dayak… -1-

dayak… -1-

dayak… -1- dayak… -1-

Efendim!

Bizim neslimiz dayağın sadece bir cezalandırma yolu değil, aynı zamanda bir eğitim ve öğretim şekli olarak da görmüş yaşamış bir nesiliz. 

Bize “Baby Boomer” kuşağı derler.

İLKOKUL…

İlkokula gittiğimde dayak yeme korkumdan kaçıp eve dönmüşüm.. Çünkü o yıllarda dayak yemek rutin bir hadiseydi ama benim gözüm nedense fena korkmuştu.

Hâlbuki;

İlkokuldaki dayaklar…

Daha sonra göreceklerimin yanında çok masum kalıyormuş meğer... Kulak çekme, cetvelle vurma falan ne ki?

Yine de

Sınıfımın bir bayan öğretmene düşmesi için!..

İçimden o kadar çok dua ederdim ki… Çünkü erkek öğretmenler daha fena döverdi.

ORTAOKUL…

Böyle dua ede ede ilkokulu kazasız belasız bitirdim.

Aslında;

Uslu bir çocuk olduğum söylenirdi.

Yani dayağı hak edecek biri değildim.

Ama…

Sınıf sıra dayağından geçince, ben de nasibimi alıyordum. Kendi hatamdan dolayı yediğim bir-iki fiske çok azdır.

O yıllarda notların iyi olsa da ilkokul diploması hemen verilmezdi. İlkokulu bitirme imtihanı (sınavı) yapılır, başarılı olan ortaokula devam ederdi.

Nihayet o sınavı da vererek ortaokula yazılma hakkını kazanmıştım.

EŞREFPAŞALI VE MUSA ÇILLIZ…

Ortaokula gelince daha az dayak yiyeceğimizi sanırken…

Mardin Lisesi…

Ortaokul kısmında işlerin hiç de öyle olmadığını gördüm.

İlkokulda kız öğrenciler pek dayak yemezken, burada kız-oğlan fark etmez dayak yenebiliyordu.. Hakaretlerin bini de bir para…

OKULU BIRAKAN KIZ ÖĞRENCİ…

Mesela kız öğrencilerden biri saçını kısa kesip, kurdeleyi tepesine iliştirmişti.

Müdür Musa Çıllız, kız öğrenciyi görür görmez adeta çılgına döndü.

- Artist misin sen!

Tükürük-hakaret-tekme-tokat…

O kız öğrenciyi, bir daha okulda gören olmadı.

Dayak falan her neyse de… Hakaret ve tükürmek de ne?

EŞREFPAŞALI…

Eşrefpaşalı” namıyla meşhur bir de Ziya hocamız vardı.

Bu hocanın en büyük hobisi öğrencileri dövmek…

Öğrenciyi dövmediği gün morali bozuk olurdu (Veya bana öyle geliyordu)…

Resim dersine geliyordu…

Ancak bildiğim kadarıyla bu ders onun branşı değildi.

Tahminimce;

İdare de, onun ne mal olduğunu anlamış “resim dersinde fazla müşkülat çıkarmaz” diye bu kolay derse gönderiyorlardı.

Aksi halde;

Allah muhafaza Fen Bilgisi, Matematik vb. derslerden birine girse; “ödevi yapmadın! Dersi anlatamadın! Niye kırık not aldın!” gibi suçlamalarla eline geçen “haklı” fırsatı anında dayağa çevirir ve o sınıf öğrencilerini hastanelik ederdi.

İdare, bu kadarcağızını akıl etmiş!..

Ama…

Ziya Bey biraz serin gel! Çocuklara bu eziyetin nedir?” demeyi akıl edememişti bir türlü…

Neyse.

ORTAOKUL 2. SINIF…

Ortaokul ikinci sınıftaydık.

Ziya Hocanın canı sıkkın olduğu bir günde (o gün kimseyi dövmemiş demektir bu…) bizim Resim dersine geldi. Tabii o gelmeden namı çoktan sınıfa ulaşmıştı.

Külhanbeyvari ağır ağır bir yürüyüşüyle masasının önüne geçti

Ve birden şafak attı.

