BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL..
BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL..
- 01-11-2016 04:44
- 452
- 01-11-2016 04:44
- 452
Her şarkının bir tarihçe-i hayatı olduğunu umarım tahmin edersiniz..
Türk sanat musikisinde zirve olmuş, gönüllerde taht kurmuş ve pek çok insanda iz bırakmış olan eserler musiki severlerde daima ilgi uyandırmıştır..
Bu defa da alâkanızı çekeceğini umduğum bir eserin nasıl ortaya çıktığını sizlerle paylaşmak istiyorum..
Amacım, sizleri biraz geçmişe götürmek, varsa şayet hatıralarınızı tazelemek!..
Hele; “Pek revadır sevdiğim ettiklerin” isimli Suzinak bir eseri vardır ki, bugün bile dillerden düşmez..
Uzatmayalım; Heybeliada’da oturan Ahmet Rasim’in, sohbetten sohbete, fasıldan fasıla koşan uçarı bir yaşam tarzı vardır.. Tabii bu özellikleri ailesini ihmal etmesine sebep olur..
Haftalardır evine uğramadığı olur üstadın!.. Bu da doğal olarak hanımında üzüntü meydana getirir..
Yine ayrılığın hüküm sürdüğü hüzünlü günlerden bir gün, Ahmet Rasim evine döner ama ertesi gün tekrar dışarı çıkması gerekmektedir..
Sabah olur, giyinir, kuşanır ve “ben gidiyorum, hoşça kal” der hanımına..
Nezaketin ve kemal-i edebin verdiği incelikle; “Efendi” der, beyine ve devam eder; “lütfen geç kalmayınız, eve erken geliniz!..”
Üstat, önce aldırmaz, ama ne hikmetse bu cümleden etkilenir ve yol boyunca da kafasına takar!..
İstanbul’a geçmek için vapura biner ve yolculuğu boyunca hanımının sözleri devamlı kulağında çınlar!..
Ahmet Rasim, Eminönü’ne gelir ve oradan da doğruca Vezneciler’e geçer..
Buram buram zerafet kokan kişizadelerin yaşadığı, tevazu rahle-i tedrisinden geçmiş hasbi insanların hayat sürdüğü, selâm vermenin adet olduğu bir güzel beldedir İstanbul..
Fatih’iyle, Sultanahmet’iyle, Eyüp’yle, Süleymaniye’siyle, Beyazıt’ıyla, Vefa’sıyla, Çarşamba’sıyla, Sarıgüzel’iyle, Laleli’siyle, Kağıthane’siyle önemli bir okuldur..
O zamanlar bu semtler, ediplerin, şairlerin, güzel konuşan, güzel düşünen, ufku geniş duygulu insanların, adeta istilasına uğramış..
Vezneciler muhiti de bunlardan biri..
Şehzadebaşı’ndan, Süleymaniye’ye dönen yolun tam köşesinde o zamanlar meşhur Letafet apartmanı (İstanbul’un ilk apartmanlarından)bulunmakta..
Alt katında da kıraathane var!.
Musiki adına aklınıza kim gelirse orada..
Edebi sohbetler yapılıyor, bestekârlar eserlerini tanıtıyorlar vs..
Kısacası, İstanbul’da Türk sanat musikisinin kalbinin attığı yerlerin en başında geliyor bu kıraathane!..
Giriyor Ahmet Rasim kıraathaneden içeri, ama bir türlü hanımının “lütfen geç kalma, erken gel” sözü aklından çıkmıyor..
Oturuyor her zamanki masasına!.. Kahveci, kimin ne içtiğini bildiğinden hemen getiriyor “okkalı sade kahveyi”..
Üstad, kahvesini hem yudumluyor, hem de kafasında yıllar boyu dillerden düşmeyecek olan o ünlü eserin güftesini şekillendiriyor..
Neticede, Ahmet Rasim kısacık bir sürede güfteyi yazıp bitiriyor..
Ancak, sıra bestenin yapılmasına geliyor..
O da kolay, çünkü Letafet apartmanının altındaki kıraathane, ifade ettiğimiz gibi adeta bestekâr kaynamakta..
İşte onlardan biri hemen gözüne çarpıyor Ahmet Rasim’in!.
Yan masada oturuyor Tatyos Efendi ve o da kahvesini yudumluyor..
Ahmet Rasim; “muhterem üstadım” diyor Tatyos’a, ardından da devam ediyor;
Tatyos Efendi, “hay hay efendim” deyip güfteyi alıyor, okuyor ve kısa bir zaman içinde de besteyi yapıyor..
Yıllardır dinlerken zevk duyduğumuz o unutulmaz “uşşak” şarkı işte bu şekilde ortaya çıkıyor..
***
Evet değerli dostlarım; yüksek müsadelerinizle şimdi de ben sizlere sorayım;
Gerçekten muhteşem!..
Peki ya işin yardımlaşma kısmı?..
O hele fevkalâde..
Biri güfteyi yazıyor, öteki anında besteyi yapıyor..
Bize de yıllar boyu keyifle dinlemesi kalıyor..
