Eğitimci Yasin Alan’ın Osmanlı ve Asr-ı Saadet’te engelliler çalışması
Eğitimci Yasin Alan’ın Osmanlı ve Asr-ı Saadet’te engelliler çalışması
- 16-05-2021 08:14
- 921
- 16-05-2021 08:14
- 921
Özel gereksinimli (engelli) bireylere yönelik çalışmalar, her dönemde önem ve hassasiyetiyle taşımaktadır.
Bugün köşemizde, Milli Eğitimde 24. yılını tamamlayan Eğitimci Yasin Alan Hocamızın “Bugünkü seküler dünyada merhameti gönlünden hiç eksik etmeyen, toplumsal konulara duyarlı insanlara her zamankinden daha fazla toplumun ihtiyacı vardır…” şeklinde başlayan, “Asr-ı Saadet ve Osmanlı Döneminde Engelliler” başlıklı çalışmasını paylaşmak istedik.
Değerli Yasin hocamıza, konuyla ilgili Prof. Dr. Cevdet Erdöl ve Dr. Muhammed Ali Asar’ın bilgilerinden yararlanarak, kaleme aldığı yazısı ve engelli bireyler için gösterdiği özverili çalışmalar için bir kez daha teşekkür ediyoruz;
MODERN DÜNYANIN ÖZEL İNSANLARI...
“Modern dünyanın özel insanlarıdır engelliler. Çünkü onların dünyası çok farklıdır. Onlar Allahu Teala'nın kendilerine vermiş olduğu bu özel/seçilmiş kul olmaları dolayısıyla hayatı daha duygusal yorumlamışlardır.
Bu özel kişiler söylemlerinde ve eylemlerinde samimiyeti daima ön planda tutmuşlardır.
Dünya hayatı diğer insanlara göre onları biraz daha fazla yorar, buna rağmen hayata gülümseyerek bakabilmiştir bu özel insanlar. Çünkü onlar bu dünyada çekilen her türlü çile, hüzün, hastalık, sıkıntı günahların affına vesile olduğunu gönüllerinde ve zihinlerinde idrak etmiş kişilerdir. Yani hayatın med-cezirlerini, ahiret kazancı olarak telakki etmişlerdir.
Onlar engelliliği kahır değil de lütuf olarak idrak etmişlerdir. Bendeniz de halk arasında tavuk karası, tıp literatüründe retinitis pigmentosa hastalığı olarak ifade edilen görme hastalığına sahip mesleğinde 24. yılını ifa etmekte olan görme engelli bir öğretmenim.
Günümüzde engellilerle ilgili yapılan çalışmaların daha da yaygınlaştırılması ve bu yapılan çalışmalara ilham kaynağı olabilmesi için insanlığın en mükemmel devri olan Asrı Saadet iklimi ve Süleymaniye gibi abide bir eserin yapımında dahi kıyamette karıncanın bile hakkını alabileceğini düşünerek, mahlûkatın hakkına azami derecede riayet eden padişahların yetiştiği Osmanlı'dan misaller vererek, bu yazıyı kaleme almak istedim.
Çünkü gerek Asr-ı Saadet'te, gerekse cihana yön veren Osmanlı Devleti'nde, medeniyetin merkezinde her daim insan vardı. Halka hizmet Hakk'a hizmettir prensibi düstur edilmişti.”
ASR-I SAADET DEVRİNDE ENGELLİLER...
“İnsanlık âleminin gelmiş ve gelebilecek devirleri içerisinde en mutlu, en huzurlu, en medeni devriydi Asr-ı Saâdet. Çünkü bu devirde sadece insan değil hayvanat/hayvanlar ve nebatat/bitkiler bile en huzurlu dönemini yaşıyordu.
Çünkü kâinatı peygamberlerin seyyidi, mahlûkatın en şereflisi Efendimiz sellallahu aleyhi ve sellem hazretlerimiz mevcudiyeti ile şereflendirmişti. Efendimiz (s.a.v.) terbiyesini Allahu Teâlâ'dan almıştı ve şöyle buyurmuştu:
“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel yaptı". Bir başka hadisinde ise Efendimiz (s.a.v.) "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" diyordu.
