Barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol!
Barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol!
- 15-08-2020 22:27
- 1039
- 15-08-2020 22:27
- 1039
MİLLİ MENFAATLER, MİLLİ KARARLILIK VE HARBİ GÖZE ALMA
“Akdeniz ısınıyor…” deniyor.
Akdeniz’i gerginlikler ve kavgalar denizine kim çevirdi?
Biliniz ki, Akdeniz hiç soğumamıştı.
Emperyalizm ve kuklaları Türk Devleti’nin âdeta iç denizi olan Akdeniz’de 15. Yüzyıldan bu yana bizimle savaş hâlindeler.
Akdeniz hiç soğumadı ki!
Size yakın tarihin bildiğimizi zannettiğimiz ama okumadığımız sâdece Kıbrıs boyutu ile acı hatırasını hatırlatacağım.
1877–78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Osmanlı Devleti yenilir ve Ayestefanos Barış Antlaşması (Yeşilköy) imzalanır.
İlgili antlaşma ağır hükümler içerir.
Bunu bahâne eden İngiltere ve Müttefikleri, Osmanlı ve Rus Devletleri’ne Berlin Antlaşması’nı imzalatırlar.
Berlin Konferansı’nda Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye bırakılır.
İngiltere, Doğu’daki Rus tehdidini öne sürerek Osmanlı Devleti’ni kendisine bir askeri üs vermesi konusunda iknâ eder.
Yapılan antlaşmaya göre eğer Rusya, Doğu’da işgal ettiği Kars, Ardahan ve Batum’dan geri çekilirse, İngiltere de Kıbrıs adasını boşaltacaktır.
Böylece, 1878 yılından itibaren Kıbrıs adası İngiltere’ye kiralanmış olur.
1960 yılına kadar sürecek Kıbrıs’ta İngiltere hâkimiyeti başlar.
İşgâl, Kıbrıslı Türkleri derinden etkiler.
Bir kısım Kıbrıslı Türk, adadan ayrılarak Türkiye’ye göç eder.
1914 tarihinde Kıbrıs’ı İngiltere ilhâk eder.
Bu kararla Osmanlı Devleti’nin bir şey yapamaması sonucunda ümitsizliğe kapılan birçok Kıbrıslı Türk, Kıbrıs’tan ayrılır.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda TBMM Hükümeti, adanın İngiltere’ye ait olduğunu kabul eder.
1924–1927 yılları arasında Lozan Antlaşması’na dayanarak adadan 5000 civarında Kıbrıslı Türk, Türkiye’ye göç etmiştir.
Böylece 1878 yılında başlayan nüfus dengesindeki bozulma, 1914’te devam etmiş, son olarak da Lozan Antlaşması’yla birlikte Kıbrıslı Türkler için vahim bir durum haline gelmiştir.
1950’li yıllarda İngiltere’nin dâveti üzerine Türkiye, Londra Konferansı’na katılarak artık Kıbrıs’ta resmen taraf olur.
1974 Kıbrıs’ta Askerî zorlamamız, Barış Hârekâtı’na kadar katliam ve gözyaşı, göçe zorlama bitmedi.
Düşünün şimdi! Fark var mı?
Büyük ülkemiz ve coğrafyamız yağmalanıyor aslında.
Bugün BAE ile İsrail arasında yapılan anlaşmanın anlamı ne?
İşgâlcilerle, işbirlikçileri halkı uyutarak Filistin’i daha kolay yutma derdindeler.
S. Arabistan Kralı’nın dedeleri, Kraliçe adına devletimize âsi olan çapulcular değil miydi?
Hatta Selefîliğin ilk tezâhürü olan Vehhâbîlik de onlar aracılığı ile büyütülmedi mi?
Tarihe bakarsanız bu günü anlarsınız.
“Yayı ne kadar geriye çekersen, oku o kadar ileriye ve istikrarlı atarsın!”
Geleceğin inşâsı, geçmişi bilmekle olur.
Yukarıda anlattığımız Berlin Konferansı’nı düşünün.
Rusya, doğu ve kuzeyden topraklarımızı işgâl etmiş, İngiltere, Fransa’nın desteği ile Kıbrıs’ı işgâl ediyor.
Ne için?
Yeni işgâller için…
Nihâyetinde tüm Arap Yarımadası, Kuzey Afrika ve İran’ı işgal ediyorlar.
İngiltere’nin en büyük yeteneği, denizlere hâkim olmasıdır.
Büyük Harp Gemileri ile kapsamlı kıta intikâlleri yaparak istediği yerde, istediği kadar birlik bulundurabilmektedir.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra yerini, jandarması ABD’ne bırakmıştır.
