Emeklilik bize yakışmaz!

Emeklilik bize yakışmaz!

Emeklilik bize yakışmaz! Emeklilik bize yakışmaz!

Emeklilik bize yakışmaz!

MOSKOVA

Emeklilikle yakından ilişkili olan sosyo-ekonomik güvenliğin sağlanması sorunu, günümüzün zorlu ekonomik koşullarında oldukça ciddi bir hal almıştır. Türkiye’de emeklilik maaşlarının düşük olması, genel itibariyle yalnızca Türkiye’de değil; dünyada da bir ekonomik tıkanıklığın olduğu doğrudur. Yalnız konumuz bu değil; emekliliğin bize dayattığı “tembel” sistemlerin bütünüdür.

Sözün özü: “emeklilik” kültürümüze ters bir olgudur. “Emeklemedönemi biten ve tam yürümeye başlayan küçük bir bebeğin, yürümeyi bırakması gibidir.

Zira, inancımız gereği, Allah kişilerin gayretine, yani emeğine bakar. Bu gayret ise ölene kadar sürmelidir, yürümek, gelişmek ve ilerlemek gibi. Çünkü kişiye kendi kaderini belirleme yetkisi verilmiştir. Bunu da insanın bizzat yaptıkları, yani gayretleri, yani “emeği” tayin eder.

Ne mutlu ki, sonuçlarla ilgilenmeyen bir yaratıcımız var! Ancak, çalışmaktan ve üretmekten geri duran toplumlara dönüştürülmesi planlanan ülkemizin “emeklilerinin” ve emekliliğe gönüllü olanların da uyandırılmaya ihtiyacı vardır.

Yıllarca hayatını bir ev, yazlık, otomobil satın alabilmek için didinip-çalışmış ve ileriki yaşlarda “dinlenmeplanları yaparak “bir köşeye çekilip” oturan ne generallerimiz ne öğretmenlerimiz ne savcılarımız ne doktorlarımız ne milletvekillerimiz ne uzmanlarımız var…

Bu durumlara şahit oldukça hem üzülüyor hem de “Devlet kendinden olanı yalnız bırakmaz” diyerek kendimizi teselli ediyoruz. Çünkü her işin “mutfağı” kendine göre pek yoğundur, hele ki meslek nitelikli olunca. Nitekim bir “uzman” kolay yetişmiyor.

İngiltere’de yapılan araştırmalardan birine göre, insan beyninintecrübeler dahil olmak üzere” başka bir insanın beynine olduğu gibi aktarılması amaçlanmış. Çalışmaların akıbetinden ziyade, şuraya odaklanmakta fayda var: Düşündüğümüzde, bir baba çocuğuna bilgi, birikim ve tecrübelerinin yüzde kaçını verebilir ki?

Beyinlerin “kopyalanması” yöntemiyle yüzde yüzünü verebileceğini anlıyoruz!

Öyle ki büyük devletler adımlarını çoktan atarak, bu alanda çözüm üretmenin yollarını aramaya başlamışlar bile. Başkalarının tecrübelerini yaşayarak tasdik etmemek amacıyla, “yeni nesiller”in hatalarının önüne geçen bu bilimsel çalışmalar, aslında devletlerin ve sistemlerin sürdürülebilirliğini arttırma amaçlıdır. Dolayısıyla “ulusal güvenlik” penceresinden değerlendirilmelidir.

Rusya’dan örnek vermek gerekirse; bu meseleye milli bir anlayışla yaklaşılır. Örneğin, 12 Mayıs 2007 tarihinde Rusya’nın özerk bölgesi olan Dağıstan Cumhuriyetinde İç İşleri Bakanlığı Ani Müdahale Timi komutasında yönetilen bir operasyonda Rus Albay Alexander Golovaşkin ağır yara almasına rağmen, kahramanlık göstergesi sergileyerek, tim arkadaşlarını kurtarmış ve göğsünü siper etmiştir. Bu operasyon sonucunda, “emekliliğe ayrılanRus Albay, Rusya Devlet Başkanı Putin’in elinden “Rusya Kahramanı Devlet Nişanı” ödülünü almıştır. Bir yandan “emekli” olmayı düşünen Albay Alexander Golovaşkin, Putin’in ona söylediği “bundan sonra göreviniz yeni başlıyor, sizleri daha aktif görmek istiyoruz” sözleriyle hayrete düşmüş ve kendisine yeni bir sayfa açmıştır.

