Camiye sığınan ateist ve mazbut aile kızı arayan haylaz

Camiye sığınan ateist ve mazbut aile kızı arayan haylaz

Camiye sığınan ateist ve mazbut aile kızı arayan haylaz Camiye sığınan ateist ve mazbut aile kızı arayan haylaz

CAMİYE SIĞINAN ATESİT VE MAZBUT AİLE KIZI ARAYAN HAYLAZ…

Tatil Notlarıma kaldığım yerden devam ediyorum.

Geçen hafta;

Antalya B. Şehir belediyesinin sebep olduğu su sıkıntısından bahsetmiş ve CHP’nin Belediyelerde iktidar olmasının en görünür halinin “susuzluk” olduğunu söylemiştim.

Bundan dolayı otellerin neler çektiğini anlatmaya kalksam yazı, pehlivan tefrikasına döner. Bundan dolayı burada kesiyorum.

Bu sefer iki ilginç olaydan bahsedeceğim.

DOSTLAR…

Kemer Tekirova’ya gide-gele birçok dost edinmiş bulunuyorum.

Bunların arasında cami imamımız da var.

Kendisi ile çabuk ünsiyet kurduk.

Akşamları çay eşliğinde sohbet ederken başından geçen ilginç olaylardan bir-ikisini bize anlattı.

Kendisinden dinleyelim:

ATEİST…

“Antalya’nın meşhur yağmurlarının yağdığı bir günde gece saat 1-2 civarı meşrutanın (lojmanın) kapısı çaldı.

Kapıyı açtığımda sırılsıklam olmuş biri karşımda duruyordu. Bir-kaç arkadaşıyla motosikletle geziye çıkmış ama beklenmedik bir yağmura tutulduklarını söyledi

Ve;

- Camide kalabilir miyiz? diye ricada bulundu.

Ben de ‘Olur tabii... Buyurun!’ diyerek camiyi onlara açtım.

Isınmaları için klimaları da açarak eve çıktım…

Ama içimden;

Bunlar şimdi açtır” dedim. Hanımı kaldırarak tarhana çorbası yapmasını söyledim.

Camiye indiğimde ıslak urbalarını çıkarmış kurutmaya çalışırken, üzerinde buharı tüten tarhana çorbasını gördüklerinde gözlerine inanamadılar.

- Ya hu biz kaza falan geçirdik de cennete miyiz? diye birbirleri ile şakalaşırken, içlerinden biri;

- Hocam biliyor musunuz? Ben ateistim! dedi.

Ben de ona “Olabilir! Neticede bir insansın ve şu anda yardıma ihtiyacın var. Ben de elimden gelenini yapmaya çalışıyorum” dedim.

Bu sefer;

- Hocam camiye sığındım diye fikrimi değiştirdiğimi sanma! dedi.

İçimden “La havle...” çektim. Be adam ben sana ne olduğunu sormadım! Yaptığım iyilikten dolayı da fikir değiştirip değiştirmediğini de sormadım…

Ama insanoğlu böyle işte. Bazıları boşboğazlık etmeden duramıyor…” diyerek hayıflanmıştı.

HAYLAZIN BİRİ…

Yine bir gün;

Din hakkında ileri-geri konuşan (Din derken İslam dinini kastediyoruz. Yoksa bu tipler Hristiyanlık, Yahudilik, Ermenilik aleyhinde konuşmaya cesaret edemezler)

Ve:

Çokça da içki içtiğini duyduğum biri bana gelerek;

- Hocam bildiğiniz şöyle eli yüzü düzgün biri varsa evlenmek istiyorum. Benim takıldığım çevrede öyle bir kız bulamıyorum da… dedi.

Bak sen hele!

Bekarken istediği gibi gezip tozacak ama evlenirken eli-yüzü düzgün namuslu olacak biri arıyor.

Olur! Bulursam haber veririm’ dedim. Başka ne diye bilirdim ki?”

CAMİ VE CEMAAT…

Bu arada sayfiye (yazlık) yerlerinde Camiyi doldurmak gittikçe zorlaşıyor.

Cami sadece Cuma günleri dolup taşıyor.

