Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nın zaaf lüksü var mı?
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nın zaaf lüksü var mı?
- 14-02-2020 08:07
- 1558
- 14-02-2020 08:07
- 1558
Önce bir sorum var!
Türk İstihbaratı, “Zamanın Ruhu”nu yakaladı mı? / “Hat der Türkische Geheimdienst die Seele der Zeit erobert?” Neden Almanca sormuş olabilirim? Çünkü “Zeitgeist” / “Zamanın Ruhu” kavramlaştırması Alman felsefe ekolüne ait.
“Zamanın ruhu” kavramı, bir döneme hâkim olan düşünme ve hissetme tarzını, zihniyeti anlatır. Yani kolektif şuura ve şuur dışına kadar yayılabilen bir ruhsal iklimi.
Alman filozof Johann Gottfried von Herder, “Zeitgeist”ı eski zamanların tecrübelerinden süzülüp gelen ve insana-topluma gelecek zamanlar için yol gösteren bir manevî güç olarak düşünür.
Sıradan insan değil ama aklı eren kişi, zamanın ruhunun taşıdığı gücü kavrayabilir ve onu kullanabilir: “Bilgenin itinalı emin eli, doğru zamanlamayla zamanın ruhuna yön verebilir” – ve ekler: “ama ilke olarak ona teslim olmalıdır.”
Geist, yalın haliyle Almanca’da ruh demek. Alman filozof Hegel'le anlamı genişler ve tıpkı varoluş gibi özel bir terime dönüşür. Hegel'e göre Geist kendisini doğada ve insan aklında ifade eder.
“Zeitgeist” -Zamanın Ruhu- ile TSK ne alaka?
Türk tarihinden ve kültüründen esintiler taşımayan bir değişim ve dönüşüm hareketinin başarılı olması imkan ve ihtimal dahilinde değil.
Türk tarihinde değişimin ve dönüşümün öncüsü 'ordu'dur. Çünkü ordu, ortadır.
Eski Türkçe’de “or-ta” deyimi, “ordu” şeklinde de söylenirdi. Bu söz, yer belirten Türkçe “or-“ kökü ile “-tu” ekinden meydana gelmişti.
Türkler’e göre, nerede bir devlet varsa onun da bir “ortası” bulunurdu. Devletin ortasında da ya devlet başkanı veyahut da ordu başkomutanı otururdu.
Bu anlayışa göre günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri felsefesi, misyonu ve hedefleriyle Türk Budunu için “Zamanın ruhu/ Zeitgeist”i yansıttığı gibi, tüm vatan sathının ortası yani ordusudur.
“Zamanın Ruhu”nun koruyucusu Türk Askeri İstihbaratı…
Türk Ordu tarihi, taktik ve haber alma kurumlaşması M.Ö. 209'da Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkmasıyla başlar. Yazımızın konusu uzun uzadıya tarih sohbeti değil.
Akıl oyunlarında Türk Gizli Servisi’nin yenilenmesi…
Teşkilatı Mahsusa, bütün imkânsızlıklarına rağmen İstiklal Harbi sırasında Anadolu’da büyük hizmetler vermiş, Harbin sonunda bu görev “Genelkurmay Haber Alma Şubesi”ne devredilmişti.
O tarihlerde General Naci Eldeniz, başında bulunduğu bir heyetle Avrupa'da Türk Ordusuna öğretmenlik yapacak subayların tespiti ile görevliydi.
General Naci Eldeniz'e, istihbarat teşkilatı kurulması için uzman bir kimsenin bulunması talimatı verildi.
Naci Paşa, 1912 ile 1919 yılları arasında ve harp boyunca Alman Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Hizmetinin Başkanlığını yapan ve bu teşkilatı yeniden organize eden General Oberst Walter Nikolai'yi buldu ve onu Türkiye'ye davet etti.
Nikolai, teklif edilen görevi kabul ederek 1926 yılının başlarında göreve başladı. Nikolai’ye İstanbul Yıldız'daki Harp Akademisi’nde yer tahsis edildi.
Burada sivil ve asker şahısları eğitti. Daha sonra bu şahısları beraberinde Almanya'ya götürerek pratik eğitim yapmalarını sağladı.
