun odasında olduğunu gördük. Biz içeri girince tabur komutanı albaya dönerek, “İşte Komutanım. Mehmet Akif’i anma programı yapmak isteyen askerlerimiz bunlar” dedi. 

Alay komutanı alaycı bir bakış açısıyla bize baktı ve Yaaa, gelin bakalım. Nereden geliyor böyle saçma fikirler aklınıza? şeklinde laflar etti. 

Albaya en yakın bendim ve o an ecdadı anmayı saçma bir fikir olarak değerlendiren böyle biri, gözüme bir sinek gibi görünmüştü. 

O an, Akif’in Ecdadıma söveni boğarım. Boğamasam da yanımdan kovarım sözleri aklıma geldi. Komutandan izin almadan şöyle dedim: 

- Komutanım, biz milli değerlere sahip çıkan bir gençliğiz. Ecdadımız bizim aklımızdan hiç çıkmıyor ki!..

Albay cevabım karşısında bir kahkaha attı ve alaycı bir şekilde şöyle dedi:

- Yaaa! Madem ecdadınız aklınızdan çıkmıyor; niye 5 gün önce İsmet İnönü aklınıza gelmedi?

27 Aralık, Mehmet Akif’in 22 Aralık ise İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümüydü. Bunu bildiğim için arkadaşlara böyle bir şeyle karşılaşabileceğimiz ihtimalinden de bahsetmiştim. 

Albaya cevabı yapıştırdım:

- Komutanım, biz Mehmet Akif’in şahsında başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bütün Türk büyüklerini ve şehitlerimizi anacağız. Programımızı incelerseniz orada da bunu açık biçimde belirttik.

Alay komutanı, benim cevabım karşısında bayağı sinirlerdi ve oturduğu yerden ayağa kalkarak şöyle dedi:

- Defolun, gözüm görmesin sizi. Kafamı bozmayın sizi divan-ı harbe veririm. Askerliğinizi yakarım. Defolunnn!..

Biraz moralimiz bozulmuştu ama milli ve manevi değerlere saygısı olmayan Alay komutanının bu tehdidini hiç de ciddiye almadım. 

İstifimizi bozmadan ve selam vermeden yarbayımızın odasından ayrıldık. 

Çıkınca arkadaşlara şöyle dedim:

- Arkadaşlar üzülmeyelim ve moralimizi bozmayalım. Biz vazifemizi yaptık. Böyle güzel bir programı reddeden Alay komutanı utansın.

Tam alay binasından çıkacaktık ki tabur komutanı arkamızdan seslendi ve yanımıza geldi. Bizi teselli edici sözler ederken Albaya da bayağı saydırdı.

- Çocuklar. Alay komutanı, cumartesi günü hiç alaya gelmezdi. Birden geleceği tuttu. Üzülmeyin. Artık gündüz programının yapılması mümkün değil. Ama akşam camide Kur’an okutabilirsiniz. Fakat camide Mehmet Akif’ten bahsetmeyin. Alay komutanı oraya adam gönderip sizi kontrol edebilir ve başınıza iş açar.

Yarbayımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık ve akşam, camide yatsı namazından sonra şehitlerimiz adına Kur’an okuyacağımızı alaya ilan ettik ve herkesi davet ettik. 

Her ne kadar Yarbayımız “Camiide program yapmayın!..” dediyse de bir ona uymadık ve tabur yemekhanesinde yapmayı planladığımız programın aynısını camide yapmaya karar verdik.

En fazla Alay komutanı Bahri Albay duyarsa bize iki ay ceza verebilirdi. 

Zaten Yusufiye medreselerinden mezun olduktan sonra askere gitmeye karar verince en az dört ay ceza almayı göze almıştım. 

Bunun için askerlik 20 ay olmasına rağmen aileme “24 ay sonra görüşürüz” demiş öyle askere gelmiştim.

Yatsıdan sonra camii dolup taştı adeta. 

Birçok subay ve astsubayımız da gelmişti. Kur’an okumayla açılan programımızda hisli bir konuşma yaptım:

“Değerli komutanlarım ve asker arkadaşlarım. Biz Müslüman Türk milleti olarak anadan doğma asker bir milletiz. Tarih boyunca Ordu millet hep el ele olduk. Buraya gelene kadar sivil olarak vatan ve milletimiz adına mücadelemizi verdik.

