Buyrun buradan yanalım
Buyrun buradan yanalım
- 12-03-2021 10:32
- 720
- 12-03-2021 10:32
- 720
“Aslanın, ormanın kralı olduğunu bilmesi gücünü bilmesidir.
Lâkin; suya girince timsaha kafa tutamayacağını bilmesi de haddini bilmesidir.
Haddini bilmek iyidir!..” (Kazanuka Jabağ)
***
Bir film (uzakdoğu filmi) izlemiştim; evlerin dış duvarları hariç, hiç iç duvarı yoktu ve fakat kapıları vardı.
Kişiler, o kapının önünde durup izin alıyor ve öyle odaya giriyorlardı.
Bu bana medeniyetimizdeki yüksek edebi hatırlattı.
Medeniyetimiz, her şeyin edebi olduğunu bilmiş ve gözetmişti.
Bir yeri görmememiz gerekiyorsa duvarlara gerek yoktu
Görmemeliydik!..
Bir kapıdan izin alınması gerekiyorsa, alırdık.
En değerli kapılardı, eğilerek girdiklerimiz.
İnsanın ve yaratılmışın edebi de giyim - kuşam veyahut saygı değildi ilkin.
Sınırını bilmek kadar, görevini bilmekle de ilişkiliydi.
Bir kedi, kendi edebince temizlerdi vücudunu, kendi edebince örterdi kumu.
Edebi gereğince deli ederdi sahibini.
Onun insanı siz idiniz, siz de kendi edebinizce severdiniz.
“Herkes, kendi süsünden mesuldür” deyu!..
Medeniyetimizin şehirlerinde de görünür-görünmez kapılar vardı.
Hani şu büyük reklam panolarının, cafcaflı ışıkların olmadığı vakitlerde.
Bir eşikten içeri girer gibi girilirdi şehre.
Edebince dolaşılırdı sokaklarda hani.
Yemek vitrinlerinin perdeleri, dilencilerin heybetleri vardı.
Edebince sual sormak, edebince himmeti getirirdi beraberinde, edebince duada bulunurdu ecir.
Rabbimiz!
Medeniyetimizi ve edebimizi yeniden lütfeyle!..
İsteyene ver, isteyenin hürmetine istemeyeni de nasiblendir!..
Zira duvarlarımız kalın…
Kapılarımız kırık dökük…
Kalbin dahi edebi var.
Olmadık vakitlerde sizi daralttığında, huzursuzlukla çevrelediğinde, hani haber verirken size o edebe riayet etmediğinizi.
Dönüp de “yapmamam gereken ne yaptım” sorduk mu diye dürttüğünde bizi.
Kaçımız huzurun hazırlıklı halini düşlemedik!..
Gecenin edebi, geceyi “kaçış ve kafa dağıtma” olarak göremeyecek kadar asil.
Zira kendinle baş başa kalman gereken vakitlerde bundan kaçmaman gerek.
İnsan, bunu hatırlamaktansa “kafa dağıtmayı” seçer çünkü; bilmekteyiz gerçeğimizi.
Biriyle münakaşa ederken; -etmezler ya- sufiler, eğer karşı taraf çileden çıkmış, edebi aşmış yahut fazlalaşmışsa, özür dilerlermiş haklı olsalar da…
Buradaki maksat, onu insanlık edebinden çıkardığı için sınırlarını aşmasına kendinin farkında olmasına İmkan sağlamadıkları için.
Buradaki hadise, onun yaptığı ayıp için özür dilemek değil elbet.
Hadise; kontrol edemediği kendiyle onu yüzleştirmenin huzursuzluğu…
Ne şahane bi haklılık…
Modernite bariyerleri içinde, egonun edebi hatırlaması güç gibi görünüyor.
Zira aç; Mutmain olmak, eskilerin tabirleri içinde, onların sözlüğünde.
Bize nakledilen ne varsa basite indirgeyip, günümüz güncelini hakikat kabul etmek, insan olarak medeniyetimize yaptığımız en büyük haksızlık olsa gerek.