Eğitim gören personelin Türkiye’ye dönmesi ile birlikte 6 Ocak 1927 tarihinde Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın yazılı “çok gizli” emri ile merkezi Ankara'da ve şubeleri de İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars’ta olmak üzere “Milli Amale Hizmet Teşkilatı” kuruldu.
“Zamanın Ruhu”nu korumakla görevlendirilmiş "Millî Emniyet Hizmeti" Millî Amele Hizmet (M.E.H./MAH) Teşkilatı’nın adı Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmişti.
MAH/MİT ve Askeri istihbarat arasında anlaşmazlık…
MAH, Birleşmiş Milletler’in kurulması sonrasında, ülkenin afyon üretiminin denetimiyle de görevlendirilmiştir. Türkiye’nin afyon ticaretinin MAH tarafından yürütülmesi ve denetlenmesi kararı bu kurumun dengelerini sarsmıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan itibaren ağır suçlulardan yararlanma olgusunu kurumlaştıran gizli servis, tecrübeli kadrolarını MAH’ın afyon dairesinin görevlerini devralmasıyla birlikte bu tür organizasyonlarda istihdam etti.
MAH ile ordu arasında anlaşmazlık MAH'ın Demokrat Parti iktidarında hükümetin kolluk kuvvetine dönüşmesiyle belirginleşti.
25 Aralık’ı 26 Aralık’a bağlayan gece, MAH elemanları İstanbul’da çeşitli mahallelerde sekiz eve baskın yapmış ve biri emekli üç albayla dört subayı tutuklamışlardı.
Aynı gün, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Fazıl Bilge’nin imzasıyla gelen bir yayın yasağı kararı, orduda devletin güvenliği ile ilgili olarak yapılmakta olan bir tahkikat dolayısıyla neşir yasağı konulduğunu ve bu yasak kararının yayınlanmasının da yasak olduğunu bildirdi. Neden?
Tutuklamaların arka planı ve TSK, MAH'a taktı…
Samet Kuşçu isimli bir binbaşı “Bir grup subayın hükümete karşı bir darbe planladıkları” ihbarında bulundu.
26 Aralık günü 4 subayın gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturmada 16 Ocak gününe gelindiğinde 3 albay, bir yarbay, 4 binbaşı ve bir yüzbaşı olmak üzere 9 subay tutuklanmıştı.
“Hızlı ve gizli” bir soruşturma sonunda bu 9 subaydan 8’i beraat etti. Hüküm giyen tek asker, birlikte davrandığı darbe girişimini ihbar eden binbaşı Samet Kuşçu olmuştu. Kuşçu, iki yıl hapis cezasına çarptırıldı.
MAH’ın Binbaşı Samed Kuşcu'yu TSK içinde darbe yapılanması söylentileri üzerine sızdırması, TSK ile arasındaki mesafeyi büyüttü. Halen de öyle gibi.
1965’e kadar şeklen, İçişleri Bakanlığı’na bağlı görünen MAH esasında, kanuni olmayan ve gizli çalışan bir kuruluş olduğu için bu bağlantının pratikte bir önemi yoktu.
Türkiye'nin NATO'ya katılmasından sonra 1955 yılından itibaren Amerikan eğitimine ve dolayısıyla Amerikan sistemine döndü.
1967'de de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) adını alarak tek çatı altında toplandı. MİT, 2017'de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nın zaaf lüksü var mı?
Türkiye’de istihbarat sahasında görevli kurumların koordinasyonunu sağlayan üst bir yapı var mı bilmiyorum.
Eğer bu üst yapı varsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bağımsız değildir. Belki de TSK, bu üst yapının bir organıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Zamanın Ruhu”nun koruyucusu Türk Askeri İstihbaratı’nın bilgilendirmesiyle mi konuşuyor?
Eskilerin deyimiyle kuvvetle muhtemel yani büyük olasılıkla öyle. Beni böyle düşünmeye sevk eden, Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin FETÖ yapılanmasının, koskoca Genelkurmay Başkanı’nın kozmik odaya girilmesini engelleyememesi.
