İnsan nasibi kadar sever, nasibi kadar affeder!
İnsan nasibi kadar sever, nasibi kadar affeder!
- 01-12-2018 07:34
- 1542
- 01-12-2018 07:34
- 1542
Bir adam düşünün ki kulu olmuştu bir kadının.
O kadına kendisini ispatlamak için, daha fazla gözüne girebilmek, sahibi olan kadını memnun edebilmek için ve hatta azad olup daha fazla statü kazanabilmek için; yarmıştı Hazreti Hamza'nın göğsünü, çıkarıp avuçlamıştı ciğerini..
Evet artık özgürdü...
Sahibinin emrini yerine getirmiş, artık vaad edilene kavuşmuştu Vahşi!
O ciğeri dişleriyle koparıp çiğneyen kadının da yüreğindeki intikam ateşi sönmüştü.
Hind de muradına ermişti..
Tüm bunlar olurken bir söz dökülüyordu Allah Rasulü’nün yüreğinden;
- Ey amcam! Sana üzüldüğüm gibi asla hiçbir şeye üzülemem. Beni bundan daha fazla hiddetlendirecek bir durumla asla karşılaşmadım..
Nasıl bir yüreğin vardı Ya RasulAllah!..
Biz bugün evladımızı affedemezken, eşimizi kırıp dökerken, anamızı babamızı yok yere kahrederken senin nasıl bir yüreğin vardı ki affetmekle kalmadın bir de ayetler okudun Vahşi'ye…
"Affettim" dedin..
Acını yuttun, göğsünü genişlettin..
Biliyoruz ki sen her halinle bize örneksin, sen nefsinden konuşmazsın.
Ciğerpareni paramparça eden Vahşi'yi bırak incitmeyi, onu bizim gözlerimizde "Vahşi Radıyallahu anh" diyeceğimiz bir statüye ulaştırdın.
Ya Hind?
Uhud Şehitleri’nin organlarıyla kolye yapan Hind..
Sana doğru yürüyünce “Gelme" demedin…
"Senden mü’mine bir kadın olmaz!..” demedin; “Amcamın organlarını yiyensin sen, alma ağzına tevhidi, seni hangi su temizler?" demedin..
Affettin!.. Dualar ettin ona, sürüsüne bereket okudun!
Ey Allah’ım!..
Sen nasıl bir ilahsın ki, sana küfürler eden, sana ilahlık taslayan, en sevdiğini hırpalayan bunca kulunu affettin..
Affetmekle kalmadın, tertemiz ettin.
Temizlemek de yetmedi; sebat edilen günahları da sevaba çevirdin!
Nasıl bir cennetin var ki; Hamza ile Vahşi'yi el ele kol kola dahil ettin?
Bakın burası yaksın yüreklerinizi!
Demek ki Allah'ın huzuruna böyle gidiliyormuş!
- Sen benim ciğerimi söktün!
- Sen beni gafil anımda vurdun!
Denmiyormuş bu yolda..
Çünkü Vahşi’nin sütunların ardında akıttığı o gözyaşları kesti attı herşeyi.
Ettiği o sağlam tevbe Hamza ile kol kola cennete sokuyormuş onu.
Peki biz böyle bir Peygamber’e ümmet, böyle bir Allah'a kul olmuşken daha ne kadar hizmet edeceğiz nefsimize?
Sen kimsin ki affetmiyorsun?
Kimsin ki Vahşi'ye cevap olarak üç ayet indirilen yani o derece hassas olan bu dine, “inandım" deyip; karşındakinin yakarışlarına tenezzül edip cevap vermiyorsun
Kolay mı geliyor âh ile yaşamak?
İnsan hiç sorgulamaz mı kendini?
Bazı âhlar vardır ki, hiç beklemediği anda taş olur düşer insanın önüne..
Ummadığı anda; basit gördüğü, cevap vermeye tenezzül etmediği, kendisi hatalarda boğulduğu halde, gönül bağı kurduğu insanları tek yanlışta yok sayan, Müslümanlığını süslü sözlerle yazıp, amele gelince kibrinde boğulan herkesin önüne düşer er ya da geç!
Ama bakmaz insanoğlu hiçbir zaman elleriyle ettiklerine.
Bunu anlayabilmek de bir nasiptir ya..
Nasibi yoksa insan aynaya bile bakmaz.
