İzmir depremi ve Katar-Suudi Arabistan savaşında, Türk ordusunun pozisyonu ne olur?

İzmir depremi ve Katar-Suudi Arabistan savaşında, Türk ordusunun pozisyonu ne olur?

Öncelikle İzmir depreminde hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Temennimiz, bu tür doğal felaketlerin yaşanmaması. 

Ama biliyoruz ki insanları deprem değil, ihmaller zinciri, hatalı mühendislik ve malzemeden çalan klasik müteahhid zihniyeti öldürdü. 

Kimse kusura bakmasın; yerel yönetimler, hasar tahmin raporu vermekle sorumluluktan kurtulamaz.

Kimin bu felakette zerre kadar katkısı varsa, tesbit edilmeli yedi ceddine  kadar  ölü veya sağ kim varsa yargılanmalı.

Biz bilmiyor muyuz nerede, hangi ilde, hangi siyasi partiye mensup olursa olsun, belediyelerde her türlü rüşvet veriliyor, alınıyor? 

Kim ki çıkar da beni, müfteri olmakla itham eder, belge sorarsa onu da "Kazak Abdal"a havale ederim, onun hakkından o gelir. 

Katar ile Türkiye'nin Müşterek Askeri Tatkibatları…

Katar Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin katılımıyla düzenlediği, 30 Haziran'da başlayan ve birkaç aşamadan geçen, Katar Silahlı Kuvvetleri'nin ortak operasyonları güçlü ve yetkin bir şekilde planlayıp uygulayabilme gücüne sahip olması amacı ile düzenlenen "NASR 2020" askeri tatbikatı  bir kaç gün önce sona erdi.

Tatbikat, Katar silahlı Kuvvetlerinin tüm birimlerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir grup askeri gücün katılımıyla gerçekleştirildi.

Katar Silahlı Kuvvetleri tarafından uygulanan yıllık eylem planının bir uzantısı olarak,  Türkiye'den kara ve deniz askeri unsurlarının katılımıyla her yıl müşterek askeri tatbikat gerçekleştiriliyor. 

Katar İçişleri Bakanlığı, Emirlik Muhafızları, Devlet Güvenlik Teşkilatı, İç Güvenlik Güçlerinin destek verdiği  tatbikatlarda komuta ve hava savunma sistemlerinin aktivasyonu, operasyon yönetimi, ortak operasyonların planlanması, askeri güçler arasında iş birliği ve planlamanın güçlendirilmesi, psikolojik savaşla mücadele ve basının rolünün etkin hale getirilmesi amaçlanıyor. 

Türk güçleri, Katar ile Türkiye arasında 19 Aralık 2014'te imzalanan anlaşma kapsamında Katar'daki Tarık bin Ziyad Kışlası'nda konuşlandırılmıştı.

Türkiye, en son Azerbaycan ile tatbikat yaptığında Azerbaycan, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan işgalinden kurtarma savaşı başlatmıştı…

Türkiye'nin ikili anlaşmalar kapsamında  gerçekleştirdiği askeri tatbikatların, farklı savunma paktlarında görevli askeri uzmanlar tarafından mercek altına alınmasının bir nedeni olmalı. 

Hele hele 12 Temmuz 2020'de, Ermenistan’ın Azerbaycan sınırında başlattığı sınır ihlali ve  saldırısı sonrasında Azerbaycan ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri'nin, 29 Temmuz-10 Ağustos tarihleri arasında icra ettikleri askeri tatbikat sadece bölge ülkeleri tarafından değil dünya kamuoyu tarafından da takip edildi.

Eğer bugün Azerybaycan ordusu Ermeni çetelerin işgalindeki Dağlık Karabağ'ı teröristlerden arındırma  operasyonu başlatmış ve büyük ölçüde başarılı olmuşsa  sebebi nedir biliyormusunuz? 

Azerbaycan ordusunun  saldırı kabiliyetini ve ateş gücünün üstünlüğünü, TSK ile gerçekleştirilen tatbikatlarda kazandığı söylenebilir. 

Katar katar turna, yedikleri hep hurma…

Körfez ülkelerinin tamamını toplasan bir Konya vilayeti etmez. Hepsi avuç içi kadar. Ama çıkardıkları sesler ile coğrafi alanlar arasında doğrusal bir orantı hak getire. 