Bugün Sn. Golovaşkin, halen Rusya’da genç nesilleri Rusya adına “vatanperver” olmaları yönünde yetiştirmekte ve birçok kayda değer sivil faaliyette bulunmaktadır.

Devlette devamlılık esastır” diye sık sık duyduğumuz cümleye yakışır ne güzel bir hamle!

Diğer yandan Rusya’da hem emekli statüsünde olup hem de üniversitelerde aktif dersler veren, aslında mesleki olarak “öğretmen” olmayan “öğretim görevlileri” vardır. Bu insanlar, kendi alanlarında yaşadığı tecrübeleri, öğrencilere aktarabilmenin metotlarını kendileri geliştirmektedirler. Bu derslerin sınavları ise genelde “mülakat” usulü yapılır, yani sözlüdür. Böylelikle öğrenci, ilerlemek istediği alanda o görevlerde yıllarca bulunmuş bir “hoca” ile etkileşime geçme imkanına sahip olur.

Aslında tam bir “usta-çırak” ilişkisi.

Türkiye’de bir gün eğitimde reform gerçekleşirse, mutlaka faydalanılması gereken bir mesele.

Ancak ülkemizde “emeklilik” kavramı bir durgunluk ve duraksama olarak değerlendirilmektedir. Oysa emeklilik daha aktif bir temposunu gerektirir. Zira bilim adamları, insan beyninin en büyük icatları elli yaşlarından sonra ürettikleri tezini savunurlar.

Bu zorlu dünya koşullarında, inanç ve tüm kültürel değerlerimizi göz önüne alarak söyleyeceğimiz tek şey, emekliliğin bize yakışmadığıdır.

Ekmeğini-aşını-çorbasını, Orta Asya'dan, Hazar’lardan, Balkanlardan, Ortadoğu'dan, Uzak Doğu'dan gelenlerle paylaşan bir Türkiye olarak, bu umutların yıkılmaması adına daima ilerlemek olmalıdır amaç.

.

Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com

Emeklilik bize yakışmaz!

MOSKOVA

Emeklilikle yakından ilişkili olan sosyo-ekonomik güvenliğin sağlanması sorunu, günümüzün zorlu ekonomik koşullarında oldukça ciddi bir hal almıştır. Türkiye’de emeklilik maaşlarının düşük olması, genel itibariyle yalnızca Türkiye’de değil; dünyada da bir ekonomik tıkanıklığın olduğu doğrudur. Yalnız konumuz bu değil; emekliliğin bize dayattığı “tembel” sistemlerin bütünüdür.

Sözün özü: “emeklilik” kültürümüze ters bir olgudur. “Emeklemedönemi biten ve tam yürümeye başlayan küçük bir bebeğin, yürümeyi bırakması gibidir.

Zira, inancımız gereği, Allah kişilerin gayretine, yani emeğine bakar. Bu gayret ise ölene kadar sürmelidir, yürümek, gelişmek ve ilerlemek gibi. Çünkü kişiye kendi kaderini belirleme yetkisi verilmiştir. Bunu da insanın bizzat yaptıkları, yani gayretleri, yani “emeği” tayin eder.

Ne mutlu ki, sonuçlarla ilgilenmeyen bir yaratıcımız var! Ancak, çalışmaktan ve üretmekten geri duran toplumlara dönüştürülmesi planlanan ülkemizin “emeklilerinin” ve emekliliğe gönüllü olanların da uyandırılmaya ihtiyacı vardır.

Yıllarca hayatını bir ev, yazlık, otomobil satın alabilmek için didinip-çalışmış ve ileriki yaşlarda “dinlenmeplanları yaparak “bir köşeye çekilip” oturan ne generallerimiz ne öğretmenlerimiz ne savcılarımız ne doktorlarımız ne milletvekillerimiz ne uzmanlarımız var…

Bu durumlara şahit oldukça hem üzülüyor hem de “Devlet kendinden olanı yalnız bırakmaz” diyerek kendimizi teselli ediyoruz. Çünkü her işin “mutfağı” kendine göre pek yoğundur, hele ki meslek nitelikli olunca. Nitekim bir “uzman” kolay yetişmiyor.