Benim olduğum günlerde vakit namazlarında bir saf ya doluyor veya dolmuyordu. Gelen cemaat de benim gibi oraya tatil yapmaya gelmiş veya mevsimlik işçilerdi. Bunların arasında Türk Cumhuriyetleri’nden gelenleri görünce seviniyordum. Demek ki, Türk Cumhuriyetleri’nde yeni nesil tekrar özüne dönüyor.

Hocaya;

- Kışın cemaat ancak 3-4 kişi olur! dediğimde

- Evet! dedi. Çünkü çevredeki evler, mütemadiyen pansiyon türü konaklama yerlerine dönüştüğü için cemaat azalıyor.

Mesela en son -yandaki pansiyonu göstererek- oradan cemaate 3 kişinin geldiğini ama şimdi uzak yerlere taşındıkları için gelemediklerini söyledi.

IRKÇILIK BULAŞICI BİR HASTALIKTIR!..

Akşamları çocuklarla caddede bir-iki tur atmaya çalışıyoruz.

Hediyelik eşya, lokum, tatlı türü şeyler satan dükkânlardan birine girdik.

Alış-verişi yaparken dükkân sahibi, çocuklara bir tatlı türü ikram ettikten sonra bize dönüp;

- Biliyor musunuz, bu tatlıyı evde annem yapıyor! dedi.

Hoşumuza gitti, tatlıdan da aldık.

Derken ayaküstü sohbet biraz daha uzadı.

Kazakistan’dan geldiğini, yirmi yıldır burada esnaflık yaptığından falan bahsettikten sonra,

- Bu Suriyelilerin işi ne olacak! diye dert yanmaz mı?

Hâlbuki;

Daha önce bahsettiğim gibi, ihtiyaç olduğu halde buradaki esnaf olsun oteller olsun Suriyeli çalıştırmıyor. İhtiyaç olduğu halde çalıştırmıyorlar.

Nitekim;

Senelerdir gidip-geliyorum tek bir Suriyeli görmedim. Geçen sene geldiğimde cami ve tuvaletleri temizleyen Mısırlı gariban biri vardı, onu da Suriyeli sandıkları için müftülüğe şikâyet edip gönderdiler. Tek bir Suriyeli yok yani…

Ama…

Bu arkadaş bile ve kendisi de dışarıdan geldiği halde “Bu Suriyeliler ne olacak!” diye hayıflanıyor.

Normalde “göçmen dayanışması” gereği Suriyelilere sahip çıkması gerekirken ırkçılık hastalığı ona da bulaşmış, dert yanıyor.

KÖFTECİ YUSUF…

Yolda giderken fiyatları makul diye Köfteci Yusuf’ta mola vermiştim.

Malum olduğu üzere;

Köfteci Yusuf’un servisi çok hızlıdır.

Ama ilk defa masada beklediğimi, garsona bir iki seslendiğim halde servis açmadıklarını, ayağa kalkıp ikaz etmek zorunda kaldığımı gördüm.

Tuvaletleri kirli, lavabonun biri tıkalı, kâğıt havlu makinasının da biri çalışmıyordu.

Yani demek istediğim;

Hızlı servisi ile maruf Köfteci Yusuf bile eleman sıkıntısı çekiyordu.

Ama Suriyeli çalıştırmıyor.

ATATÜRK POSTERİ!..

Tam aksine;

Yaranmak için hiç de gerekli olmayan bir yere Atatürk posteri asmış.

Malum olduğu üzere “Hesaplı Kasap” diye bir bölümü var.

Böyle bir yerde Atatürk posteri ne alaka…

Ama dedim ya; “mahalle baskısı” onu da etkilemiş.

Aynı şeyi birkaç yerde daha gördüm. Mesela gittiğim başka bir lokantada halk TV açık ve yine koca bir Atatürk posteri.

İstanbul’da da benzer şeyler görmüştüm.

Bilhassa CHP’nin ezici çoğunlukla kazandığı yerlerde halk TV veya Sözcü TV’nin akşama kadar açık olduğunu, Atatürk büstlerinin masalarda ve posterlerinin asılı olduğunu gördüm.

Bu esnafın bir kısmının Atatürk sevgisi vs. ile de alakası olduğunu da sanmıyorum.

Bu işler tamamen “duygusal işler”!..

Yani müşteri kapma uyanıklığı…

Yaygınlaştığı için bu mevzuyu nasip olursa başka bir yazıda ele almak istiyorum; şimdilik bu kadar.

