Bunlar neden hesap vermiyor?
Bunlar neden hesap vermiyor?
- 20-08-2022 15:14
- 3498
- 20-08-2022 15:14
- 3498
FETÖ denen iblisi yapının dinimize, milletimize ve ülkemize verdiği zararları ciltlerle kitap yazsak anlatamayız. 1960’lı yıllarda CIA laboratuvarlarında planlanarak uygulama alanına konulan FETÖ, bizim paralarımızla bizim çocuklarımızı devşirerek tarihimizin en büyük ihanetini gerçekleştirdi.
Bu karanlık örgütle ilgili birçok soruşturmalar açılsa da, on binlerce kişi ceza almış olsa da FETÖ’yü besleyip büyüten “Sözde âlimler, gazeteciler, politikacılar, ilim adamları, cemaat ve tarikat liderleri” hala içimizde geziyorlar.
AK Parti kendi paçasını kurtarmak için 17/25 Aralık tarihini milat olarak ilan etti ama ne hikmetse 15 Temmuz’a kadar FETÖ’nün tetikçiliğini yapan, onun gazete ve dergilerinde yazan bazı gazetecilere, yazarlara, politikacılara kimse dokunmuyor.
Bu durum, ister istemez midemizi bulandırıyor.
Öyle ya madem 17/25 Aralık 2013 tarihini milat olarak gösterdiniz, bu ilkenize sadık kalın ve bu tarihten sonra FETÖ’yü açık biçimde destekleyen sizden dahi olsa yargılayın!.. “Bizden olanların FETÖ’cülüklerini görmeyelim” mantığı, mantıksızlıktır ve milletin midesini bulandırır.
İsterseniz bazı misaller ve isimler üzerinden somut örneklerle gidelim:
“Ak Parti içinde, geçmişi FETÖ ile kesişmeyen kimse yoktur.” dersem herhalde mübalağa etmemiş olurum.
Bunların hiçbirinin geçmiş dönemde FETÖ ile ilişkilerinden dolayı hesap vermediğini de iyi biliyorum. Ancak bazılarının durumu gerçekten hiçbir gerekçe ile telif edilemeyecek durumda.
Mesela AK Parti içinde geçmişi FETÖ ile iltisaklı olduğu ayın on dördü gibi açık olan Hüseyin Çelik’ten Bülent Arınç’a, Suat Kılıç’tan Nurettin Nebati’ye, Hüseyin Tanrıverdi’den Ekrem Erdem’e, Nihat Zeybekçi’den Mustafa Elitaş’a, Cahit Akyol’dan Mehmet Özhaseki’ye, Hayati Yazıcı’dan Hüseyin Kocabıyık’a, Pensilvanya’da FETÖ ile boy boy resim çektiren milletvekillerinden değişik vasıtalarla FETÖ’yü aklamaya çalışanlara kadar niceleri, hiç yargılanmadı, soruşturulmadı, ifadeleri bile alınmadı ve yaptıkları yanlarına kar kadı.
AK Parti öyle de diğer partiler ondan aşağı mı?
17/25 Aralık tarihine kadar FETÖ’yü Müslüman zannedip saldıran CHP, FETÖ’nün hainliği ortaya çıktıktan sonra onun en büyük destekçisi olmuş, 15 Temmuz’da darbe yaparak 251 kişiyi katletmelerini “Tiyatro!.. Kontrollü darbe!.. vs.” gibi FETÖ algılarını savunmuştur. Ancak ne kadar hazindir ki CHP de bu davranışlarından dolayı yargılanmamıştır.
İP’in durumu ise gerçekten ibretlik.
15 Temmuz’dan bir ay önce “Ben 15’inde başbakan olacağım. Yurtta sulh cihanda sulh” naraları atan Meral Akşener, MHP’yi ele geçiremeyince kendi yandaşlarıyla ayrılıp parti kurmuş, ne kadar FETÖ artığı varsa, partisine toplamış ve açık biçimde FETÖ tetikçiliği yapmaya başlamışlardır.