İngiltere’de yapılan araştırmalardan birine göre, insan beyninintecrübeler dahil olmak üzere” başka bir insanın beynine olduğu gibi aktarılması amaçlanmış. Çalışmaların akıbetinden ziyade, şuraya odaklanmakta fayda var: Düşündüğümüzde, bir baba çocuğuna bilgi, birikim ve tecrübelerinin yüzde kaçını verebilir ki?

Beyinlerin “kopyalanması” yöntemiyle yüzde yüzünü verebileceğini anlıyoruz!

Öyle ki büyük devletler adımlarını çoktan atarak, bu alanda çözüm üretmenin yollarını aramaya başlamışlar bile. Başkalarının tecrübelerini yaşayarak tasdik etmemek amacıyla, “yeni nesiller”in hatalarının önüne geçen bu bilimsel çalışmalar, aslında devletlerin ve sistemlerin sürdürülebilirliğini arttırma amaçlıdır. Dolayısıyla “ulusal güvenlik” penceresinden değerlendirilmelidir.

Rusya’dan örnek vermek gerekirse; bu meseleye milli bir anlayışla yaklaşılır. Örneğin, 12 Mayıs 2007 tarihinde Rusya’nın özerk bölgesi olan Dağıstan Cumhuriyetinde İç İşleri Bakanlığı Ani Müdahale Timi komutasında yönetilen bir operasyonda Rus Albay Alexander Golovaşkin ağır yara almasına rağmen, kahramanlık göstergesi sergileyerek, tim arkadaşlarını kurtarmış ve göğsünü siper etmiştir. Bu operasyon sonucunda, “emekliliğe ayrılanRus Albay, Rusya Devlet Başkanı Putin’in elinden “Rusya Kahramanı Devlet Nişanı” ödülünü almıştır. Bir yandan “emekli” olmayı düşünen Albay Alexander Golovaşkin, Putin’in ona söylediği “bundan sonra göreviniz yeni başlıyor, sizleri daha aktif görmek istiyoruz” sözleriyle hayrete düşmüş ve kendisine yeni bir sayfa açmıştır.

Bugün Sn. Golovaşkin, halen Rusya’da genç nesilleri Rusya adına “vatanperver” olmaları yönünde yetiştirmekte ve birçok kayda değer sivil faaliyette bulunmaktadır.

Devlette devamlılık esastır” diye sık sık duyduğumuz cümleye yakışır ne güzel bir hamle!

Diğer yandan Rusya’da hem emekli statüsünde olup hem de üniversitelerde aktif dersler veren, aslında mesleki olarak “öğretmen” olmayan “öğretim görevlileri” vardır. Bu insanlar, kendi alanlarında yaşadığı tecrübeleri, öğrencilere aktarabilmenin metotlarını kendileri geliştirmektedirler. Bu derslerin sınavları ise genelde “mülakat” usulü yapılır, yani sözlüdür. Böylelikle öğrenci, ilerlemek istediği alanda o görevlerde yıllarca bulunmuş bir “hoca” ile etkileşime geçme imkanına sahip olur.

Aslında tam bir “usta-çırak” ilişkisi.

Türkiye’de bir gün eğitimde reform gerçekleşirse, mutlaka faydalanılması gereken bir mesele.

Ancak ülkemizde “emeklilik” kavramı bir durgunluk ve duraksama olarak değerlendirilmektedir. Oysa emeklilik daha aktif bir temposunu gerektirir. Zira bilim adamları, insan beyninin en büyük icatları elli yaşlarından sonra ürettikleri tezini savunurlar.

Bu zorlu dünya koşullarında, inanç ve tüm kültürel değerlerimizi göz önüne alarak söyleyeceğimiz tek şey, emekliliğin bize yakışmadığıdır.

Ekmeğini-aşını-çorbasını, Orta Asya'dan, Hazar’lardan, Balkanlardan, Ortadoğu'dan, Uzak Doğu'dan gelenlerle paylaşan bir Türkiye olarak, bu umutların yıkılmaması adına daima ilerlemek olmalıdır amaç.

.

Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com