Din diye dayatılan kavga alanları ve tanımlar… Bozulma ve yozlaşmaya çanak tutanlar!

Din diye dayatılan kavga alanları ve tanımlar… Bozulma ve yozlaşmaya çanak tutanlar!

Din diye dayatılan kavga alanları ve tanımlar… Bozulma ve yozlaşmaya çanak tutanlar! Din diye dayatılan kavga alanları ve tanımlar… Bozulma ve yozlaşmaya çanak tutanlar!

DİN DİYE DAYATILAN KAVGA ALANLARI VE TANIMLAR

BOZULMA VE YOZLAŞMAYA ÇANAK TUTANLAR 

İnsanların değerler sistemi güç sahipleri ve emperyalistler tarafından tarihin her devrinde sulandırılmış, istismâr edilmiş, kullanılmış ve sömürülmüştür.

Bu yozlaşma bâzen aşağılayarak, bâzen abartılarak, bâzen kavramlar karıştırılarak yapılmıştır. İlginçtir dini sulandıran bu tanımlar da çoğunlukla semâvî ve kutsî değil, beşerî ve sosyal tanımlardır.

Maâlesef İnsanlık bu beşerî tanımları, dinin bir parçası olarak da görüp asırlarca kavga etmişlerdir.

Batı, reform ve Rönesans sürecinde dini dışlayarak sorunu çözmüş ve egemenler dini sâdece menfaatleri için kullanmışlardır.

İslâm ise Hristiyanlıktan farklı olarak kurallar manzûmesi canlı, kaynakları bozulmamıştır. Ancak, Müslümanlar beşerî tanımlarla dine sokulan dayatmalar üzerinden kavga ettirilmektedir. 

İnsanların ve insanlığın Değerler Sisteminin bir hiyerarşisi vardır.

En üstteki düzlemde semâvî ve ilâhî olan değerler vardır.

Altında Evrensel İnsanlık Değerleri vardır.

Altında toplum ve milletlerin töre ve terbiyesi ile tarih ve coğrafya içinde yaşattığı kurallar vardır.

Altında yasalar vardır.

En altta da ailenin kendi geliştirdiği değerler vardır.

Doğru olan bu değerler kendi düzleminde bağlayıcıdır. En üstten alta doğru birbirine tahakküm eder ve bağlar.

Dinimizin emir ve kuralları altındaki Millî terbiye ve töremizi kendisine uyumlu hâle getirmiştir. Yasalar da esasında dinin emirlerine Millî terbiye ve töreye ne kadar bağlı olursa toplum o kadar mutlu ve huzurlu olur.

Zaman zaman toplumdaki töreler dinimizin bir parçası gibi de sunulmuştur. Kan Davası gibi, berdel (kız alıp verme -değiş/tokuş-) gibi. 

Dış güçlerin, İslâm Dünyası’ndaki en büyük tuzağı semâvî olan değerleri beşerî olanla birleyip muvazaalı hâle getirmektir. Maâlesef son 150 yılda Müslüman entelektüeller de buna alet olmuşlardır.

Örnekler vermek istiyorum.

Bu arada, ben İlâhiyat Eğitimi almadım. İfâde etmeye çalıştığım konular bende de yara halini almış, İslâm Âlemi’nde kangren olmuş konulardır.

İslâm Anayasası olur mu?

Üzerinde en çok tartışılan konulardan biri..

Anayasa nedir?

İnsanların toplumları yönetmek için koydukları ana kurallar hatta toplum sözleşmesi…

Yani beşerî ve sosyal düzeyde… Şimdi soruyorum toplum ve insana ait bir şey nasıl din ile tanımlanır?

Yüce dinimizi aldık, insanın yaptığı kurumların yanına koyduk.

Ne diyorlar?

Bizim anayasamız Kur’ân-ı KerimAllah’tan korkun!.. Kur’ân-ı Kerim, Rabbimizin emirleridir. Anayasa olur mu?

Beşerin yaptığı kralların yanına kim indirebilir?

Cehâlet!..

Siz bir anayasa yaparsınız, bu Kur’ân-ı Kerim hükümlerine uygun olur. Kabul.

İnsanların yaptığı anayasa ise örnek İran Anayasası, S. Arabistan Anayasası olur. Tartışılır.