Nitekim Basra Körfezi içinde yüzölçümü İzmir kadar bir yarımadadan ibaret Katar’ın; Körfez bölgesinde kapladığı yerden çok daha fazla bir etkinliği var. 

Neden mi?

Ortadoğu’daki her gelişme veya sorunda ya taraf olarak ya arabulucu olarak, ya bizzat ya da parasıyla yer alıyor. Satın aldığı bankaları, futbol dünyasındaki yatırımlarıyla Avrupa’nın; futbol dünyasının gündeminde.

Katar, ufacık tefecik içi dolu turşucuk olmasına rağmen bunları nasıl yapabiliyor ve arkasındaki küresel güç ya da uluslararası üst akıl kim? 

Katar, 1871- 1915 yılları arasında 44 yıl Osmanlı egemenliğinde ve 1916’dan bağımsızlığını kazandığı 1971 yılına kadar 55 yıl İngiliz mandasında kaldı. 

Bölgeyi 19’ncu yüzyıldan beri el-Tani Ailesi yönetiyor. 2,6 milyon kişi yaşıyor ama bunların sadece 330 bini Katar vatandaşı. Katar’ın zenginliği dünyanın en zengin üçüncü doğal gaz rezervinin olması. 

Katar halkı; 330 bin kişilik nüfusu, kişi başına 400 bin dolarlık yıllık ortalama gelirleriyle, dünyanın en zengin yıllık gelir ortalamasına sahip. 

Monarşiyle yönetilen Katar’da bu muazzam para kaynağını Emirlik kullanıyor.

Emirlik, dünyanın her yerinde yatırımlar yapıyor, bölgedeki siyasal, dini, politik etkinliği artırmak için de değişik grup, hareket ve örgütleri destekliyor.

"Arap Baharı" eylemleri ve dezenformasyonu Katar’ın mali gücüyle finans edildi. Katar’a 2011 yılından beri Arap Baharı eylemleri ve Ortadoğu’daki birçok İslami grubu finansı için 17 milyar dolara yakın para harcatıldı. 

Sadece Mısır’da, Mursi yönetimine 8 milyar dolarlık yardımda bulundu. Hamas’a 400 milyon dolar destek sağladı. Tüm bunlara bakıp ta Katar Emirliği'ni dört dörtlük İslami şuur ve hayat tarzına sahip sanmayın. 

Çünkü Suudi Arabistan, Bahreyn, Dubai’de olduğu gibi Katar’da da her hangi bir Arap büyüğünün evini ziyaret ettiğinizde onu ve ailesini Fransız model altın süslü koltukta otururken bulursunuz. 

Katar, savunma harbine mi saldırı savaşına mı hazırlanıyor?

Katar, akıl almaz şekilde Suudi Arabistan’la çatışmayı göze alan politikalar geliştirdi. Hatta Suudi Arabistan’da başarısız  bir kaç darbe girişiminde dahi bulundu. 

Suudi Arabistan’ın Katar’a yönelik nefretinin temelinde, Katar istihbarat birimlerinin Suudi Arabistan ordusu ve muhafız alayı güçlerinden bazılarıyla darbe yapmak amacıyla gizli ilişkilerinin ortaya çıkması  var. 

Katar gibi küçük bir körfez ülkesinin Suudi Arabistan Krallığı'na meydan okuması nedenleri üzerinde iyi durmak gerekiyor. 

Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği, Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan ve Basra Körfezi’ne uzanan ülke. Kuzeybatıda Bahreyn, batı ve güneyde Suudi Arabistan ve doğuda Birleşik Arap Emirlikleri’yle çevrili. 

Katar Emirliği’nin tek sınır komşusu bugünlerde aralarının limoni olduğu Suudi Arabistan. Emirliğinin diğer sınırları Basra Körfezi ile sınırlı. 

Katar'ın nüfusu 1,7 milyon. Artan petrol fiyatları ve sahip olduğu doğalgaz rezervleri sayesinde kişi başına düşen gelir oranlarına göre dünyanın en zengin ülkesi.

Katar’la Türkiye’nin işbirliği, BM ve İKÖ gibi uluslararası kuruluşlarda son yıllarda arttı. Mısır ve Suriye meselesinde ise deyim yerindeyse adeta tavan yaptı. Türkiye ile Katar Emirliği’nin orta doğuda müşterek işbirliğinin olduğunu söylemek mümkün. Bu işbirliğinin en belirgini, Mısır’daki darbeye karşı çıkmaları.