SP’nin durumu ise gerçekten çok ilginç. FETÖ’yü geçiş dönemde sevmeyen neredeyse tek adam olan rahmetli Necmettin Erbakan’ın partisi, 17/25 Aralık’tan sonra FETÖ ile adeta kanka olmuş, genel başkan Mustafa Kamalak, FETÖ’nün kurumlarını karargâh haline getirmiştir. Kamalak’ın yerine gelen Temel Karamollaoğlu da aynı çizgiyi sürdürmüş, AK Parti kini, onları FETÖ yamaçlarına sürüklemiştir.
Diğer bazı partilerin durumu da farklı değildir.
Onlar da iktidara gelmeleri halinde devletin kendini korumak için KHK’larla görevden uzaklaştırdığı bütün FETÖ’cüleri göreve döndüreceklerini söyleyerek oy avcılığına soyunmuşlardır.
Sıradan bir vatandaşın FETÖ ile iltisakı tespit edilince hemen harekete geçip, hakkında kanuni işlem yapan emniyet ve yargı mensupları, ne hikmetse özellikle politikacıların FETÖ iltisaklarını adeta görmezden gelmiş ve haklarında herhangi bir soruşturma açılmamıştır.
Bu durum, ister istemez halkın nazarında devlete ve hükümete karşı güvensizliği, itimadı zedelemiş ve adalet adeta yok sayılmıştır.
Bu durum, sadece politik alanda değil, diğer birçok alanda da aynıyla devam etmektedir.
Mesela Prof. Dr. Faruk Beşer, FETÖ lideri Gülen hakkında “Fethullah Gülen’in Fıkhını Anlamak” isimli kitap yazmış, kitabında Gülen’i müceddit, müctehit ilan etmiş ve bütün ilmini ondan aldığını yazmıştı. Ama ne hikmetse şimdiye kadar Faruk Beşer hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. .
Faruk Beşer, fıkıhçı olduğu halde Gülen’in görüşlerindeki İslami sapmaları ve camianın yaptığı haramları görmüyordu. Çünkü hadiseye Kur’an, Sünnet ve fıkıh ilmi açısından bakmıyordu. Gücün tesirinde kalarak yaptığı bu faaliyet hakkında şimdiye kadar herhangi bir emniyete veya yargıya gidip hesap verdi mi? Ya da yazdığı kitaba reddiye yazarak yanıldığını ifade eden bir açıklama yaptı mı, şimdiye kadar hiç duymadım.
Ekleme ve çıkarma yapmadan kitabından yapacağım alıntılarla Faruk Beşer’in Gülen’e övgülerini görelim ve ne kadar ilim (!) ve ne kadar basiret (!) sahibi olduğuna karar verelim.
“1970’li yılların sonundan 1980’in sonuna kadar ulaşabildiğim bütün konuşma bantlarını, pek çoğunu defaatle olmak üzere, dinledim. Özel bir deftere notlar aldım. Çok önemli bulduğum notları bir araya getirerek 20 kadar seçme kaset yaptım. Aradığım bilgiye ulaşabilmek için diğer kasetlerin konularını da tek tek fişleyip bir indeks hazırladım. Çünkü o zaman, ne bilgisayar ne de cd vardı. Çalışacağım ve yazacağım her konuda, öncelikle onun söylediklerini duyarak anlamaya ve düşüncemin doğru olup olmadığını bu yolla test etmeye çalıştım. Bu benim için önemli bir teyitti… Şunun da farkına vardım ki, aslında benim kendimin sandığım fikirlerimin pek çoğunun kaynağı bu kasetlermiş. Hatta yıllardır fakültede vermekte olduğum ve öğrencilerim tarafından çok beğenilen ‘Günümüz Fıkıh Problemleri’ adlı derslerimdeki etraflı izah ve açıklama üslubunda Hoca Efendi’den etkilenme olabileceği kanaatine vardım. Bu itibarla yarın benin hakkımda, faraza bir terceme-i hal yazılacak olsa, ‘İlmini aldığı kaynakların başında Fethullah Gülen Hoca gelir’ denmesi tam isabet olur.” (Gülen’in Fıkhını Anlamak, Sayfa 12)
