İsmailağa: Derin ilişkiler odağı

İsmailağa: Derin ilişkiler odağı

İsmailağa: Derin ilişkiler odağı İsmailağa: Derin ilişkiler odağı

İSMAİLAĞA: DERİN İLİŞKİLER ODAĞI

İstanbul’un Fatih semtinde bulunan İsmail Ağa Camii’nin çevresinde örgütlendikleri için “İsmailağa Tarikatı” diye adlandırılan Nakşibendi tarikatının Halidi koluna bağlı olan topluluk kurulduğundan beri ülke gündeminden hiç düşmedi. Adı cinayetlerle anılan ve verdikleri görüntü ve “Muhammet eşittir Allah”, “Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü.”, “Zebaniler sizi cehenneme götürürken ‘Biz Nakşibendi kolunun Halidi kolundanız derseniz sizi bırakırlar.”, “Sidik-i Şerif”, “Sümük-ü Şerif.” Peygamberi rüyada gösteren terlik”, “Peygamberin saçının suyunu satmak”, “Yanmaz kefen satmak”, “Ayetleri cinsel meselelere alet etmek” vb. akla, mantığa, İslam’a sığmayan yorumlarla gündeme gelen İsmailağa, Türkiye’deki kalabalık ve etkili topluluklardan biri olmaya devam ediyor.

Başta şunu açık biçimde ifade etmek istiyorum:

İslam, çerçevesi Kur’an’la çizilmiş ve pratikte nasıl yaşanacağı Resulullah ile gösterilmiş, farzları, haramları, ibadetleri, cezaları vb. esasları açık biçimde ortaya konmuş bir Tevhit dinidir. İslam dini bir tarikat değildir. Resulullah bir şeyh olmadığı gibi, Kur’an da bir tarikat kitabı değildir. Tarikatların, mezheplerin ve cemaatlerin hiçbiri, ilahi ve kutsal bir niteliğe sahip değildir. Bütünü beşeri oluşumlardır ve yorumdan öteye gitmez. Bu beşeri oluşumların yaptıklarını, ürettikleri tartışmak ve sorgulamak her Müslüman için çok önemli görevlerdendir.

Biz de bu makalemizde, yaptığı şaz yorumlar ve İslam dini tarafından, akıl ve mantık yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan tarikatların yaptıklarını araştırma, tartışma ve sorgulama görevimizi yerine getiriyoruz.

Ali Haydar’dan sonra İsmailağa tarikatının başına gelen Mahmut Ustaosmanoğlu’nun adı 1982 yılında Üsküdar Müftüsü Hasan Ali Ünal’ın öldürülmesine karıştı. Müftünün öldürülme sebebi olarak Mahmut Ustaosmanoğlu’na Üsküdar ilçesi dahilinde faaliyet izni vermemesi olarak gösterildi. Öldürülme fetvasının da başta Mahmut Ustaosmanoğlu’nun bulunduğu bir heyetin verdiği yazılıp çizildi. Bu cinayette idamla yargılanan Mahmut Ustaosmanoğlu, nasıl olduysa ceza almadan beraat etti.

İsmailağa tarikatının adı daha sonraları da bir suikastla gündeme geldi. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun damadı olan ve kendisinden sonra yerine geçmesi beklenen Hızır Ali Muratoğlu, 1998 yılında Çukur Çeşme Camii’nde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Silahlı saldırıyı düzenleyen kişi, önce kaçtı ama Ufuk Salih Hantal adındaki bir kişi, üç yıl sonra teslim olarak, “Hızır Ali Muradoğlu’nu ben öldürdüm.” dedi. Tutuklanıp yargılanan şahıs ne hikmetse hiç ceza almadı, çünkü akıl sağlığının yerinde olmadığı iddia edildi.

2006 yılında ise yine tarikatın önde gelen isimlerinden olan ve “Muhammet eşittir Allah” demesiyle meşhur, emekli imam Bayram Ali Öztürk, İsmailağa Camii’nde bıçaklı saldırı ile hayatını kaybetti. Öztürk’ü öldüren saldırgan ise, camidekiler tarafından linç edilerek öldürüldü. Onun da akıl sağlığı yerinde olmayan biri olduğu söylendi. Ne hikmetse İsmailağa çevresinde işlenen cinayetlerin failleri hep deli çıkıyordu.

Tarikatın Fatih semtindeki Fener Rum Patrikhanesi etrafında yapılanması da hep derin ilişkileri gündeme getirdi. Bu derin ilişkilerle ilişkili haberleri kimin çıkardığı bilinmiyor ama İsmailağa tarikatının “Ali Haydar’dan beri devletin denetiminde bir yapılanma” olduğu sık sık iddia edildi.

İsmailağa tarikatı farklı siyasi dönemlerde devletle derin ilişkiler içinde olan bir topluluk görünümü veriyor. Tarikatın yayınladığı kitaplarda dayandıkları Halidiyye kolunun, Osmanlı döneminde ayrılıkçı akımları etkisiz hale getirdiğini ve devletinin ömrünü uzattığı da iddia ediliyor. Bununla “Biz ilişilmeyecek olan tarikatlardan biriyiz. Ayağınızı ona göre atın.” mesajı mı veriliyor bilinmez ama bilinen bir şey varsa, tarikatların özellikle son yıllarda İslam’ın önündeki en büyük barikat olduğunu, aklını çalıştıran ve İslami hassasiyeti olan herkes söylüyor.

Gerçekte Allah’ın gönderdiği hiçbir tarikat olmadığı gibi, görevlendirdiği hiçbir Şeyh de yoktur. Gavs, kutup, aktab, veliler, üçler, yediler, kırklar vb. kavramların menşei ya eski Yunan’a ya da Hint felsefesine dayandığını uzmanları çalışmalarıyla ortaya koyuyor.