Demek ki piyasada/kamuoyunda/sahada bilinenlerin haricinde daha derin, daha sırlı, gizli kutlu bir Türk Askeri İstihbaratı var ve Genelkurmay İstihbaratı da kontrol altında tutuyor, zaaf gösterenleri cezalandırıyor.
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çarşamba günkü grup konuşmasında, “Elinizde ihraç edebileceğiniz FETÖ mensubu subaylar vardı. Askeri istihbarat da vardı, niye çıkarmadınız? Niye bunları halletmediniz? Kimi aldatıyorsunuz?. Şimdi o istihbaratçı Korgeneral TV’leri dolaşıyor” diyerek adını vermeden suçladığı Genelkurmay İstihbarat eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin olayını belki böyle değerlendirmeli.
İtiraf edeyim, son günlerde Cumhurbaşkanı’na “TSK baronları” ile ilgili müthiş bir bilgi akışı sağlanıyor. Bana kalırsa bu iş MİT'i aşar. Adeta nokta atışı yapılıyor.
Pekin, göreve geldiğinde, FETÖ’cülerin tespiti için Genelkurmay bünyesinde özel bir istihbarat birimi kurulmasını teklif etmiş…
Koskoca Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı, “FETÖ’cülerle ilgili çok bilgimiz yoktu. Biz bu adamlarla ilgili bilgileri MİT ve Emniyetten alıyorduk. 2009 ya da 2010’dan sonra FETÖ’cülerle ilgili doğru dürüst bilgi gelmedi. Önce Emniyet’ten kesildi, sonra MİT’ten kesildi" diyorsa, bu acizliğin, zaafın ve dahi beceriksizliğin itirafı sayılmaz mı?
Pekin konuştukça, yazdıkça karanlıkta kalmış pek çok konu aydınlanıyor.
"... 2007 Temmuz ayında Genelkurmay İstihbarat Başkanı olarak atandım.
2007-2008 dönemi içinde Ergenekon kumpas davası kapsamında gözaltı ve tutuklamalar başladı.
Bu arada tutuklananlar arasında emekli generaller ve subaylar, astsubaylar da bulunuyordu.
Bana gönderilen çok sayıda doküman, mektup, bilgi vb. materyali inceleyerek bir analiz yaptım ve ortaya çıkan sonuç ya da ulaştığım nokta, söz konusu kumpas davaların silahlı kuvvetlerin sadece emeklilerini değil muvazzaf personelini de kaplayacağı idi.
Amaç bu davalar ile geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı. 2008 Temmuz ayında yaptığım analizi, vardığım sonuçları, önerilerimi ve bana gelen materyalleri yanıma alarak Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu ile birlikte Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a gittim ve arz ettim.
Önerim şuydu;
Kumpas davalarla (başlangıçta Ergenekon davası) şu anda emekli askerleri tutukluyorlar, aldığım duyumlar ve yaptığım analize göre bu davaların TSK’daki muvazzaf general/amiral, subay ve astsubayları kapsayacağı ve tasfiye yapılacağı, bunu önlemek için söz konusu davalara askeri yargının bakması için hazırlık yapılmasını arz ettim.
Yaşar Büyükanıt bana, kendisinin önümüzdeki ay emekli olacağını, kendisinin yerine gelecek olan İlker Başbuğ ile görüşmemi ve onun vereceği emre göre hareket etmemizi söyledi.
Bunun üzenine Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral İlker Başbuğ’dan randevu aldım ve Hıfzı Çubuklu ile birlikte İlker Başbuğ’un yanına gittim.
Makamında Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı ve KK Adli Müşaviri vardı.
Ben yanımda götürdüğüm dokümanlardan da faydalanarak konuyu İlker Başbuğ’a arz ettim. Yaşar Büyükanıt’a arz ettiğim öneriyi aynen ifade ettim.
Kumpas davaların önümüzdeki aylarda silahlı kuvvetlerdeki muvazzaf general/amiral, subay ve astsubaylara uzanacağını ve TSK’da büyük tasfiyeler yapılacağını, bunun için askeri yargının hazırlık yapmasını, ortaya çıkarılacak olan kumpas davalara askeri yargının bakmasının uygun olacağını, personelin özel yetkili personelin insafına bırakılmamasını arz ettim.