Bu güzel ahlakın zirvesinde olan efendimizin (s.a.v.) rahle-i tedrisinden geçen sahabeler de insanlıkta zirveleşmiş, adeta kutup yıldızı mesafesinde idiler.
Bu devirde engelli kardeşlerimiz de huzurun tuğyan/taştığı ettiği bu iklimden alabildiğince nasipleniyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri bırakın engelli kardeşlerimize engelini ima ederek kötü söz söylemeyi, bir ağacın dallarından aşırı derece silkelenmesini ya da bir devenin üzerinde iki kişinin deveyi kürsü olarak kullanıp sohbet etmelerini dahi hayvana eziyet addederek yasaklıyordu.
Asr-ı Saâdet’tei Allah'ın mahlukatına karşı şefkatle bakılıyordu. İnsanlık adeta merhamet de zirve yapmıştı. Çünkü ashab-ı kiram efendilerimiz, insanlığının medar-ı iftiharı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den merhamet talimi alıyordu Efendimiz (s.a.v.) diyordu ki; "Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.”
“Şimdi Asrı Saâdet döneminde engelli kardeşlerimizle ilgili birkaç misali zikredelim:
Efendimiz hiçbir zaman görme engelliye kör, işitme engelli kişilere sağır, bedensel engellilere topal diye hitap ederek, insanoğlunun onurunu rencide edecek ifade kullanmamıştır ve bu şekilde ifade etmeyi de men etmiştir.
Bir gün Hz. Aişe validemiz, Efendimiz’in (s.a.v.) in diğer zevcesi olan Hz.Safiye validemiz için kısa boylu kadın ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : "Ey Ayşe bu söz denize değse denizi bozar" ifadesini kullanmıştır. Yine Efendimiz (s.a.v.) bir amaya yanlış yol göstermek ya da amayı yoldan çıkarmak gibi yanlış davranışları da lanetliler arasında saymıştır.”
“Asrı Saadet'ten engelli sahabelerin örnek davranışlarına şöyle bir göz atalım.
Âmâ bir sahabe olan İtbân bin Malik (ra) Efendimiz (sav) e gelerek "Ya Resulullah benim evimin önünde nehir var. Bu nehir yağmurlu zamanlarda taşıyor, ben de mescide gelip namaz kılamıyorum, siz benim, evime gelseniz de evinin bir köşesinde bana namaz kıldır sanız" diye teklifte bulunmuştu.
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri de ertesi sabah Hz Ebubekir (r.a.) ile birlikte Hazreti İtbân'ın evine giderek, Hz. İtbân (r.a.) 'in belirlediği köşede ona namaz kıldırmışlardı.
Efendimiz (s.a.v.) mütevaziliğin, alçakgönüllülüğün en mükemmelliğini sergilerken Hz İtban'in âmâ olmasına rağmen namazdan yani Allah'a kulluktan ve cemaatle namaz kılmaktan geri kalmamasına vesile oluyordu.
Efendimiz (s.a.v.) bir ayağı aksak olan Muâz b. Cebel Hazretlerini Yemen'e vali olarak atadığı, kaynaklarda yer almaktadır.
Yine ashab-ı kiramdan Amr bin Cemûh hazretleri aksak olmasına rağmen Allah Resulü'ne gelerek Allah yolunda savaşlara katılmak istediğini ifade etmiş ve Efendimiz'e;
"Ya Rasûlullah ben Allah yolunda savaşarak şehit olup cennete gidersem bu ayağım cennette düzelir mi?" diye buyurmuşlardı.
Efendimiz s.a.v. Hz Amr'ın bu teklifini kabul etmiş ve düzelir diye ifade buyurmuşlardır.
Uhud Savaşı'nda Amr b. Cemûh hazretleri şehit olmuş, Efendimiz s.a.v. Hz Amr'ın bedeniyle karşılaşınca ben sanki Amr'ın şu anda diğer ayağı da düzelmiş olarak cennette yürürken görüyorum demişlerdir.