Böyle yapılırsa ilgili anayasa tartışılır.

Kur’ân-ı Kerim ve sünnete uygunluğu tartışılır.

Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Dinimizi tartışılır hâle getirmez. Ama siz “İslâm Anayasası” derseniz, İslâm’ı kendi yaptığınız beşerî olanla tartışılır hâle getirirsiniz.

Doğrusu İslâm Anayasası değildir. Doğrusu İslâm Hükümleri dikkate alınarak yapılmış anayasadır.

Onun değeri de sizin İslâm Hükümlerini anladığınız kadardır.

Diyorlar ki; “Medine sözleşmesi ilk İslâm Anayası’dır ya da örneğidir.” Bu da başka bir aşağılama yöntemi.

Allah aşkına adı üzerinde Medine SözleşmesiMedine’deki farklı topluluklarla ilişkileri düzenleyen kurallar… Burada yapılan Gülümüz SAV’in kurduğu büyük düzenlemeyi tahkir ve yok saymadan başka bir şey değil.

Çevresindeki tüm süper güçlere elçiler gönderen, yeni katılan topraklara valiler, hakimler, vergi memurları atayan, gerektiğinde asker toplayan, muharebeye karar veren, o koca devlet nizâmı nerede?

Sorun şu kafalarında… Koca Peygamber SAV. yani anayasası yok muydu?

Evet yoktu. Çünkü vahiy sahibiydi ve kendisi vardı.

Lafa gelince İngiltere büyük devlet, anayasası yok; teâmüllerle yönetiliyor.

Buna aklı yatan devrin entelektüel Müslümanının aklı “Peygamberimiz SAV’in anayasaya ne ihtiyacı vardı ki?” sorusuna yetmiyor.

Demek ki İslâm Anayasası olmaz, İslâmî Kurallara uygun farklı devletlerin anayasaları olur.

Kur’ân-ı Kerim, anayasa seviyesine indirilip, tartışılır hâle getirilemez. Kur’ân-ı Kerim, Müslümanların anayasası değildir. Yapacakları anayasanın referans, kaynak ve dayanağıdır.

İslâm Devleti olur mu?

Vahîyle yönetilen Gülümüz SAV’in devleti, bir İslâm Devleti’dir.

Peki sonrakiler?

Gülümüz SAV’den sonraki düzenlerin tamâmı Müslümanların kurduğu yapılardır. İslâm Devleti değildir. Müslümanların Devletleri’dir. Kabul. Ancak İslâm Devleti diyemeyiz.

Neden mi?

Düşünün, Gülümüz SAV’in vefatından sonra çıkan olayları, yaşananları, tartışmaları?..

Uzatmak istemiyorum bu konuyu.

A İslâm Devleti, B İslâm Cumhuriyeti olmaz. İslâm birilerinin eliyle tartışılır hâle getirilemez, rencide edilemez. A Devleti, B Cumhuriyeti vardır.

İçine İslâm sokulan, Kur’ân-ı Kerim sokulan beşerî yapılara ve tanımlara bakın. Hepsinde fitne sebebi sıkıntılar göreceksiniz.

Konunun arka planına bakın.

İslâm’ın sosyal nizâmını, iktisâdını, hukuk alanını vd. çalışan İslâm Ülkeleri’nde kaç insan var, İngiltere başta olmak üzere Batı’da kaç insan var?

Bilin ki İslâm olmayanlarda çalışmalar daha çok. Nedeni de çok açık.

Bunca istismar ve fitne alanı nasıl çıkıyor zannediyorsunuz?

Siz ictihâd kapısını kapatmışsınız, geleneksel medrese eğitimine medhîyeler düzüyorsunuz, onlar eğitim sistemini nerelere taşımış.

Siz devlet, millet ve ülke menfaatlerine “put” vb. içeriği olmayan art niyetli tanım ve ifâdeler kullanarak yıpratırken onlar hem devletlerini hem toplumlarını hem de dinlerini bunca katliamlarına rağmen yüceltmeye devâm ediyorlar. Çünkü maddi gücün temel organizasyonu ve örgütlü hâli devlettir. Dinin birleştiriciliğini diğer Millî unsurlar artırır.

Başka bir tuzak ise, bazı örfe dayalı birleştirici unsurların dinimizde olmadığını ifâde ederek reddetmektir.