Tüm bu taarruz ve işgâlleri ne durdurur peki?
Abdülhak Molla’nın (1786–1854) şu sözü işin özüdür;
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh”
Yâni “Bütün devletlerin kurtuluşu şu sözdedir ki, barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol.”
Harbe hazırlık, öncelikle; Milli Birlik, güçlü ekonomi, yerli üretim, modern donanımlı ve iyi eğitimli inanmış ordularla olur. Hamâset, tek başına Balkan Harpleri’nde olduğu gibi hezîmetten başka bir şey değildir.
Milli Birliğin temelinde ise; Milletin yazılı olmayan ideolojisi vardır.
Millî ideolojiyi, mefkûreyi besleyen temel kaynaklar ise, Yüce Dinimiz İslâm ve Töremizdir.
Tarih, sosyal genetik, coğrafya vb. ise töreyi besleyen yadsınamaz değerlerdir elbette.
Devlet, Millete dayatamaz!
Devlet, Milletimizin emrindedir.
Devlet sistemi, halkın değerleriyle çatışamaz.
Geçmişte devlet ve millet arasında mesâfe olduğu için, Ordu, Millî İdeoloji ile halkına yabancı devlet ideolojisi arasında kalıyordu.
Böylece emperyalizm, NATO vb. kuruluşların da desteği ile Ordumuzun komuta kadrolarını bir şekilde kontrol ediyordu.
Askerî darbelerin tamâmında bunu görürsünüz.
En son 15 Temmuz 2016 İhânet Darbesi, emperyalizmin ne kadar etkin olduğunun göstergesidir.
Bu gün, Millî Devlet teşekkül etmektedir.
Tam teşekkül ne zaman peki?
Büyük devletler gibi, iktidârıyla, muhâlefetiyle, STK ile ülke menfaatleri ve toplum değerleri tartışılmaz hâle gelir, o zaman Millî Devlet teşekkül etmiş demektir.
Aziz Milletim!..
“Fransa’nın Doğu Akdeniz’de ne işi var?” demeyin. ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın Ortadoğu’da, Afrika’da ne işi var?
Asıl soru şudur?
Emperyalizm, Barbar Batı bu kadar açık 1000 yıldır bizimle kavga ediyorken, hâlâ nasıl içimizden en az yüzde 20 onlara kulluk yapabiliyor, işbirliği yapıyor, kendi halkına karşı hareket ediyor ve halkın bir kısmı, nasıl bu ihânet kadrolarına itaat ediyor?
Hatta, modernlik, çağdaşlık vb. kisvelerle, kendi toplum değerlerinin tamâmını reddedip, nasıl birer mankurta dönüşüp, kendi halkına düşman olabiliyor?
Asıl soru budur.
Bizim, ihânet ve işbirlikçi kadroları tüm coğrafyamızda yenmekten başka çaremiz yoktur.
Türkiye, büyük acılar ve mücâdeleler sonucu Millî devleti İhyâ yolunda ciddi mesâfeler kat etmiştir. Ancak, tüm çevre halklarda da bu başarılamazsa Mısır, S. Arabistan, BAE örneklerinde olduğu gibi halk, baskı altında yozlaştırılmaya devâm ederse biliniz ki kukla iktidarlar, halkı da emperyalizme kazandırabilir.
FETÖ de buna bir örnek değil miydi?
Azîz ve Fedâkar Milletim!
Güçlü ve Büyük Türkiye için el ele, gönül gönüle olup, çok çalışmaktan başka çaremiz yoktur.
Ordularımızın en çok buna ihtiyaçları vardır; arkalarında duran dev gibi Türk Milleti’ne..
Biliniz!
Asker Ocağı, Peygamber Otağı’nda söylediğiniz; “HER TÜRK ASKER DOĞAR!” haykırışınız doğrudur. Tarihimiz bunun canlı tanığıdır.
Müjdeli fetihlere mazhâriyetimiz âdeta Rabbimizden milletimize “vahiy misâli tâlimatlar” gibidir.
Sorumluluklarımızın bilincinde olalım. Rabbimizi, Müslümanları, Büyük ve Kahraman Milletimizi küstürmeyelim, dağıtmayalım.
Biliniz ki, Ordular, Milletlerinin duâsı ve desteği ile başarırlar.
“Ordu Millet” olduğumuzu unutmadan çok çalışmak ve bir olmak, iri olmak, diri olmak duâsı ile..
Özetle;
Harbi, -savaşmayı- göze alamayan milletler, diğer milletlerin avı olur. Devlet olmanın, Güçlü Millet olmanın en önemli vasfı budur.