Hz Peygamber (s.a.v.) ashab-ı kirama namaz, oruç gibi ibadetlerin yanı sıra sadaka vermelerini de ifade buyururken, ashabın en fakirlerin den olan Ebû Zer er-Gifârî hazretleri ise fakir olduğu için sadaka vermeye güç yetiremeyeceğini ifade edince, Efendimiz (s.a.v.) ona; ‘Âmâya yol göstermen, adres bilmeyene adres tarif etmen, meramını anlatamayan dilsiz bir kimseye meramını anlatmasına yardımcı olman senin için sadakadır’ diye buyurmuşlardır.
Yukarıdaki misafirlere baktığımız zaman Efendimiz (s.a.v.) engelli bireylerin hiçbir zaman toplum nezdinde hor, hakir görünmelerine izin vermemiş, onların toplumdan ayrı olarak yaşamalarını da istememiş, bilakis onları kabiliyetlerine göre birçok alanda vazifelendirmiştir. Engellilere yardım etmenin sadaka olduğunu ifade buyurmuşlardır.”
OSMANLI DÖNEMİ'NDE VAKIFLAR VE ENGELLİLER…
“Osmanlı dönemindeki engellilere baktığımız zaman yine asr-ı saadet'te ki merhametin Osmanlı'da da zirvelerde olduğunu görüyoruz. Çünkü Osmanlı'da insana eşref-i mahlukat gözüyle bakmış, nebevi terbiyeyi hayatlarına düstur edinmişlerdir. Bilhassa padişahların kurdurmuş olduğu çok sayıda Vakıf insanı yaşatmayı hedeflemiştir.
Mesela hizmetli ve uşakların kırdıkları bardak, tabak ve benzeri gereçlerin masrafını bile karşılayan Vakıf vardı. Burada, hizmetli kişilerin ev sahibi tarafından azarlanmalarını ve onurlarının rencide edilmesini önleme düşüncesi vardı. Yani merhamet vardı.
Yine maddi durumu yüzünden evlenemeyen gençler için çeyiz vakıfları kurulmuştu Toplumdaki içtimaileşmeyi sağlayan sadaka taşları merhamete en güzel örnekler.
Sadaka taşlarında hayır sahipleri zekât ve sadakalarını belli yerlerdeki kutulara bırakıyorlar ihtiyaç sahipleri de ihtiyacı kadarını kutulardan alıyorlardı.
Yine Osmanlı'daki zimem defterleri özellikle Ramazan ayında bakkallardaki borcu olan vatandaşların borçlarının, varlıklı kişilerin bakkala gidip veresiye defterinin sayfasını açıp tanımadığı kişinin borcunu ödeyerek sildirmesi Osmanlı'da merhametin güzel bir tezahürü idi…”
OSMANLI’DA ZİHİNSEL ENGELLİLERİN TEDAVİSİ…
“Osmanlı'da Sultan Abdülaziz döneminde bugünkü Türk Kızılayı'nın ilk çekirdeği olan, engelli bireylere de yardım eden Hilal'i Ahmer Derneği'nin kurulduğunu görüyoruz.
Haseki Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Haseki şifahanesi ve burada bimarhanenin/bugünkü akıl ve ruh sağlığı hastanesi inşa edilmesi zihinsel engelli kardeşlerimizin rehabilitesine yöneliktir.
Osmanlı'da zihinsel engelli kardeşlerimiz su kenarlarında müzik ve musiki eşliğinde bıldırcın eti yedirilerek tedavi edilmiş ve bu kardeşlerimize muhterem acizler diye hitap edilmiştir. Halbuki aynı dönemde Avrupa'da zihinsel engelli kardeşlerimiz hasta sayılmıyor, içlerine şeytan kaçtı diye yakılıyorlardı.
Atik Valide tarafından yaptırılan şifahane de engelli kardeşlerimizin tedavisinde yönelikti. Engellilere hizmetin zirveleştigi dönem padişah cennet mekan II. Abdülhamid han devriydi.
Abdülhamit han döneminde Darülaceze'nin kurulduğu, Darülaceze'de bedensel engelli kardeşlerimizin de istirahatinin, ihtiyaçlarının karşılandığını ve zihinsel engelli kardeşlerimiz için bimarhanenin açıldığını görüyoruz.