İslam tevhit esasına bağlı bir dindir ve dinin yegâne sahibi Allah’tır. Resul bile önce kul, sonra Resul’dür. İslam bu yönüyle fıtrat dini olarak tanınmıştır. Bu sebeple İslam’da ruhbanlık gibi dini bir meslek, tarikat, şeyh, mürit, kutup, gavs, gibi kurguların hiçbiri bulunamaz.

İsmailağa tarikatında Hızır Ali Muratoğlu, Ali Bayram Öztürk gibi tarikata liderlik yapabilecek kişilerin peş peşe birer suikasta kurban gitmeleri ve ardında Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümü sonrasında yaşanan çalkantılar da bu tarikatta derin parmakların olduğunu akla getiriyor.

İsmailağa tarikatı içinde zaman zaman “Örtülü Post kavgası” diyebileceğimiz olaylar da zuhur etmektedir. Tarikat içi çıkar çatışması ve hakimiyet kavgası sonucu çıkan olaylardan biri de Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yakınında olan Marifet Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Şefik Kocaman’ın, 2016 yılında tarikatın merkezi Fatih’in Çarşamba semtinde bıçaklanmasıydı. Bu saldırıdan sonra bir açıklama yapan Marifet Derneği yine kendi tarikatından olan ve İsmailağa’nın en meşhur yüzü Cübbeli Ahmet’i suçlaması çok ilginçti. Saldırının Cübbeli’nin yönlendirdiği bir isim tarafından yapıldığı iddia edildi.

Tarikat içi çatışmalar, zaman zaman büyüdü ve Kâbe’ye kadar uzandı. 2017 yılında İsmailağa içinde bulunan Fatih Medreseleri grubu ile Cübbeli Ahmet’e yakın Kıyam – Der üyeleri Kâbe’de büyük bir kavgaya girişti ve olayda sekiz kişi yaralandı.

Tarikat ve tasavvufu kendi kitaplarında sözde dünyadan elini eteğini çekme mesleği olarak lanse edilir. Ancak makale konusu olan İsmailağa müritlerinin dünyevi rant ve çıkar çatışması için birbirlerinin kanlarını akıtmasına asla şaşırmamak gerekir. Çünkü bu zihniyet, tarih boyunca da Müslümanlar arasında fitne hareketleri çıkarmış ve çıkan olaylarda binlerce Müslümanın hayatına mal olmuştur.

İsmailağa tarikatı, 28 Şubat sürecinde de sık sık medyanın gündemindeydi. İsmailağa yetişmesi olan Ali Kalkancı isimli şahsın karıştığı ve birçok kadının mağdur edildiği, cinsel istismara maruz bırakıldığı skandallar aylarca gündemden düşmemişti. 28 Şubat’ı kotaranlar, yaşanan bu olayları bahane ederek Müslümanlara zulüm etmekten, başını örten kadınlarımızı, kızlarımızı değişik baskılara, işkencelere maruz bırakmaktan çekinmedi. Bu dönemlerde tarikatı çok iyi tanıyan bir Hoca bana Almanya’daki bir fuarda, “Selim kardeşim, bu İsmailağa’da en az bin tane Ali Kalkancı var ve hepsinin eli uçkurundan çıkmıyor. Bunların istismar ettiği kız ve kadın sayısını bir Allah bilir.” açıklamasını yapmış ve yaşanan bazı müşahhas olayları anlatmıştı.

2022 yılında ise İsmailağa tarikatı bu kez kendileri ile bağlantılı olan Hiranur Vakfı’nın kurucusunun 6 yaşındaki kızını, 29 yaşındaki bir tarikat üyesi ile dinî nikâhla evlendirdiği ve çocuğun yıllarca cinsel istismara maruz bırakıldığı iddiasıyla gündeme geldi. 23 Ekim 2023’te sonuçlanan davada Mahkeme “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçlarından kızın zorla evlendirildiği tarikat müridine 30 yıl, kızın babasına 20 yıl, annesine ise 16 yıl hapis cezası verdi.

TARİKATIN TARİHİ GELİŞİMİ

Tarikatın büyümesi Ali Haydar’ın postuna 1954 yılında oturan Mahmut Ustaosmanoğlu ile başladı. Posta otururken de tartışmalar yaşandı; çünkü Ali Haydar, yerine Mahmut Ustaosmanoğlu’nu bırakmamıştı. Ancak gelişen olaylar onun postta şeyh olarak kalmasını temin etti.

Tarikat yapılanmaları, kanunen suç olmasına rağmen İsmailağa tarikatı 1980’li yıllarda bütün yurt genelinde örgütlenmeye başladı. Özellikle kendi medreselerinde yetiştirdikleri talebeleri Diyanet içinde kadrolaşmasını sağladılar. Bu tür yapılanmalara ne hikmetse devlet ve hükümetler hep göz yumdu ve hala da yummaktadır. Bunun sonucu olarak bugün karşımızda yüzbinlerce müridiyle devasa bir tarikat yapılanması durmaktadır.

Tarikatın manevî lideri olarak bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu’nun 2022 yılındaki ölmesi üzerine yerine Hasan Kılıç isimli kişinin atanması ile yeni olaylar meydana gelmeye başladı. Kime biat edileceği neredeyse tarikatı ikiye böldü. Bir kısmı Salih Kılıç’a biat edilmesi gerektiğini savunurken başını Cübbeli Ahmet diye tanınan Ahmet Mahmut Ünlü’nün çektiği diğer kısım ise rabıtanın (İslam Ansiklopedisine göre rabıtanın anlamını bir müridin kâmil bir şeyhe gönlünü bağlayarak manevi yolculuğa çıkması, şeyhinin yüzünü ve ahlakını, davranışlarını düşünmesi olarak tanımlıyor.) ölen şeyhlerine devam etmesi gerektiğini savundu. 90’lı yaşlarda olan Kılıç’ın şeyhliği de uzun sürmedi ve 2024 yılında o da vefat etti.