Örneğin; dinimizde “Bez bağlayarak dua etme.” yoktur.

Kabul.

Peki Aile büyüklerinin elini öpmek, ilim öğreten büyüklerimizin elini öpmek, kısaca el öpme geleneği…

Vedâlaşırken adet üzere büyüklerin elini öpmeye teşebbüs ediyoruz.

Bizde el öpmek yok.” dedi bir büyüğüm.

Neden? Siz İngiliz ya da Fransız filan mısınız?” dedim.

Peygamberimiz SAV yapmamış.” dediler.

Ben de; “Bizim Doğu Anadolu’da çok güzel bir âdet vardır. Siz eğilir büyüğün elini öpersiniz. O da eğilip sizin başınızı öper. Bâzen de eğilir alnınızı öper.” Böyle bir âdet vaktiyle Arap Yarımadası’nda olsaydı düşünün Gülümüz SAV gibi insan ilişkisine, merhamete, büyüğe hürmete yaradılış olarak da çok değer veren bir insan bu âdeti uygulamaz mıydı?

Hâsılı; Rahmetli M. YAZICIOĞLU diyor ki; “Batı kültürünü medeniyet sanmakla, Arap kültürünü İslamiyet sanmak aynı hatadır!”

Bu meyanda maâlesef konu dışı ama, Fars etkisi de çok fazladır. S. Ahmet ARVASİ diyor ki; “Vatanımız ve milletimiz dört bir yandan ayrı renk ve biçimde gelişen kültür emperyalizmine maruz kalmaktadır. Kapitalist ve komünist oyunlara ilaveten Arap ve Fars kültürünün ülkemizdeki tahribatı çok büyük olmaktadır.”

Dinimizin ahkâm ve yaşayış olarak sulandırılmasının da büyük bir arka planı vardır. “İtikat ve ibadete bid'at katan, İslamiyeti kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslam'a hizmet etmemektedirler.” diyor ARVASİ Hoca.

Her türlü kafa karışıklığının asıl sebebi Müslümanları bölmek, devletlerini yıkmak, kavga ve kaos çıkartarak aralarında kapanmaz yaralar oluşturarak birbirlerine düşman etmektir.

Ülkelerimizde bekâ kaygısı yayılmalı, iç dinamikler, düşman kavramı da kullanılarak güçlü tutulmalıdır.

N. Fazıl; “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..” diyor.

Türk Devleti ve İslâm düşmanların, iş birlikçilerinin ortak tavırlarına baktığınızda; “Türk Devleti’ni yıkmak ve Türk Milleti’ni parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil, İslam'a da ihanet etmektedirler.”

“İslam Dünyası’nı esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk Devleti ve Türk Milleti olmuştur.”

“Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam Dünyası da güçlüdür.” diyor S. A. ARVASİ.

Bu cümleleri çok düşünmeliyiz.

Diğer bir sulandırma da Allah CC. Sıfatları ve insanların Rabbimizle ilişkisini izah ederken amir-memur, komutan-erat, patron-çalışan benzetmeleri ile Allah’ın azâmet ve ulûhiyetini izâha çalışmaktır.

Nasıl mı?

Sana maaş veren kişinin kapısında saatlerce bekliyorsun da günde beş vakit Allah’ın huzuruna çıkmıyorsun!..” gibi.

Allah aşkına, patronun verdiği maaş, bir nefesi karşılar mı?

Bu tarz karşılaştırmalar ne peygamberimiz SAV tarafından yapılmıştır ne de ilk devir İslâm âlimlerince yapılmamıştır.

Onlar Rabbimizi, sıfatları ve Kurân-ı Kerim ile izah ve takdim etmişlerdir.

Rabbimizin hangi sıfatı, yaratılmışların hangi özelliği ile kıyaslanabilir?

Böyle izah yapanları art niyetli olmakla ithâm etmiyorum. Ancak imân, itikadın sağlamlığı ile tamamlanır. Allah CC.’ı patronu, âmiri ya da komutanı ile kıyaslayan bir mülâhaza…

Düşünün!

 

Aziz Milletim…

İslâm’ın 1000 yıllık sancaktarları…

Peygamberimiz SAV.’in 500 yıllık hâlifesi yiğitler…

Kahramanlık sâdece fedákâlıkla olmaz. Kahramanlık yiğitlikle de ferâsetle de gözü karalıkla da olur.