İlker Başbuğ sorular sordu ve bunun uygun olmayacağını ifade etti. Israrım üzerine, ‘O zaman oylama yapalım’ dedi.
Oylamada ben ve Hıfzı Çubuklu önerimin lehine oy kullandık; yani askeri yargının askeri personel ile ilgili çıkacak kumpas davalara bakmasından yana oy kullandık.
İlker Başbuğ, KK İsth. Bşk. ve Adli Müşaviri askeri yargının bu konularda hazırlık yapmasının ve çıkacak kumpas davalara bakmaması yönünde oy kullandı.
İlker Başbuğ, davalar ortaya çıktıkça durum değerlendirmesi yaparız ve karar veririz vb. bir açıklamada bulundu. Genelkurmay Başkanına arz ettim ve konu kapandı.
18 Eylül 2008 ayında teğmenlerden başlayan gözaltı ve tutuklama furyası başladı. Sadece baktık.
2009 yılı Nisan ayında makamımdayım. Telefon çaldı arayan Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Ergun Saygun’du.
Bana şifreli hattan aramamı söyledi. Aradım. Bana kendisine ulaşan bir subayın, bizlerin emekli olmasını beklediklerini ve emekli olduktan sonra hakkımızda dava açacaklarını ve tutuklayacaklarını, her şeyin mahkemeler, emniyet, suç duyurularının vb. hazır olduğu şeklinde konuştuğunu söyleyerek bu konuyu araştırmamı söyledi.
Ben de bana verdiği isimleri bunlarla ilintili olanları araştırdım. Ancak bir sonuca varamadım. Konuyu İlker Başbuğ ve ikinci başkan Hasan Iğsız’a arz ettim.
Şimdi herkes konuşuyor. Herkes kahraman, herkes görevini başarıyla yapmış, sorumluların hatası yok.”
Anlatmaya devam ediyor;
“Ben, 2007-2011 arasında tutuklanana kadar İstihbarat Başkanı’ydım. Bu arada Askeri Şuralar’da son dönemde buraya kimseyi çıkartmamamız (ihraç edilecek olanlar) istendi. Çünkü şerh konuluyordu. Başbakan belki İlker Paşa’dan rica etmiş olabilir.
Ben göreve gelince İlker Paşa’ya ‘Bizim elimizdeki sistemle bunları kontrol etmemiz mümkün değil. Kim nedir ne değildir bulmamız mümkün değil. Yapmamız gereken şey böyle bir teşkilatı kendimiz kuralım. Başka ordularda ABD’de, Almanya’da var’ dedim.
Ama bunlar için eleman lazım. Çünkü hem içerideki hem dışarıdaki hareketlerini kontrol etmeniz gerekiyor. Böyle bir teşkilat maalesef kuramadık. İlker Paşa sayın başbakana söyledi.”
"FETÖ’cülerle ilgili Genelkurmay bünyesinde özel bir istihbarat birimi kurulmasını teklif ettiğini" söyleyen Genelkurmay İstihbarat Daire eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin, O zamanki MİT müsteşarı Emre Taner'in kendisine “İsmail Paşam başınıza iş açmayın. Biz yaparız” dediğini ve “o işin öyle kaldığını" ifade ediyor. (*)
Sahada, “Zeitgeist” / “Zamanın Ruhu”na sahip, daha derin, daha sırlı gizli kutlu bir Türk Askeri İstihbaratı iyi ki var ve işi şansa bırakmıyor.
Son söz Nihal Atsız'ın:
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(*)
https://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/mit-mustesari-basina-is-alirsin-dedi-h150524.html
https://www.independentturkish.com/node/130591/t%C3%BCrkiyeden-sesler/haftan%C4%B1n-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1n-arka-plan%C4%B1-askerlerin-sivil-mahkemede
https://www.google.com/amp/s/t24.com.tr/amp/haber/ergenekon-duyumunu-2008de-aldim-basbuga-ilettim-terfisi-engellenir-diye-askeri-yargilamayi-kabul-etmedi,289028
https://www.balikesirposta.com.tr/mobilhaber/2030/default.asp
Önce bir sorum var!