Sinirlenmiş ama sakin bir şekilde “masaya bu yazıyı kim yazdı?” diye sorduktan sonra sınıfı kesmeye, içten içe de vereceği cezanın hazzını yaşamaya başladı.

Suçlu bulunmasa…

Bütün sınıf sıra dayağından geçecek

Ki,

Tadına doyum olmaz.

ÇOCUKLAR ALTINA KAÇIRIYOR…

Namı çok önceden geldiği için cezanın şiddetinden korkan 1-2 çocuk altını ıslattı.

Bu arada Ziya Hoca, hınçla sorguya devam ediyor.

Ama kimseden çıt yok.

Meğerse

Çocuklardan biri hocanın masasına “Eşşekpaşalı” diye yazmış.

Ziya Hoca da Eşrefpaşalılığı ile çok övünüyor ya, bu onun çok zoruna gitmiş.

Yazıyı, muhtemelen 9 veya 10. Sınıflardan gelen abiler yazmıştı. Çünkü biz çocuk yaştakiler buna cesaret edemezdik ama ihale bizden bir öğrenciye kaldı. (Liseli öğrencilerin Ziya hocaya diş bilediğini bilmeyen yoktu…)

GEL BURAYA!..

Çocuk tahtaya bir cenaze gibi gitti.

- Elini aç!

- … …

- Öyle değil, çevir!

Çocuk, avuç içi yere bakacak şekilde elini çevirdi. 

O güne kadar böyle bir cezalandırma şekli görmemiş olan bizler, korku filmi seyreder gibi nefesimizi tutmuş bakıyoruz.

Hoca yoruluncaya kadar vurdu. 

Arkadaşımızın…

Ağlaması, bağırması, yalvarması işe yaramadı.

O dayakla…

Parmak kemikleri nasıl kırılmadı, ona bugün bile hayret ediyorum.

1972…

Bu olay, 1972 yılında oldu.

Ve dayak, zihnimize nasıl kazınmışsa!..

Aradan 50 sene geçmiş olmasına rağmen o dayak sahnesinin tüm ayrıntılarını hatırlıyorum.

“KÂĞIT” DİYEMEDİ “KÜRTÇÜ” OLDU!..

Bu sefer ismini hatırlayamadığım bir Türkçe hocamız vardı.

Çocukları kaldırır;

Kâğıt” dedirtmeye çalışırdı.

Sınıfımızın önemli bir kısmı Mardin köylerinden gelmiş Kürt çocukları olduğu için,

Kâğıt” demeye ne onların ne de bizim dilimiz dönmüyor bunun için de dayak yerdik.

Türkçe hocası, bir gün köyden gelmiş bir arkadaşımızı kaldırıp “kâğıt” dedirtmeye çalıştı. 

Diyemedi… 

Hoca tokatlamaya başladı.

Bu arada şunu arz edeyim;

Köyden gelen arkadaşların bir kısmı okula geç başlamış oluyordu ve bizden 2-3 yaş büyük olurlardı.

Hatta Liseye gittiğimizde (Sanat Okulu.. Sonradan Endüstri Meslek Lisesi) evli çoluk-çocuk sahibi olan arkadaşlarımız vardı.

Türkçe hocasının tokatladığı bu öğrenci de bizden daha iri, yaşça da büyük idi.

Sertçe;

Hocam dilim dönmüyor!” dedi.

İşin kötüye gideceğini anlayan hoca, bırakıp gitmişti.

Yıllar sonra…

O arkadaşımızın öğretmen olduğunu.. Sonra bir okula müdür olduğunu..

Ve “aşırı Kürtçü” olduğunu duydum.

Acaba” diyorum;

Kürtçü olmasında o gün yediği o tokatların etkisi oldu mu?

.

Emin Batur, dikGAZETE.com

NOT: Nasip olursa gelecek yazıda;

- Lisede dayak.. çarşı pazarda dayak.. karakolda dayak,

- Kaçak tütün içenlerin Kolcu’lardan yediği dayak

- Askeriyede dayak

- Üniversitelerde dayak

- 12 Eylül cuntacılarının attığı dayak vs. den bahsedeceğim.