Cübbeli Ahmet, önceleri Mahmut Ustaosmanoğlu yerine atanan Hasan Kılıç’a biat etmesine rağmen ne hikmetse sonradan fikir değiştirdi ve “Rabıta Mahmut Efendi Hazretlerine yapılacak, bu bir milli güvenlik meselesidir.” gibi garip karşılanan bir açıklama yaptı.

Neydi bu milli güvenlik meselesi?

Acaba yaşayan kişiye biat edilse memleket batacak mıydı? Yapılan açıklama, yukarıda gündeme gelen tarikatın derin ilişkilerinin yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Cübbeli Ahmet’in bu çıkışı, İsmailağa tarikatı tarafından çok sert bir karşılık buldu. Tarikat, Cübbeli Ahmet’i ‘Mürid-i mürtet’ ilan ederken, “Cübbeli’nin İsmailağa ile hiçbir bağlantısı kalmamıştır, biati düşmüştür.” şeklinde açıklama yaptılar.

Cübbeli Ahmet’i tarikattan atanlar, onun hakkında yayınladıkları bir şiirde, “Deve kuşu, “Fırıldak”, “Şöhrete tapan”, “Yalancı”, “Fitneci”, “İftiracı” gibi ifadelerle andılar. Cübbeli Ahmet’in tarikat müritliğinden atıldıktan sonra yaptığı açıklamalar ise bu yapıdaki rant ve çıkar kavgalarının boyutunu ortaya koyacak nitelikteydi:

“Bunlar tarikatın dibine dinamit koyuyor. Yazıyı dün koyacaklarmış, ben hastaneye gidince koymamışlar. Ölecek miyim diye beklemişler, acımışlar bana. Ölmeyince yayımlamışlar. Sağcı solcu bütün medyaya vermişler. Nasıl bir tarikat olmuş bu böyle? Nereye gidiyoruz? Mahmut Efendi’nin rabıtasını bozan medreselere oğlunuzu kızınızı vermeyin. Efendinin vasiyetini bozmuş oluyor. Bereketi kaçar. Ölene kadar Efendi’nin rabıtasını savunacağım. Bana böyle vasiyet etti. Neyi paylaşamıyorsunuz neyi bölüşemiyorsunuz? Ne oluyor yani?”

Tarikat, Kılıç’ın ölümünün ardından İsmailağa Camii imamı Fikri Doğan isimli şahsı yeni şeyh olarak ilan etti ve rabıtanın ona yapılacağını duyurdu. 

Cübbeli Ahmet ise, İsmailağa’nın yeni şeyhi olarak Denizli vekili İbrahim Uslu’yu ilan etti. Bu İsmailağa tarikatının resmen ikiye bölünmesiydi. Karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaları ve bu suçlamalarda ağır ifadeler kullanmaları bunların maksadının din değil, dünyalık rant ve çıkar kavgası olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

İsmailağa tarikatını diğer tarikatlardan farklı olarak öne çıkaran bazı giysi ve ritüeller mevcuttur. Bunların başında kadınların kara çarşaflı olması, erkeklerin ise sakallı, sarıklı ve şalvarlı gezmesidir.

İlginç bir uygulama da İsmailağa Camii’nin minaresinden müezzinin hoparlörsüz ezan okumasıdır. Sebep ise güya Resulullah mikrofon kullanmamış! Bunu söyleyenler Resulullah’ın deveye bindiğini unutup Mercedeslerden de inmiyorlar.

İsmailağa semti, adeta bir tarikat ülkesi gibidir. Caminin etrafındaki apartmanların her birinin altında tarikatın medreseleri ve kursları var. Caminin etrafı ise adeta bir pazar ve ticaret merkezi halindedir. Buradaki giyim mağazaları ve terzi dükkânları, tarikata özgü giyim-kuşam için hizmet veriyor. Kitapçı raflarında, ağırlıklı olarak tarikat yayınları satılıyor.

Tarikatın bünyesinde çeşitli vakıf ve dernekler yer alıyor. Bu kuruluşlar, kendi anlayışlarındaki dini eğitim başta olmak üzere yardım çalışmalarından aşevlerine kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösteriyor. Tarikat, yurtdışında da İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu (İDDEF) üzerinden çalışmalar yürütüyor.

İDDEF’in internet sitesinde Güney Kore’den Meksika’ya uzanan 55 ülkede faal olduğu, çalışmalar kapsamında, “80 medresede 400’ün üzerinde hoca ile 11 bine yakın talebenin ilim tahsilini sürdürdüğü belirtiliyor.

Ahmet Mahmut Ünlü’ye bağlı Hoca Ahmet Yesevi Derneği’nin (HAYDER) ise bunlar arasında daha da ön plana çıktığı gözlemleniyor.

Tarikatın İstanbul’da İsmailağa Külliyesi adında büyük bir binası bulunmaktadır. Külliyede cami, medrese, kütüphane, aşevi ve yurt gibi birçok tesis yer almaktadır.

2014 yılında TÜRKSAT üzerinden yayınlarına başlayan Lâlegül TV ve 2005 yılında FM bandında karasal yayınlarına başlayan Lâlegül FM 2023 yılı itibari ile tamamen Lâlegül Vakfı bünyesine geçti. Lâlegül TV ve Lâlegül FM’in yayın içeriği Cübbeli Ahmet’in sohbet programlardan oluşuyor. Lâlegül TV ve Lâlegül FM kuruluşlarının İsmailağa Cemaati ile resmî bir bağı bulunmamakta beraber, cemaate ile büyük ölçüde aynı çizgide yayın yapmaktadır. Ancak İsmailağa Cemaatinin kendi inançları gereği TV yayınlarına uzak olduğu ve medya kuruluşunun, cemaatin enstrümantal müziğe karşı muhafazakâr yapısını muhafaza etmedikleri bilinmektedir.

