Çağın Hastalığı: Vicdan Kanseri

Çağın Hastalığı: Vicdan Kanseri

Çağın Hastalığı: Vicdan Kanseri Çağın Hastalığı: Vicdan Kanseri

Herkesin dünyası kendi etrafında dönüyor.

Kaşını gözünü burnunu, saçını boyunu posunu beğenmeyen insan, mesele aklı olunca, kimseninkini beğenmiyor da “ille ben” diyor.

İlle sen.

Senin düşüncen doğru, senin inancın en iyisi, senin usulün en mantıklısı.

Peki herkes böyle düşünürken kimin aklıyla hareket edeceğiz?

Hiçbiriniz de bir ötekinin fikrini kabul etmiyor üstelik. 

Her dağın kışı kendine zordur elbette.

Fakat Kafkasya’da yaşayan insanların var olmak konusunda çektikleri sıkıntıyı, ne Türkiye ne de Avrupa’daki Çerkeslerle kıyaslamak mümkün değil. 

Fakat Türkiyeli Çerkeslerin bir kısmında bu “ben bilirim, herkes bana benzesin” hastalığının tavan yaptığı da bir gerçek. 

Özellikle sosyal medya üzerinden sıkıntısını hiç çekmedikleri bir coğrafyanın ekmeğini bandıra bandıra yerken, bir de direktifler verip, olması gerekenleri anlatan kimi insanlar var hepimizin dikkatini çeken. 

Bugün, yine böyle bir yüksek zeka sahibinin bir gazeteciye “Kabardey Balkar’da vahhabiliğin tehlikeli seviyelere gelme tehdidi”nden bahsettiğini okudum. 

Akıllara zarar bir sorumsuzluk. 

Bunu söyleyen, yazan insanların delili nedir merak ediyorum.

Camiye giden, sakal bırakan, örtünen insanların bile takibe alındığı bir coğrafyada, telefonunda bir Timur Mutsuraev şarkısı bulundurmanın suç sayılıp, insanlara işkence edildiği bir coğrafyada yaşamını sürdürmeye çalışan soydaşlarımızın inancı, sırf bizimkinden farklı diye, vahhabi etiketini yapıştırıp, üzerlerindeki baskıyı artırmaya çalışmak nasıl bir sadistliktir?

Merak etmeyin, Rus devleti de sizin kadar vicdansız ve damgacıdır. 

Her an, varlığı sizi rahatsız eden bu hiç tanımadığınız sıradan Müslümanlar, yaydığınız bu dedikodular sebebiyle işkence görebilir. 

Umarım mutlu oluyorsunuzdur. Çünkü sizin hümanizminiz böyle sahte, bilimselliğe ve evrensel değerlere saygınız da torpilci.

Sizin gibi düşünmüyorsa yaşam hakkı, özgürlükler ve adalet yerine faşizmi tercih edebiliyorsunuz. 

Benzeri bir “ben bilirimcilik” savaş hakkında da sürüyor.

Hayır savaşa da siz karar veremezsiniz. 

Üstelik savaşın olmadığını da söylemek doğru olmaz. 

Örtük ve tek taraflı bir savaş var Kafkasya’da. 

Devlet eliyle işlenen suçlar var. 

Son günlerde kimi bildik isimlerin de imzaladığı barıştan yana bir metin dolaşıyor sosyal medyada. 

Bugünün kanaat önderlerinin yaşı benden büyüktür. 

Onlar da benim gibi Nalçik ayaklanmasına şahit oldular, “operasyon” adı verilen insan avlarına, yüzün üzerinde Çerkes gencinin yüzlerinin yakılıp naaşlarının sergilenmesine şahit oldular. 

Kadim Çerkesya topraklarında, sakal bıraktı diye gözaltına alınıp işkenceden sonra pencereden atılan, intihar süsü verilmiş cinayetleri duydular benim gibi, onlar da okudular.

Onlar da terminallerde herkesin gözü önünde vurulan ve üzerine göstere göstere silah konup “teröristti” diye tutanak tutulan gençlerin hikayelerini biliyorlar. 

Bunlar haber sitelerinde yayınlanan bilgiler. 

Hiçbirini özel bir yolla elde etmedim. 

Yani kamuya açık. 

Herkes okudu, gördü, duydu, bildi. 

Fatima Tlisova anlatsın örneğin.

İbrahim Yağan anlatsın. Videoları var; 'Facebook'ta hala yüklü. İsteyen bulsun, baksın.