“Fethullah Gülen, ‘Zamanının Biriciği’ ve ‘Asrının Birinci Adamı’dır. Bu sebeple Hoca Efendi en çok sevdiğim insan oldu. Bazı teracim kitaplarında çokça görülen ifadesiyle, benim gözümde o; ‘Vahidü dehrih’ (Zamanının biriciği) ve ‘Ferîdü asrih’ (Asrının birinci adamı) haline geldi. Hatta ‘Ya Rab! Benim sağlığımdan al ve onun sağlığına kat’ diye bilmem kaç kez dua ettim. Bunları söylememin bir hakkı teslim görevi olduğuna inanıyorum. Ve yine inanıyorum ki, Allah uzun ömür eylesin, yarın pek çok insan bu teslimde geç kalmış olacaklarını söyleyeceklerdir. İmdi, şöyle iddialı bir çıkış yapsam ‘kendilerinden hiç ayrılmayanların bir kısmı da dahil olmak üzere, cemaatinden kaç kişi Hoca Efendi’yi benim kadar tanımıştır?’ desem, birileri buna için için gülse de, ben kendimi asla fazla abartılı konuşmuş saymam.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Hoca Efendi’nin Âlim olmasının yanında bihakkın müçtehit olduğundan da bizde şüphe yoktur. Bunu kabul etmeyecek olanlar iki sebepten ötürü kabul etmiyor olabilirler. Birincisi müçtehitliğin ‘tanıdığımız bildiğimiz insanların ulaşamayacağı’ hayali bir derece olduğunu vehmetmeleri, ikincisi ise Hoca Efendi yi tanımıyor olmaları.
Hoca Efendi, insanları hidayetine vesile olan bir ‘Mehdiyyun Bih’tir. (Kendisiyle hidayetin bulunduğu, insanlara hidayeti gösteren kimse). Şahsen onun hayatının ve çalışma metodunun her safhasında ve her boyutunda “Hz. Peygamber’i örnek almanın bulunduğuna inanıyorum. İsabet edip etmeme ise ayrı bir şeydir ve şahsen böyle bir isabetsizlik de göremiyorum. Faraza olmuş olsaydı bu da en nihayet, bir İçtihat hatası olurdu ve sahibine yine de bir sevap kazandırırdı.
Ama bu melhuz hatalara binaen gıybetinin yapılması ise hiçbir bakımdan tecviz edilemeyecek (caiz görülemeyecek) bir durumdur. Günlük hayatında, metodunda, hicretinde, kısaca hazarında ve seferinde hep sünnet örneği üzere hareket ettiğini sanıyorum. Hatta Eğer bugün ABD’de ise bunun bile sünnetten bir örneğe dayandırıldığı gibi bir izlenime sahibim.”
Hesap vermeyenlerden biri de Mustafa Armağan’dır. Armağan, çok uzun yıllar FETÖ’nün gazete ve dergilerinde yazarlık yapmanın yanında, yine örgüte ait “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” bünyesinde faaliyet göstermiş, DA Dergisi yayın yönetmenliği dışında Gülen hakkında iki önemli eserin hazırlanmasına öncülük etmiştir.
17/25 Aralık sonrasında hükümet ile örgüt arasındaki çekişmelerde işine devam etmiş ve FETÖ’nün TV ve gazeteleri kapanana kadar buralarda yazmaya devam etmiştir. Yine GYV kapanana kadar buradaki görevlerinden ayrılmamış ve örgütü destekleyen yazılar yazmıştır. Ancak ne hikmetse o da yaptıkları hakkında hiçbir soruşturma geçirmemiştir. Hatta bırakın soruşturma geçirmeyi, hükümete yakın TV’lerde program yapmaya devam etmektedir.
Herhangi bir vatandaş, Armağan’ın yaptığı faaliyetlerin onda biri kadar iş yapsa tutuklanır, örgüt üyeliği tespit edilemese de örgüte yardımdan en az 3 yıl hapis cezası alır. Armağan’ın bu şekilde korunması, ister istemez FETÖ denen katiller sürüsü ile mücadele edenlerin azmini ve şevkini kırmakta ve haklı olarak, “Bunları kim koruyor?” sorusunu sordurmaktadır.
Yine herhangi bir vatandaşın FETÖ ile bir resmi çıksa, örgüt üyeliğine delil sayılırken, Pennsylvania’da Fetullah ile boy boy resimleri yayınlananların bakan, bakan yardımcısı, vali, kaymakam, bürokrat vs. görevlere getirilmesi ister istemez midemizi bulandırmaktadır.