Katar, Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketini desteklerken, Suudi Arabistan ona karşı darbe yapan Sisi rejimine destek verince karşı karşıya gelmişlerdi. 

Katar, Suriye’de de Müslüman Kardeşler ve bazı cihat gruplarını desteklerken, Suudi Arabistan bazı cihadist gruplarla Selefi grupları destekliyor. El Nusra ile IŞİD’i karşı karşıya getiren ve birbirleriyle çatıştıran etkenlerden biri de bu denilebilir. 

Katar Emirliği’nin en büyük korkusu Suudi Arabistan ordusunun işgaline uğramak.

Katar'ın ekonomik birikimi, emir ailesinin mal varlığı, ülkedeki doğalgaz ve petrol yatakları, hem Suudi Arabistan hem de Birleşik Arap Emirlikleri'nin iştihasını kabartıyor. 

Katar, Türkiye’nin bölgede üstlendiği rolü önemsiyor ve bölgesel ilişkilerinde ön planda tutuyor. 

Neden böyle bir şey yapıyor sizce? 

Çünkü Katar’da olan finans Türkiye’de yok, Türkiye’de olan askeri güç, nüfus Katar’da yok. Katar’ın üst düzey yönetimi her fırsatta Türkiye ile yakın diyalog ve işbirliği içinde olmayı tercih ettiklerini ve dış politikalarında Türkiye’ye özel önem verdiklerini sıklıkla dile getiriyor.

Bu sebeple olsa gerek, yönetim ve halkın Türkiye’ye ilişkin izlenimleri olumlu. Katar’ın rotasını belirleyen uluslararası finans merkezleri ve küresel odak, bölgesel sorunların çözümü için en önde çaba gösteren Arap ülkesi rolünü uygun gördüğünden, Katar boyuna posuna bakmadan arabulucu önder güç konumunu benimsiyor. 

Katar’a verilen görevlerden birisi de Türkiye’yi, Ortadoğu kaosunun içine çekmek, Türkiye’yi askeri gücünü buldozer gibi kullanarak bölgenin emperyal amaçlar için yeniden dizayn edilmesini sağlamak. 

Türkiye’nin Suriye politikalarını belirleyen maalesef ‘Stratejik Derinlik’ değil, İngiliz beslemesi Katar olmuştur. Sus payı ise Katar’da kurulan üs oldu. 

Türkiye’nin yurt dışındaki ilk askeri üssü olan Doha’da, tugay seviyesinde askeri birlik konuşlu. 

Katar Emirliği, Türkiye’nin askeri üs kurmasına izin vermekle bir taşla iki kuş vurdu. Bölgesel aktör İran’ı başka bir bölgesel aktör olan Türkiye ile dengelediği gibi  kendisi için askeri tehdid  geliştiren BAE ile Suudi Arabistan'a karşı,Türk ordusunu kalkan gibi kullandı. 

Körfez'de Vahhabi ideolojisinin iki önemli taşıyıcısı ve komşu ülkeler olan Suudi Arabistan ve Katar arasındaki gerilim tırmanması, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu ziyaretinin ardından yaşandı. 

Hizbullah ve Hamas’ın ‘terör örgütü değil direniş hareketi’ olduğunu savunan ve Müslüman Kardeşler teşkilatına desteğiyle bilinen Katar ile ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk yurt dışı gezisini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan arasındaki kriz; Katar Emiri Tamim Bin Hamad el Sani’nin İran’ıİslamcı bir güç’ olarak tanıdığı yönündeki açıklamasıyla derinleşmişti. Katar şimdi yeniden Türkiye’yi vurmanın yolu yapılmak isteniyor.

Suudi Arabistan parçalanmasına parçalanacak da bu bölünmenin faili kim olacak?

Görünürde iki aktör ön planda. İngiltere ve Amerika. Aslında Türkiye’nin gücü yeter ama şimdilik konjonktür uygun değil. 

Türkiye’nin, Arabistan'da uyuyan hücreleri Ankara’dan gelecek fermanı bekliyor.

Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan'ın nesebinden torunu (olduğu iddia edilen) Mekke Şerifi Haşimi Hüseyin, İngilizlerle işbirliğini pişirdi sonra  "-Din bizim dinimiz, Peygamber benim dedem, Kuran Arapça size ne?" deyip Osmanlı Devleti’ne isyan etti.