İsmailağa’nın esas gündeme gelmesinde onun medya yüzü olan Cübbeli Ahmet’in payı büyük. Cübbeli Ahmet, tarikat üzerinden oluşturduğu serveti ile TV, Radyo ve dergileri elinde tuttuğu için her gün gücüne güç katıyor. Ancak bir güç zehirlenmesine yakalandığı da gözlemleniyor. Bütün bu yapılanmalara devlet ve hükümetler tarafından dur denilmemesi veya en azından denetlenmemesi, bunları daha da azgın hale getiriyor.

Cübbeli Ahmet, makalenin başında da belirttiğim gibi gündeme getirdiği konularla hep tartışmaların odağında yer aldı. Sözde temsil ettiğini iddia ettiği tarikatı ve bahusus İslam dinini istismar ederek ticaretinde kullanmaktan çekinmiyor. Bu çerçevede kurduğu dükkânlarda, “Peygamberi rüyada gösteren terlik”, “Peygamberin saçının suyu”, “Yanmaz kefen” gibi ürünler satmaya başladı. Bununla da yetinmeyen Cübbeli Ahmet, ortaya koyduğu yorumlarıyla da İslam’a zıt bir tavır sergilemekten geri durmadı. “Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü.”, “Zebaniler sizi cehenneme götürürken ‘Biz Nakşibendi kolunun Halidi kolundanız derseniz sizi bırakırlar.”, “Peygamberin sidiği Sidik-i Şeriftir”, “Sümüğü Sümük-ü Şeriftir.” gibi İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yorumlar yapmaya başladı. “Ayetleri cinsel organlarınıza okursanız performansınız artar.” gibi sapık fikirleri ihtiva eden kitaplar ise kendi dükkânlarında on binlerce alıcı buldu.

Cübbeli Ahmet, ölen şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölmediğini, tasarrufunun hayattakinden daha fazla olduğunu ileri sürecek kadar akıl ve mantıktan yoksun onlarca yorumu, müritlerine dini hakikatler olarak yutturmayı başardı.

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız hakikatler ışığında ülkemizdeki bütün tarikatların kontrol altına alınarak yasa dışı faaliyet etmeleri önlenmelidir. Çünkü bunların savunduklarının kahır ekseriyetinin İslam, akıl, ahlak, mantık ve bilgi ışığında bir değeri yoktur. Bunların milletin çocuklarını daha fazla istismar etmemeleri için devletimizin, hükümetin harekete geçerek kontrol altına alması ülkenin geleceği açısından elzemdir.

Müslüman soran, sorgulayan ve bildiklerini vahiyle ölçüp biçen kişidir. Çünkü Kur’an içinde asla şüphe olmayan bir hidayet kaynağı olarak insanlara verilmiştir. Bu hidayet kaynağından uzaklaşan toplumların tevhitten saptıkları tarihen açıktır. Hatta bu hususta Resulullah’tan rivayet edilen meşhur, “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir kulum. Onun için bana sadece Allah’ın kulu ve resulü deyiniz.” sözleri mevcuttur:

Resulullah hayatta iken Müslümanları Yahudileşmeye ve Hıristiyanlaşmaya karşı ümmetini çeşitli vesilelerle uyarmıştır. Yahudiler Hz. Zübeyir’i yücelterek ilah yapmış, Hıristiyanlar ise Hz. İsa’yı yücelterek hâşâ “Allah’ın oğlu” yapmıştı. Resulullah, Müslümanları da uyararak aynı şirke düşmemelerini istemiştir. Ama ne yazık ki tarikatların Yüceltmeci peygamber mantığı, Hz. Muhammed’i de yücelterek “Allah ile eşitlemişlerdir.” İsmailağa tarikatın içinde öldürülen Bayram Ali Öztürk’ün “Muhammet eşittir Allah” demesindeki mantık da aynıdır.

Resulullah’ın bu tür Kur’an’ı uyarılarına rağmen özellikle tarikat ve tasavvuf içinden çıkanlar, hiçbir İslami ölçü ile bağdaşmayacak şekilde Peygamberimiz Hz. Muhammed’i Hristiyanlara da rahmet okutacak kadar yücelterek, insan olmaktan çıkarmış ve “Allah’ın ortağı” yaparak ilahlaştırmışlardır.

Hülasa etmek gerekirse; kurulduğu günden beri içinde işlenen cinayetler, İslam dışı yorumlar, ipe sapa gelmez ticaret biçimleri ve kutsal ne kadar değer varsa istismar etmeleriyle gündemden düşmeyen İsmailağa tarikatı, bugünlerde yine ülke gündemini işgal ediyor. İkiye bölünen tarikat üyeleri, mevcut rant ve makamları birbirine kaptırmamak için her gün birbirlerinin yeni bir yanlışlıklarını ifşa etmekten geri durmuyorlar. Sadece yaşanan bu hadiseler bile tarikatın gayesinin İslam olmadığını, aksine dünyalık rant ve koltuk kavgaları olduğunu ortaya koyuyor.

Hülasa etmek gerekirse; bir kez daha altını çizerek söylüyorum: Ülkemiz için mevcut tarikat yapılanmaları bir güvenlik sorunudur ve çözülmediği takdirde her zaman yeni FETÖ’ler doğurma potansiyeli taşımaktadırlar. Üç-beş oy uğruna ülkemiz ve dinimiz için büyük tehlike oluşturan bu tarikatların bir an evvel kontrol altına alınması, kazançlarının kayıt dışı ekonomi aracı olmaktan kurtarılması elzemdir.

Bir vatansever ve dinini Kur’an ölçüleri içinde yaşamaya çalışan Müslüman olarak, gelecek makalemde yine bir tarikat yapılanması olan ve bizzat kendi içlerinden çıkan müritler tarafından CIA’ya çalıştıkları iddia edilen ve adına Süleymancılar deniler rant ve çıkar şebekesini yazacağım.

