Dikkat!.. Uzun yazı (!)

Dikkat!.. Uzun yazı (!)

Bu kitap, gelecekteki toplumsal kaosu öngören bir bilimkurgu romanı. 

Yanan binaların ateşini söndürmek için değil, o binaların içindeki kitapları yakmak görevini üstlenen itfayeciler..

Bilgiden, bilimden, bilenden korkan insanlar.. 

Aynı, uluslararası iletişim sağlayacağına inandığımız sosyal mecraların, bizleri iki çift sohbete mahrum bırakıp yalnızlığa sürüklemesi gibi.

İşlevler, tersiyle hizmet ediyor.

Kitapların önemini yitirmesi, değerli yazarların azalması, iki paragraflık yazıların uzun sayılması, bilgiyi değersizleştirirken, amacı belli olmayan kişilerin hayatlarına hayranlık duyulması.. Bu kehanet, kendini gerçekleştirir mi?

Ne diyordu yazar:

"Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe.

Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. 

Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece."

Oysa yaşanan zaman, zihnimde Dostoyevski'ye söz veriyor:

“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. 

Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. 

Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor."

Öyleyse, yakılan kitaplardaki bilgileri kaybetmemek adına, onları son kez okuyanların zihinlerinde kalan bilgileri öğrenmek romanda ne kadar değerliyse, günümüzde yaşı ilerlemiş, derin bilgiye sahip insanların bizimle birkaç yıl daha kalmasını dilememiz doğru orantılıdır. 

Ancak bugün düşünmemizi engelleyen, zamanımızı harcatan, faydasız insanları baş köşeye koyan her türlü mecra, gün gelir uyuyan toplumumuzu, kitapları yakma zevkine de eriştirir mi?

Korkunç!

Yine de kitaptan çarpıcı bir söz, bu yazıyı sonuna kadar okuyan kitapseverlere rehber niteliğinde;

"Bir kadın kitaplar uğruna yanabiliyorsa, kitapların içinde bir şeyler olmalı.

Ölene dek okuyun!

.

Betül Özey, dikGAZETE.com

Sosyolog/Psikolog

Bu kitap, gelecekteki toplumsal kaosu öngören bir bilimkurgu romanı. 

Yanan binaların ateşini söndürmek için değil, o binaların içindeki kitapları yakmak görevini üstlenen itfayeciler..

Bilgiden, bilimden, bilenden korkan insanlar.. 

Aynı, uluslararası iletişim sağlayacağına inandığımız sosyal mecraların, bizleri iki çift sohbete mahrum bırakıp yalnızlığa sürüklemesi gibi.

İşlevler, tersiyle hizmet ediyor.

Kitapların önemini yitirmesi, değerli yazarların azalması, iki paragraflık yazıların uzun sayılması, bilgiyi değersizleştirirken, amacı belli olmayan kişilerin hayatlarına hayranlık duyulması.. Bu kehanet, kendini gerçekleştirir mi?

Ne diyordu yazar:

"Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe.

Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. 

Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece."

Oysa yaşanan zaman, zihnimde Dostoyevski'ye söz veriyor:

“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. 

Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. 

Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor."

Öyleyse, yakılan kitaplardaki bilgileri kaybetmemek adına, onları son kez okuyanların zihinlerinde kalan bilgileri öğrenmek romanda ne kadar değerliyse, günümüzde yaşı ilerlemiş, derin bilgiye sahip insanların bizimle birkaç yıl daha kalmasını dilememiz doğru orantılıdır. 

Ancak bugün düşünmemizi engelleyen, zamanımızı harcatan, faydasız insanları baş köşeye koyan her türlü mecra, gün gelir uyuyan toplumumuzu, kitapları yakma zevkine de eriştirir mi?

Korkunç!

Yine de kitaptan çarpıcı bir söz, bu yazıyı sonuna kadar okuyan kitapseverlere rehber niteliğinde;

"Bir kadın kitaplar uğruna yanabiliyorsa, kitapların içinde bir şeyler olmalı.

Ölene dek okuyun!

.

Betül Özey, dikGAZETE.com

Sosyolog/Psikolog