CHP meselesi Türkiye meselesidir
CHP meselesi Türkiye meselesidir
- 18-06-2023 01:10
- 2917
- 18-06-2023 01:10
- 2917
CHP cenahında yaşananlar Kılıçdaroğlu’nun kıymetini teslim etmek gerektiğini gösterdi.
Sakın ha “Genel Başkanlığı bırakmasın” demek istemiyorum, sadece bir siyasetçi olarak hataları ile sevapları ile değerlendirilmesi gerekir diyorum.
Zira hakkaniyet bir yana, bundan sonra gidilecek yolun CHP’ye gelecek vadetmesi böyle bir değerlendirmeye bağlı olacak.
Hâlihazırda, seçim başarısızlığının faturası en çok da, Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr kesimle uzlaşma, helâlleşme yaklaşımına yükleniyor, eskiye dönüş öneriliyor.
Bu, parti için de Türkiye için de tam bir felaket olur.
Son olarak, Abdüllatif Şener skandalı maalesef bu yönde düşünenlere koz vermiş oldu. Oysa, Şener’in tavrı, siyasi görüşlerinden ziyade belli ki kişiliği ile ilgili bir sorun.
Muhafazakâr ve İslamcılar arasında, temel kaygısı Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesi olan da var, partisine küsüp kendine yer arayan da var, hatta Erdoğan ile kişisel hesaplaşma duygusu içinde olan da var. Hepsini aynı sepete atmamak lazım.
Bence, Kılıçdaroğlu’nun partinin demokratikleşmesi yönünde izlediği siyaset çerçevesinde muhafazakârlar ile uzlaşma hamlesi doğru ve gerekli, ancak yöntemi sorunlu idi.
Uzlaşma siyaseti eski İslamcı, muhafazakâr, sağ milliyetçi isimleri partiye katmak şeklinde değil, fikir düzeyinde olmalıydı.
Nitekim, eski partilerinden kopup CHP’ye katılan siyasetçilerin CHP’ye de demokratik siyasete de bir şey kazandırmadığı çoktan anlaşılmıştı.
İkinci önemli husus, Kılıçdaroğlu’nun da onunla aynı görüşte olanların da ‘İslamcılık’ ve ‘muhafazakârlık’ meselesini hakkıyla kavrayamamış olmasıydı.
İslamcılık ve muhafazakârlığın sadece dindarlıkla ilgili olmayan bir siyasi tutum olduğu, karşı taraftan hâlâ anlaşılabilmiş değil.
Bu siyasi tutumlar, aynı zamanda horlanmışlığa karşı bir küskünlük ve itiraz ile şekillenmiştir.
Diğer taraftan, siyaset her zaman bir sınıf atlama, hiç olmazsa orta sınıflaşma yoludur.
Sağcılık, muhafazakârlık, İslamcılık tüm bu unsurların bileşkesi olarak toplumsal itibar görmüştür.
Milliyetçi bir yazar (İlhan Darendelioğlu), zamanında Köy Enstitlerine karşı çıkarken, “onlar bizi köye mahkûm etmek istiyordu, biz ise şehirlere karışmak istiyorduk” demişti.
CHP, laik kesim, sol siyasetler işin bu püf noktasını hep gözden kaçırırlar.
Tam da bu nedenle, Kılıçdaroğlu “muhafazakârlar kazanımlarını kaybetmekten korkuyorlar” şeklinde bir kaygı karşısında başörtüsü meselesini Anayasa’ya taşımak gibi yanlış bir hamle yaptı.
Öncelikle, “muhafazakârların kazanımları”nın başörtüsü veya din ve vicdan özgürlüğünden ibaret olmadığı kavranamadı.
Peki, nedir kazanımları?
Birincisi, laik, burjuva, şehirli kesimin üstenci bakışına karşı ‘kendilerinden biri’nin iktidar olması.
İkincisi, bu iktidarın getirdiği küçüklü büyüklü sosyal ve ekonomik kazanımlar. Büyük sermaye için büyük ihaleler bir yana (çünkü bu alanın kazananı olmak için muhafazakâr olmaya gerek yok) daha orta ölçekteki kazanımlara, belediyelerde küçük çapta da olsa imkân bulmaya varan bir dizi orta sınıflaşma yolu.