Siz kim ne derse desin Ümmet-i Muhammed SAV’in cesur öncüleri, izzetli liderlerisiniz.

Sizin beyninizi ve Kutlu Gelecek Planlarınızı sâdece görünür düşmanlarınız kemirmiyor.

Bilin ki içinizdeki İngiliz/ABD Müslümanı entelektüeller, işbirlikçiler, sözde lâik pozlarda, çağdaşlığı kimseye bırakmayan yoz kafalı Batı Uşakları, mezhepçi, tarikatçı, mikro-milliyetçi, unsuriyetçi bölücüler ve ihânet şebekeleri de geleceğinizi kemirmek için ya ihanet içinde ya da ahmaklıkla dinamizminizi sömürüyorlar.

Yeneceğiz…

Fıkıh anlamında soldan yaklaşan görünür düşmanı da sağdan yaklaşan sinsi ve şeytání planları da göreceğiz.

Görmek zorundayız.

Çözüm mutlak ve şartsız birlik ve beraberliktir. 

Atsız Hoca diyor ki; “Eskiden Türkler arasında bir ayrılık konusu olan Sünnilik-Şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılmaz. Bunların hepsi Müslüman Türk’tür ve Müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları, artık Türkler arasında ikilik doğuramaz.”

Cumhurbaşkanımız da “Ben ne Sünniyim ne de Şii. Ben Müslümanım.” demedi mi?

Şehid Hasan El-Benna ise; “Müslümanların dünyadaki konumları efendilik değil, öğretmenlik mertebesidir.”

“Cesaretin en faziletlisi, insanın hakikati söylemesi, hatasını kabul etmesi ve şiddet anında kendine hakim olmasıdır.” “Ümitsizliğe düşmeyin çünkü ümitsizlik Müslüman ahlâkından değildir.”

“Yarınlar yorgun olanların değil rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”

Aziz Milletim.

Diğer düşman da “Biz adam olmayız.” nevíinden bizim ümit ve cesâretimizi kıran boşboğazlardır.

Bunların çoğu kendine güveni olmayan, dolayısı ile Milletimize de itimadı olmayan ahmak ve özünde cahil kişilerdir.

N. Hikmet, bâtıl olan davasında bile ne diyor?

Akın var, güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz. Güneşin zaptı yakın!” Bu örnek kararlılık için ne gerek?

Onun cevâbını da Kürşâd Marşı’ndan vererek yakın dönem yürekli adamları analım.

“YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ.”

Tüm Türk Dünyası’nın, İslâm Âlemi’nin ve mazlum insanlığın Ramazan Bayramlarını tebrik ederim. Kutlu olsun.

Fitne ve Bölücülükle ilgili ayet-i kerimeleri ve fitne odaklarının sığındıkları “hassâsiyet” kisveli mülâhazaları da belirtmek istiyorum.

(Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bakara 11]

(Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, âyetleri kendilerine göre yorumlar.) [Al-i imran 7]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace]

Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (Enam: 159)

Dine din ve dindarlık adına masum ya da ihânetle eklemelerde bulunanların gerekçeleri;

- Menfaat, hırs ve tutkuların tatmini adına dinde değişiklikler yapılması;

- Aşırı saygı, hassasiyet adına dine değişik şeyler katılması; bunun en bariz örnekleri bâzı tarikat yapılarındadır. Yaşanılanlar âdeta başka bir din gibidir.

- Kişisel vehim, düşünce ve felsefelerin dine karıştırılarak itikâdî özünün bozulması;

- Kendi uydurdukları uygulama ve kanunları dinin aslındanmış gibi ona yamamaya kalkışmaları. Son 150 yıl bu birçok Müslüman Ülkede yaşanmaktadır.

- Bazı ayrıntıları haddinden fazla büyüterek ana kuralları bulandırmaları. Namazı terkedip tarikat vd. yapıların öğrettiği tesbihat, zikir, rabıta vb. şeyleri yapmak gibi…

- Dinin önemli esas ve uygulamalarını adeta önemsizmiş gibi gösterip detay bazı hususlara da abartılı bir şekilde olmazsa olmaz havası estirmeleri;

- Böylece ifrat (aşırılık) ve tefrite (ihmalkârlık) dalarak sayısız din ve mezhep türetip insanları birbirine düşman haline dönüştürmeleri.