Türk İstihbaratı, “Zamanın Ruhu”nu yakaladı mı? / “Hat der Türkische Geheimdienst die Seele der Zeit erobert?” Neden Almanca sormuş olabilirim? Çünkü “Zeitgeist” / “Zamanın Ruhu” kavramlaştırması Alman felsefe ekolüne ait.
“Zamanın ruhu” kavramı, bir döneme hâkim olan düşünme ve hissetme tarzını, zihniyeti anlatır. Yani kolektif şuura ve şuur dışına kadar yayılabilen bir ruhsal iklimi.
Alman filozof Johann Gottfried von Herder, “Zeitgeist”ı eski zamanların tecrübelerinden süzülüp gelen ve insana-topluma gelecek zamanlar için yol gösteren bir manevî güç olarak düşünür.
Sıradan insan değil ama aklı eren kişi, zamanın ruhunun taşıdığı gücü kavrayabilir ve onu kullanabilir: “Bilgenin itinalı emin eli, doğru zamanlamayla zamanın ruhuna yön verebilir” – ve ekler: “ama ilke olarak ona teslim olmalıdır.”
Geist, yalın haliyle Almanca’da ruh demek. Alman filozof Hegel'le anlamı genişler ve tıpkı varoluş gibi özel bir terime dönüşür. Hegel'e göre Geist kendisini doğada ve insan aklında ifade eder.
“Zeitgeist” -Zamanın Ruhu- ile TSK ne alaka?
Türk tarihinden ve kültüründen esintiler taşımayan bir değişim ve dönüşüm hareketinin başarılı olması imkan ve ihtimal dahilinde değil.
Türk tarihinde değişimin ve dönüşümün öncüsü 'ordu'dur. Çünkü ordu, ortadır.
Eski Türkçe’de “or-ta” deyimi, “ordu” şeklinde de söylenirdi. Bu söz, yer belirten Türkçe “or-“ kökü ile “-tu” ekinden meydana gelmişti.
Türkler’e göre, nerede bir devlet varsa onun da bir “ortası” bulunurdu. Devletin ortasında da ya devlet başkanı veyahut da ordu başkomutanı otururdu.
Bu anlayışa göre günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri felsefesi, misyonu ve hedefleriyle Türk Budunu için “Zamanın ruhu/ Zeitgeist”i yansıttığı gibi, tüm vatan sathının ortası yani ordusudur.
“Zamanın Ruhu”nun koruyucusu Türk Askeri İstihbaratı…
Türk Ordu tarihi, taktik ve haber alma kurumlaşması M.Ö. 209'da Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkmasıyla başlar. Yazımızın konusu uzun uzadıya tarih sohbeti değil.
Akıl oyunlarında Türk Gizli Servisi’nin yenilenmesi…
Teşkilatı Mahsusa, bütün imkânsızlıklarına rağmen İstiklal Harbi sırasında Anadolu’da büyük hizmetler vermiş, Harbin sonunda bu görev “Genelkurmay Haber Alma Şubesi”ne devredilmişti.
O tarihlerde General Naci Eldeniz, başında bulunduğu bir heyetle Avrupa'da Türk Ordusuna öğretmenlik yapacak subayların tespiti ile görevliydi.
General Naci Eldeniz'e, istihbarat teşkilatı kurulması için uzman bir kimsenin bulunması talimatı verildi.
Naci Paşa, 1912 ile 1919 yılları arasında ve harp boyunca Alman Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Hizmetinin Başkanlığını yapan ve bu teşkilatı yeniden organize eden General Oberst Walter Nikolai'yi buldu ve onu Türkiye'ye davet etti.
Nikolai, teklif edilen görevi kabul ederek 1926 yılının başlarında göreve başladı. Nikolai’ye İstanbul Yıldız'daki Harp Akademisi’nde yer tahsis edildi.
Burada sivil ve asker şahısları eğitti. Daha sonra bu şahısları beraberinde Almanya'ya götürerek pratik eğitim yapmalarını sağladı.