“FETÖ ile mücadelede neden bu tür vakalara meydan veriliyor?” sorusu hemen her yerde karşıma çıkmaktadır.
İnanan, 23 yılını FETÖ ile mücadeleye ayıran biri olarak bu tür sorulara cevap veremiyorum. Bu tür vakalar, adalet ilkesini zedelemekte ve milletin devlete olan güvenini sarsmaktadır.
FETÖ denen uluslararası istihbarat destekli örgütlerle mücadelede bu tür aymazlıklar mücadeleyi sulandırdığı gibi ülkenin geleceğinin de tehlikeye atılmasına sebep olmaktadır.
Yüzbinlerce kişi hakkında soruşturma açmakla, yüz binlercesini devlet kademelerinden uzaklaştırmakla bu türden bir örgütle mücadele edilmeyeceği açıktır.
Buna rağmen bir de buna yukarıdan beri saydığımız yanlışlar eklenince FETÖ’nün bitirilemeyeceğini ve daha uzun yıllar ülke gündemini meşgul edeceğini söyleyebilirim.
FETÖ ile mücadelede daha ciddi ve stratejik mücadele usülleri geliştirilmelidir.
Aksi halde devletin bütün birimlerine 30 senedir yerleşen bu urun temizlenmesi mümkün olmaz.
FETÖ ile mücadelede sadece emniyet ve yargı kanalıyla da mücadele edilmez. Bu tür şeytani örgütlerle İslami, kültürel, siyasi, sosyal, ekonomik, emniyet, yargı vs. bir bütün olarak topyekûn mücadele şarttır.
Bu yapılmadığı müddetçe ülkemizin bu karanlık örgütle mücadelesi 20-30 senede bitmez.
Gelin hep beraber bizim paralarımızla bizim çocuklarımızı devşirerek uluslararası küresel çetelere yem eden FETÖ isimli bu karanlık örgütle topyekûn mücadele edelim ki ülkemizin geleceği aydınlık olsun. Aksi halde bunun sorumluları tarih önünde de millet önünde de hesabını verecektir.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com
FETÖ denen iblisi yapının dinimize, milletimize ve ülkemize verdiği zararları ciltlerle kitap yazsak anlatamayız. 1960’lı yıllarda CIA laboratuvarlarında planlanarak uygulama alanına konulan FETÖ, bizim paralarımızla bizim çocuklarımızı devşirerek tarihimizin en büyük ihanetini gerçekleştirdi.
Bu karanlık örgütle ilgili birçok soruşturmalar açılsa da, on binlerce kişi ceza almış olsa da FETÖ’yü besleyip büyüten “Sözde âlimler, gazeteciler, politikacılar, ilim adamları, cemaat ve tarikat liderleri” hala içimizde geziyorlar.
AK Parti kendi paçasını kurtarmak için 17/25 Aralık tarihini milat olarak ilan etti ama ne hikmetse 15 Temmuz’a kadar FETÖ’nün tetikçiliğini yapan, onun gazete ve dergilerinde yazan bazı gazetecilere, yazarlara, politikacılara kimse dokunmuyor.
Bu durum, ister istemez midemizi bulandırıyor.
Öyle ya madem 17/25 Aralık 2013 tarihini milat olarak gösterdiniz, bu ilkenize sadık kalın ve bu tarihten sonra FETÖ’yü açık biçimde destekleyen sizden dahi olsa yargılayın!.. “Bizden olanların FETÖ’cülüklerini görmeyelim” mantığı, mantıksızlıktır ve milletin midesini bulandırır.
İsterseniz bazı misaller ve isimler üzerinden somut örneklerle gidelim:
“Ak Parti içinde, geçmişi FETÖ ile kesişmeyen kimse yoktur.” dersem herhalde mübalağa etmemiş olurum.
Bunların hiçbirinin geçmiş dönemde FETÖ ile ilişkilerinden dolayı hesap vermediğini de iyi biliyorum. Ancak bazılarının durumu gerçekten hiçbir gerekçe ile telif edilemeyecek durumda.