Tabii tek sorun muhafazakârları anlayamamak ve ulaşamamak değil, bir uçtan diğer uca savrulmak da ayrı bir sorun.
Yani, muhafazakârlara, sağ milliyetçilere ulaşmak adına muhafazakârlaşmak, milliyetçileşmek, sağcılaşmak. Bu noktada, CHP gibi bir parti için tutulacak yol, ‘demokratik bir laiklik’ anlayışını vurgulamak üzere, dindarlık yarıştırmaktan ziyade, başörtüsü gibi din ve vicdan özgürlüğü konularında özgürlükçü ve demokratik bir tavrı içselleştirmekten ibaret olmalıydı.
Öylesi, hem Türkiye’de laiklik ve demokrasi adına isabetli, hem de daha samimi ve inandırıcı olurdu.
Yine de helâlleşme, muhafazakârlara ulaşma konusunda şimdiye kadar atılan adımları toptan mahkûm etmemek, toplumsal barış adına kazanımlarını da dikkate almak lazım.
Aksi yönde bir muhasebe, CHP’yi, tam da iktidar partisinin istediği gibi, dar bir alana hapsetmeye varır.
Maalesef, hâlihazırda bu yönde bir eğilim giderek daha fazla seslendirilir oldu.
Oysa, CHP’nin dar bir alana hapsolması, sadece parti ve partilileri değil, Türkiye’de yaşayan hepimizi ilgilendiren, hayati bir sorun olur.
Seçim sürecinde, iktidar partisinin bırakın demokrasiyi, toplumsal barışı tehlikeye atmak gibi bir kaygısı olmadığını gördük.
Bu çerçevede siyasi muhalefet, siyasi rekabet ötesinde karalandı, hırpalandı ve belli ki bundan sonra da aynı anlayış devam edecek.
CHP’nin içe kapanması durumunda sadece siyaset alanı değil, toplumsal alan da giderek daha fazla otoriter propaganda çerçevesinde şekillenecek.
Bu nedenle CHP’ye çok iş düşüyor ve birincisi bir uçtan diğerine savrulmak yerine serinkanlı bir muhasebe yapmak.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
.
CHP cenahında yaşananlar Kılıçdaroğlu’nun kıymetini teslim etmek gerektiğini gösterdi.
Sakın ha “Genel Başkanlığı bırakmasın” demek istemiyorum, sadece bir siyasetçi olarak hataları ile sevapları ile değerlendirilmesi gerekir diyorum.
Zira hakkaniyet bir yana, bundan sonra gidilecek yolun CHP’ye gelecek vadetmesi böyle bir değerlendirmeye bağlı olacak.
Hâlihazırda, seçim başarısızlığının faturası en çok da, Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr kesimle uzlaşma, helâlleşme yaklaşımına yükleniyor, eskiye dönüş öneriliyor.
Bu, parti için de Türkiye için de tam bir felaket olur.
Son olarak, Abdüllatif Şener skandalı maalesef bu yönde düşünenlere koz vermiş oldu. Oysa, Şener’in tavrı, siyasi görüşlerinden ziyade belli ki kişiliği ile ilgili bir sorun.
Muhafazakâr ve İslamcılar arasında, temel kaygısı Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesi olan da var, partisine küsüp kendine yer arayan da var, hatta Erdoğan ile kişisel hesaplaşma duygusu içinde olan da var. Hepsini aynı sepete atmamak lazım.
Bence, Kılıçdaroğlu’nun partinin demokratikleşmesi yönünde izlediği siyaset çerçevesinde muhafazakârlar ile uzlaşma hamlesi doğru ve gerekli, ancak yöntemi sorunlu idi.
Uzlaşma siyaseti eski İslamcı, muhafazakâr, sağ milliyetçi isimleri partiye katmak şeklinde değil, fikir düzeyinde olmalıydı.
Nitekim, eski partilerinden kopup CHP’ye katılan siyasetçilerin CHP’ye de demokratik siyasete de bir şey kazandırmadığı çoktan anlaşılmıştı.
İkinci önemli husus, Kılıçdaroğlu’nun da onunla aynı görüşte olanların da ‘İslamcılık’ ve ‘muhafazakârlık’ meselesini hakkıyla kavrayamamış olmasıydı.