Saygı ile…

.

Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com

-Strateji ve Yönetim Uzmanı-

DİN DİYE DAYATILAN KAVGA ALANLARI VE TANIMLAR

BOZULMA VE YOZLAŞMAYA ÇANAK TUTANLAR 

İnsanların değerler sistemi güç sahipleri ve emperyalistler tarafından tarihin her devrinde sulandırılmış, istismâr edilmiş, kullanılmış ve sömürülmüştür.

Bu yozlaşma bâzen aşağılayarak, bâzen abartılarak, bâzen kavramlar karıştırılarak yapılmıştır. İlginçtir dini sulandıran bu tanımlar da çoğunlukla semâvî ve kutsî değil, beşerî ve sosyal tanımlardır.

Maâlesef İnsanlık bu beşerî tanımları, dinin bir parçası olarak da görüp asırlarca kavga etmişlerdir.

Batı, reform ve Rönesans sürecinde dini dışlayarak sorunu çözmüş ve egemenler dini sâdece menfaatleri için kullanmışlardır.

İslâm ise Hristiyanlıktan farklı olarak kurallar manzûmesi canlı, kaynakları bozulmamıştır. Ancak, Müslümanlar beşerî tanımlarla dine sokulan dayatmalar üzerinden kavga ettirilmektedir. 

İnsanların ve insanlığın Değerler Sisteminin bir hiyerarşisi vardır.

En üstteki düzlemde semâvî ve ilâhî olan değerler vardır.

Altında Evrensel İnsanlık Değerleri vardır.

Altında toplum ve milletlerin töre ve terbiyesi ile tarih ve coğrafya içinde yaşattığı kurallar vardır.

Altında yasalar vardır.

En altta da ailenin kendi geliştirdiği değerler vardır.

Doğru olan bu değerler kendi düzleminde bağlayıcıdır. En üstten alta doğru birbirine tahakküm eder ve bağlar.

Dinimizin emir ve kuralları altındaki Millî terbiye ve töremizi kendisine uyumlu hâle getirmiştir. Yasalar da esasında dinin emirlerine Millî terbiye ve töreye ne kadar bağlı olursa toplum o kadar mutlu ve huzurlu olur.

Zaman zaman toplumdaki töreler dinimizin bir parçası gibi de sunulmuştur. Kan Davası gibi, berdel (kız alıp verme -değiş/tokuş-) gibi. 

Dış güçlerin, İslâm Dünyası’ndaki en büyük tuzağı semâvî olan değerleri beşerî olanla birleyip muvazaalı hâle getirmektir. Maâlesef son 150 yılda Müslüman entelektüeller de buna alet olmuşlardır.

Örnekler vermek istiyorum.

Bu arada, ben İlâhiyat Eğitimi almadım. İfâde etmeye çalıştığım konular bende de yara halini almış, İslâm Âlemi’nde kangren olmuş konulardır.

İslâm Anayasası olur mu?

Üzerinde en çok tartışılan konulardan biri..

Anayasa nedir?

İnsanların toplumları yönetmek için koydukları ana kurallar hatta toplum sözleşmesi…

Yani beşerî ve sosyal düzeyde… Şimdi soruyorum toplum ve insana ait bir şey nasıl din ile tanımlanır?

Yüce dinimizi aldık, insanın yaptığı kurumların yanına koyduk.

Ne diyorlar?

Bizim anayasamız Kur’ân-ı KerimAllah’tan korkun!.. Kur’ân-ı Kerim, Rabbimizin emirleridir. Anayasa olur mu?

Beşerin yaptığı kralların yanına kim indirebilir?

Cehâlet!..

Siz bir anayasa yaparsınız, bu Kur’ân-ı Kerim hükümlerine uygun olur. Kabul.

İnsanların yaptığı anayasa ise örnek İran Anayasası, S. Arabistan Anayasası olur. Tartışılır.

Böyle yapılırsa ilgili anayasa tartışılır.

Kur’ân-ı Kerim ve sünnete uygunluğu tartışılır.

Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Dinimizi tartışılır hâle getirmez. Ama siz “İslâm Anayasası” derseniz, İslâm’ı kendi yaptığınız beşerî olanla tartışılır hâle getirirsiniz.

