Her şeye rağmen sandığa gitmek
Her şeye rağmen sandığa gitmek
- 21-05-2023 01:07
- 3293
- 21-05-2023 01:07
- 3293
Başından söyleyeyim, muhalefet çevresinde moral bozukluğu ve küskünlük gibi nedenlerle ikinci turda sandık başına gitmemeyi düşünen varsa, yapmasın, etmesin, mutlaka sandık başına gitsin. Demokratik hakkını kullansın, mevcut iktidara itirazlarını kayda geçsin, bu çok önemli diye düşünüyorum.
Küskünlüğü bir noktaya kadar anlamak mümkün, zira ben bu seçimde kerhen muhalefete oy verenlerin olduğunu düşünüyorum. İşin burası, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı içinde yer alan siyasi liderlerin sorumluğu.
Şartların iktidar açısından bu denli olumsuz olduğu bir ortamda, siyasi bir alternatif olarak göz dolduramadılar, muhalafet coşkusu, heyecanı yaratamadılar. Ancak diğer taraftan, seçmen dediğimiz insanlar da sonuçta destekledikleri muhalefet partileri üzerinde, zamanında daha etkin bir muhalafet için yeterli baskıyı oluşturamadılar.
Halen, seçim sonuçlarından kendi partilerini değil de başkalarını suçlamaya meyilliler. Hala, bazıları seçim sonuçlarının hileli olduğunu düşünüyor, bazıları ‘bu toplum adam olmaz’ havasında. ‘Acaba bizde hiç mi kusur yok’ diye düşünen çok az.
Yirmi yılı aşkın zamandır iktidar olan, dahası bu iktidarı otoriter siyasetler ile devlet baskısına dönüştüren AK Parti’nin yarattığı haksız rekabet koşulları tartışılmaz. Ama, tek sorunun bu olmadığını hepimiz biliyoruz.
Her şeyden önce, başı sıkışınca, “bu toplum cahil, akılsız, faşist, vs.” kafasında olmak başlı başına bir muhalefet zaafı.
Yok, tersi de doğru değil, yani “toplum en iyisini bilir”, “Anadolu irfanı” gibi toplum güzellemeleri de siyaset efsanelerinden başka bir şey değil. Öyle olmasaydı, her şeyden önce, 1980 sonrası darbe Anayasası, referandumda ezici çoğunlukla kabul edilmezdi.
Diğer taraftan, demokrasilerde, sosyolojik, kültürel, dini etkenlerin çoğunluğun oyunu almak konusunda tesirli olduğu bir vaka, ancak sonuçta bunlar tek başına ikna edici olmuyor.
Olmadığını son seçimde net biçimde gördük, olsaydı, içinde dindarından laiğine, milliyetçisinden Kürdüne her kesimden temsilci bulunduran Millet İttifakı’nın yüzde elliyi kolaylıkla aşması beklenirdi.
Seçmen davranışı, kolay izah edilemeyecek pek çok ve karmaşık etken ile belirleniyor. O halde, kolayına kaçmadan bu karmaşık düğümü çözmeye çalışmak lazımdı.
Ben, Millet İttifakı’nın CHP ve muhafazakârları, demokratik zeminde buluşturmasının demokrasi ve toplumsal barış açısından sembolik öneminin çok değerli olduğunu düşünen biriyim.
Keşke her şey sembolik alanda çözüldüğü gibi, toplumsal karşılık bulsa.
“Neden bulmuyor” sorusunun cevabını vermek açısından, öncelikle ‘muhafazakâr seçmen’ mitinin çözülmesi gerekiyor.
Muhafazakârlık, milliyetçilik ve özellikle İslamcılık, dini referansların önemli olduğu, ancak onun ötesinde sosyolojik, sınıfsal koşullarla ile şekillenen siyasal tavırlar.
AK Parti, zamanında sadece dini hassasiyetleri temsil ettiği için değil, kendini dışlanmış hissedenlere iktidar yani güç, para, mevki vadettiği için geniş destek buldu.
Sonuçta, doğal olarak toplumun çoğunluğu güç, prestij, para ve mevki kazanmadı, yani AK Parti’yi destekleyenlerin tümü bu iktidarın nimetlerinden tabii ki faydalanamadı, ama kendileri ile özdeşleştirdikleri lider üzerinden iktidar olduklarını, güçlü olduklarını hissettiler.