Bu hususta ağır bedeller ödedik. Binlerce arkadaşımızı şehit verdik. Sivilde iken silahlarımız parkelerimizin içindeydi.

Şimdi askerdeyiz ve tek fark silahlarımızın parkelerimizin üzerinde olmasıdır. Asker bir millet olarak vatanımız, bayrağımız, milli ve manevi değerlerimiz için canımızı vermekten asla çekinmeyiz. 

Bir grup idealist arkadaş olarak 27 Aralık’ta milletimizin verdiği mücadelenin sembol isimlerinden biri olan Akif’in şahsında bütün büyüklerimizi anmak için böyle bir program yapmayı planladık. 

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz cihana insanlık nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.

Akif’in deyimiyle Türk milleti olarak milletler içinde öncü bir milletiz ve insanlık kapkara ufuklarda dolaşırken biz insanlığa medeniyet öğretmişiz. 

Biz milli ve manevi değerlerimiz uğrunda mücadele etmeyi cihat, bu mücadelede yaralanırsak gazi, ölürsek şehit olacağımıza inandığımız bir dinin mensuplarıyız.

Bu uğurda şehit olanlarımızı rahmet ve minnetle, gazilerimizi de şükranla anıyoruz. Türk milleti olarak Müslüman olduktan sonra İslam’ın öncülüğünü yaptık ve bundan sonrada yapmaya devam edeceğiz. Bu hususta hiçbir karanlık güç bizi yolumuzdan ayıramaz!..”

Konuşmanın ardından arkadaşlarımız, hazırladıkları konuşmaları icra ettiler. 

Bu arada, bazı arkadaşlarımız da Akif’in “Çanakkale Destanı” ve İstiklal Marşı’nı okudular.  Ardından da şehitlerimize hediye etmek üzere Kur’an ziyafeti verildi.

Program sonrası özellikle “böyle bir program yaptırmazlar” diyen arkadaşlara şöyle demiştim:

- Arkadaşlar! Gördüğünüz gibi böyle bir program yapmak için niyetlendiğimizde vazgeçseydik bu noktaya gelemezdik. Çekinseydik ve cesaretimizi toplayıp bu işe girişmeseydik başarılı olamazdık. Demek ki niyet edip başlarsak Rabbim yolumuzu açar.

Aradan geçen 38 yıla rağmen bu hatıra zihnimde hala canlılığını koruyor.

Bu vesile ile İstiklal şairimiz Mehmet Akif’i rahmet ve minnetle bir kez daha anıyorum. 

Mekanı Cennet olsun.

.

Selim Çoraklı, dikGAZETE.com

Farklı yaratılış harikalarına mazhar olan her insanın hayata bakışı da farklıdır. Farklılıklarla yaşar insan. Farklılıklarla örer hayatı..

Hayata farklı baktıran, farklı yorumlamaya sebep olan fikir ve düşünceler de vardır. Gençliğimizden beri bu farklı fikir ve düşüncelerle yoğrulmuş bir atmosferde yetişmenin farklılığını yaşadık dersem yanılmamış olurum. 

Hayata idealist bir bakış açısıyla bakmanın farklılığını hayatımın her alanında yaşadım. Bu bakış açısını hâkim kılmak için verdiğimiz mücadelenin duraklarından biri de adına “Yusufiye medreseleri” dediğimiz mekânlar oldu. 

Yusufiye medreselerindeki tahsilimiz hayata daha geniş bir farklı bakış açısı kazandırdı. Mücadele azmimizi körükledi. 

Tahsilimizi tamamlayıp hayata atılınca karşımıza çıkan ilk durak askerlik oldu. Öyle ya her Türk genci gibi bizim de askerlik yapmamız kaçınılmazdı. 

Askerlik deyince akla hemen askerlik hatıraları gelir. Gençliğin kanının kaynadığı bir dönemde yapılan askerlikte değişik olayların yaşanması da kaçınılmaz oluyor. Bundan olsa gerek herkesin askerlik anıları çoktur ve farklıdır. 

Bir Yusufiyeli olarak benim askerliğimin farklı olması da gayet olağandır. Çünkü Yusufiyeli olmak, Hazreti Yusuf’un izinden gidip, davası için hapse girmeyi ve hatta canını bile vermeyi göze almak demekti. 

