Hızır bi bak nolur

Hızır bi bak nolur

Ahizeyi kaldırıp, kendini arayabilseydin hangi yılını arardın?

Ne akıl verir, ne isterdin kendinden?

Kendine “korkma” der miydin; yahut kork!

Düşeceksin az ilerde ama kalkışın çok güzel olacak” der miydin?

“Aman dikkat! O sandığın, öyle değil!.. 

Ah yavrucuğum dur, daha bitmedi!..” der miydin?

Kendimize sarılmayalı, sıvazlamayalı sırtımızı ne vakit geçti!

Yüksek duvarlar örmek yahut örülmüşleri tırmanmakla meşguldük hep.

Çok da mecbur değildik aslında şimdi uzaktan bakınca…

Çaresiz kalmamak için o korkuyla, hani şu bize öğretilen korkuyla…

Güçlenemedik kalpçe kapakçıkça…

Hangi odacığına sığınsak, orada başka bir yalnızlık buldu bizi…

Tüm odacıklar seninken Rabbim.

Yettiremediklerimizden tartma!

Farkında olduklarımız daha önce bizi farketmişlerdi…

Hızır bi bak nolur!

Güzelden bıkılır mı?

Bize tatlı-hoş gelenden bıkmak gerek.

Çünkü…

Bıkmadan doymayacağız, bıkmadan görmeyeceğiz, bıkmadan vermeyeceğiz gibi.

Doyana kadar yiyen kusar, katılana kadar gülen ağlar…

Her şey zıddına göçer.

Dertler, sıkıntılar sarıp sarmaladığında bir adım daha attığımızı hissederiz.

Rahat zamanlarımızda bu olmaz.

Rahat vakitler, durduğumuz vakitlerdir; savrulduğumuz, durağa yaklaştığımız…

İnsanın duraklarla başı derttedir.

Çok azımız, gelinen duraktan memnundur.

Yolun sonuna kadar durmamak için bu otobüstedir çok azımız.

Çok azımız yolun sonundan hiç korkmaz!

“Ben iyi bir insanım!..

Öyle iyiyim ki saflık bu…” dediğinizi duyar gibiyim.

Ne geliyorsa başınıza merhametinizden ya da size kim “iyi ol” dediyse, iyiliğinizi de O verecektir.

Yolun sonundan kormayanlar bunu iyi bilirler.

Ama dertler derya olabilir; ruh daralır, duvarlar üstüne üstüne gelir, ve yanınızdaki kâr etmez, duyduklarınız - gördükleriniz yetmez!

Başka bir şey gerekir;

Pasiflora”…

O da bir gayrettir elbet, çare arayana tevessül eder.

Ama…

İşte, “dilin kemiği yok”, kalbin de bir kafesi var nihayetinde…

Niye hâlâ böyleyken böyle!..

İnecek var, vesaire.

Pencerelerden bakmak, göğe bakmak, duraklara bakmak, görmek değildir sade.

Bakmak, mümkün kılmak, rağmen olmak, kabul de edebilmektir.

Hayatımın bir çağı var ki ahizeyi kaldırsam ona diyeceğim şey;

“Arzu, sandığın gibi değil!..” olurdu.

Ama görmem için lazım; bakmam için şart.

Uzak diyarlardan bahs açıp duruyorum, sebebi diyar diyar yalnızlığımız.

Sebebi ülke-ülke korkularımız.

Sebebi dağ-bayır ruhumuz.

Şehirler kurulmuş, binalar dikilmiş, tıkır-tıkır işleyen çarklar, çalışan insan.

Yükünü taşıtan da yükü taşıyan da insan.

Ömür kısa, hayret büyük.

Durak yakın...

Ekmeğiniz sıcak, gözünüz gönlünüz çiçek olsun.

Hayatınız, Yaratıcısından razı olanların (boyun eğenlerin değil) büyük ruhlarına emanet olsun.

Nasıl olacak bilmiyorum.

Şimdilik…

Her gecemiz kadir, her gördüğümüz hızır…

Durağa az var.