Doğrusu İslâm Anayasası değildir. Doğrusu İslâm Hükümleri dikkate alınarak yapılmış anayasadır.

Onun değeri de sizin İslâm Hükümlerini anladığınız kadardır.

Diyorlar ki; “Medine sözleşmesi ilk İslâm Anayası’dır ya da örneğidir.” Bu da başka bir aşağılama yöntemi.

Allah aşkına adı üzerinde Medine SözleşmesiMedine’deki farklı topluluklarla ilişkileri düzenleyen kurallar… Burada yapılan Gülümüz SAV’in kurduğu büyük düzenlemeyi tahkir ve yok saymadan başka bir şey değil.

Çevresindeki tüm süper güçlere elçiler gönderen, yeni katılan topraklara valiler, hakimler, vergi memurları atayan, gerektiğinde asker toplayan, muharebeye karar veren, o koca devlet nizâmı nerede?

Sorun şu kafalarında… Koca Peygamber SAV. yani anayasası yok muydu?

Evet yoktu. Çünkü vahiy sahibiydi ve kendisi vardı.

Lafa gelince İngiltere büyük devlet, anayasası yok; teâmüllerle yönetiliyor.

Buna aklı yatan devrin entelektüel Müslümanının aklı “Peygamberimiz SAV’in anayasaya ne ihtiyacı vardı ki?” sorusuna yetmiyor.

Demek ki İslâm Anayasası olmaz, İslâmî Kurallara uygun farklı devletlerin anayasaları olur.

Kur’ân-ı Kerim, anayasa seviyesine indirilip, tartışılır hâle getirilemez. Kur’ân-ı Kerim, Müslümanların anayasası değildir. Yapacakları anayasanın referans, kaynak ve dayanağıdır.

İslâm Devleti olur mu?

Vahîyle yönetilen Gülümüz SAV’in devleti, bir İslâm Devleti’dir.

Peki sonrakiler?

Gülümüz SAV’den sonraki düzenlerin tamâmı Müslümanların kurduğu yapılardır. İslâm Devleti değildir. Müslümanların Devletleri’dir. Kabul. Ancak İslâm Devleti diyemeyiz.

Neden mi?

Düşünün, Gülümüz SAV’in vefatından sonra çıkan olayları, yaşananları, tartışmaları?..

Uzatmak istemiyorum bu konuyu.

A İslâm Devleti, B İslâm Cumhuriyeti olmaz. İslâm birilerinin eliyle tartışılır hâle getirilemez, rencide edilemez. A Devleti, B Cumhuriyeti vardır.

İçine İslâm sokulan, Kur’ân-ı Kerim sokulan beşerî yapılara ve tanımlara bakın. Hepsinde fitne sebebi sıkıntılar göreceksiniz.

Konunun arka planına bakın.

İslâm’ın sosyal nizâmını, iktisâdını, hukuk alanını vd. çalışan İslâm Ülkeleri’nde kaç insan var, İngiltere başta olmak üzere Batı’da kaç insan var?

Bilin ki İslâm olmayanlarda çalışmalar daha çok. Nedeni de çok açık.

Bunca istismar ve fitne alanı nasıl çıkıyor zannediyorsunuz?

Siz ictihâd kapısını kapatmışsınız, geleneksel medrese eğitimine medhîyeler düzüyorsunuz, onlar eğitim sistemini nerelere taşımış.

Siz devlet, millet ve ülke menfaatlerine “put” vb. içeriği olmayan art niyetli tanım ve ifâdeler kullanarak yıpratırken onlar hem devletlerini hem toplumlarını hem de dinlerini bunca katliamlarına rağmen yüceltmeye devâm ediyorlar. Çünkü maddi gücün temel organizasyonu ve örgütlü hâli devlettir. Dinin birleştiriciliğini diğer Millî unsurlar artırır.

Başka bir tuzak ise, bazı örfe dayalı birleştirici unsurların dinimizde olmadığını ifâde ederek reddetmektir.

Örneğin; dinimizde “Bez bağlayarak dua etme.” yoktur.

Kabul.