Eğitim gören personelin Türkiye’ye dönmesi ile birlikte 6 Ocak 1927 tarihinde Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın yazılı “çok gizli” emri ile merkezi Ankara'da ve şubeleri de İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars’ta olmak üzere “Milli Amale Hizmet Teşkilatı” kuruldu.
“Zamanın Ruhu”nu korumakla görevlendirilmiş "Millî Emniyet Hizmeti" Millî Amele Hizmet (M.E.H./MAH) Teşkilatı’nın adı Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmişti.
MAH/MİT ve Askeri istihbarat arasında anlaşmazlık…
MAH, Birleşmiş Milletler’in kurulması sonrasında, ülkenin afyon üretiminin denetimiyle de görevlendirilmiştir. Türkiye’nin afyon ticaretinin MAH tarafından yürütülmesi ve denetlenmesi kararı bu kurumun dengelerini sarsmıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan itibaren ağır suçlulardan yararlanma olgusunu kurumlaştıran gizli servis, tecrübeli kadrolarını MAH’ın afyon dairesinin görevlerini devralmasıyla birlikte bu tür organizasyonlarda istihdam etti.
MAH ile ordu arasında anlaşmazlık MAH'ın Demokrat Parti iktidarında hükümetin kolluk kuvvetine dönüşmesiyle belirginleşti.
25 Aralık’ı 26 Aralık’a bağlayan gece, MAH elemanları İstanbul’da çeşitli mahallelerde sekiz eve baskın yapmış ve biri emekli üç albayla dört subayı tutuklamışlardı.
Aynı gün, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Fazıl Bilge’nin imzasıyla gelen bir yayın yasağı kararı, orduda devletin güvenliği ile ilgili olarak yapılmakta olan bir tahkikat dolayısıyla neşir yasağı konulduğunu ve bu yasak kararının yayınlanmasının da yasak olduğunu bildirdi. Neden?
Tutuklamaların arka planı ve TSK, MAH'a taktı…
Samet Kuşçu isimli bir binbaşı “Bir grup subayın hükümete karşı bir darbe planladıkları” ihbarında bulundu.
26 Aralık günü 4 subayın gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturmada 16 Ocak gününe gelindiğinde 3 albay, bir yarbay, 4 binbaşı ve bir yüzbaşı olmak üzere 9 subay tutuklanmıştı.
“Hızlı ve gizli” bir soruşturma sonunda bu 9 subaydan 8’i beraat etti. Hüküm giyen tek asker, birlikte davrandığı darbe girişimini ihbar eden binbaşı Samet Kuşçu olmuştu. Kuşçu, iki yıl hapis cezasına çarptırıldı.
MAH’ın Binbaşı Samed Kuşcu'yu TSK içinde darbe yapılanması söylentileri üzerine sızdırması, TSK ile arasındaki mesafeyi büyüttü. Halen de öyle gibi.
1965’e kadar şeklen, İçişleri Bakanlığı’na bağlı görünen MAH esasında, kanuni olmayan ve gizli çalışan bir kuruluş olduğu için bu bağlantının pratikte bir önemi yoktu.
Türkiye'nin NATO'ya katılmasından sonra 1955 yılından itibaren Amerikan eğitimine ve dolayısıyla Amerikan sistemine döndü.
1967'de de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) adını alarak tek çatı altında toplandı. MİT, 2017'de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nın zaaf lüksü var mı?
Türkiye’de istihbarat sahasında görevli kurumların koordinasyonunu sağlayan üst bir yapı var mı bilmiyorum.
Eğer bu üst yapı varsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bağımsız değildir. Belki de TSK, bu üst yapının bir organıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Zamanın Ruhu”nun koruyucusu Türk Askeri İstihbaratı’nın bilgilendirmesiyle mi konuşuyor?
Eskilerin deyimiyle kuvvetle muhtemel yani büyük olasılıkla öyle. Beni böyle düşünmeye sevk eden, Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin FETÖ yapılanmasının, koskoca Genelkurmay Başkanı’nın kozmik odaya girilmesini engelleyememesi.