Mesela AK Parti içinde geçmişi FETÖ ile iltisaklı olduğu ayın on dördü gibi açık olan Hüseyin Çelik’ten Bülent Arınç’a, Suat Kılıç’tan Nurettin Nebati’ye, Hüseyin Tanrıverdi’den Ekrem Erdem’e, Nihat Zeybekçi’den Mustafa Elitaş’a, Cahit Akyol’dan Mehmet Özhaseki’ye, Hayati Yazıcı’dan Hüseyin Kocabıyık’a, Pensilvanya’da FETÖ ile boy boy resim çektiren milletvekillerinden değişik vasıtalarla FETÖ’yü aklamaya çalışanlara kadar niceleri, hiç yargılanmadı, soruşturulmadı, ifadeleri bile alınmadı ve yaptıkları yanlarına kar kadı.
AK Parti öyle de diğer partiler ondan aşağı mı?
17/25 Aralık tarihine kadar FETÖ’yü Müslüman zannedip saldıran CHP, FETÖ’nün hainliği ortaya çıktıktan sonra onun en büyük destekçisi olmuş, 15 Temmuz’da darbe yaparak 251 kişiyi katletmelerini “Tiyatro!.. Kontrollü darbe!.. vs.” gibi FETÖ algılarını savunmuştur. Ancak ne kadar hazindir ki CHP de bu davranışlarından dolayı yargılanmamıştır.
İP’in durumu ise gerçekten ibretlik.
15 Temmuz’dan bir ay önce “Ben 15’inde başbakan olacağım. Yurtta sulh cihanda sulh” naraları atan Meral Akşener, MHP’yi ele geçiremeyince kendi yandaşlarıyla ayrılıp parti kurmuş, ne kadar FETÖ artığı varsa, partisine toplamış ve açık biçimde FETÖ tetikçiliği yapmaya başlamışlardır.
SP’nin durumu ise gerçekten çok ilginç. FETÖ’yü geçiş dönemde sevmeyen neredeyse tek adam olan rahmetli Necmettin Erbakan’ın partisi, 17/25 Aralık’tan sonra FETÖ ile adeta kanka olmuş, genel başkan Mustafa Kamalak, FETÖ’nün kurumlarını karargâh haline getirmiştir. Kamalak’ın yerine gelen Temel Karamollaoğlu da aynı çizgiyi sürdürmüş, AK Parti kini, onları FETÖ yamaçlarına sürüklemiştir.
Diğer bazı partilerin durumu da farklı değildir.
Onlar da iktidara gelmeleri halinde devletin kendini korumak için KHK’larla görevden uzaklaştırdığı bütün FETÖ’cüleri göreve döndüreceklerini söyleyerek oy avcılığına soyunmuşlardır.
Sıradan bir vatandaşın FETÖ ile iltisakı tespit edilince hemen harekete geçip, hakkında kanuni işlem yapan emniyet ve yargı mensupları, ne hikmetse özellikle politikacıların FETÖ iltisaklarını adeta görmezden gelmiş ve haklarında herhangi bir soruşturma açılmamıştır.
Bu durum, ister istemez halkın nazarında devlete ve hükümete karşı güvensizliği, itimadı zedelemiş ve adalet adeta yok sayılmıştır.
Bu durum, sadece politik alanda değil, diğer birçok alanda da aynıyla devam etmektedir.
Mesela Prof. Dr. Faruk Beşer, FETÖ lideri Gülen hakkında “Fethullah Gülen’in Fıkhını Anlamak” isimli kitap yazmış, kitabında Gülen’i müceddit, müctehit ilan etmiş ve bütün ilmini ondan aldığını yazmıştı. Ama ne hikmetse şimdiye kadar Faruk Beşer hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. .
Faruk Beşer, fıkıhçı olduğu halde Gülen’in görüşlerindeki İslami sapmaları ve camianın yaptığı haramları görmüyordu. Çünkü hadiseye Kur’an, Sünnet ve fıkıh ilmi açısından bakmıyordu. Gücün tesirinde kalarak yaptığı bu faaliyet hakkında şimdiye kadar herhangi bir emniyete veya yargıya gidip hesap verdi mi? Ya da yazdığı kitaba reddiye yazarak yanıldığını ifade eden bir açıklama yaptı mı, şimdiye kadar hiç duymadım.
