Cübbeli ve Vahhabilik
Cübbeli ve Vahhabilik
- 24-07-2022 01:31
- 3498
- 24-07-2022 01:31
- 3498
Cübbeli Ahmet Hoca, “Vahhabilik tehlikesi”ne “dikkat çekmiş”. Olayın arka planı malum, cemaat içi mücadeleler, vs. ama önce, anladığım kadarıyla, laik kesimin Cübbeli’nin söylediklerine sarılması mevzu olmuş.
Olmasına olur, “ne günlere kaldık, radikal İslam’dan şikâyet bir cemaat hocasına kaldı” diye ah edip vah etmemek de elde değil. Ama aslında şaşılacak bir şey yok, bu mevzularda “din düşmanı” olarak yaftalanmamak için ‘cüppeli’ ve ‘hoca’ olmak gereken bir dönemde yaşıyoruz.
Diğer taraftan, din, dindar, muhafazakar, İslamcılık konularında her şeyi birbirine karıştıran “laik kesim”in yazar, gazeteci takımının, Cübbeli ve Vahhabilik konusunun içinden çıkmasının fevkalade zor olduğunu, sergilenen kafa karışıklığında görüyoruz.
Öncelikle, ‘İslamcılık’ ve onun ötesinde “radikal İslamcı” diye tanımlanan alanda, bir kısmı ideolojik, çoğu rekabet ve güç ilişkilerine ilişkin pek çok iç çatışmanın olduğunu hesaba katmak gerekiyor.
İslamcılık alanında, bu iç çatışmanın en açık örneğine, AK Parti ve Gülen grubu arasında yaşananlar olarak tanık olduk.
Cübbeli Ahmet Hoca gibi cemaat mensupları arasındaki çatışmaların da AK Parti öncesine gittiğini biliyoruz.
Türkiye’de cemaat yapılanmalarının siyasetle ilişkisi de malum AK Parti döneminin çok öncesine uzanıyor. Merkez sağ partilerin cemaat oyları için girdikleri yarışlar, bugün bu konuları çalışanlar tarafından bile unutuldu. AK Parti döneminde bu yarışın yerini AK Parti merkezinde buluşma aldı.
Cemaat yapılarının, şiddete dayalı siyaset izleyen ‘radikal İslamcılık’ tanımı içinde değerlendirilmesi yanlış olur. Ancak, bu yapılar sonuçta, “siyasal İslam”ın unsurlarıdır ve giderek daha fazla ölçüde, “selefi İslam” anlayışını temsil edegeldiler.
Bu açıdan Cübbeli’nin İslam anlayışı ile “Vahhabi İslamı” arasında ciddi bir fark yoktur. Önemli bir fark, Türkiye’de cemaat ve İslamcı siyaset çevrelerinin, ‘milliyetçi’ hassasiyetlerinin yüksek olmasıdır. Ancak, Soğuk Savaş döneminden itibaren, Türkiye’de bu yapıların da ‘İslamcı’ partilerin (MNP, MSP) de, Vahhabiliğin bölgesel ve küresel ağlarının da “komünizmle mücadele” ekseninde siyasallaşmış olduğudur. AK Parti iktidarı ile, yerel, bölgesel ve küresel çapta buluşma güçlendi, AK Parti’nin iç ve dış siyaseti ile perçinlendi.
Dahası; Türkiye, küresel İslamcılığın merkez ülkelerinden biri haline geldi.
Arap Baharı öncesi ve sonrasında AK Parti’nin Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği destek, onun ötesinde, ülkeyi Türki cumhuriyetler ve Balkanlarda İslamcı çevrelere açması, bu çerçevede değerlendirilebilir.
Bu ülkelerden Türkiye’de üniversite öğrenimi almak için gelen öğrencilerin, kendi ülkelerinin İslamcı çevrelerinden seçilmiş olduğunu tecrübe ile biliyorum. Dahası, mesela Özbekistan’da yasak olduğu için hafızlık eğitimi için çocukların Türkiye’ye eğitim için geldiğini de biliyoruz.
Tüm bunlar kuşkusuz, “dindarlar dayanışması” kaygılarının ötesinde, İslam coğrafyasında Türkiye adına güç edinme çabalarının da sonuçları idi.