Demek ki piyasada/kamuoyunda/sahada bilinenlerin haricinde daha derin, daha sırlı, gizli kutlu bir Türk Askeri İstihbaratı var ve Genelkurmay İstihbaratı da kontrol altında tutuyor, zaaf gösterenleri cezalandırıyor.
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çarşamba günkü grup konuşmasında, “Elinizde ihraç edebileceğiniz FETÖ mensubu subaylar vardı. Askeri istihbarat da vardı, niye çıkarmadınız? Niye bunları halletmediniz? Kimi aldatıyorsunuz?. Şimdi o istihbaratçı Korgeneral TV’leri dolaşıyor” diyerek adını vermeden suçladığı Genelkurmay İstihbarat eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin olayını belki böyle değerlendirmeli.
İtiraf edeyim, son günlerde Cumhurbaşkanı’na “TSK baronları” ile ilgili müthiş bir bilgi akışı sağlanıyor. Bana kalırsa bu iş MİT'i aşar. Adeta nokta atışı yapılıyor.
Pekin, göreve geldiğinde, FETÖ’cülerin tespiti için Genelkurmay bünyesinde özel bir istihbarat birimi kurulmasını teklif etmiş…
Koskoca Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı, “FETÖ’cülerle ilgili çok bilgimiz yoktu. Biz bu adamlarla ilgili bilgileri MİT ve Emniyetten alıyorduk. 2009 ya da 2010’dan sonra FETÖ’cülerle ilgili doğru dürüst bilgi gelmedi. Önce Emniyet’ten kesildi, sonra MİT’ten kesildi" diyorsa, bu acizliğin, zaafın ve dahi beceriksizliğin itirafı sayılmaz mı?
Pekin konuştukça, yazdıkça karanlıkta kalmış pek çok konu aydınlanıyor.
"... 2007 Temmuz ayında Genelkurmay İstihbarat Başkanı olarak atandım.
2007-2008 dönemi içinde Ergenekon kumpas davası kapsamında gözaltı ve tutuklamalar başladı.
Bu arada tutuklananlar arasında emekli generaller ve subaylar, astsubaylar da bulunuyordu.
Bana gönderilen çok sayıda doküman, mektup, bilgi vb. materyali inceleyerek bir analiz yaptım ve ortaya çıkan sonuç ya da ulaştığım nokta, söz konusu kumpas davaların silahlı kuvvetlerin sadece emeklilerini değil muvazzaf personelini de kaplayacağı idi.
Amaç bu davalar ile geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı. 2008 Temmuz ayında yaptığım analizi, vardığım sonuçları, önerilerimi ve bana gelen materyalleri yanıma alarak Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu ile birlikte Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a gittim ve arz ettim.
Önerim şuydu;
Kumpas davalarla (başlangıçta Ergenekon davası) şu anda emekli askerleri tutukluyorlar, aldığım duyumlar ve yaptığım analize göre bu davaların TSK’daki muvazzaf general/amiral, subay ve astsubayları kapsayacağı ve tasfiye yapılacağı, bunu önlemek için söz konusu davalara askeri yargının bakması için hazırlık yapılmasını arz ettim.
Yaşar Büyükanıt bana, kendisinin önümüzdeki ay emekli olacağını, kendisinin yerine gelecek olan İlker Başbuğ ile görüşmemi ve onun vereceği emre göre hareket etmemizi söyledi.
Bunun üzenine Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral İlker Başbuğ’dan randevu aldım ve Hıfzı Çubuklu ile birlikte İlker Başbuğ’un yanına gittim.
Makamında Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı ve KK Adli Müşaviri vardı.
Ben yanımda götürdüğüm dokümanlardan da faydalanarak konuyu İlker Başbuğ’a arz ettim. Yaşar Büyükanıt’a arz ettiğim öneriyi aynen ifade ettim.
Kumpas davaların önümüzdeki aylarda silahlı kuvvetlerdeki muvazzaf general/amiral, subay ve astsubaylara uzanacağını ve TSK’da büyük tasfiyeler yapılacağını, bunun için askeri yargının hazırlık yapmasını, ortaya çıkarılacak olan kumpas davalara askeri yargının bakmasının uygun olacağını, personelin özel yetkili personelin insafına bırakılmamasını arz ettim.