Hakkın ve hakikatin yayılması için gecesini gündüzüne katmaktı. Ülküsü, ideali için yaşayan kişiydi.  

Yusufiye medreselerinde aldığımız eğitimle hadiselere daha mücadeleci bir bakış açısıyla bakmanın farklılığını hayatımın her alanında yaşadığım gibi askerlikte de yaşadım. 

Yusufiye medresesindeki tahsilim sonrası her Türk genci gibi vatani görevimi yapmak için müracaat ettiğimde kısmetime Çanakkale’nin Ezine ilçesinde bulunan 177. Piyade Alay Komutanlığı düştü.   

Askerlik deyince insanın aklına sadece askerlik gelir ama biz bir grup idealist arkadaşımızla askerlik yapmakla yetinmedik. 

Bir yandan vatani görevimizi yaparken diğer yandan kendimizi geliştirmek için değişik faaliyetlerde bulunuyorduk. Bu çerçevede bir yandan kültürel faaliyetlerde bulunuyor diğer yandan dinimizi daha iyi öğrenebilmemiz için Kur’an okumaları yapıyorduk. 

Bir gün yine askerde tanıştığımız ülkücü arkadaşımızla okuma dersleri yapmak için bir araya gelmiştik. İstiklal şairimiz Akif’in şah eseri olan “Safahat”da okuduğumuz ve beraber mütalaa ettiğimiz kitaplar arasındaydı. Aralık ayında yaptığımız bu okuma serüveninde söz Akif’ten açılınca haliyle ölüm yıldönümü gündeme geldi. 

Malumunuz büyük şairimiz Mehmet Akif, 27 Aralık’ta vefat etmişti. Arkadaşlara Mehmet Akif’in ölüm yıldönümünde alayımızda bir program yapabileceğimiz fikrini söyledim. 

Birçok arkadaşımızdan, “Yok ya. Askerde böyle bir şeye asla izin vermezler!..” şeklinde itirazlar itiraz geldi. Ama ben “Arkadaşlar. Ülkücü ‘İman, aşk, aksiyon ve karakter adamıdır.  Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz. Yaptırmazlar diyerek kenara çekilemeyiz. Bir program hazırlayıp komutanlara teklif edelim. Yaptırmazlarsa onlar utansın. Denemekle bir şey kaybetmeyiz!..” şeklindeki sözlerim üzerine Akif’in ölüm yıldönümünde bir anma programı yapmaya karar verdik. 

Alayımızın güzel bir camisi vardı. Programı iki kademeli yapmayı planlamıştık. 

Öğlen vakti tabur yemekhanelerinin birinde Mehmet Akif’i ve onun şahsında bütün Türk büyüklerini anlatacak bir tanıtım konuşma yapmak, Akif’in şiirlerinden örnekler sunmak ve akşam da yatsı namazından sonra Alay camisinde hem Akif’i anlatacak bir konuşma hem de şehitlerimizin ruhuna hediye edilmek üzere Kur’an okutmak şeklinde bir program yaptık. Konuşma yapmayı da ben üstlendim.

Henüz 12 Eylül denilen karanlık darbe döneminin üzerinden birkaç yıl geçmişti. 

Belki de askerlik tarihi boyunca böyle bir anma programı ilk defa yapılacaktı. 

Komutanlar tarafından nasıl karşılanacağını bilmiyorduk. Ama tabur komutanlarının milliyetçi olduğunu biliyorduk. 

Alay komutanı Bahri Kaya isimli bir albaydı. Alaya geldiği zaman ilk icraatı camiyi ibadete kapatmak olmuştu. Ancak tabur komutanlarının baskısıyla üç gün sonra açmak durumunda kalmıştı. Solcu biriydi ve dinle, milliyetçilikle savaşan bir zihniyete mensuptu. 

Program için alay cami imamı İbrahim Hoca, Abdulkadir Yıldız ve benden oluşan üç kişilik bir heyet oluşturduk. 

Bütün cesaretimizi toplayarak hazırladığımız programı önce bizim tabur komutanına söylemeyi düşündük. 177. Piyade alayında iki tabur vardı. Komutanları da Atalay Erkin ve Metin Şahinkaya adında iki yarbaydı. Önce bizim tabur komutanımız olan Atalay Erkin Yarbayımıza konuyu açtık. Çok memnun oldu. 