.

Selim Çoraklı, dikGAZETE.com

İSMAİLAĞA: DERİN İLİŞKİLER ODAĞI

İstanbul’un Fatih semtinde bulunan İsmail Ağa Camii’nin çevresinde örgütlendikleri için “İsmailağa Tarikatı” diye adlandırılan Nakşibendi tarikatının Halidi koluna bağlı olan topluluk kurulduğundan beri ülke gündeminden hiç düşmedi. Adı cinayetlerle anılan ve verdikleri görüntü ve “Muhammet eşittir Allah”, “Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü.”, “Zebaniler sizi cehenneme götürürken ‘Biz Nakşibendi kolunun Halidi kolundanız derseniz sizi bırakırlar.”, “Sidik-i Şerif”, “Sümük-ü Şerif.” Peygamberi rüyada gösteren terlik”, “Peygamberin saçının suyunu satmak”, “Yanmaz kefen satmak”, “Ayetleri cinsel meselelere alet etmek” vb. akla, mantığa, İslam’a sığmayan yorumlarla gündeme gelen İsmailağa, Türkiye’deki kalabalık ve etkili topluluklardan biri olmaya devam ediyor.

Başta şunu açık biçimde ifade etmek istiyorum:

İslam, çerçevesi Kur’an’la çizilmiş ve pratikte nasıl yaşanacağı Resulullah ile gösterilmiş, farzları, haramları, ibadetleri, cezaları vb. esasları açık biçimde ortaya konmuş bir Tevhit dinidir. İslam dini bir tarikat değildir. Resulullah bir şeyh olmadığı gibi, Kur’an da bir tarikat kitabı değildir. Tarikatların, mezheplerin ve cemaatlerin hiçbiri, ilahi ve kutsal bir niteliğe sahip değildir. Bütünü beşeri oluşumlardır ve yorumdan öteye gitmez. Bu beşeri oluşumların yaptıklarını, ürettikleri tartışmak ve sorgulamak her Müslüman için çok önemli görevlerdendir.

Biz de bu makalemizde, yaptığı şaz yorumlar ve İslam dini tarafından, akıl ve mantık yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan tarikatların yaptıklarını araştırma, tartışma ve sorgulama görevimizi yerine getiriyoruz.

Ali Haydar’dan sonra İsmailağa tarikatının başına gelen Mahmut Ustaosmanoğlu’nun adı 1982 yılında Üsküdar Müftüsü Hasan Ali Ünal’ın öldürülmesine karıştı. Müftünün öldürülme sebebi olarak Mahmut Ustaosmanoğlu’na Üsküdar ilçesi dahilinde faaliyet izni vermemesi olarak gösterildi. Öldürülme fetvasının da başta Mahmut Ustaosmanoğlu’nun bulunduğu bir heyetin verdiği yazılıp çizildi. Bu cinayette idamla yargılanan Mahmut Ustaosmanoğlu, nasıl olduysa ceza almadan beraat etti.

İsmailağa tarikatının adı daha sonraları da bir suikastla gündeme geldi. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun damadı olan ve kendisinden sonra yerine geçmesi beklenen Hızır Ali Muratoğlu, 1998 yılında Çukur Çeşme Camii’nde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Silahlı saldırıyı düzenleyen kişi, önce kaçtı ama Ufuk Salih Hantal adındaki bir kişi, üç yıl sonra teslim olarak, “Hızır Ali Muradoğlu’nu ben öldürdüm.” dedi. Tutuklanıp yargılanan şahıs ne hikmetse hiç ceza almadı, çünkü akıl sağlığının yerinde olmadığı iddia edildi.

2006 yılında ise yine tarikatın önde gelen isimlerinden olan ve “Muhammet eşittir Allah” demesiyle meşhur, emekli imam Bayram Ali Öztürk, İsmailağa Camii’nde bıçaklı saldırı ile hayatını kaybetti. Öztürk’ü öldüren saldırgan ise, camidekiler tarafından linç edilerek öldürüldü. Onun da akıl sağlığı yerinde olmayan biri olduğu söylendi. Ne hikmetse İsmailağa çevresinde işlenen cinayetlerin failleri hep deli çıkıyordu.

Tarikatın Fatih semtindeki Fener Rum Patrikhanesi etrafında yapılanması da hep derin ilişkileri gündeme getirdi. Bu derin ilişkilerle ilişkili haberleri kimin çıkardığı bilinmiyor ama İsmailağa tarikatının “Ali Haydar’dan beri devletin denetiminde bir yapılanma” olduğu sık sık iddia edildi.

İsmailağa tarikatı farklı siyasi dönemlerde devletle derin ilişkiler içinde olan bir topluluk görünümü veriyor. Tarikatın yayınladığı kitaplarda dayandıkları Halidiyye kolunun, Osmanlı döneminde ayrılıkçı akımları etkisiz hale getirdiğini ve devletinin ömrünü uzattığı da iddia ediliyor. Bununla “Biz ilişilmeyecek olan tarikatlardan biriyiz. Ayağınızı ona göre atın.” mesajı mı veriliyor bilinmez ama bilinen bir şey varsa, tarikatların özellikle son yıllarda İslam’ın önündeki en büyük barikat olduğunu, aklını çalıştıran ve İslami hassasiyeti olan herkes söylüyor.

Gerçekte Allah’ın gönderdiği hiçbir tarikat olmadığı gibi, görevlendirdiği hiçbir Şeyh de yoktur. Gavs, kutup, aktab, veliler, üçler, yediler, kırklar vb. kavramların menşei ya eski Yunan’a ya da Hint felsefesine dayandığını uzmanları çalışmalarıyla ortaya koyuyor.