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-
MİLLİ MENFAATLER, MİLLİ KARARLILIK VE HARBİ GÖZE ALMA
“Akdeniz ısınıyor…” deniyor.
Akdeniz’i gerginlikler ve kavgalar denizine kim çevirdi?
Biliniz ki, Akdeniz hiç soğumamıştı.
Emperyalizm ve kuklaları Türk Devleti’nin âdeta iç denizi olan Akdeniz’de 15. Yüzyıldan bu yana bizimle savaş hâlindeler.
Akdeniz hiç soğumadı ki!
Size yakın tarihin bildiğimizi zannettiğimiz ama okumadığımız sâdece Kıbrıs boyutu ile acı hatırasını hatırlatacağım.
1877–78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Osmanlı Devleti yenilir ve Ayestefanos Barış Antlaşması (Yeşilköy) imzalanır.
İlgili antlaşma ağır hükümler içerir.
Bunu bahâne eden İngiltere ve Müttefikleri, Osmanlı ve Rus Devletleri’ne Berlin Antlaşması’nı imzalatırlar.
Berlin Konferansı’nda Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye bırakılır.
İngiltere, Doğu’daki Rus tehdidini öne sürerek Osmanlı Devleti’ni kendisine bir askeri üs vermesi konusunda iknâ eder.
Yapılan antlaşmaya göre eğer Rusya, Doğu’da işgal ettiği Kars, Ardahan ve Batum’dan geri çekilirse, İngiltere de Kıbrıs adasını boşaltacaktır.
Böylece, 1878 yılından itibaren Kıbrıs adası İngiltere’ye kiralanmış olur.
1960 yılına kadar sürecek Kıbrıs’ta İngiltere hâkimiyeti başlar.
İşgâl, Kıbrıslı Türkleri derinden etkiler.
Bir kısım Kıbrıslı Türk, adadan ayrılarak Türkiye’ye göç eder.
1914 tarihinde Kıbrıs’ı İngiltere ilhâk eder.
Bu kararla Osmanlı Devleti’nin bir şey yapamaması sonucunda ümitsizliğe kapılan birçok Kıbrıslı Türk, Kıbrıs’tan ayrılır.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda TBMM Hükümeti, adanın İngiltere’ye ait olduğunu kabul eder.
1924–1927 yılları arasında Lozan Antlaşması’na dayanarak adadan 5000 civarında Kıbrıslı Türk, Türkiye’ye göç etmiştir.
Böylece 1878 yılında başlayan nüfus dengesindeki bozulma, 1914’te devam etmiş, son olarak da Lozan Antlaşması’yla birlikte Kıbrıslı Türkler için vahim bir durum haline gelmiştir.
1950’li yıllarda İngiltere’nin dâveti üzerine Türkiye, Londra Konferansı’na katılarak artık Kıbrıs’ta resmen taraf olur.
1974 Kıbrıs’ta Askerî zorlamamız, Barış Hârekâtı’na kadar katliam ve gözyaşı, göçe zorlama bitmedi.
Düşünün şimdi! Fark var mı?
Büyük ülkemiz ve coğrafyamız yağmalanıyor aslında.
Bugün BAE ile İsrail arasında yapılan anlaşmanın anlamı ne?
İşgâlcilerle, işbirlikçileri halkı uyutarak Filistin’i daha kolay yutma derdindeler.
S. Arabistan Kralı’nın dedeleri, Kraliçe adına devletimize âsi olan çapulcular değil miydi?
Hatta Selefîliğin ilk tezâhürü olan Vehhâbîlik de onlar aracılığı ile büyütülmedi mi?
Tarihe bakarsanız bu günü anlarsınız.
“Yayı ne kadar geriye çekersen, oku o kadar ileriye ve istikrarlı atarsın!”
Geleceğin inşâsı, geçmişi bilmekle olur.
Yukarıda anlattığımız Berlin Konferansı’nı düşünün.
Rusya, doğu ve kuzeyden topraklarımızı işgâl etmiş, İngiltere, Fransa’nın desteği ile Kıbrıs’ı işgâl ediyor.
Ne için?
Yeni işgâller için…
Nihâyetinde tüm Arap Yarımadası, Kuzey Afrika ve İran’ı işgal ediyorlar.
İngiltere’nin en büyük yeteneği, denizlere hâkim olmasıdır.
Büyük Harp Gemileri ile kapsamlı kıta intikâlleri yaparak istediği yerde, istediği kadar birlik bulundurabilmektedir.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra yerini, jandarması ABD’ne bırakmıştır.