Bakmaz ki; kusurlarını görmesin. Hep başkalarından bilsin, asla kendi nefsinden bilmesin ki "mahrum kalsın.”
Neyden mahrum kalsın?
Secdeye kapanıp, acizliğini anlayıp gözyaşlarıyla sabahı etmekten,
Merhamet dilenmekten,
Af diye, affet diye yeme içmeden kesilmekten,
Boynunu büküp "Sen Rabbimsin" diye avuçlarını sıkmaktan,
Secdede yalvarırken uyuyakalmaktan,
Kur’an'ı dudakları titreye titreye okuyup, yaş dolan gözlerle ayetleri buğulu görmekten,
Gözyaşları Kur’ana damladıkca sayfa incinmesin diye örtüsüne silmekten..
Mahrum kalsın!
Çünkü insan nasibi kadar sever, nasibi kadar affeder.
Bu hallerden nasipsiz olmak dünyadaki en büyük ceza değil midir?
Ya da bu haldeki insanlara karşı kayıtsız kalmak taş olmuş kalbe hamallık etmek değil de nedir?
Durum bu iken;
Başınıza gelen her musibeti Allah'tan ya da düşmanlarınızdan bilmeyin.
Çünkü “Kul" olduğunu unutan insana, kendinden başka düşman lazım mıdır?
"Sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten hayırlıdır.” Sözüne sığının..
Vahşi'nin elini tutan Hamza gibi olun..
“Affettim" diyen Allah Rasulü'nü anlayın..
Avuçları günah, kin, zann, ve "âh" ile dolu olan biri olarak çıkmayın Allah'ın karşısına.
Hayat kısa.
Ve toprağın altında hiçbir sistemin tahsis edemeyecegi yüce bir "adalet" vardır.
Bu yüzden;
Affedin ki, affolunasınız.
Merhamet edin ki, merhamet edilesiniz.
Sevin ki, sevilesiniz.
Bu dünya, "geç kalmak" fiilini kabul etmeyecek kadar hızlı ilerliyor.
.
Yağmur Mirzayeva, dikGAZETE.com
:
Yazarın sitemizde yayınlanmış daha önceki yazıları şurada:
Ne hekimler varmış değil mi? Ne hatunlar varmış!..
.
Nerede kadın hakkı!.. Yahudi ve Hristiyanların yanlışları, Müslümanların doğruları olmuş durumda!
Bir adam düşünün ki kulu olmuştu bir kadının.
O kadına kendisini ispatlamak için, daha fazla gözüne girebilmek, sahibi olan kadını memnun edebilmek için ve hatta azad olup daha fazla statü kazanabilmek için; yarmıştı Hazreti Hamza'nın göğsünü, çıkarıp avuçlamıştı ciğerini..
Evet artık özgürdü...
Sahibinin emrini yerine getirmiş, artık vaad edilene kavuşmuştu Vahşi!
O ciğeri dişleriyle koparıp çiğneyen kadının da yüreğindeki intikam ateşi sönmüştü.
Hind de muradına ermişti..
Tüm bunlar olurken bir söz dökülüyordu Allah Rasulü’nün yüreğinden;
- Ey amcam! Sana üzüldüğüm gibi asla hiçbir şeye üzülemem. Beni bundan daha fazla hiddetlendirecek bir durumla asla karşılaşmadım..
Nasıl bir yüreğin vardı Ya RasulAllah!..
Biz bugün evladımızı affedemezken, eşimizi kırıp dökerken, anamızı babamızı yok yere kahrederken senin nasıl bir yüreğin vardı ki affetmekle kalmadın bir de ayetler okudun Vahşi'ye…
"Affettim" dedin..
Acını yuttun, göğsünü genişlettin..
Biliyoruz ki sen her halinle bize örneksin, sen nefsinden konuşmazsın.
Ciğerpareni paramparça eden Vahşi'yi bırak incitmeyi, onu bizim gözlerimizde "Vahşi Radıyallahu anh" diyeceğimiz bir statüye ulaştırdın.
Ya Hind?
Uhud Şehitleri’nin organlarıyla kolye yapan Hind..
Sana doğru yürüyünce “Gelme" demedin…
"Senden mü’mine bir kadın olmaz!..” demedin; “Amcamın organlarını yiyensin sen, alma ağzına tevhidi, seni hangi su temizler?" demedin..
Affettin!.. Dualar ettin ona, sürüsüne bereket okudun!
Ey Allah’ım!..