İslam tevhit esasına bağlı bir dindir ve dinin yegâne sahibi Allah’tır. Resul bile önce kul, sonra Resul’dür. İslam bu yönüyle fıtrat dini olarak tanınmıştır. Bu sebeple İslam’da ruhbanlık gibi dini bir meslek, tarikat, şeyh, mürit, kutup, gavs, gibi kurguların hiçbiri bulunamaz.

İsmailağa tarikatında Hızır Ali Muratoğlu, Ali Bayram Öztürk gibi tarikata liderlik yapabilecek kişilerin peş peşe birer suikasta kurban gitmeleri ve ardında Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümü sonrasında yaşanan çalkantılar da bu tarikatta derin parmakların olduğunu akla getiriyor.

İsmailağa tarikatı içinde zaman zaman “Örtülü Post kavgası” diyebileceğimiz olaylar da zuhur etmektedir. Tarikat içi çıkar çatışması ve hakimiyet kavgası sonucu çıkan olaylardan biri de Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yakınında olan Marifet Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Şefik Kocaman’ın, 2016 yılında tarikatın merkezi Fatih’in Çarşamba semtinde bıçaklanmasıydı. Bu saldırıdan sonra bir açıklama yapan Marifet Derneği yine kendi tarikatından olan ve İsmailağa’nın en meşhur yüzü Cübbeli Ahmet’i suçlaması çok ilginçti. Saldırının Cübbeli’nin yönlendirdiği bir isim tarafından yapıldığı iddia edildi.

Tarikat içi çatışmalar, zaman zaman büyüdü ve Kâbe’ye kadar uzandı. 2017 yılında İsmailağa içinde bulunan Fatih Medreseleri grubu ile Cübbeli Ahmet’e yakın Kıyam – Der üyeleri Kâbe’de büyük bir kavgaya girişti ve olayda sekiz kişi yaralandı.

Tarikat ve tasavvufu kendi kitaplarında sözde dünyadan elini eteğini çekme mesleği olarak lanse edilir. Ancak makale konusu olan İsmailağa müritlerinin dünyevi rant ve çıkar çatışması için birbirlerinin kanlarını akıtmasına asla şaşırmamak gerekir. Çünkü bu zihniyet, tarih boyunca da Müslümanlar arasında fitne hareketleri çıkarmış ve çıkan olaylarda binlerce Müslümanın hayatına mal olmuştur.

İsmailağa tarikatı, 28 Şubat sürecinde de sık sık medyanın gündemindeydi. İsmailağa yetişmesi olan Ali Kalkancı isimli şahsın karıştığı ve birçok kadının mağdur edildiği, cinsel istismara maruz bırakıldığı skandallar aylarca gündemden düşmemişti. 28 Şubat’ı kotaranlar, yaşanan bu olayları bahane ederek Müslümanlara zulüm etmekten, başını örten kadınlarımızı, kızlarımızı değişik baskılara, işkencelere maruz bırakmaktan çekinmedi. Bu dönemlerde tarikatı çok iyi tanıyan bir Hoca bana Almanya’daki bir fuarda, “Selim kardeşim, bu İsmailağa’da en az bin tane Ali Kalkancı var ve hepsinin eli uçkurundan çıkmıyor. Bunların istismar ettiği kız ve kadın sayısını bir Allah bilir.” açıklamasını yapmış ve yaşanan bazı müşahhas olayları anlatmıştı.

2022 yılında ise İsmailağa tarikatı bu kez kendileri ile bağlantılı olan Hiranur Vakfı’nın kurucusunun 6 yaşındaki kızını, 29 yaşındaki bir tarikat üyesi ile dinî nikâhla evlendirdiği ve çocuğun yıllarca cinsel istismara maruz bırakıldığı iddiasıyla gündeme geldi. 23 Ekim 2023’te sonuçlanan davada Mahkeme “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçlarından kızın zorla evlendirildiği tarikat müridine 30 yıl, kızın babasına 20 yıl, annesine ise 16 yıl hapis cezası verdi.

TARİKATIN TARİHİ GELİŞİMİ

Tarikatın büyümesi Ali Haydar’ın postuna 1954 yılında oturan Mahmut Ustaosmanoğlu ile başladı. Posta otururken de tartışmalar yaşandı; çünkü Ali Haydar, yerine Mahmut Ustaosmanoğlu’nu bırakmamıştı. Ancak gelişen olaylar onun postta şeyh olarak kalmasını temin etti.

Tarikat yapılanmaları, kanunen suç olmasına rağmen İsmailağa tarikatı 1980’li yıllarda bütün yurt genelinde örgütlenmeye başladı. Özellikle kendi medreselerinde yetiştirdikleri talebeleri Diyanet içinde kadrolaşmasını sağladılar. Bu tür yapılanmalara ne hikmetse devlet ve hükümetler hep göz yumdu ve hala da yummaktadır. Bunun sonucu olarak bugün karşımızda yüzbinlerce müridiyle devasa bir tarikat yapılanması durmaktadır.

Tarikatın manevî lideri olarak bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu’nun 2022 yılındaki ölmesi üzerine yerine Hasan Kılıç isimli kişinin atanması ile yeni olaylar meydana gelmeye başladı. Kime biat edileceği neredeyse tarikatı ikiye böldü. Bir kısmı Salih Kılıç’a biat edilmesi gerektiğini savunurken başını Cübbeli Ahmet diye tanınan Ahmet Mahmut Ünlü’nün çektiği diğer kısım ise rabıtanın (İslam Ansiklopedisine göre rabıtanın anlamını bir müridin kâmil bir şeyhe gönlünü bağlayarak manevi yolculuğa çıkması, şeyhinin yüzünü ve ahlakını, davranışlarını düşünmesi olarak tanımlıyor.) ölen şeyhlerine devam etmesi gerektiğini savundu. 90’lı yaşlarda olan Kılıç’ın şeyhliği de uzun sürmedi ve 2024 yılında o da vefat etti.