Ekleme ve çıkarma yapmadan kitabından yapacağım alıntılarla Faruk Beşer’in Gülen’e övgülerini görelim ve ne kadar ilim (!) ve ne kadar basiret (!) sahibi olduğuna karar verelim.
“1970’li yılların sonundan 1980’in sonuna kadar ulaşabildiğim bütün konuşma bantlarını, pek çoğunu defaatle olmak üzere, dinledim. Özel bir deftere notlar aldım. Çok önemli bulduğum notları bir araya getirerek 20 kadar seçme kaset yaptım. Aradığım bilgiye ulaşabilmek için diğer kasetlerin konularını da tek tek fişleyip bir indeks hazırladım. Çünkü o zaman, ne bilgisayar ne de cd vardı. Çalışacağım ve yazacağım her konuda, öncelikle onun söylediklerini duyarak anlamaya ve düşüncemin doğru olup olmadığını bu yolla test etmeye çalıştım. Bu benim için önemli bir teyitti… Şunun da farkına vardım ki, aslında benim kendimin sandığım fikirlerimin pek çoğunun kaynağı bu kasetlermiş. Hatta yıllardır fakültede vermekte olduğum ve öğrencilerim tarafından çok beğenilen ‘Günümüz Fıkıh Problemleri’ adlı derslerimdeki etraflı izah ve açıklama üslubunda Hoca Efendi’den etkilenme olabileceği kanaatine vardım. Bu itibarla yarın benin hakkımda, faraza bir terceme-i hal yazılacak olsa, ‘İlmini aldığı kaynakların başında Fethullah Gülen Hoca gelir’ denmesi tam isabet olur.” (Gülen’in Fıkhını Anlamak, Sayfa 12)
“Fethullah Gülen, ‘Zamanının Biriciği’ ve ‘Asrının Birinci Adamı’dır. Bu sebeple Hoca Efendi en çok sevdiğim insan oldu. Bazı teracim kitaplarında çokça görülen ifadesiyle, benim gözümde o; ‘Vahidü dehrih’ (Zamanının biriciği) ve ‘Ferîdü asrih’ (Asrının birinci adamı) haline geldi. Hatta ‘Ya Rab! Benim sağlığımdan al ve onun sağlığına kat’ diye bilmem kaç kez dua ettim. Bunları söylememin bir hakkı teslim görevi olduğuna inanıyorum. Ve yine inanıyorum ki, Allah uzun ömür eylesin, yarın pek çok insan bu teslimde geç kalmış olacaklarını söyleyeceklerdir. İmdi, şöyle iddialı bir çıkış yapsam ‘kendilerinden hiç ayrılmayanların bir kısmı da dahil olmak üzere, cemaatinden kaç kişi Hoca Efendi’yi benim kadar tanımıştır?’ desem, birileri buna için için gülse de, ben kendimi asla fazla abartılı konuşmuş saymam.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Hoca Efendi’nin Âlim olmasının yanında bihakkın müçtehit olduğundan da bizde şüphe yoktur. Bunu kabul etmeyecek olanlar iki sebepten ötürü kabul etmiyor olabilirler. Birincisi müçtehitliğin ‘tanıdığımız bildiğimiz insanların ulaşamayacağı’ hayali bir derece olduğunu vehmetmeleri, ikincisi ise Hoca Efendi yi tanımıyor olmaları.
Hoca Efendi, insanları hidayetine vesile olan bir ‘Mehdiyyun Bih’tir. (Kendisiyle hidayetin bulunduğu, insanlara hidayeti gösteren kimse). Şahsen onun hayatının ve çalışma metodunun her safhasında ve her boyutunda “Hz. Peygamber’i örnek almanın bulunduğuna inanıyorum. İsabet edip etmeme ise ayrı bir şeydir ve şahsen böyle bir isabetsizlik de göremiyorum. Faraza olmuş olsaydı bu da en nihayet, bir İçtihat hatası olurdu ve sahibine yine de bir sevap kazandırırdı.