Benim merak ettiğim, Kafkasya ile bu kadar yürekten bağı olan insanların o günlerde neden bir şeyler yazma ihtiyacı duymadıkları. 

Timur Kuashev için, Ruslan Guashev için, ‘deport’ edilenler için, neden sıradan insanlarımız, halkımız baskı görüyorken barış ve iyilik namına bir satır karalamayı düşünmedikleri.

Evet bunu merak ediyorum.

Neden bugün?

Neden Rusya lehine?

Savaşı ben de istemiyorum.

Fakat bu zulüm on yıllardır sürüyor.

Üstü kibarca kapatılmış bir biçimde “Rusya’ya karşı savaşmayın” denilen halkımızı çok seven değerli önderleri(!), Rusya’ya da “halkımızı artık askere almayın, genetik bir kırılmaya sebep olmayın” demekten alıkoyan nedir?

Niçin bunun için imza atmıyorlar?

Niçin Çerkeslerin canı için samimiyetle mücadele edilmiyor da herkes “Çerkesler benim dediğimi yapsın, çünkü en akıllı benim, en doğru yol benim yolumdur” diye yön vermeye çalışıyorlar? Buna hakkımız var mı?

İster Hristiyan olsun, ister pagan, ister Müslüman, bu her bireyin kendi tercihidir.

Biz ne “bu benimle aynı ideolojiyi paylaşmıyor, aynı dini paylaşmıyor o zaman bir haksızlığa uğramış oh iyi olmuş, sayıları azalsın” diyebiliriz, ne de “bu benim görüşümden, aman suçunu kapatayım” diyebiliriz. 

Bizim ahlakımız Çerkes ahlakıdır. Böyle düşünmek yozlaşmanın bir göstergesi. 

Biz binlerce yıl sadece kendi aramızda değil, diğer halklarla da saygı çerçevesi içinde iletişim kurduk. 

Bugün bunun tersini yapan herkes, en büyük asimilasyona kendisi uğramış, üstelik bu vicdan kanserini de yayarak bütün halkı yozlaşmanın içine sürüklemiştir. 

Biz bunu yapamayız.

Biz adil olmalıyız, övündüğümüz “asalet”in aslı, hoşgörü, saygı ve adaletten aldığımız cesarettir.

.

Ülkü Menşure Solak, dikGAZETE.com

Herkesin dünyası kendi etrafında dönüyor.

Kaşını gözünü burnunu, saçını boyunu posunu beğenmeyen insan, mesele aklı olunca, kimseninkini beğenmiyor da “ille ben” diyor.

İlle sen.

Senin düşüncen doğru, senin inancın en iyisi, senin usulün en mantıklısı.

Peki herkes böyle düşünürken kimin aklıyla hareket edeceğiz?

Hiçbiriniz de bir ötekinin fikrini kabul etmiyor üstelik. 

Her dağın kışı kendine zordur elbette.

Fakat Kafkasya’da yaşayan insanların var olmak konusunda çektikleri sıkıntıyı, ne Türkiye ne de Avrupa’daki Çerkeslerle kıyaslamak mümkün değil. 

Fakat Türkiyeli Çerkeslerin bir kısmında bu “ben bilirim, herkes bana benzesin” hastalığının tavan yaptığı da bir gerçek. 

Özellikle sosyal medya üzerinden sıkıntısını hiç çekmedikleri bir coğrafyanın ekmeğini bandıra bandıra yerken, bir de direktifler verip, olması gerekenleri anlatan kimi insanlar var hepimizin dikkatini çeken. 

Bugün, yine böyle bir yüksek zeka sahibinin bir gazeteciye “Kabardey Balkar’da vahhabiliğin tehlikeli seviyelere gelme tehdidi”nden bahsettiğini okudum. 

Akıllara zarar bir sorumsuzluk. 

Bunu söyleyen, yazan insanların delili nedir merak ediyorum.

Camiye giden, sakal bırakan, örtünen insanların bile takibe alındığı bir coğrafyada, telefonunda bir Timur Mutsuraev şarkısı bulundurmanın suç sayılıp, insanlara işkence edildiği bir coğrafyada yaşamını sürdürmeye çalışan soydaşlarımızın inancı, sırf bizimkinden farklı diye, vahhabi etiketini yapıştırıp, üzerlerindeki baskıyı artırmaya çalışmak nasıl bir sadistliktir?

Merak etmeyin, Rus devleti de sizin kadar vicdansız ve damgacıdır. 