:
-Daha önce de yayınlanmış ancak “iyi” okunamamış bir yazı…-
Her şarkının bir tarihçe-i hayatı olduğunu umarım tahmin edersiniz..
Türk sanat musikisinde zirve olmuş, gönüllerde taht kurmuş ve pek çok insanda iz bırakmış olan eserler musiki severlerde daima ilgi uyandırmıştır..
Bu defa da alâkanızı çekeceğini umduğum bir eserin nasıl ortaya çıktığını sizlerle paylaşmak istiyorum..
Amacım, sizleri biraz geçmişe götürmek, varsa şayet hatıralarınızı tazelemek!..
Hele; “Pek revadır sevdiğim ettiklerin” isimli Suzinak bir eseri vardır ki, bugün bile dillerden düşmez..
Uzatmayalım; Heybeliada’da oturan Ahmet Rasim’in, sohbetten sohbete, fasıldan fasıla koşan uçarı bir yaşam tarzı vardır.. Tabii bu özellikleri ailesini ihmal etmesine sebep olur..
Haftalardır evine uğramadığı olur üstadın!.. Bu da doğal olarak hanımında üzüntü meydana getirir..
Yine ayrılığın hüküm sürdüğü hüzünlü günlerden bir gün, Ahmet Rasim evine döner ama ertesi gün tekrar dışarı çıkması gerekmektedir..
Sabah olur, giyinir, kuşanır ve “ben gidiyorum, hoşça kal” der hanımına..
Nezaketin ve kemal-i edebin verdiği incelikle; “Efendi” der, beyine ve devam eder; “lütfen geç kalmayınız, eve erken geliniz!..”
Üstat, önce aldırmaz, ama ne hikmetse bu cümleden etkilenir ve yol boyunca da kafasına takar!..
İstanbul’a geçmek için vapura biner ve yolculuğu boyunca hanımının sözleri devamlı kulağında çınlar!..
Ahmet Rasim, Eminönü’ne gelir ve oradan da doğruca Vezneciler’e geçer..
Buram buram zerafet kokan kişizadelerin yaşadığı, tevazu rahle-i tedrisinden geçmiş hasbi insanların hayat sürdüğü, selâm vermenin adet olduğu bir güzel beldedir İstanbul..
Fatih’iyle, Sultanahmet’iyle, Eyüp’yle, Süleymaniye’siyle, Beyazıt’ıyla, Vefa’sıyla, Çarşamba’sıyla, Sarıgüzel’iyle, Laleli’siyle, Kağıthane’siyle önemli bir okuldur..
O zamanlar bu semtler, ediplerin, şairlerin, güzel konuşan, güzel düşünen, ufku geniş duygulu insanların, adeta istilasına uğramış..
Vezneciler muhiti de bunlardan biri..
Şehzadebaşı’ndan, Süleymaniye’ye dönen yolun tam köşesinde o zamanlar meşhur Letafet apartmanı (İstanbul’un ilk apartmanlarından)bulunmakta..
Alt katında da kıraathane var!.
Musiki adına aklınıza kim gelirse orada..
Edebi sohbetler yapılıyor, bestekârlar eserlerini tanıtıyorlar vs..
Kısacası, İstanbul’da Türk sanat musikisinin kalbinin attığı yerlerin en başında geliyor bu kıraathane!..
Giriyor Ahmet Rasim kıraathaneden içeri, ama bir türlü hanımının “lütfen geç kalma, erken gel” sözü aklından çıkmıyor..
Oturuyor her zamanki masasına!.. Kahveci, kimin ne içtiğini bildiğinden hemen getiriyor “okkalı sade kahveyi”..
Üstad, kahvesini hem yudumluyor, hem de kafasında yıllar boyu dillerden düşmeyecek olan o ünlü eserin güftesini şekillendiriyor..
Neticede, Ahmet Rasim kısacık bir sürede güfteyi yazıp bitiriyor..
Ancak, sıra bestenin yapılmasına geliyor..
O da kolay, çünkü Letafet apartmanının altındaki kıraathane, ifade ettiğimiz gibi adeta bestekâr kaynamakta..
İşte onlardan biri hemen gözüne çarpıyor Ahmet Rasim’in!.
Yan masada oturuyor Tatyos Efendi ve o da kahvesini yudumluyor..
Ahmet Rasim; “muhterem üstadım” diyor Tatyos’a, ardından da devam ediyor;
Tatyos Efendi, “hay hay efendim” deyip güfteyi alıyor, okuyor ve kısa bir zaman içinde de besteyi yapıyor..
Yıllardır dinlerken zevk duyduğumuz o unutulmaz “uşşak” şarkı işte bu şekilde ortaya çıkıyor..
***
Evet değerli dostlarım; yüksek müsadelerinizle şimdi de ben sizlere sorayım;
Gerçekten muhteşem!..
Peki ya işin yardımlaşma kısmı?..
O hele fevkalâde..
Biri güfteyi yazıyor, öteki anında besteyi yapıyor..
Bize de yıllar boyu keyifle dinlemesi kalıyor..
:
-Daha önce de yayınlanmış ancak “iyi” okunamamış bir yazı…-