Malum; nasip olmadan dayak da yenmez…

EB

Efendim!

Bizim neslimiz dayağın sadece bir cezalandırma yolu değil, aynı zamanda bir eğitim ve öğretim şekli olarak da görmüş yaşamış bir nesiliz. 

Bize “Baby Boomer” kuşağı derler.

İLKOKUL…

İlkokula gittiğimde dayak yeme korkumdan kaçıp eve dönmüşüm.. Çünkü o yıllarda dayak yemek rutin bir hadiseydi ama benim gözüm nedense fena korkmuştu.

Hâlbuki;

İlkokuldaki dayaklar…

Daha sonra göreceklerimin yanında çok masum kalıyormuş meğer... Kulak çekme, cetvelle vurma falan ne ki?

Yine de

Sınıfımın bir bayan öğretmene düşmesi için!..

İçimden o kadar çok dua ederdim ki… Çünkü erkek öğretmenler daha fena döverdi.

ORTAOKUL…

Böyle dua ede ede ilkokulu kazasız belasız bitirdim.

Aslında;

Uslu bir çocuk olduğum söylenirdi.

Yani dayağı hak edecek biri değildim.

Ama…

Sınıf sıra dayağından geçince, ben de nasibimi alıyordum. Kendi hatamdan dolayı yediğim bir-iki fiske çok azdır.

O yıllarda notların iyi olsa da ilkokul diploması hemen verilmezdi. İlkokulu bitirme imtihanı (sınavı) yapılır, başarılı olan ortaokula devam ederdi.

Nihayet o sınavı da vererek ortaokula yazılma hakkını kazanmıştım.

EŞREFPAŞALI VE MUSA ÇILLIZ…

Ortaokula gelince daha az dayak yiyeceğimizi sanırken…

Mardin Lisesi…

Ortaokul kısmında işlerin hiç de öyle olmadığını gördüm.

İlkokulda kız öğrenciler pek dayak yemezken, burada kız-oğlan fark etmez dayak yenebiliyordu.. Hakaretlerin bini de bir para…

OKULU BIRAKAN KIZ ÖĞRENCİ…

Mesela kız öğrencilerden biri saçını kısa kesip, kurdeleyi tepesine iliştirmişti.

Müdür Musa Çıllız, kız öğrenciyi görür görmez adeta çılgına döndü.

- Artist misin sen!

Tükürük-hakaret-tekme-tokat…

O kız öğrenciyi, bir daha okulda gören olmadı.

Dayak falan her neyse de… Hakaret ve tükürmek de ne?

EŞREFPAŞALI…

Eşrefpaşalı” namıyla meşhur bir de Ziya hocamız vardı.

Bu hocanın en büyük hobisi öğrencileri dövmek…

Öğrenciyi dövmediği gün morali bozuk olurdu (Veya bana öyle geliyordu)…

Resim dersine geliyordu…

Ancak bildiğim kadarıyla bu ders onun branşı değildi.

Tahminimce;

İdare de, onun ne mal olduğunu anlamış “resim dersinde fazla müşkülat çıkarmaz” diye bu kolay derse gönderiyorlardı.

Aksi halde;

Allah muhafaza Fen Bilgisi, Matematik vb. derslerden birine girse; “ödevi yapmadın! Dersi anlatamadın! Niye kırık not aldın!” gibi suçlamalarla eline geçen “haklı” fırsatı anında dayağa çevirir ve o sınıf öğrencilerini hastanelik ederdi.

İdare, bu kadarcağızını akıl etmiş!..

Ama…

Ziya Bey biraz serin gel! Çocuklara bu eziyetin nedir?” demeyi akıl edememişti bir türlü…

Neyse.

ORTAOKUL 2. SINIF…

Ortaokul ikinci sınıftaydık.

Ziya Hocanın canı sıkkın olduğu bir günde (o gün kimseyi dövmemiş demektir bu…) bizim Resim dersine geldi. Tabii o gelmeden namı çoktan sınıfa ulaşmıştı.

Külhanbeyvari ağır ağır bir yürüyüşüyle masasının önüne geçti

Ve birden şafak attı.