Cübbeli Ahmet, önceleri Mahmut Ustaosmanoğlu yerine atanan Hasan Kılıç’a biat etmesine rağmen ne hikmetse sonradan fikir değiştirdi ve “Rabıta Mahmut Efendi Hazretlerine yapılacak, bu bir milli güvenlik meselesidir.” gibi garip karşılanan bir açıklama yaptı.

Neydi bu milli güvenlik meselesi?

Acaba yaşayan kişiye biat edilse memleket batacak mıydı? Yapılan açıklama, yukarıda gündeme gelen tarikatın derin ilişkilerinin yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Cübbeli Ahmet’in bu çıkışı, İsmailağa tarikatı tarafından çok sert bir karşılık buldu. Tarikat, Cübbeli Ahmet’i ‘Mürid-i mürtet’ ilan ederken, “Cübbeli’nin İsmailağa ile hiçbir bağlantısı kalmamıştır, biati düşmüştür.” şeklinde açıklama yaptılar.

Cübbeli Ahmet’i tarikattan atanlar, onun hakkında yayınladıkları bir şiirde, “Deve kuşu, “Fırıldak”, “Şöhrete tapan”, “Yalancı”, “Fitneci”, “İftiracı” gibi ifadelerle andılar. Cübbeli Ahmet’in tarikat müritliğinden atıldıktan sonra yaptığı açıklamalar ise bu yapıdaki rant ve çıkar kavgalarının boyutunu ortaya koyacak nitelikteydi:

“Bunlar tarikatın dibine dinamit koyuyor. Yazıyı dün koyacaklarmış, ben hastaneye gidince koymamışlar. Ölecek miyim diye beklemişler, acımışlar bana. Ölmeyince yayımlamışlar. Sağcı solcu bütün medyaya vermişler. Nasıl bir tarikat olmuş bu böyle? Nereye gidiyoruz? Mahmut Efendi’nin rabıtasını bozan medreselere oğlunuzu kızınızı vermeyin. Efendinin vasiyetini bozmuş oluyor. Bereketi kaçar. Ölene kadar Efendi’nin rabıtasını savunacağım. Bana böyle vasiyet etti. Neyi paylaşamıyorsunuz neyi bölüşemiyorsunuz? Ne oluyor yani?”

Tarikat, Kılıç’ın ölümünün ardından İsmailağa Camii imamı Fikri Doğan isimli şahsı yeni şeyh olarak ilan etti ve rabıtanın ona yapılacağını duyurdu. 

Cübbeli Ahmet ise, İsmailağa’nın yeni şeyhi olarak Denizli vekili İbrahim Uslu’yu ilan etti. Bu İsmailağa tarikatının resmen ikiye bölünmesiydi. Karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaları ve bu suçlamalarda ağır ifadeler kullanmaları bunların maksadının din değil, dünyalık rant ve çıkar kavgası olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

İsmailağa tarikatını diğer tarikatlardan farklı olarak öne çıkaran bazı giysi ve ritüeller mevcuttur. Bunların başında kadınların kara çarşaflı olması, erkeklerin ise sakallı, sarıklı ve şalvarlı gezmesidir.

İlginç bir uygulama da İsmailağa Camii’nin minaresinden müezzinin hoparlörsüz ezan okumasıdır. Sebep ise güya Resulullah mikrofon kullanmamış! Bunu söyleyenler Resulullah’ın deveye bindiğini unutup Mercedeslerden de inmiyorlar.

İsmailağa semti, adeta bir tarikat ülkesi gibidir. Caminin etrafındaki apartmanların her birinin altında tarikatın medreseleri ve kursları var. Caminin etrafı ise adeta bir pazar ve ticaret merkezi halindedir. Buradaki giyim mağazaları ve terzi dükkânları, tarikata özgü giyim-kuşam için hizmet veriyor. Kitapçı raflarında, ağırlıklı olarak tarikat yayınları satılıyor.

Tarikatın bünyesinde çeşitli vakıf ve dernekler yer alıyor. Bu kuruluşlar, kendi anlayışlarındaki dini eğitim başta olmak üzere yardım çalışmalarından aşevlerine kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösteriyor. Tarikat, yurtdışında da İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu (İDDEF) üzerinden çalışmalar yürütüyor.

İDDEF’in internet sitesinde Güney Kore’den Meksika’ya uzanan 55 ülkede faal olduğu, çalışmalar kapsamında, “80 medresede 400’ün üzerinde hoca ile 11 bine yakın talebenin ilim tahsilini sürdürdüğü belirtiliyor.

Ahmet Mahmut Ünlü’ye bağlı Hoca Ahmet Yesevi Derneği’nin (HAYDER) ise bunlar arasında daha da ön plana çıktığı gözlemleniyor.

Tarikatın İstanbul’da İsmailağa Külliyesi adında büyük bir binası bulunmaktadır. Külliyede cami, medrese, kütüphane, aşevi ve yurt gibi birçok tesis yer almaktadır.

2014 yılında TÜRKSAT üzerinden yayınlarına başlayan Lâlegül TV ve 2005 yılında FM bandında karasal yayınlarına başlayan Lâlegül FM 2023 yılı itibari ile tamamen Lâlegül Vakfı bünyesine geçti. Lâlegül TV ve Lâlegül FM’in yayın içeriği Cübbeli Ahmet’in sohbet programlardan oluşuyor. Lâlegül TV ve Lâlegül FM kuruluşlarının İsmailağa Cemaati ile resmî bir bağı bulunmamakta beraber, cemaate ile büyük ölçüde aynı çizgide yayın yapmaktadır. Ancak İsmailağa Cemaatinin kendi inançları gereği TV yayınlarına uzak olduğu ve medya kuruluşunun, cemaatin enstrümantal müziğe karşı muhafazakâr yapısını muhafaza etmedikleri bilinmektedir.