İlk defa böyle güzel bir teklifle karşılaştığını ve her türlü desteği vereceğini söyledi. Daha sonra Yarbay Metin Şahinkaya’ya gittik. 

Metin Şahinkaya 12 Eylül’ün darbeci generallerden Tahsin Şahinkaya’nın kuzeniydi. Metin Yarbay da teklifimizi çok hoş karşıladı ve bize şöyle dedi: 

- Çocuklar, meseleyi çok iyi düşünmüşsünüz. 27 Aralık Cumartesi gününe denk geliyor ve ben o gün nöbetçiyim. Ama bu konuyu sakın Alay komutanımız duymasın. Malum kendisi bu meselelere iyi gözle bakmaz ve engel olur. Size de zarar verir. Siz cumartesi günü programdan bir iki saat önce yanıma gelin, ben alaya gereken talimatları vereceğim.

Metin komutanımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık. 

27 Aralık günü gelince öğleden iki saat önce nöbetçi olan Metin Şahinkaya yarbayımızın yanına gitmek için alay binasına girerken Alay komutanının makam arabasını kapıda gördük.

Arkadaşlara, İnşallah Albay gelmemiştir. Yoksa programımıza engel olabilir. dediğimi hatırlıyorum. 

Korktuğumuz başımıza gelmişti. 

Metin Yarbay’ın odasına girince Alay komutanımızın da onun odasında olduğunu gördük. Biz içeri girince tabur komutanı albaya dönerek, “İşte Komutanım. Mehmet Akif’i anma programı yapmak isteyen askerlerimiz bunlar” dedi. 

Alay komutanı alaycı bir bakış açısıyla bize baktı ve Yaaa, gelin bakalım. Nereden geliyor böyle saçma fikirler aklınıza? şeklinde laflar etti. 

Albaya en yakın bendim ve o an ecdadı anmayı saçma bir fikir olarak değerlendiren böyle biri, gözüme bir sinek gibi görünmüştü. 

O an, Akif’in Ecdadıma söveni boğarım. Boğamasam da yanımdan kovarım sözleri aklıma geldi. Komutandan izin almadan şöyle dedim: 

- Komutanım, biz milli değerlere sahip çıkan bir gençliğiz. Ecdadımız bizim aklımızdan hiç çıkmıyor ki!..

Albay cevabım karşısında bir kahkaha attı ve alaycı bir şekilde şöyle dedi:

- Yaaa! Madem ecdadınız aklınızdan çıkmıyor; niye 5 gün önce İsmet İnönü aklınıza gelmedi?

27 Aralık, Mehmet Akif’in 22 Aralık ise İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümüydü. Bunu bildiğim için arkadaşlara böyle bir şeyle karşılaşabileceğimiz ihtimalinden de bahsetmiştim. 

Albaya cevabı yapıştırdım:

- Komutanım, biz Mehmet Akif’in şahsında başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bütün Türk büyüklerini ve şehitlerimizi anacağız. Programımızı incelerseniz orada da bunu açık biçimde belirttik.

Alay komutanı, benim cevabım karşısında bayağı sinirlerdi ve oturduğu yerden ayağa kalkarak şöyle dedi:

- Defolun, gözüm görmesin sizi. Kafamı bozmayın sizi divan-ı harbe veririm. Askerliğinizi yakarım. Defolunnn!..

Biraz moralimiz bozulmuştu ama milli ve manevi değerlere saygısı olmayan Alay komutanının bu tehdidini hiç de ciddiye almadım. 

İstifimizi bozmadan ve selam vermeden yarbayımızın odasından ayrıldık. 

Çıkınca arkadaşlara şöyle dedim:

- Arkadaşlar üzülmeyelim ve moralimizi bozmayalım. Biz vazifemizi yaptık. Böyle güzel bir programı reddeden Alay komutanı utansın.

Tam alay binasından çıkacaktık ki tabur komutanı arkamızdan seslendi ve yanımıza geldi. Bizi teselli edici sözler ederken Albaya da bayağı saydırdı.