Sen nasıl bir ilahsın ki, sana küfürler eden, sana ilahlık taslayan, en sevdiğini hırpalayan bunca kulunu affettin..
Affetmekle kalmadın, tertemiz ettin.
Temizlemek de yetmedi; sebat edilen günahları da sevaba çevirdin!
Nasıl bir cennetin var ki; Hamza ile Vahşi'yi el ele kol kola dahil ettin?
Bakın burası yaksın yüreklerinizi!
Demek ki Allah'ın huzuruna böyle gidiliyormuş!
- Sen benim ciğerimi söktün!
- Sen beni gafil anımda vurdun!
Denmiyormuş bu yolda..
Çünkü Vahşi’nin sütunların ardında akıttığı o gözyaşları kesti attı herşeyi.
Ettiği o sağlam tevbe Hamza ile kol kola cennete sokuyormuş onu.
Peki biz böyle bir Peygamber’e ümmet, böyle bir Allah'a kul olmuşken daha ne kadar hizmet edeceğiz nefsimize?
Sen kimsin ki affetmiyorsun?
Kimsin ki Vahşi'ye cevap olarak üç ayet indirilen yani o derece hassas olan bu dine, “inandım" deyip; karşındakinin yakarışlarına tenezzül edip cevap vermiyorsun
Kolay mı geliyor âh ile yaşamak?
İnsan hiç sorgulamaz mı kendini?
Bazı âhlar vardır ki, hiç beklemediği anda taş olur düşer insanın önüne..
Ummadığı anda; basit gördüğü, cevap vermeye tenezzül etmediği, kendisi hatalarda boğulduğu halde, gönül bağı kurduğu insanları tek yanlışta yok sayan, Müslümanlığını süslü sözlerle yazıp, amele gelince kibrinde boğulan herkesin önüne düşer er ya da geç!
Ama bakmaz insanoğlu hiçbir zaman elleriyle ettiklerine.
Bunu anlayabilmek de bir nasiptir ya..
Nasibi yoksa insan aynaya bile bakmaz.
Bakmaz ki; kusurlarını görmesin. Hep başkalarından bilsin, asla kendi nefsinden bilmesin ki "mahrum kalsın.”
Neyden mahrum kalsın?
Secdeye kapanıp, acizliğini anlayıp gözyaşlarıyla sabahı etmekten,
Merhamet dilenmekten,
Af diye, affet diye yeme içmeden kesilmekten,
Boynunu büküp "Sen Rabbimsin" diye avuçlarını sıkmaktan,
Secdede yalvarırken uyuyakalmaktan,
Kur’an'ı dudakları titreye titreye okuyup, yaş dolan gözlerle ayetleri buğulu görmekten,
Gözyaşları Kur’ana damladıkca sayfa incinmesin diye örtüsüne silmekten..
Mahrum kalsın!
Çünkü insan nasibi kadar sever, nasibi kadar affeder.
Bu hallerden nasipsiz olmak dünyadaki en büyük ceza değil midir?
Ya da bu haldeki insanlara karşı kayıtsız kalmak taş olmuş kalbe hamallık etmek değil de nedir?
Durum bu iken;
Başınıza gelen her musibeti Allah'tan ya da düşmanlarınızdan bilmeyin.
Çünkü “Kul" olduğunu unutan insana, kendinden başka düşman lazım mıdır?
"Sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten hayırlıdır.” Sözüne sığının..
Vahşi'nin elini tutan Hamza gibi olun..
“Affettim" diyen Allah Rasulü'nü anlayın..
Avuçları günah, kin, zann, ve "âh" ile dolu olan biri olarak çıkmayın Allah'ın karşısına.
Hayat kısa.
Ve toprağın altında hiçbir sistemin tahsis edemeyecegi yüce bir "adalet" vardır.
Bu yüzden;
Affedin ki, affolunasınız.
Merhamet edin ki, merhamet edilesiniz.
Sevin ki, sevilesiniz.
Bu dünya, "geç kalmak" fiilini kabul etmeyecek kadar hızlı ilerliyor.
.
Yağmur Mirzayeva, dikGAZETE.com
:
Yazarın sitemizde yayınlanmış daha önceki yazıları şurada:
Ne hekimler varmış değil mi? Ne hatunlar varmış!..
.
Nerede kadın hakkı!.. Yahudi ve Hristiyanların yanlışları, Müslümanların doğruları olmuş durumda!