Her an, varlığı sizi rahatsız eden bu hiç tanımadığınız sıradan Müslümanlar, yaydığınız bu dedikodular sebebiyle işkence görebilir. 

Umarım mutlu oluyorsunuzdur. Çünkü sizin hümanizminiz böyle sahte, bilimselliğe ve evrensel değerlere saygınız da torpilci.

Sizin gibi düşünmüyorsa yaşam hakkı, özgürlükler ve adalet yerine faşizmi tercih edebiliyorsunuz. 

Benzeri bir “ben bilirimcilik” savaş hakkında da sürüyor.

Hayır savaşa da siz karar veremezsiniz. 

Üstelik savaşın olmadığını da söylemek doğru olmaz. 

Örtük ve tek taraflı bir savaş var Kafkasya’da. 

Devlet eliyle işlenen suçlar var. 

Son günlerde kimi bildik isimlerin de imzaladığı barıştan yana bir metin dolaşıyor sosyal medyada. 

Bugünün kanaat önderlerinin yaşı benden büyüktür. 

Onlar da benim gibi Nalçik ayaklanmasına şahit oldular, “operasyon” adı verilen insan avlarına, yüzün üzerinde Çerkes gencinin yüzlerinin yakılıp naaşlarının sergilenmesine şahit oldular. 

Kadim Çerkesya topraklarında, sakal bıraktı diye gözaltına alınıp işkenceden sonra pencereden atılan, intihar süsü verilmiş cinayetleri duydular benim gibi, onlar da okudular.

Onlar da terminallerde herkesin gözü önünde vurulan ve üzerine göstere göstere silah konup “teröristti” diye tutanak tutulan gençlerin hikayelerini biliyorlar. 

Bunlar haber sitelerinde yayınlanan bilgiler. 

Hiçbirini özel bir yolla elde etmedim. 

Yani kamuya açık. 

Herkes okudu, gördü, duydu, bildi. 

Fatima Tlisova anlatsın örneğin.

İbrahim Yağan anlatsın. Videoları var; 'Facebook'ta hala yüklü. İsteyen bulsun, baksın.

Benim merak ettiğim, Kafkasya ile bu kadar yürekten bağı olan insanların o günlerde neden bir şeyler yazma ihtiyacı duymadıkları. 

Timur Kuashev için, Ruslan Guashev için, ‘deport’ edilenler için, neden sıradan insanlarımız, halkımız baskı görüyorken barış ve iyilik namına bir satır karalamayı düşünmedikleri.

Evet bunu merak ediyorum.

Neden bugün?

Neden Rusya lehine?

Savaşı ben de istemiyorum.

Fakat bu zulüm on yıllardır sürüyor.

Üstü kibarca kapatılmış bir biçimde “Rusya’ya karşı savaşmayın” denilen halkımızı çok seven değerli önderleri(!), Rusya’ya da “halkımızı artık askere almayın, genetik bir kırılmaya sebep olmayın” demekten alıkoyan nedir?

Niçin bunun için imza atmıyorlar?

Niçin Çerkeslerin canı için samimiyetle mücadele edilmiyor da herkes “Çerkesler benim dediğimi yapsın, çünkü en akıllı benim, en doğru yol benim yolumdur” diye yön vermeye çalışıyorlar? Buna hakkımız var mı?

İster Hristiyan olsun, ister pagan, ister Müslüman, bu her bireyin kendi tercihidir.

Biz ne “bu benimle aynı ideolojiyi paylaşmıyor, aynı dini paylaşmıyor o zaman bir haksızlığa uğramış oh iyi olmuş, sayıları azalsın” diyebiliriz, ne de “bu benim görüşümden, aman suçunu kapatayım” diyebiliriz. 

Bizim ahlakımız Çerkes ahlakıdır. Böyle düşünmek yozlaşmanın bir göstergesi. 

Biz binlerce yıl sadece kendi aramızda değil, diğer halklarla da saygı çerçevesi içinde iletişim kurduk. 

Bugün bunun tersini yapan herkes, en büyük asimilasyona kendisi uğramış, üstelik bu vicdan kanserini de yayarak bütün halkı yozlaşmanın içine sürüklemiştir. 

Biz bunu yapamayız.

Biz adil olmalıyız, övündüğümüz “asalet”in aslı, hoşgörü, saygı ve adaletten aldığımız cesarettir.

.

Ülkü Menşure Solak, dikGAZETE.com