İkinci Abdülhamit Han sağır, dilsiz ve görme engelli kardeşlerimizin eğitimi için okul yaptırmış.
Bu okulda okuyan engelli bireylere kırmızı kıyafetler giydirilmiş ve arabacıların bu kardeşlerimize çarpmasını engellemek için amirleri tarafından ihtar edildiklerini görmekteyiz.
Bu okul tarafından 2. Abdülhamid Han'a "Padişahım çok yaşa" teşekkürnamesi gönderilmiştir.
Osmanlı'da engelli kardeşlerimiz vergiden muaf tutulur, şirket-i hayriye vapurları, tramvay arabaları ve köprü geçişlerinden ücretsiz yararlanırlardı.
Osmanlı'da dilsiz kardeşlerimiz saray adliyesinde birtakım İşlerde vazifelendirildiğini, tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Konuşamayan bu kardeşlerimizin saray erkanına ve gençlere bugünkü işaret diline benzer dilsizlik dilini öğrettiklerini görmekteyiz…”
BUGÜN DE ASR-I SAADET VE OSMANLI'DAN İLHAM ALARAK...
“Yukarıdaki misallerden de anlaşılacağı üzere gerek Asr-ı Saadet gerekse Osmanlı'da engellilerle ilgili yapılan hizmetlere baktığımız zaman, Engelli kardeşlerimizin eğitimlerinden barınmalarına, istihdamlarından ulaşım ve konaklamalarına kadar her alanda toplum ve devlet nezdinde koruduklarını görmekteyiz.
Bugün de Asr-ı Saadet ve Osmanlı'dan ilham alarak engelli kardeşlerimiz için başta yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, eğitimciler, sanat ve spor camiası olmak üzere toplumun tüm kesiminin duyarlı olması gerekmektedir.
Unutmayalım ki hayat daima sürprizlere gebedir. Bir gün gelir, Allah korusun, sağlamken engelli olabiliriz.
Bu nedenle şimdiden empati yaparak engelli kardeşlerimizi her daim hatırlamalı onlar için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz Peygamber Efendimiz'in s.a.v "İnsanların en hayırlısı. insanlara en fazla hizmet edendir" hadisini hayatımıza düstur edinmeliyiz.”
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com
Özel gereksinimli (engelli) bireylere yönelik çalışmalar, her dönemde önem ve hassasiyetiyle taşımaktadır.
Bugün köşemizde, Milli Eğitimde 24. yılını tamamlayan Eğitimci Yasin Alan Hocamızın “Bugünkü seküler dünyada merhameti gönlünden hiç eksik etmeyen, toplumsal konulara duyarlı insanlara her zamankinden daha fazla toplumun ihtiyacı vardır…” şeklinde başlayan, “Asr-ı Saadet ve Osmanlı Döneminde Engelliler” başlıklı çalışmasını paylaşmak istedik.
Değerli Yasin hocamıza, konuyla ilgili Prof. Dr. Cevdet Erdöl ve Dr. Muhammed Ali Asar’ın bilgilerinden yararlanarak, kaleme aldığı yazısı ve engelli bireyler için gösterdiği özverili çalışmalar için bir kez daha teşekkür ediyoruz;
MODERN DÜNYANIN ÖZEL İNSANLARI...
“Modern dünyanın özel insanlarıdır engelliler. Çünkü onların dünyası çok farklıdır. Onlar Allahu Teala'nın kendilerine vermiş olduğu bu özel/seçilmiş kul olmaları dolayısıyla hayatı daha duygusal yorumlamışlardır.
Bu özel kişiler söylemlerinde ve eylemlerinde samimiyeti daima ön planda tutmuşlardır.
Dünya hayatı diğer insanlara göre onları biraz daha fazla yorar, buna rağmen hayata gülümseyerek bakabilmiştir bu özel insanlar. Çünkü onlar bu dünyada çekilen her türlü çile, hüzün, hastalık, sıkıntı günahların affına vesile olduğunu gönüllerinde ve zihinlerinde idrak etmiş kişilerdir. Yani hayatın med-cezirlerini, ahiret kazancı olarak telakki etmişlerdir.