Cübbeli’nin işaret ettiği Vahhabilik mevzusunu bu çerçevede görebiliriz. “Ahmet Hoca”nın bu konuda söyledikleri, sadece cemaat içi çatışmaların, cemaatlerin AK Parti ile ilişkilerinin yansıması mı, yoksa, bir noktadan sonra, Türkiye içindeki cemaatler ve dışardan gelenler arasında gerilimli alanlara ilişkin mi olduğunu bilemiyorum. Ancak, Türkiye’nin (iktidarın) Ortadoğu siyasetinde yaşanan değişimin, İslamcılık merkezi haline gelen Türkiye’de farklı yapılara nasıl yansıyacağını izlemekte fayda var.
Biraz daha açayım, isterseniz; AK Parti iktidarı, yakın dönemde, Ortadoğu siyasetinde, önemini muhalefet çevresinin gözden kaçırdığı önemli bir hamle yaptı.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile barışmanın mahiyeti, Suudi Arabistan ile uzlaşma sadece zengin ülkelerden beklenen ekonomik destek arayışı değil.
Daha önemlisi, bölgede ABD dış siyaseti ile buluşmak ve bunun siyasi-ekonomik getirisinin ‘doğru’ yapılmış bir hesabı.
Türkiye’nin İran’a karşı çevreleme siyasetinin yeni hamlesi olan “İbrahim Sözleşmesi” hattına yakınlaşması, ABD/Batı siyasetleri için büyük önem taşıyor.
İktidar, Arap Baharı sonrasında ısrarla sürdürdüğü Müslüman Kardeşler örgütünü destekleme siyasetini bu çerçevede revize etti.
Diğer küresel İslamcı çevrelere dair siyasetinin de bu çerçeveden etkileneceğini düşünebiliriz.
Cübbeli’nin “Vahhabi tehlikesi” söylemi, tam olarak bu çerçeveye denk düşmüyor, hatta cemaat içi bir kavganın tesadüfen bir bam teline basmış olduğu da düşünülebilir. Ancak, tam da bu konular ortaya dökülmüşken, Türkiye’yi mesken tutmuş İslamcı örgüt ve çevreler ile ilişkilerde değişim ihtimalini hatırlatmak istedim.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Cübbeli Ahmet Hoca, “Vahhabilik tehlikesi”ne “dikkat çekmiş”. Olayın arka planı malum, cemaat içi mücadeleler, vs. ama önce, anladığım kadarıyla, laik kesimin Cübbeli’nin söylediklerine sarılması mevzu olmuş.
Olmasına olur, “ne günlere kaldık, radikal İslam’dan şikâyet bir cemaat hocasına kaldı” diye ah edip vah etmemek de elde değil. Ama aslında şaşılacak bir şey yok, bu mevzularda “din düşmanı” olarak yaftalanmamak için ‘cüppeli’ ve ‘hoca’ olmak gereken bir dönemde yaşıyoruz.
Diğer taraftan, din, dindar, muhafazakar, İslamcılık konularında her şeyi birbirine karıştıran “laik kesim”in yazar, gazeteci takımının, Cübbeli ve Vahhabilik konusunun içinden çıkmasının fevkalade zor olduğunu, sergilenen kafa karışıklığında görüyoruz.
Öncelikle, ‘İslamcılık’ ve onun ötesinde “radikal İslamcı” diye tanımlanan alanda, bir kısmı ideolojik, çoğu rekabet ve güç ilişkilerine ilişkin pek çok iç çatışmanın olduğunu hesaba katmak gerekiyor.
İslamcılık alanında, bu iç çatışmanın en açık örneğine, AK Parti ve Gülen grubu arasında yaşananlar olarak tanık olduk.
Cübbeli Ahmet Hoca gibi cemaat mensupları arasındaki çatışmaların da AK Parti öncesine gittiğini biliyoruz.
Türkiye’de cemaat yapılanmalarının siyasetle ilişkisi de malum AK Parti döneminin çok öncesine uzanıyor. Merkez sağ partilerin cemaat oyları için girdikleri yarışlar, bugün bu konuları çalışanlar tarafından bile unutuldu. AK Parti döneminde bu yarışın yerini AK Parti merkezinde buluşma aldı.