İlker Başbuğ sorular sordu ve bunun uygun olmayacağını ifade etti. Israrım üzerine, ‘O zaman oylama yapalım’ dedi.
Oylamada ben ve Hıfzı Çubuklu önerimin lehine oy kullandık; yani askeri yargının askeri personel ile ilgili çıkacak kumpas davalara bakmasından yana oy kullandık.
İlker Başbuğ, KK İsth. Bşk. ve Adli Müşaviri askeri yargının bu konularda hazırlık yapmasının ve çıkacak kumpas davalara bakmaması yönünde oy kullandı.
İlker Başbuğ, davalar ortaya çıktıkça durum değerlendirmesi yaparız ve karar veririz vb. bir açıklamada bulundu. Genelkurmay Başkanına arz ettim ve konu kapandı.
18 Eylül 2008 ayında teğmenlerden başlayan gözaltı ve tutuklama furyası başladı. Sadece baktık.
2009 yılı Nisan ayında makamımdayım. Telefon çaldı arayan Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Ergun Saygun’du.
Bana şifreli hattan aramamı söyledi. Aradım. Bana kendisine ulaşan bir subayın, bizlerin emekli olmasını beklediklerini ve emekli olduktan sonra hakkımızda dava açacaklarını ve tutuklayacaklarını, her şeyin mahkemeler, emniyet, suç duyurularının vb. hazır olduğu şeklinde konuştuğunu söyleyerek bu konuyu araştırmamı söyledi.
Ben de bana verdiği isimleri bunlarla ilintili olanları araştırdım. Ancak bir sonuca varamadım. Konuyu İlker Başbuğ ve ikinci başkan Hasan Iğsız’a arz ettim.
Şimdi herkes konuşuyor. Herkes kahraman, herkes görevini başarıyla yapmış, sorumluların hatası yok.”
Anlatmaya devam ediyor;
“Ben, 2007-2011 arasında tutuklanana kadar İstihbarat Başkanı’ydım. Bu arada Askeri Şuralar’da son dönemde buraya kimseyi çıkartmamamız (ihraç edilecek olanlar) istendi. Çünkü şerh konuluyordu. Başbakan belki İlker Paşa’dan rica etmiş olabilir.
Ben göreve gelince İlker Paşa’ya ‘Bizim elimizdeki sistemle bunları kontrol etmemiz mümkün değil. Kim nedir ne değildir bulmamız mümkün değil. Yapmamız gereken şey böyle bir teşkilatı kendimiz kuralım. Başka ordularda ABD’de, Almanya’da var’ dedim.
Ama bunlar için eleman lazım. Çünkü hem içerideki hem dışarıdaki hareketlerini kontrol etmeniz gerekiyor. Böyle bir teşkilat maalesef kuramadık. İlker Paşa sayın başbakana söyledi.”
"FETÖ’cülerle ilgili Genelkurmay bünyesinde özel bir istihbarat birimi kurulmasını teklif ettiğini" söyleyen Genelkurmay İstihbarat Daire eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin, O zamanki MİT müsteşarı Emre Taner'in kendisine “İsmail Paşam başınıza iş açmayın. Biz yaparız” dediğini ve “o işin öyle kaldığını" ifade ediyor. (*)
Sahada, “Zeitgeist” / “Zamanın Ruhu”na sahip, daha derin, daha sırlı gizli kutlu bir Türk Askeri İstihbaratı iyi ki var ve işi şansa bırakmıyor.
Son söz Nihal Atsız'ın:
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(*)
https://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/mit-mustesari-basina-is-alirsin-dedi-h150524.html
https://www.independentturkish.com/node/130591/t%C3%BCrkiyeden-sesler/haftan%C4%B1n-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1n-arka-plan%C4%B1-askerlerin-sivil-mahkemede
https://www.google.com/amp/s/t24.com.tr/amp/haber/ergenekon-duyumunu-2008de-aldim-basbuga-ilettim-terfisi-engellenir-diye-askeri-yargilamayi-kabul-etmedi,289028
https://www.balikesirposta.com.tr/mobilhaber/2030/default.asp