Onlar engelliliği kahır değil de lütuf olarak idrak etmişlerdir. Bendeniz de halk arasında tavuk karası, tıp literatüründe retinitis pigmentosa hastalığı olarak ifade edilen görme hastalığına sahip mesleğinde 24. yılını ifa etmekte olan görme engelli bir öğretmenim.
Günümüzde engellilerle ilgili yapılan çalışmaların daha da yaygınlaştırılması ve bu yapılan çalışmalara ilham kaynağı olabilmesi için insanlığın en mükemmel devri olan Asrı Saadet iklimi ve Süleymaniye gibi abide bir eserin yapımında dahi kıyamette karıncanın bile hakkını alabileceğini düşünerek, mahlûkatın hakkına azami derecede riayet eden padişahların yetiştiği Osmanlı'dan misaller vererek, bu yazıyı kaleme almak istedim.
Çünkü gerek Asr-ı Saadet'te, gerekse cihana yön veren Osmanlı Devleti'nde, medeniyetin merkezinde her daim insan vardı. Halka hizmet Hakk'a hizmettir prensibi düstur edilmişti.”
ASR-I SAADET DEVRİNDE ENGELLİLER...
“İnsanlık âleminin gelmiş ve gelebilecek devirleri içerisinde en mutlu, en huzurlu, en medeni devriydi Asr-ı Saâdet. Çünkü bu devirde sadece insan değil hayvanat/hayvanlar ve nebatat/bitkiler bile en huzurlu dönemini yaşıyordu.
Çünkü kâinatı peygamberlerin seyyidi, mahlûkatın en şereflisi Efendimiz sellallahu aleyhi ve sellem hazretlerimiz mevcudiyeti ile şereflendirmişti. Efendimiz (s.a.v.) terbiyesini Allahu Teâlâ'dan almıştı ve şöyle buyurmuştu:
“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel yaptı". Bir başka hadisinde ise Efendimiz (s.a.v.) "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" diyordu.
Bu güzel ahlakın zirvesinde olan efendimizin (s.a.v.) rahle-i tedrisinden geçen sahabeler de insanlıkta zirveleşmiş, adeta kutup yıldızı mesafesinde idiler.
Bu devirde engelli kardeşlerimiz de huzurun tuğyan/taştığı ettiği bu iklimden alabildiğince nasipleniyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri bırakın engelli kardeşlerimize engelini ima ederek kötü söz söylemeyi, bir ağacın dallarından aşırı derece silkelenmesini ya da bir devenin üzerinde iki kişinin deveyi kürsü olarak kullanıp sohbet etmelerini dahi hayvana eziyet addederek yasaklıyordu.
Asr-ı Saâdet’tei Allah'ın mahlukatına karşı şefkatle bakılıyordu. İnsanlık adeta merhamet de zirve yapmıştı. Çünkü ashab-ı kiram efendilerimiz, insanlığının medar-ı iftiharı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den merhamet talimi alıyordu Efendimiz (s.a.v.) diyordu ki; "Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.”
“Şimdi Asrı Saâdet döneminde engelli kardeşlerimizle ilgili birkaç misali zikredelim:
Efendimiz hiçbir zaman görme engelliye kör, işitme engelli kişilere sağır, bedensel engellilere topal diye hitap ederek, insanoğlunun onurunu rencide edecek ifade kullanmamıştır ve bu şekilde ifade etmeyi de men etmiştir.
Bir gün Hz. Aişe validemiz, Efendimiz’in (s.a.v.) in diğer zevcesi olan Hz.Safiye validemiz için kısa boylu kadın ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : "Ey Ayşe bu söz denize değse denizi bozar" ifadesini kullanmıştır. Yine Efendimiz (s.a.v.) bir amaya yanlış yol göstermek ya da amayı yoldan çıkarmak gibi yanlış davranışları da lanetliler arasında saymıştır.”
“Asrı Saadet'ten engelli sahabelerin örnek davranışlarına şöyle bir göz atalım.