Edebince söylenmiş sözlerde, tevazu ile karışık bir çeşit ululuk görürüz; bariz farkedilir bu.
Ama egonun konuşmaları, hep cevaba - savunmaya iter bizleri.
O yüzden, bazı kapılara “edeple giden, himmetle döner”…
O yüzden, “görünmeyen duvarlara iman etmiş” görünür, kapılarda eşik öpmüş bir ecdadımız var.
Taze meyve kabuklarını yakamayan nineler…
Ağaçlara balta vuramayan dedeler…
Kumaş mendil yıkayan kadınlar…
Şimdilerde birer masal öğesi…
Ruhumuz, akli ve dar olan şeylerden bunalıp kendine bir liman aradığında, farkettiğimizde, insanın insana iyi gelebileceğini hatırlıyor, buna olan inancımızı tazeliyor ve masallara sığınıyoruz.
O en gerçek en derinden bizi kuşatan, genetik nakille bilinçaltımızda tuttuğumuz sahici masallara.
İmam-ı Gazâli Hazretleri, “Fatiha”ya “hamd” ile başlanılmasının eğitimciler için bir edep-adab öğretmeye yönelik ilk ders olduğunu zikreder.
Zira ancak edebli olan hamd eder.
Edebli olan farkeder, akleder.
Kendimizden utandığımız vakitler vardır!
O zamanlarda aynaya bakmak güçleşir, kendimize bir bakış atar ve onun altında eziliriz.
Bunu nasıl yaptığımızı bir türlü anlayamaz ve güç toplamak, tazelenmek için kendimize telkinler veririz.
O anlarda hakiki bir pişmanlık sizi yıkıntılarınızdan çıkarır, hakiki bir kabul ediş, değerinizi size iade eder.
Buradaki cilve hakikattir.
Buyrun buradan yanalım.
Edeb haddini bilmek.
Haddini bilmek, bir kuldan fazlası olamayacağını hiç unutmamaktır…
Vesselam.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com
“Aslanın, ormanın kralı olduğunu bilmesi gücünü bilmesidir.
Lâkin; suya girince timsaha kafa tutamayacağını bilmesi de haddini bilmesidir.
Haddini bilmek iyidir!..” (Kazanuka Jabağ)
***
Bir film (uzakdoğu filmi) izlemiştim; evlerin dış duvarları hariç, hiç iç duvarı yoktu ve fakat kapıları vardı.
Kişiler, o kapının önünde durup izin alıyor ve öyle odaya giriyorlardı.
Bu bana medeniyetimizdeki yüksek edebi hatırlattı.
Medeniyetimiz, her şeyin edebi olduğunu bilmiş ve gözetmişti.
Bir yeri görmememiz gerekiyorsa duvarlara gerek yoktu
Görmemeliydik!..
Bir kapıdan izin alınması gerekiyorsa, alırdık.
En değerli kapılardı, eğilerek girdiklerimiz.
İnsanın ve yaratılmışın edebi de giyim - kuşam veyahut saygı değildi ilkin.
Sınırını bilmek kadar, görevini bilmekle de ilişkiliydi.
Bir kedi, kendi edebince temizlerdi vücudunu, kendi edebince örterdi kumu.
Edebi gereğince deli ederdi sahibini.
Onun insanı siz idiniz, siz de kendi edebinizce severdiniz.
“Herkes, kendi süsünden mesuldür” deyu!..
Medeniyetimizin şehirlerinde de görünür-görünmez kapılar vardı.
Hani şu büyük reklam panolarının, cafcaflı ışıkların olmadığı vakitlerde.
Bir eşikten içeri girer gibi girilirdi şehre.
Edebince dolaşılırdı sokaklarda hani.
Yemek vitrinlerinin perdeleri, dilencilerin heybetleri vardı.
Edebince sual sormak, edebince himmeti getirirdi beraberinde, edebince duada bulunurdu ecir.