- Çocuklar. Alay komutanı, cumartesi günü hiç alaya gelmezdi. Birden geleceği tuttu. Üzülmeyin. Artık gündüz programının yapılması mümkün değil. Ama akşam camide Kur’an okutabilirsiniz. Fakat camide Mehmet Akif’ten bahsetmeyin. Alay komutanı oraya adam gönderip sizi kontrol edebilir ve başınıza iş açar.

Yarbayımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık ve akşam, camide yatsı namazından sonra şehitlerimiz adına Kur’an okuyacağımızı alaya ilan ettik ve herkesi davet ettik. 

Her ne kadar Yarbayımız “Camiide program yapmayın!..” dediyse de bir ona uymadık ve tabur yemekhanesinde yapmayı planladığımız programın aynısını camide yapmaya karar verdik.

En fazla Alay komutanı Bahri Albay duyarsa bize iki ay ceza verebilirdi. 

Zaten Yusufiye medreselerinden mezun olduktan sonra askere gitmeye karar verince en az dört ay ceza almayı göze almıştım. 

Bunun için askerlik 20 ay olmasına rağmen aileme “24 ay sonra görüşürüz” demiş öyle askere gelmiştim.

Yatsıdan sonra camii dolup taştı adeta. 

Birçok subay ve astsubayımız da gelmişti. Kur’an okumayla açılan programımızda hisli bir konuşma yaptım:

“Değerli komutanlarım ve asker arkadaşlarım. Biz Müslüman Türk milleti olarak anadan doğma asker bir milletiz. Tarih boyunca Ordu millet hep el ele olduk. Buraya gelene kadar sivil olarak vatan ve milletimiz adına mücadelemizi verdik.

Bu hususta ağır bedeller ödedik. Binlerce arkadaşımızı şehit verdik. Sivilde iken silahlarımız parkelerimizin içindeydi.

Şimdi askerdeyiz ve tek fark silahlarımızın parkelerimizin üzerinde olmasıdır. Asker bir millet olarak vatanımız, bayrağımız, milli ve manevi değerlerimiz için canımızı vermekten asla çekinmeyiz. 

Bir grup idealist arkadaş olarak 27 Aralık’ta milletimizin verdiği mücadelenin sembol isimlerinden biri olan Akif’in şahsında bütün büyüklerimizi anmak için böyle bir program yapmayı planladık. 

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz cihana insanlık nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.

Akif’in deyimiyle Türk milleti olarak milletler içinde öncü bir milletiz ve insanlık kapkara ufuklarda dolaşırken biz insanlığa medeniyet öğretmişiz. 

Biz milli ve manevi değerlerimiz uğrunda mücadele etmeyi cihat, bu mücadelede yaralanırsak gazi, ölürsek şehit olacağımıza inandığımız bir dinin mensuplarıyız.

Bu uğurda şehit olanlarımızı rahmet ve minnetle, gazilerimizi de şükranla anıyoruz. Türk milleti olarak Müslüman olduktan sonra İslam’ın öncülüğünü yaptık ve bundan sonrada yapmaya devam edeceğiz. Bu hususta hiçbir karanlık güç bizi yolumuzdan ayıramaz!..”

Konuşmanın ardından arkadaşlarımız, hazırladıkları konuşmaları icra ettiler. 

Bu arada, bazı arkadaşlarımız da Akif’in “Çanakkale Destanı” ve İstiklal Marşı’nı okudular.  Ardından da şehitlerimize hediye etmek üzere Kur’an ziyafeti verildi.

Program sonrası özellikle “böyle bir program yaptırmazlar” diyen arkadaşlara şöyle demiştim:

- Arkadaşlar! Gördüğünüz gibi böyle bir program yapmak için niyetlendiğimizde vazgeçseydik bu noktaya gelemezdik. Çekinseydik ve cesaretimizi toplayıp bu işe girişmeseydik başarılı olamazdık. Demek ki niyet edip başlarsak Rabbim yolumuzu açar.

Aradan geçen 38 yıla rağmen bu hatıra zihnimde hala canlılığını koruyor.

Bu vesile ile İstiklal şairimiz Mehmet Akif’i rahmet ve minnetle bir kez daha anıyorum. 

Mekanı Cennet olsun.

.

Selim Çoraklı, dikGAZETE.com