Bu his hep canlı kaldı.
Bu husus yeterince anlaşılmış olsaydı, AK Parti’ye oy verenleri hor görme tavrının bu partiye desteği canlı tutmak açısından ne kadar etkili olduğu anlaşılırdı.
Aynı çerçevede, Erdoğan’a yönelik eleştirilerin, doğrudan veya dolaylı küçümseme içermesi, lidere bağlılığı pekiştirdi.
Seçim sürecinde, “Erdoğan’ın diploması” tartışmasını uzatmanın tam da böyle bir duyguyu pekiştireceğini yazdım.
Diğer taraftan, bu iktidarı Taliban rejimi ile bir tutmak gibi abartılı eleştirilerin haklı eleştirileri gölgeleyeceğini yazdım.
AK Parti iktidara gelirse, kadınların bir daha oy veremeyeceğini iddia etmek gibi haksız ithamların, muhalefet zaafı olduğunu yazdım, vs.
Tüm bunları, “muhalefet beni dinleseydi” veya “ben doğrusunu biliyorum” gibi yersiz bir düşünce ile hatırlatmıyorum.
Benim söylediklerim haklı veya değil, kimin söylediği de önemli değil, önemli olan muhalefetin bir takım ezberlere toz kondurmamak yerine, daha derin ve geniş bir toplum ve siyaset okumasına girişmemiş olması sorununa işaret etmeye çalışıyorum.
Tabii, sadece söylem düzeyinde değil, başta CHP olmak üzere, parti örgütlenmelerinin bu kadar zamandır başarısız olmuş olan kadro ve söylemleri gözden geçirmek gibi bir kaygısının olmaması, en büyük sorundu.
Olan oldu, umalım, tüm olumsuzluklara rağmen, Türkiye’de demokrasi adına, ikinci tur seçimlerde umutlu bir sürpriz olur.
Olmazsa, bu kez de işi mızıkçılıkla, pişkinlikle, kendi yerine toplumu suçlamakla geçiştirmek mümkün olmaz inşallah.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Başından söyleyeyim, muhalefet çevresinde moral bozukluğu ve küskünlük gibi nedenlerle ikinci turda sandık başına gitmemeyi düşünen varsa, yapmasın, etmesin, mutlaka sandık başına gitsin. Demokratik hakkını kullansın, mevcut iktidara itirazlarını kayda geçsin, bu çok önemli diye düşünüyorum.
Küskünlüğü bir noktaya kadar anlamak mümkün, zira ben bu seçimde kerhen muhalefete oy verenlerin olduğunu düşünüyorum. İşin burası, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı içinde yer alan siyasi liderlerin sorumluğu.
Şartların iktidar açısından bu denli olumsuz olduğu bir ortamda, siyasi bir alternatif olarak göz dolduramadılar, muhalafet coşkusu, heyecanı yaratamadılar. Ancak diğer taraftan, seçmen dediğimiz insanlar da sonuçta destekledikleri muhalefet partileri üzerinde, zamanında daha etkin bir muhalafet için yeterli baskıyı oluşturamadılar.
Halen, seçim sonuçlarından kendi partilerini değil de başkalarını suçlamaya meyilliler. Hala, bazıları seçim sonuçlarının hileli olduğunu düşünüyor, bazıları ‘bu toplum adam olmaz’ havasında. ‘Acaba bizde hiç mi kusur yok’ diye düşünen çok az.
Yirmi yılı aşkın zamandır iktidar olan, dahası bu iktidarı otoriter siyasetler ile devlet baskısına dönüştüren AK Parti’nin yarattığı haksız rekabet koşulları tartışılmaz. Ama, tek sorunun bu olmadığını hepimiz biliyoruz.
Her şeyden önce, başı sıkışınca, “bu toplum cahil, akılsız, faşist, vs.” kafasında olmak başlı başına bir muhalefet zaafı.