Peki Aile büyüklerinin elini öpmek, ilim öğreten büyüklerimizin elini öpmek, kısaca el öpme geleneği…

Vedâlaşırken adet üzere büyüklerin elini öpmeye teşebbüs ediyoruz.

Bizde el öpmek yok.” dedi bir büyüğüm.

Neden? Siz İngiliz ya da Fransız filan mısınız?” dedim.

Peygamberimiz SAV yapmamış.” dediler.

Ben de; “Bizim Doğu Anadolu’da çok güzel bir âdet vardır. Siz eğilir büyüğün elini öpersiniz. O da eğilip sizin başınızı öper. Bâzen de eğilir alnınızı öper.” Böyle bir âdet vaktiyle Arap Yarımadası’nda olsaydı düşünün Gülümüz SAV gibi insan ilişkisine, merhamete, büyüğe hürmete yaradılış olarak da çok değer veren bir insan bu âdeti uygulamaz mıydı?

Hâsılı; Rahmetli M. YAZICIOĞLU diyor ki; “Batı kültürünü medeniyet sanmakla, Arap kültürünü İslamiyet sanmak aynı hatadır!”

Bu meyanda maâlesef konu dışı ama, Fars etkisi de çok fazladır. S. Ahmet ARVASİ diyor ki; “Vatanımız ve milletimiz dört bir yandan ayrı renk ve biçimde gelişen kültür emperyalizmine maruz kalmaktadır. Kapitalist ve komünist oyunlara ilaveten Arap ve Fars kültürünün ülkemizdeki tahribatı çok büyük olmaktadır.”

Dinimizin ahkâm ve yaşayış olarak sulandırılmasının da büyük bir arka planı vardır. “İtikat ve ibadete bid'at katan, İslamiyeti kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslam'a hizmet etmemektedirler.” diyor ARVASİ Hoca.

Her türlü kafa karışıklığının asıl sebebi Müslümanları bölmek, devletlerini yıkmak, kavga ve kaos çıkartarak aralarında kapanmaz yaralar oluşturarak birbirlerine düşman etmektir.

Ülkelerimizde bekâ kaygısı yayılmalı, iç dinamikler, düşman kavramı da kullanılarak güçlü tutulmalıdır.

N. Fazıl; “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..” diyor.

Türk Devleti ve İslâm düşmanların, iş birlikçilerinin ortak tavırlarına baktığınızda; “Türk Devleti’ni yıkmak ve Türk Milleti’ni parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil, İslam'a da ihanet etmektedirler.”

“İslam Dünyası’nı esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk Devleti ve Türk Milleti olmuştur.”

“Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam Dünyası da güçlüdür.” diyor S. A. ARVASİ.

Bu cümleleri çok düşünmeliyiz.

Diğer bir sulandırma da Allah CC. Sıfatları ve insanların Rabbimizle ilişkisini izah ederken amir-memur, komutan-erat, patron-çalışan benzetmeleri ile Allah’ın azâmet ve ulûhiyetini izâha çalışmaktır.

Nasıl mı?

Sana maaş veren kişinin kapısında saatlerce bekliyorsun da günde beş vakit Allah’ın huzuruna çıkmıyorsun!..” gibi.

Allah aşkına, patronun verdiği maaş, bir nefesi karşılar mı?

Bu tarz karşılaştırmalar ne peygamberimiz SAV tarafından yapılmıştır ne de ilk devir İslâm âlimlerince yapılmamıştır.

Onlar Rabbimizi, sıfatları ve Kurân-ı Kerim ile izah ve takdim etmişlerdir.

Rabbimizin hangi sıfatı, yaratılmışların hangi özelliği ile kıyaslanabilir?

Böyle izah yapanları art niyetli olmakla ithâm etmiyorum. Ancak imân, itikadın sağlamlığı ile tamamlanır. Allah CC.’ı patronu, âmiri ya da komutanı ile kıyaslayan bir mülâhaza…

Düşünün!

 

Aziz Milletim…

İslâm’ın 1000 yıllık sancaktarları…

Peygamberimiz SAV.’in 500 yıllık hâlifesi yiğitler…

Kahramanlık sâdece fedákâlıkla olmaz. Kahramanlık yiğitlikle de ferâsetle de gözü karalıkla da olur.

Siz kim ne derse desin Ümmet-i Muhammed SAV’in cesur öncüleri, izzetli liderlerisiniz.