Tüm bu taarruz ve işgâlleri ne durdurur peki?
Abdülhak Molla’nın (1786–1854) şu sözü işin özüdür;
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh”
Yâni “Bütün devletlerin kurtuluşu şu sözdedir ki, barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol.”
Harbe hazırlık, öncelikle; Milli Birlik, güçlü ekonomi, yerli üretim, modern donanımlı ve iyi eğitimli inanmış ordularla olur. Hamâset, tek başına Balkan Harpleri’nde olduğu gibi hezîmetten başka bir şey değildir.
Milli Birliğin temelinde ise; Milletin yazılı olmayan ideolojisi vardır.
Millî ideolojiyi, mefkûreyi besleyen temel kaynaklar ise, Yüce Dinimiz İslâm ve Töremizdir.
Tarih, sosyal genetik, coğrafya vb. ise töreyi besleyen yadsınamaz değerlerdir elbette.
Devlet, Millete dayatamaz!
Devlet, Milletimizin emrindedir.
Devlet sistemi, halkın değerleriyle çatışamaz.
Geçmişte devlet ve millet arasında mesâfe olduğu için, Ordu, Millî İdeoloji ile halkına yabancı devlet ideolojisi arasında kalıyordu.
Böylece emperyalizm, NATO vb. kuruluşların da desteği ile Ordumuzun komuta kadrolarını bir şekilde kontrol ediyordu.
Askerî darbelerin tamâmında bunu görürsünüz.
En son 15 Temmuz 2016 İhânet Darbesi, emperyalizmin ne kadar etkin olduğunun göstergesidir.
Bu gün, Millî Devlet teşekkül etmektedir.
Tam teşekkül ne zaman peki?
Büyük devletler gibi, iktidârıyla, muhâlefetiyle, STK ile ülke menfaatleri ve toplum değerleri tartışılmaz hâle gelir, o zaman Millî Devlet teşekkül etmiş demektir.
Aziz Milletim!..
“Fransa’nın Doğu Akdeniz’de ne işi var?” demeyin. ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın Ortadoğu’da, Afrika’da ne işi var?
Asıl soru şudur?
Emperyalizm, Barbar Batı bu kadar açık 1000 yıldır bizimle kavga ediyorken, hâlâ nasıl içimizden en az yüzde 20 onlara kulluk yapabiliyor, işbirliği yapıyor, kendi halkına karşı hareket ediyor ve halkın bir kısmı, nasıl bu ihânet kadrolarına itaat ediyor?
Hatta, modernlik, çağdaşlık vb. kisvelerle, kendi toplum değerlerinin tamâmını reddedip, nasıl birer mankurta dönüşüp, kendi halkına düşman olabiliyor?
Asıl soru budur.
Bizim, ihânet ve işbirlikçi kadroları tüm coğrafyamızda yenmekten başka çaremiz yoktur.
Türkiye, büyük acılar ve mücâdeleler sonucu Millî devleti İhyâ yolunda ciddi mesâfeler kat etmiştir. Ancak, tüm çevre halklarda da bu başarılamazsa Mısır, S. Arabistan, BAE örneklerinde olduğu gibi halk, baskı altında yozlaştırılmaya devâm ederse biliniz ki kukla iktidarlar, halkı da emperyalizme kazandırabilir.
FETÖ de buna bir örnek değil miydi?
Azîz ve Fedâkar Milletim!
Güçlü ve Büyük Türkiye için el ele, gönül gönüle olup, çok çalışmaktan başka çaremiz yoktur.
Ordularımızın en çok buna ihtiyaçları vardır; arkalarında duran dev gibi Türk Milleti’ne..
Biliniz!
Asker Ocağı, Peygamber Otağı’nda söylediğiniz; “HER TÜRK ASKER DOĞAR!” haykırışınız doğrudur. Tarihimiz bunun canlı tanığıdır.
Müjdeli fetihlere mazhâriyetimiz âdeta Rabbimizden milletimize “vahiy misâli tâlimatlar” gibidir.
Sorumluluklarımızın bilincinde olalım. Rabbimizi, Müslümanları, Büyük ve Kahraman Milletimizi küstürmeyelim, dağıtmayalım.
Biliniz ki, Ordular, Milletlerinin duâsı ve desteği ile başarırlar.
“Ordu Millet” olduğumuzu unutmadan çok çalışmak ve bir olmak, iri olmak, diri olmak duâsı ile..
Özetle;
Harbi, -savaşmayı- göze alamayan milletler, diğer milletlerin avı olur. Devlet olmanın, Güçlü Millet olmanın en önemli vasfı budur.
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-