İslamcılık ve muhafazakârlığın sadece dindarlıkla ilgili olmayan bir siyasi tutum olduğu, karşı taraftan hâlâ anlaşılabilmiş değil.
Bu siyasi tutumlar, aynı zamanda horlanmışlığa karşı bir küskünlük ve itiraz ile şekillenmiştir.
Diğer taraftan, siyaset her zaman bir sınıf atlama, hiç olmazsa orta sınıflaşma yoludur.
Sağcılık, muhafazakârlık, İslamcılık tüm bu unsurların bileşkesi olarak toplumsal itibar görmüştür.
Milliyetçi bir yazar (İlhan Darendelioğlu), zamanında Köy Enstitlerine karşı çıkarken, “onlar bizi köye mahkûm etmek istiyordu, biz ise şehirlere karışmak istiyorduk” demişti.
CHP, laik kesim, sol siyasetler işin bu püf noktasını hep gözden kaçırırlar.
Tam da bu nedenle, Kılıçdaroğlu “muhafazakârlar kazanımlarını kaybetmekten korkuyorlar” şeklinde bir kaygı karşısında başörtüsü meselesini Anayasa’ya taşımak gibi yanlış bir hamle yaptı.
Öncelikle, “muhafazakârların kazanımları”nın başörtüsü veya din ve vicdan özgürlüğünden ibaret olmadığı kavranamadı.
Peki, nedir kazanımları?
Birincisi, laik, burjuva, şehirli kesimin üstenci bakışına karşı ‘kendilerinden biri’nin iktidar olması.
İkincisi, bu iktidarın getirdiği küçüklü büyüklü sosyal ve ekonomik kazanımlar. Büyük sermaye için büyük ihaleler bir yana (çünkü bu alanın kazananı olmak için muhafazakâr olmaya gerek yok) daha orta ölçekteki kazanımlara, belediyelerde küçük çapta da olsa imkân bulmaya varan bir dizi orta sınıflaşma yolu.
Tabii tek sorun muhafazakârları anlayamamak ve ulaşamamak değil, bir uçtan diğer uca savrulmak da ayrı bir sorun.
Yani, muhafazakârlara, sağ milliyetçilere ulaşmak adına muhafazakârlaşmak, milliyetçileşmek, sağcılaşmak. Bu noktada, CHP gibi bir parti için tutulacak yol, ‘demokratik bir laiklik’ anlayışını vurgulamak üzere, dindarlık yarıştırmaktan ziyade, başörtüsü gibi din ve vicdan özgürlüğü konularında özgürlükçü ve demokratik bir tavrı içselleştirmekten ibaret olmalıydı.
Öylesi, hem Türkiye’de laiklik ve demokrasi adına isabetli, hem de daha samimi ve inandırıcı olurdu.
Yine de helâlleşme, muhafazakârlara ulaşma konusunda şimdiye kadar atılan adımları toptan mahkûm etmemek, toplumsal barış adına kazanımlarını da dikkate almak lazım.
Aksi yönde bir muhasebe, CHP’yi, tam da iktidar partisinin istediği gibi, dar bir alana hapsetmeye varır.
Maalesef, hâlihazırda bu yönde bir eğilim giderek daha fazla seslendirilir oldu.
Oysa, CHP’nin dar bir alana hapsolması, sadece parti ve partilileri değil, Türkiye’de yaşayan hepimizi ilgilendiren, hayati bir sorun olur.
Seçim sürecinde, iktidar partisinin bırakın demokrasiyi, toplumsal barışı tehlikeye atmak gibi bir kaygısı olmadığını gördük.
Bu çerçevede siyasi muhalefet, siyasi rekabet ötesinde karalandı, hırpalandı ve belli ki bundan sonra da aynı anlayış devam edecek.
CHP’nin içe kapanması durumunda sadece siyaset alanı değil, toplumsal alan da giderek daha fazla otoriter propaganda çerçevesinde şekillenecek.
Bu nedenle CHP’ye çok iş düşüyor ve birincisi bir uçtan diğerine savrulmak yerine serinkanlı bir muhasebe yapmak.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com