Rabbimiz!
Medeniyetimizi ve edebimizi yeniden lütfeyle!..
İsteyene ver, isteyenin hürmetine istemeyeni de nasiblendir!..
Zira duvarlarımız kalın…
Kapılarımız kırık dökük…
Kalbin dahi edebi var.
Olmadık vakitlerde sizi daralttığında, huzursuzlukla çevrelediğinde, hani haber verirken size o edebe riayet etmediğinizi.
Dönüp de “yapmamam gereken ne yaptım” sorduk mu diye dürttüğünde bizi.
Kaçımız huzurun hazırlıklı halini düşlemedik!..
Gecenin edebi, geceyi “kaçış ve kafa dağıtma” olarak göremeyecek kadar asil.
Zira kendinle baş başa kalman gereken vakitlerde bundan kaçmaman gerek.
İnsan, bunu hatırlamaktansa “kafa dağıtmayı” seçer çünkü; bilmekteyiz gerçeğimizi.
Biriyle münakaşa ederken; -etmezler ya- sufiler, eğer karşı taraf çileden çıkmış, edebi aşmış yahut fazlalaşmışsa, özür dilerlermiş haklı olsalar da…
Buradaki maksat, onu insanlık edebinden çıkardığı için sınırlarını aşmasına kendinin farkında olmasına İmkan sağlamadıkları için.
Buradaki hadise, onun yaptığı ayıp için özür dilemek değil elbet.
Hadise; kontrol edemediği kendiyle onu yüzleştirmenin huzursuzluğu…
Ne şahane bi haklılık…
Modernite bariyerleri içinde, egonun edebi hatırlaması güç gibi görünüyor.
Zira aç; Mutmain olmak, eskilerin tabirleri içinde, onların sözlüğünde.
Bize nakledilen ne varsa basite indirgeyip, günümüz güncelini hakikat kabul etmek, insan olarak medeniyetimize yaptığımız en büyük haksızlık olsa gerek.
Edebince söylenmiş sözlerde, tevazu ile karışık bir çeşit ululuk görürüz; bariz farkedilir bu.
Ama egonun konuşmaları, hep cevaba - savunmaya iter bizleri.
O yüzden, bazı kapılara “edeple giden, himmetle döner”…
O yüzden, “görünmeyen duvarlara iman etmiş” görünür, kapılarda eşik öpmüş bir ecdadımız var.
Taze meyve kabuklarını yakamayan nineler…
Ağaçlara balta vuramayan dedeler…
Kumaş mendil yıkayan kadınlar…
Şimdilerde birer masal öğesi…
Ruhumuz, akli ve dar olan şeylerden bunalıp kendine bir liman aradığında, farkettiğimizde, insanın insana iyi gelebileceğini hatırlıyor, buna olan inancımızı tazeliyor ve masallara sığınıyoruz.
O en gerçek en derinden bizi kuşatan, genetik nakille bilinçaltımızda tuttuğumuz sahici masallara.
İmam-ı Gazâli Hazretleri, “Fatiha”ya “hamd” ile başlanılmasının eğitimciler için bir edep-adab öğretmeye yönelik ilk ders olduğunu zikreder.
Zira ancak edebli olan hamd eder.
Edebli olan farkeder, akleder.
Kendimizden utandığımız vakitler vardır!
O zamanlarda aynaya bakmak güçleşir, kendimize bir bakış atar ve onun altında eziliriz.
Bunu nasıl yaptığımızı bir türlü anlayamaz ve güç toplamak, tazelenmek için kendimize telkinler veririz.
O anlarda hakiki bir pişmanlık sizi yıkıntılarınızdan çıkarır, hakiki bir kabul ediş, değerinizi size iade eder.
Buradaki cilve hakikattir.
Buyrun buradan yanalım.
Edeb haddini bilmek.
Haddini bilmek, bir kuldan fazlası olamayacağını hiç unutmamaktır…
Vesselam.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com