Vesselâm…

.

Emin Batur, dikGAZETE.com

.

CAMİYE SIĞINAN ATESİT VE MAZBUT AİLE KIZI ARAYAN HAYLAZ…

Tatil Notlarıma kaldığım yerden devam ediyorum.

Geçen hafta;

Antalya B. Şehir belediyesinin sebep olduğu su sıkıntısından bahsetmiş ve CHP’nin Belediyelerde iktidar olmasının en görünür halinin “susuzluk” olduğunu söylemiştim.

Bundan dolayı otellerin neler çektiğini anlatmaya kalksam yazı, pehlivan tefrikasına döner. Bundan dolayı burada kesiyorum.

Bu sefer iki ilginç olaydan bahsedeceğim.

DOSTLAR…

Kemer Tekirova’ya gide-gele birçok dost edinmiş bulunuyorum.

Bunların arasında cami imamımız da var.

Kendisi ile çabuk ünsiyet kurduk.

Akşamları çay eşliğinde sohbet ederken başından geçen ilginç olaylardan bir-ikisini bize anlattı.

Kendisinden dinleyelim:

ATEİST…

“Antalya’nın meşhur yağmurlarının yağdığı bir günde gece saat 1-2 civarı meşrutanın (lojmanın) kapısı çaldı.

Kapıyı açtığımda sırılsıklam olmuş biri karşımda duruyordu. Bir-kaç arkadaşıyla motosikletle geziye çıkmış ama beklenmedik bir yağmura tutulduklarını söyledi

Ve;

- Camide kalabilir miyiz? diye ricada bulundu.

Ben de ‘Olur tabii... Buyurun!’ diyerek camiyi onlara açtım.

Isınmaları için klimaları da açarak eve çıktım…

Ama içimden;

Bunlar şimdi açtır” dedim. Hanımı kaldırarak tarhana çorbası yapmasını söyledim.

Camiye indiğimde ıslak urbalarını çıkarmış kurutmaya çalışırken, üzerinde buharı tüten tarhana çorbasını gördüklerinde gözlerine inanamadılar.

- Ya hu biz kaza falan geçirdik de cennete miyiz? diye birbirleri ile şakalaşırken, içlerinden biri;

- Hocam biliyor musunuz? Ben ateistim! dedi.

Ben de ona “Olabilir! Neticede bir insansın ve şu anda yardıma ihtiyacın var. Ben de elimden gelenini yapmaya çalışıyorum” dedim.

Bu sefer;

- Hocam camiye sığındım diye fikrimi değiştirdiğimi sanma! dedi.

İçimden “La havle...” çektim. Be adam ben sana ne olduğunu sormadım! Yaptığım iyilikten dolayı da fikir değiştirip değiştirmediğini de sormadım…

Ama insanoğlu böyle işte. Bazıları boşboğazlık etmeden duramıyor…” diyerek hayıflanmıştı.

HAYLAZIN BİRİ…

Yine bir gün;

Din hakkında ileri-geri konuşan (Din derken İslam dinini kastediyoruz. Yoksa bu tipler Hristiyanlık, Yahudilik, Ermenilik aleyhinde konuşmaya cesaret edemezler)

Ve:

Çokça da içki içtiğini duyduğum biri bana gelerek;

- Hocam bildiğiniz şöyle eli yüzü düzgün biri varsa evlenmek istiyorum. Benim takıldığım çevrede öyle bir kız bulamıyorum da… dedi.

Bak sen hele!

Bekarken istediği gibi gezip tozacak ama evlenirken eli-yüzü düzgün namuslu olacak biri arıyor.

Olur! Bulursam haber veririm’ dedim. Başka ne diye bilirdim ki?”

CAMİ VE CEMAAT…

Bu arada sayfiye (yazlık) yerlerinde Camiyi doldurmak gittikçe zorlaşıyor.

Cami sadece Cuma günleri dolup taşıyor.

Benim olduğum günlerde vakit namazlarında bir saf ya doluyor veya dolmuyordu. Gelen cemaat de benim gibi oraya tatil yapmaya gelmiş veya mevsimlik işçilerdi. Bunların arasında Türk Cumhuriyetleri’nden gelenleri görünce seviniyordum. Demek ki, Türk Cumhuriyetleri’nde yeni nesil tekrar özüne dönüyor.