Âmâ bir sahabe olan İtbân bin Malik (ra) Efendimiz (sav) e gelerek "Ya Resulullah benim evimin önünde nehir var. Bu nehir yağmurlu zamanlarda taşıyor, ben de mescide gelip namaz kılamıyorum, siz benim, evime gelseniz de evinin bir köşesinde bana namaz kıldır sanız" diye teklifte bulunmuştu.
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri de ertesi sabah Hz Ebubekir (r.a.) ile birlikte Hazreti İtbân'ın evine giderek, Hz. İtbân (r.a.) 'in belirlediği köşede ona namaz kıldırmışlardı.
Efendimiz (s.a.v.) mütevaziliğin, alçakgönüllülüğün en mükemmelliğini sergilerken Hz İtban'in âmâ olmasına rağmen namazdan yani Allah'a kulluktan ve cemaatle namaz kılmaktan geri kalmamasına vesile oluyordu.
Efendimiz (s.a.v.) bir ayağı aksak olan Muâz b. Cebel Hazretlerini Yemen'e vali olarak atadığı, kaynaklarda yer almaktadır.
Yine ashab-ı kiramdan Amr bin Cemûh hazretleri aksak olmasına rağmen Allah Resulü'ne gelerek Allah yolunda savaşlara katılmak istediğini ifade etmiş ve Efendimiz'e;
"Ya Rasûlullah ben Allah yolunda savaşarak şehit olup cennete gidersem bu ayağım cennette düzelir mi?" diye buyurmuşlardı.
Efendimiz s.a.v. Hz Amr'ın bu teklifini kabul etmiş ve düzelir diye ifade buyurmuşlardır.
Uhud Savaşı'nda Amr b. Cemûh hazretleri şehit olmuş, Efendimiz s.a.v. Hz Amr'ın bedeniyle karşılaşınca ben sanki Amr'ın şu anda diğer ayağı da düzelmiş olarak cennette yürürken görüyorum demişlerdir.
Hz Peygamber (s.a.v.) ashab-ı kirama namaz, oruç gibi ibadetlerin yanı sıra sadaka vermelerini de ifade buyururken, ashabın en fakirlerin den olan Ebû Zer er-Gifârî hazretleri ise fakir olduğu için sadaka vermeye güç yetiremeyeceğini ifade edince, Efendimiz (s.a.v.) ona; ‘Âmâya yol göstermen, adres bilmeyene adres tarif etmen, meramını anlatamayan dilsiz bir kimseye meramını anlatmasına yardımcı olman senin için sadakadır’ diye buyurmuşlardır.
Yukarıdaki misafirlere baktığımız zaman Efendimiz (s.a.v.) engelli bireylerin hiçbir zaman toplum nezdinde hor, hakir görünmelerine izin vermemiş, onların toplumdan ayrı olarak yaşamalarını da istememiş, bilakis onları kabiliyetlerine göre birçok alanda vazifelendirmiştir. Engellilere yardım etmenin sadaka olduğunu ifade buyurmuşlardır.”
OSMANLI DÖNEMİ'NDE VAKIFLAR VE ENGELLİLER…
“Osmanlı dönemindeki engellilere baktığımız zaman yine asr-ı saadet'te ki merhametin Osmanlı'da da zirvelerde olduğunu görüyoruz. Çünkü Osmanlı'da insana eşref-i mahlukat gözüyle bakmış, nebevi terbiyeyi hayatlarına düstur edinmişlerdir. Bilhassa padişahların kurdurmuş olduğu çok sayıda Vakıf insanı yaşatmayı hedeflemiştir.
Mesela hizmetli ve uşakların kırdıkları bardak, tabak ve benzeri gereçlerin masrafını bile karşılayan Vakıf vardı. Burada, hizmetli kişilerin ev sahibi tarafından azarlanmalarını ve onurlarının rencide edilmesini önleme düşüncesi vardı. Yani merhamet vardı.
Yine maddi durumu yüzünden evlenemeyen gençler için çeyiz vakıfları kurulmuştu Toplumdaki içtimaileşmeyi sağlayan sadaka taşları merhamete en güzel örnekler.
Sadaka taşlarında hayır sahipleri zekât ve sadakalarını belli yerlerdeki kutulara bırakıyorlar ihtiyaç sahipleri de ihtiyacı kadarını kutulardan alıyorlardı.