İsmailağa’nın esas gündeme gelmesinde onun medya yüzü olan Cübbeli Ahmet’in payı büyük. Cübbeli Ahmet, tarikat üzerinden oluşturduğu serveti ile TV, Radyo ve dergileri elinde tuttuğu için her gün gücüne güç katıyor. Ancak bir güç zehirlenmesine yakalandığı da gözlemleniyor. Bütün bu yapılanmalara devlet ve hükümetler tarafından dur denilmemesi veya en azından denetlenmemesi, bunları daha da azgın hale getiriyor.

Cübbeli Ahmet, makalenin başında da belirttiğim gibi gündeme getirdiği konularla hep tartışmaların odağında yer aldı. Sözde temsil ettiğini iddia ettiği tarikatı ve bahusus İslam dinini istismar ederek ticaretinde kullanmaktan çekinmiyor. Bu çerçevede kurduğu dükkânlarda, “Peygamberi rüyada gösteren terlik”, “Peygamberin saçının suyu”, “Yanmaz kefen” gibi ürünler satmaya başladı. Bununla da yetinmeyen Cübbeli Ahmet, ortaya koyduğu yorumlarıyla da İslam’a zıt bir tavır sergilemekten geri durmadı. “Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü.”, “Zebaniler sizi cehenneme götürürken ‘Biz Nakşibendi kolunun Halidi kolundanız derseniz sizi bırakırlar.”, “Peygamberin sidiği Sidik-i Şeriftir”, “Sümüğü Sümük-ü Şeriftir.” gibi İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yorumlar yapmaya başladı. “Ayetleri cinsel organlarınıza okursanız performansınız artar.” gibi sapık fikirleri ihtiva eden kitaplar ise kendi dükkânlarında on binlerce alıcı buldu.

Cübbeli Ahmet, ölen şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölmediğini, tasarrufunun hayattakinden daha fazla olduğunu ileri sürecek kadar akıl ve mantıktan yoksun onlarca yorumu, müritlerine dini hakikatler olarak yutturmayı başardı.

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız hakikatler ışığında ülkemizdeki bütün tarikatların kontrol altına alınarak yasa dışı faaliyet etmeleri önlenmelidir. Çünkü bunların savunduklarının kahır ekseriyetinin İslam, akıl, ahlak, mantık ve bilgi ışığında bir değeri yoktur. Bunların milletin çocuklarını daha fazla istismar etmemeleri için devletimizin, hükümetin harekete geçerek kontrol altına alması ülkenin geleceği açısından elzemdir.

Müslüman soran, sorgulayan ve bildiklerini vahiyle ölçüp biçen kişidir. Çünkü Kur’an içinde asla şüphe olmayan bir hidayet kaynağı olarak insanlara verilmiştir. Bu hidayet kaynağından uzaklaşan toplumların tevhitten saptıkları tarihen açıktır. Hatta bu hususta Resulullah’tan rivayet edilen meşhur, “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir kulum. Onun için bana sadece Allah’ın kulu ve resulü deyiniz.” sözleri mevcuttur:

Resulullah hayatta iken Müslümanları Yahudileşmeye ve Hıristiyanlaşmaya karşı ümmetini çeşitli vesilelerle uyarmıştır. Yahudiler Hz. Zübeyir’i yücelterek ilah yapmış, Hıristiyanlar ise Hz. İsa’yı yücelterek hâşâ “Allah’ın oğlu” yapmıştı. Resulullah, Müslümanları da uyararak aynı şirke düşmemelerini istemiştir. Ama ne yazık ki tarikatların Yüceltmeci peygamber mantığı, Hz. Muhammed’i de yücelterek “Allah ile eşitlemişlerdir.” İsmailağa tarikatın içinde öldürülen Bayram Ali Öztürk’ün “Muhammet eşittir Allah” demesindeki mantık da aynıdır.

Resulullah’ın bu tür Kur’an’ı uyarılarına rağmen özellikle tarikat ve tasavvuf içinden çıkanlar, hiçbir İslami ölçü ile bağdaşmayacak şekilde Peygamberimiz Hz. Muhammed’i Hristiyanlara da rahmet okutacak kadar yücelterek, insan olmaktan çıkarmış ve “Allah’ın ortağı” yaparak ilahlaştırmışlardır.

Hülasa etmek gerekirse; kurulduğu günden beri içinde işlenen cinayetler, İslam dışı yorumlar, ipe sapa gelmez ticaret biçimleri ve kutsal ne kadar değer varsa istismar etmeleriyle gündemden düşmeyen İsmailağa tarikatı, bugünlerde yine ülke gündemini işgal ediyor. İkiye bölünen tarikat üyeleri, mevcut rant ve makamları birbirine kaptırmamak için her gün birbirlerinin yeni bir yanlışlıklarını ifşa etmekten geri durmuyorlar. Sadece yaşanan bu hadiseler bile tarikatın gayesinin İslam olmadığını, aksine dünyalık rant ve koltuk kavgaları olduğunu ortaya koyuyor.

Hülasa etmek gerekirse; bir kez daha altını çizerek söylüyorum: Ülkemiz için mevcut tarikat yapılanmaları bir güvenlik sorunudur ve çözülmediği takdirde her zaman yeni FETÖ’ler doğurma potansiyeli taşımaktadırlar. Üç-beş oy uğruna ülkemiz ve dinimiz için büyük tehlike oluşturan bu tarikatların bir an evvel kontrol altına alınması, kazançlarının kayıt dışı ekonomi aracı olmaktan kurtarılması elzemdir.

Bir vatansever ve dinini Kur’an ölçüleri içinde yaşamaya çalışan Müslüman olarak, gelecek makalemde yine bir tarikat yapılanması olan ve bizzat kendi içlerinden çıkan müritler tarafından CIA’ya çalıştıkları iddia edilen ve adına Süleymancılar deniler rant ve çıkar şebekesini yazacağım.

.

Selim Çoraklı, dikGAZETE.com