Bi bak nolur.

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com

Ahizeyi kaldırıp, kendini arayabilseydin hangi yılını arardın?

Ne akıl verir, ne isterdin kendinden?

Kendine “korkma” der miydin; yahut kork!

Düşeceksin az ilerde ama kalkışın çok güzel olacak” der miydin?

“Aman dikkat! O sandığın, öyle değil!.. 

Ah yavrucuğum dur, daha bitmedi!..” der miydin?

Kendimize sarılmayalı, sıvazlamayalı sırtımızı ne vakit geçti!

Yüksek duvarlar örmek yahut örülmüşleri tırmanmakla meşguldük hep.

Çok da mecbur değildik aslında şimdi uzaktan bakınca…

Çaresiz kalmamak için o korkuyla, hani şu bize öğretilen korkuyla…

Güçlenemedik kalpçe kapakçıkça…

Hangi odacığına sığınsak, orada başka bir yalnızlık buldu bizi…

Tüm odacıklar seninken Rabbim.

Yettiremediklerimizden tartma!

Farkında olduklarımız daha önce bizi farketmişlerdi…

Hızır bi bak nolur!

Güzelden bıkılır mı?

Bize tatlı-hoş gelenden bıkmak gerek.

Çünkü…

Bıkmadan doymayacağız, bıkmadan görmeyeceğiz, bıkmadan vermeyeceğiz gibi.

Doyana kadar yiyen kusar, katılana kadar gülen ağlar…

Her şey zıddına göçer.

Dertler, sıkıntılar sarıp sarmaladığında bir adım daha attığımızı hissederiz.

Rahat zamanlarımızda bu olmaz.

Rahat vakitler, durduğumuz vakitlerdir; savrulduğumuz, durağa yaklaştığımız…

İnsanın duraklarla başı derttedir.

Çok azımız, gelinen duraktan memnundur.

Yolun sonuna kadar durmamak için bu otobüstedir çok azımız.

Çok azımız yolun sonundan hiç korkmaz!

“Ben iyi bir insanım!..

Öyle iyiyim ki saflık bu…” dediğinizi duyar gibiyim.

Ne geliyorsa başınıza merhametinizden ya da size kim “iyi ol” dediyse, iyiliğinizi de O verecektir.

Yolun sonundan kormayanlar bunu iyi bilirler.

Ama dertler derya olabilir; ruh daralır, duvarlar üstüne üstüne gelir, ve yanınızdaki kâr etmez, duyduklarınız - gördükleriniz yetmez!

Başka bir şey gerekir;

Pasiflora”…

O da bir gayrettir elbet, çare arayana tevessül eder.

Ama…

İşte, “dilin kemiği yok”, kalbin de bir kafesi var nihayetinde…

Niye hâlâ böyleyken böyle!..

İnecek var, vesaire.

Pencerelerden bakmak, göğe bakmak, duraklara bakmak, görmek değildir sade.

Bakmak, mümkün kılmak, rağmen olmak, kabul de edebilmektir.

Hayatımın bir çağı var ki ahizeyi kaldırsam ona diyeceğim şey;

“Arzu, sandığın gibi değil!..” olurdu.

Ama görmem için lazım; bakmam için şart.

Uzak diyarlardan bahs açıp duruyorum, sebebi diyar diyar yalnızlığımız.

Sebebi ülke-ülke korkularımız.

Sebebi dağ-bayır ruhumuz.

Şehirler kurulmuş, binalar dikilmiş, tıkır-tıkır işleyen çarklar, çalışan insan.

Yükünü taşıtan da yükü taşıyan da insan.

Ömür kısa, hayret büyük.

Durak yakın...

Ekmeğiniz sıcak, gözünüz gönlünüz çiçek olsun.

Hayatınız, Yaratıcısından razı olanların (boyun eğenlerin değil) büyük ruhlarına emanet olsun.

Nasıl olacak bilmiyorum.

Şimdilik…

Her gecemiz kadir, her gördüğümüz hızır…

Durağa az var.

Bi bak nolur.

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com