Ama bu melhuz hatalara binaen gıybetinin yapılması ise hiçbir bakımdan tecviz edilemeyecek (caiz görülemeyecek) bir durumdur. Günlük hayatında, metodunda, hicretinde, kısaca hazarında ve seferinde hep sünnet örneği üzere hareket ettiğini sanıyorum. Hatta Eğer bugün ABD’de ise bunun bile sünnetten bir örneğe dayandırıldığı gibi bir izlenime sahibim.”
Hesap vermeyenlerden biri de Mustafa Armağan’dır. Armağan, çok uzun yıllar FETÖ’nün gazete ve dergilerinde yazarlık yapmanın yanında, yine örgüte ait “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” bünyesinde faaliyet göstermiş, DA Dergisi yayın yönetmenliği dışında Gülen hakkında iki önemli eserin hazırlanmasına öncülük etmiştir.
17/25 Aralık sonrasında hükümet ile örgüt arasındaki çekişmelerde işine devam etmiş ve FETÖ’nün TV ve gazeteleri kapanana kadar buralarda yazmaya devam etmiştir. Yine GYV kapanana kadar buradaki görevlerinden ayrılmamış ve örgütü destekleyen yazılar yazmıştır. Ancak ne hikmetse o da yaptıkları hakkında hiçbir soruşturma geçirmemiştir. Hatta bırakın soruşturma geçirmeyi, hükümete yakın TV’lerde program yapmaya devam etmektedir.
Herhangi bir vatandaş, Armağan’ın yaptığı faaliyetlerin onda biri kadar iş yapsa tutuklanır, örgüt üyeliği tespit edilemese de örgüte yardımdan en az 3 yıl hapis cezası alır. Armağan’ın bu şekilde korunması, ister istemez FETÖ denen katiller sürüsü ile mücadele edenlerin azmini ve şevkini kırmakta ve haklı olarak, “Bunları kim koruyor?” sorusunu sordurmaktadır.
Yine herhangi bir vatandaşın FETÖ ile bir resmi çıksa, örgüt üyeliğine delil sayılırken, Pennsylvania’da Fetullah ile boy boy resimleri yayınlananların bakan, bakan yardımcısı, vali, kaymakam, bürokrat vs. görevlere getirilmesi ister istemez midemizi bulandırmaktadır.
“FETÖ ile mücadelede neden bu tür vakalara meydan veriliyor?” sorusu hemen her yerde karşıma çıkmaktadır.
İnanan, 23 yılını FETÖ ile mücadeleye ayıran biri olarak bu tür sorulara cevap veremiyorum. Bu tür vakalar, adalet ilkesini zedelemekte ve milletin devlete olan güvenini sarsmaktadır.
FETÖ denen uluslararası istihbarat destekli örgütlerle mücadelede bu tür aymazlıklar mücadeleyi sulandırdığı gibi ülkenin geleceğinin de tehlikeye atılmasına sebep olmaktadır.
Yüzbinlerce kişi hakkında soruşturma açmakla, yüz binlercesini devlet kademelerinden uzaklaştırmakla bu türden bir örgütle mücadele edilmeyeceği açıktır.
Buna rağmen bir de buna yukarıdan beri saydığımız yanlışlar eklenince FETÖ’nün bitirilemeyeceğini ve daha uzun yıllar ülke gündemini meşgul edeceğini söyleyebilirim.
FETÖ ile mücadelede daha ciddi ve stratejik mücadele usülleri geliştirilmelidir.
Aksi halde devletin bütün birimlerine 30 senedir yerleşen bu urun temizlenmesi mümkün olmaz.
FETÖ ile mücadelede sadece emniyet ve yargı kanalıyla da mücadele edilmez. Bu tür şeytani örgütlerle İslami, kültürel, siyasi, sosyal, ekonomik, emniyet, yargı vs. bir bütün olarak topyekûn mücadele şarttır.
Bu yapılmadığı müddetçe ülkemizin bu karanlık örgütle mücadelesi 20-30 senede bitmez.
Gelin hep beraber bizim paralarımızla bizim çocuklarımızı devşirerek uluslararası küresel çetelere yem eden FETÖ isimli bu karanlık örgütle topyekûn mücadele edelim ki ülkemizin geleceği aydınlık olsun. Aksi halde bunun sorumluları tarih önünde de millet önünde de hesabını verecektir.