Sinirlenmiş ama sakin bir şekilde “masaya bu yazıyı kim yazdı?” diye sorduktan sonra sınıfı kesmeye, içten içe de vereceği cezanın hazzını yaşamaya başladı.

Suçlu bulunmasa…

Bütün sınıf sıra dayağından geçecek

Ki,

Tadına doyum olmaz.

ÇOCUKLAR ALTINA KAÇIRIYOR…

Namı çok önceden geldiği için cezanın şiddetinden korkan 1-2 çocuk altını ıslattı.

Bu arada Ziya Hoca, hınçla sorguya devam ediyor.

Ama kimseden çıt yok.

Meğerse

Çocuklardan biri hocanın masasına “Eşşekpaşalı” diye yazmış.

Ziya Hoca da Eşrefpaşalılığı ile çok övünüyor ya, bu onun çok zoruna gitmiş.

Yazıyı, muhtemelen 9 veya 10. Sınıflardan gelen abiler yazmıştı. Çünkü biz çocuk yaştakiler buna cesaret edemezdik ama ihale bizden bir öğrenciye kaldı. (Liseli öğrencilerin Ziya hocaya diş bilediğini bilmeyen yoktu…)

GEL BURAYA!..

Çocuk tahtaya bir cenaze gibi gitti.

- Elini aç!

- … …

- Öyle değil, çevir!

Çocuk, avuç içi yere bakacak şekilde elini çevirdi. 

O güne kadar böyle bir cezalandırma şekli görmemiş olan bizler, korku filmi seyreder gibi nefesimizi tutmuş bakıyoruz.

Hoca yoruluncaya kadar vurdu. 

Arkadaşımızın…

Ağlaması, bağırması, yalvarması işe yaramadı.

O dayakla…

Parmak kemikleri nasıl kırılmadı, ona bugün bile hayret ediyorum.

1972…

Bu olay, 1972 yılında oldu.

Ve dayak, zihnimize nasıl kazınmışsa!..

Aradan 50 sene geçmiş olmasına rağmen o dayak sahnesinin tüm ayrıntılarını hatırlıyorum.

“KÂĞIT” DİYEMEDİ “KÜRTÇÜ” OLDU!..

Bu sefer ismini hatırlayamadığım bir Türkçe hocamız vardı.

Çocukları kaldırır;

Kâğıt” dedirtmeye çalışırdı.

Sınıfımızın önemli bir kısmı Mardin köylerinden gelmiş Kürt çocukları olduğu için,

Kâğıt” demeye ne onların ne de bizim dilimiz dönmüyor bunun için de dayak yerdik.

Türkçe hocası, bir gün köyden gelmiş bir arkadaşımızı kaldırıp “kâğıt” dedirtmeye çalıştı. 

Diyemedi… 

Hoca tokatlamaya başladı.

Bu arada şunu arz edeyim;

Köyden gelen arkadaşların bir kısmı okula geç başlamış oluyordu ve bizden 2-3 yaş büyük olurlardı.

Hatta Liseye gittiğimizde (Sanat Okulu.. Sonradan Endüstri Meslek Lisesi) evli çoluk-çocuk sahibi olan arkadaşlarımız vardı.

Türkçe hocasının tokatladığı bu öğrenci de bizden daha iri, yaşça da büyük idi.

Sertçe;

Hocam dilim dönmüyor!” dedi.

İşin kötüye gideceğini anlayan hoca, bırakıp gitmişti.

Yıllar sonra…

O arkadaşımızın öğretmen olduğunu.. Sonra bir okula müdür olduğunu..

Ve “aşırı Kürtçü” olduğunu duydum.

Acaba” diyorum;

Kürtçü olmasında o gün yediği o tokatların etkisi oldu mu?

.

Emin Batur, dikGAZETE.com

NOT: Nasip olursa gelecek yazıda;

- Lisede dayak.. çarşı pazarda dayak.. karakolda dayak,

- Kaçak tütün içenlerin Kolcu’lardan yediği dayak

- Askeriyede dayak

- Üniversitelerde dayak

- 12 Eylül cuntacılarının attığı dayak vs. den bahsedeceğim.

Malum; nasip olmadan dayak da yenmez…

EB