Hocaya;

- Kışın cemaat ancak 3-4 kişi olur! dediğimde

- Evet! dedi. Çünkü çevredeki evler, mütemadiyen pansiyon türü konaklama yerlerine dönüştüğü için cemaat azalıyor.

Mesela en son -yandaki pansiyonu göstererek- oradan cemaate 3 kişinin geldiğini ama şimdi uzak yerlere taşındıkları için gelemediklerini söyledi.

IRKÇILIK BULAŞICI BİR HASTALIKTIR!..

Akşamları çocuklarla caddede bir-iki tur atmaya çalışıyoruz.

Hediyelik eşya, lokum, tatlı türü şeyler satan dükkânlardan birine girdik.

Alış-verişi yaparken dükkân sahibi, çocuklara bir tatlı türü ikram ettikten sonra bize dönüp;

- Biliyor musunuz, bu tatlıyı evde annem yapıyor! dedi.

Hoşumuza gitti, tatlıdan da aldık.

Derken ayaküstü sohbet biraz daha uzadı.

Kazakistan’dan geldiğini, yirmi yıldır burada esnaflık yaptığından falan bahsettikten sonra,

- Bu Suriyelilerin işi ne olacak! diye dert yanmaz mı?

Hâlbuki;

Daha önce bahsettiğim gibi, ihtiyaç olduğu halde buradaki esnaf olsun oteller olsun Suriyeli çalıştırmıyor. İhtiyaç olduğu halde çalıştırmıyorlar.

Nitekim;

Senelerdir gidip-geliyorum tek bir Suriyeli görmedim. Geçen sene geldiğimde cami ve tuvaletleri temizleyen Mısırlı gariban biri vardı, onu da Suriyeli sandıkları için müftülüğe şikâyet edip gönderdiler. Tek bir Suriyeli yok yani…

Ama…

Bu arkadaş bile ve kendisi de dışarıdan geldiği halde “Bu Suriyeliler ne olacak!” diye hayıflanıyor.

Normalde “göçmen dayanışması” gereği Suriyelilere sahip çıkması gerekirken ırkçılık hastalığı ona da bulaşmış, dert yanıyor.

KÖFTECİ YUSUF…

Yolda giderken fiyatları makul diye Köfteci Yusuf’ta mola vermiştim.

Malum olduğu üzere;

Köfteci Yusuf’un servisi çok hızlıdır.

Ama ilk defa masada beklediğimi, garsona bir iki seslendiğim halde servis açmadıklarını, ayağa kalkıp ikaz etmek zorunda kaldığımı gördüm.

Tuvaletleri kirli, lavabonun biri tıkalı, kâğıt havlu makinasının da biri çalışmıyordu.

Yani demek istediğim;

Hızlı servisi ile maruf Köfteci Yusuf bile eleman sıkıntısı çekiyordu.

Ama Suriyeli çalıştırmıyor.

ATATÜRK POSTERİ!..

Tam aksine;

Yaranmak için hiç de gerekli olmayan bir yere Atatürk posteri asmış.

Malum olduğu üzere “Hesaplı Kasap” diye bir bölümü var.

Böyle bir yerde Atatürk posteri ne alaka…

Ama dedim ya; “mahalle baskısı” onu da etkilemiş.

Aynı şeyi birkaç yerde daha gördüm. Mesela gittiğim başka bir lokantada halk TV açık ve yine koca bir Atatürk posteri.

İstanbul’da da benzer şeyler görmüştüm.

Bilhassa CHP’nin ezici çoğunlukla kazandığı yerlerde halk TV veya Sözcü TV’nin akşama kadar açık olduğunu, Atatürk büstlerinin masalarda ve posterlerinin asılı olduğunu gördüm.

Bu esnafın bir kısmının Atatürk sevgisi vs. ile de alakası olduğunu da sanmıyorum.

Bu işler tamamen “duygusal işler”!..

Yani müşteri kapma uyanıklığı…

Yaygınlaştığı için bu mevzuyu nasip olursa başka bir yazıda ele almak istiyorum; şimdilik bu kadar.

Vesselâm…

.

Emin Batur, dikGAZETE.com

.