Sizin beyninizi ve Kutlu Gelecek Planlarınızı sâdece görünür düşmanlarınız kemirmiyor.

Bilin ki içinizdeki İngiliz/ABD Müslümanı entelektüeller, işbirlikçiler, sözde lâik pozlarda, çağdaşlığı kimseye bırakmayan yoz kafalı Batı Uşakları, mezhepçi, tarikatçı, mikro-milliyetçi, unsuriyetçi bölücüler ve ihânet şebekeleri de geleceğinizi kemirmek için ya ihanet içinde ya da ahmaklıkla dinamizminizi sömürüyorlar.

Yeneceğiz…

Fıkıh anlamında soldan yaklaşan görünür düşmanı da sağdan yaklaşan sinsi ve şeytání planları da göreceğiz.

Görmek zorundayız.

Çözüm mutlak ve şartsız birlik ve beraberliktir. 

Atsız Hoca diyor ki; “Eskiden Türkler arasında bir ayrılık konusu olan Sünnilik-Şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılmaz. Bunların hepsi Müslüman Türk’tür ve Müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları, artık Türkler arasında ikilik doğuramaz.”

Cumhurbaşkanımız da “Ben ne Sünniyim ne de Şii. Ben Müslümanım.” demedi mi?

Şehid Hasan El-Benna ise; “Müslümanların dünyadaki konumları efendilik değil, öğretmenlik mertebesidir.”

“Cesaretin en faziletlisi, insanın hakikati söylemesi, hatasını kabul etmesi ve şiddet anında kendine hakim olmasıdır.” “Ümitsizliğe düşmeyin çünkü ümitsizlik Müslüman ahlâkından değildir.”

“Yarınlar yorgun olanların değil rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”

Aziz Milletim.

Diğer düşman da “Biz adam olmayız.” nevíinden bizim ümit ve cesâretimizi kıran boşboğazlardır.

Bunların çoğu kendine güveni olmayan, dolayısı ile Milletimize de itimadı olmayan ahmak ve özünde cahil kişilerdir.

N. Hikmet, bâtıl olan davasında bile ne diyor?

Akın var, güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz. Güneşin zaptı yakın!” Bu örnek kararlılık için ne gerek?

Onun cevâbını da Kürşâd Marşı’ndan vererek yakın dönem yürekli adamları analım.

“YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ.”

Tüm Türk Dünyası’nın, İslâm Âlemi’nin ve mazlum insanlığın Ramazan Bayramlarını tebrik ederim. Kutlu olsun.

Fitne ve Bölücülükle ilgili ayet-i kerimeleri ve fitne odaklarının sığındıkları “hassâsiyet” kisveli mülâhazaları da belirtmek istiyorum.

(Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bakara 11]

(Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, âyetleri kendilerine göre yorumlar.) [Al-i imran 7]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace]

Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (Enam: 159)

Dine din ve dindarlık adına masum ya da ihânetle eklemelerde bulunanların gerekçeleri;

- Menfaat, hırs ve tutkuların tatmini adına dinde değişiklikler yapılması;

- Aşırı saygı, hassasiyet adına dine değişik şeyler katılması; bunun en bariz örnekleri bâzı tarikat yapılarındadır. Yaşanılanlar âdeta başka bir din gibidir.

- Kişisel vehim, düşünce ve felsefelerin dine karıştırılarak itikâdî özünün bozulması;

- Kendi uydurdukları uygulama ve kanunları dinin aslındanmış gibi ona yamamaya kalkışmaları. Son 150 yıl bu birçok Müslüman Ülkede yaşanmaktadır.

- Bazı ayrıntıları haddinden fazla büyüterek ana kuralları bulandırmaları. Namazı terkedip tarikat vd. yapıların öğrettiği tesbihat, zikir, rabıta vb. şeyleri yapmak gibi…

- Dinin önemli esas ve uygulamalarını adeta önemsizmiş gibi gösterip detay bazı hususlara da abartılı bir şekilde olmazsa olmaz havası estirmeleri;

- Böylece ifrat (aşırılık) ve tefrite (ihmalkârlık) dalarak sayısız din ve mezhep türetip insanları birbirine düşman haline dönüştürmeleri.

Saygı ile…

.

Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com

-Strateji ve Yönetim Uzmanı-