Cemaat yapılarının, şiddete dayalı siyaset izleyen ‘radikal İslamcılık’ tanımı içinde değerlendirilmesi yanlış olur. Ancak, bu yapılar sonuçta, “siyasal İslam”ın unsurlarıdır ve giderek daha fazla ölçüde, “selefi İslam” anlayışını temsil edegeldiler.
Bu açıdan Cübbeli’nin İslam anlayışı ile “Vahhabi İslamı” arasında ciddi bir fark yoktur. Önemli bir fark, Türkiye’de cemaat ve İslamcı siyaset çevrelerinin, ‘milliyetçi’ hassasiyetlerinin yüksek olmasıdır. Ancak, Soğuk Savaş döneminden itibaren, Türkiye’de bu yapıların da ‘İslamcı’ partilerin (MNP, MSP) de, Vahhabiliğin bölgesel ve küresel ağlarının da “komünizmle mücadele” ekseninde siyasallaşmış olduğudur. AK Parti iktidarı ile, yerel, bölgesel ve küresel çapta buluşma güçlendi, AK Parti’nin iç ve dış siyaseti ile perçinlendi.
Dahası; Türkiye, küresel İslamcılığın merkez ülkelerinden biri haline geldi.
Arap Baharı öncesi ve sonrasında AK Parti’nin Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği destek, onun ötesinde, ülkeyi Türki cumhuriyetler ve Balkanlarda İslamcı çevrelere açması, bu çerçevede değerlendirilebilir.
Bu ülkelerden Türkiye’de üniversite öğrenimi almak için gelen öğrencilerin, kendi ülkelerinin İslamcı çevrelerinden seçilmiş olduğunu tecrübe ile biliyorum. Dahası, mesela Özbekistan’da yasak olduğu için hafızlık eğitimi için çocukların Türkiye’ye eğitim için geldiğini de biliyoruz.
Tüm bunlar kuşkusuz, “dindarlar dayanışması” kaygılarının ötesinde, İslam coğrafyasında Türkiye adına güç edinme çabalarının da sonuçları idi.
Cübbeli’nin işaret ettiği Vahhabilik mevzusunu bu çerçevede görebiliriz. “Ahmet Hoca”nın bu konuda söyledikleri, sadece cemaat içi çatışmaların, cemaatlerin AK Parti ile ilişkilerinin yansıması mı, yoksa, bir noktadan sonra, Türkiye içindeki cemaatler ve dışardan gelenler arasında gerilimli alanlara ilişkin mi olduğunu bilemiyorum. Ancak, Türkiye’nin (iktidarın) Ortadoğu siyasetinde yaşanan değişimin, İslamcılık merkezi haline gelen Türkiye’de farklı yapılara nasıl yansıyacağını izlemekte fayda var.
Biraz daha açayım, isterseniz; AK Parti iktidarı, yakın dönemde, Ortadoğu siyasetinde, önemini muhalefet çevresinin gözden kaçırdığı önemli bir hamle yaptı.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile barışmanın mahiyeti, Suudi Arabistan ile uzlaşma sadece zengin ülkelerden beklenen ekonomik destek arayışı değil.
Daha önemlisi, bölgede ABD dış siyaseti ile buluşmak ve bunun siyasi-ekonomik getirisinin ‘doğru’ yapılmış bir hesabı.
Türkiye’nin İran’a karşı çevreleme siyasetinin yeni hamlesi olan “İbrahim Sözleşmesi” hattına yakınlaşması, ABD/Batı siyasetleri için büyük önem taşıyor.
İktidar, Arap Baharı sonrasında ısrarla sürdürdüğü Müslüman Kardeşler örgütünü destekleme siyasetini bu çerçevede revize etti.
Diğer küresel İslamcı çevrelere dair siyasetinin de bu çerçeveden etkileneceğini düşünebiliriz.
Cübbeli’nin “Vahhabi tehlikesi” söylemi, tam olarak bu çerçeveye denk düşmüyor, hatta cemaat içi bir kavganın tesadüfen bir bam teline basmış olduğu da düşünülebilir. Ancak, tam da bu konular ortaya dökülmüşken, Türkiye’yi mesken tutmuş İslamcı örgüt ve çevreler ile ilişkilerde değişim ihtimalini hatırlatmak istedim.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com