Yok, tersi de doğru değil, yani “toplum en iyisini bilir”, “Anadolu irfanı” gibi toplum güzellemeleri de siyaset efsanelerinden başka bir şey değil. Öyle olmasaydı, her şeyden önce, 1980 sonrası darbe Anayasası, referandumda ezici çoğunlukla kabul edilmezdi.
Diğer taraftan, demokrasilerde, sosyolojik, kültürel, dini etkenlerin çoğunluğun oyunu almak konusunda tesirli olduğu bir vaka, ancak sonuçta bunlar tek başına ikna edici olmuyor.
Olmadığını son seçimde net biçimde gördük, olsaydı, içinde dindarından laiğine, milliyetçisinden Kürdüne her kesimden temsilci bulunduran Millet İttifakı’nın yüzde elliyi kolaylıkla aşması beklenirdi.
Seçmen davranışı, kolay izah edilemeyecek pek çok ve karmaşık etken ile belirleniyor. O halde, kolayına kaçmadan bu karmaşık düğümü çözmeye çalışmak lazımdı.
Ben, Millet İttifakı’nın CHP ve muhafazakârları, demokratik zeminde buluşturmasının demokrasi ve toplumsal barış açısından sembolik öneminin çok değerli olduğunu düşünen biriyim.
Keşke her şey sembolik alanda çözüldüğü gibi, toplumsal karşılık bulsa.
“Neden bulmuyor” sorusunun cevabını vermek açısından, öncelikle ‘muhafazakâr seçmen’ mitinin çözülmesi gerekiyor.
Muhafazakârlık, milliyetçilik ve özellikle İslamcılık, dini referansların önemli olduğu, ancak onun ötesinde sosyolojik, sınıfsal koşullarla ile şekillenen siyasal tavırlar.
AK Parti, zamanında sadece dini hassasiyetleri temsil ettiği için değil, kendini dışlanmış hissedenlere iktidar yani güç, para, mevki vadettiği için geniş destek buldu.
Sonuçta, doğal olarak toplumun çoğunluğu güç, prestij, para ve mevki kazanmadı, yani AK Parti’yi destekleyenlerin tümü bu iktidarın nimetlerinden tabii ki faydalanamadı, ama kendileri ile özdeşleştirdikleri lider üzerinden iktidar olduklarını, güçlü olduklarını hissettiler.
Bu his hep canlı kaldı.
Bu husus yeterince anlaşılmış olsaydı, AK Parti’ye oy verenleri hor görme tavrının bu partiye desteği canlı tutmak açısından ne kadar etkili olduğu anlaşılırdı.
Aynı çerçevede, Erdoğan’a yönelik eleştirilerin, doğrudan veya dolaylı küçümseme içermesi, lidere bağlılığı pekiştirdi.
Seçim sürecinde, “Erdoğan’ın diploması” tartışmasını uzatmanın tam da böyle bir duyguyu pekiştireceğini yazdım.
Diğer taraftan, bu iktidarı Taliban rejimi ile bir tutmak gibi abartılı eleştirilerin haklı eleştirileri gölgeleyeceğini yazdım.
AK Parti iktidara gelirse, kadınların bir daha oy veremeyeceğini iddia etmek gibi haksız ithamların, muhalefet zaafı olduğunu yazdım, vs.
Tüm bunları, “muhalefet beni dinleseydi” veya “ben doğrusunu biliyorum” gibi yersiz bir düşünce ile hatırlatmıyorum.
Benim söylediklerim haklı veya değil, kimin söylediği de önemli değil, önemli olan muhalefetin bir takım ezberlere toz kondurmamak yerine, daha derin ve geniş bir toplum ve siyaset okumasına girişmemiş olması sorununa işaret etmeye çalışıyorum.
Tabii, sadece söylem düzeyinde değil, başta CHP olmak üzere, parti örgütlenmelerinin bu kadar zamandır başarısız olmuş olan kadro ve söylemleri gözden geçirmek gibi bir kaygısının olmaması, en büyük sorundu.
Olan oldu, umalım, tüm olumsuzluklara rağmen, Türkiye’de demokrasi adına, ikinci tur seçimlerde umutlu bir sürpriz olur.
Olmazsa, bu kez de işi mızıkçılıkla, pişkinlikle, kendi yerine toplumu suçlamakla geçiştirmek mümkün olmaz inşallah.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com