Yine Osmanlı'daki zimem defterleri özellikle Ramazan ayında bakkallardaki borcu olan vatandaşların borçlarının, varlıklı kişilerin bakkala gidip veresiye defterinin sayfasını açıp tanımadığı kişinin borcunu ödeyerek sildirmesi Osmanlı'da merhametin güzel bir tezahürü idi…”
OSMANLI’DA ZİHİNSEL ENGELLİLERİN TEDAVİSİ…
“Osmanlı'da Sultan Abdülaziz döneminde bugünkü Türk Kızılayı'nın ilk çekirdeği olan, engelli bireylere de yardım eden Hilal'i Ahmer Derneği'nin kurulduğunu görüyoruz.
Haseki Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Haseki şifahanesi ve burada bimarhanenin/bugünkü akıl ve ruh sağlığı hastanesi inşa edilmesi zihinsel engelli kardeşlerimizin rehabilitesine yöneliktir.
Osmanlı'da zihinsel engelli kardeşlerimiz su kenarlarında müzik ve musiki eşliğinde bıldırcın eti yedirilerek tedavi edilmiş ve bu kardeşlerimize muhterem acizler diye hitap edilmiştir. Halbuki aynı dönemde Avrupa'da zihinsel engelli kardeşlerimiz hasta sayılmıyor, içlerine şeytan kaçtı diye yakılıyorlardı.
Atik Valide tarafından yaptırılan şifahane de engelli kardeşlerimizin tedavisinde yönelikti. Engellilere hizmetin zirveleştigi dönem padişah cennet mekan II. Abdülhamid han devriydi.
Abdülhamit han döneminde Darülaceze'nin kurulduğu, Darülaceze'de bedensel engelli kardeşlerimizin de istirahatinin, ihtiyaçlarının karşılandığını ve zihinsel engelli kardeşlerimiz için bimarhanenin açıldığını görüyoruz.
İkinci Abdülhamit Han sağır, dilsiz ve görme engelli kardeşlerimizin eğitimi için okul yaptırmış.
Bu okulda okuyan engelli bireylere kırmızı kıyafetler giydirilmiş ve arabacıların bu kardeşlerimize çarpmasını engellemek için amirleri tarafından ihtar edildiklerini görmekteyiz.
Bu okul tarafından 2. Abdülhamid Han'a "Padişahım çok yaşa" teşekkürnamesi gönderilmiştir.
Osmanlı'da engelli kardeşlerimiz vergiden muaf tutulur, şirket-i hayriye vapurları, tramvay arabaları ve köprü geçişlerinden ücretsiz yararlanırlardı.
Osmanlı'da dilsiz kardeşlerimiz saray adliyesinde birtakım İşlerde vazifelendirildiğini, tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Konuşamayan bu kardeşlerimizin saray erkanına ve gençlere bugünkü işaret diline benzer dilsizlik dilini öğrettiklerini görmekteyiz…”
BUGÜN DE ASR-I SAADET VE OSMANLI'DAN İLHAM ALARAK...
“Yukarıdaki misallerden de anlaşılacağı üzere gerek Asr-ı Saadet gerekse Osmanlı'da engellilerle ilgili yapılan hizmetlere baktığımız zaman, Engelli kardeşlerimizin eğitimlerinden barınmalarına, istihdamlarından ulaşım ve konaklamalarına kadar her alanda toplum ve devlet nezdinde koruduklarını görmekteyiz.
Bugün de Asr-ı Saadet ve Osmanlı'dan ilham alarak engelli kardeşlerimiz için başta yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, eğitimciler, sanat ve spor camiası olmak üzere toplumun tüm kesiminin duyarlı olması gerekmektedir.
Unutmayalım ki hayat daima sürprizlere gebedir. Bir gün gelir, Allah korusun, sağlamken engelli olabiliriz.
Bu nedenle şimdiden empati yaparak engelli kardeşlerimizi her daim hatırlamalı onlar için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz Peygamber Efendimiz'in s.a.v "İnsanların en hayırlısı. insanlara en fazla hizmet edendir" hadisini hayatımıza düstur edinmeliyiz.”
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com