Bu ihanet sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı Ordusu sadece Hicaz bölgesinden değil tüm Ortadoğu’dan tasfiye edilmişti.

İngilizlere karşı İbn Suud operasyonunda, MİT ve Fahrettin Paşa’nın rolü!..

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluşunda Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirildiğini biliyoruz. Bu nedenle MİT’in genleri itibarıyla askeri bir hiyerarşisi vardı. 

O nedenle Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın, Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde görev alması veya MİT ile koordineli çalışması yadsınmamalı. 

MİT öncesi Teşkilatı Mahsusa; Birinci Dünya Savaşı sırasında Arabistan yarımadasında İngilizler’e karşı önemli görevler gerçekleştirdi. 

Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden Şammar Aşiretinden İbnü’r-Reşit, Teşkilatı Mahsusa mensubuydu. 1914-1915 arası dönemin Osmanlı istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arabistan kolunu, Eşref Sencer Kuşçubaşı sevk ve idare etmişti.

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif, 1915 yılının Mayıs ayı ortalarında resmen vazifeli olarak, “Teşkilat-ı Mahsusa”nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir heyete katılmış, Arabistan’ın Necid bölgesine, dört buçuk ay süren bir yolculuk yapmıştı. 

Bu seyahatin hedefi Riyad idi. 

Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının ve isyan hazırlığı içinde olduğunun anlaşılması üzerine devlete sadık kalmış olan Necid meliki İbnürreşid ile kendisinin hükümet merkezi olan Riyad’da görüşülmüştü.

Teşkilat-ı Mahsusa ile İbni Suud Anlaşması…

Teşkilatı Mahsusa’nın Hicaz bölgesindeki en önemli hizmetlerinden birisi de günümüzdeki Suud hanedanlığının kurucusu İbn Suud ile gerçekleştirdiği anlaşmadır.

Bu anlaşmaya uyan İbn Suud, Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı ordusuyla savaşmamış ve Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin’e katılmadığı gibi, onun emirliğini ve riyasetini asla kabul etmemiştir. 

Anlaşma nasıl gerçekleşti?..

1914’de Enver Paşa, Suudi Arabistan’ın ilk kralı İbn Suud ile saldırmazlık protokolü gerçekleştirmesi için Teşkilat-ı Mahsusa’dan Binbaşı Ömer Fevzi’yi gönderdi. 

Necid’in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı’ya isyan halindeydi. 

Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu. Paşa’nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı.

Binbaşı, Harbiye Nezareti’ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi. 

Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan’da Teşkilat’ın operasyonlarına katılan bu binbaşı Ömer Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han’ı da ziyaret etmişti.

Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa’ya sundu. Kuveyt Şeyhi Mübarek’le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti. 

Şeyh Mübarek’e göre, Osmanlı Hükümetinin, İbn Suud ile gizli bir anlaşmaya gitmesi Umman, Maskat ve Bahreyn’e el atılmasında çok kolaylık sağlardı.

İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlı’ya resmi sorumluluk getirmezdi. 

İbn Suud’un Osmanlı Devleti’ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi. 

Nitekim öyle de oldu, plan tıkır tıkır işledi.

Hatta, 2 yıl 7 ay Medine savunmasını başarıyla tamamlayan ve kutsal emanetleri de İstanbul’a yollayan Fahrettin Paşa; İngiliz hempası Şerif Hüseyin’in ordusuna şehri teslim etmek istemediğinden Suudi Arabistan’ın kurucusu Emir İbn Suud’a mektup göndermiş, Suud aşiretini ve ordusunu Medine’ye davet etmiş, şehri kendilerine teslim etmek istediğini belirtmişti.

Mektupta şunlar yazıyordu;

Gel, sana teslim edeyim Medine’yi. İngilizlerin yanında yer alan Şerif Hüseyin’e değil. Emir Suud oğlu Abdülaziz Paşa, İslam âleminin yüzünü döndüğü yer, İngiliz himayesi altına kalmasın. Bunun için biz kanlarımızı çok ucuz döktük. Bu demek değildir ki, sınırlarımızı büyük etmeye veya Hicaz’da olan yer altı kaynakları için çalıştık.”

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “İngiliz İslamcıları”nın iddia ettiği gibi asla Mekke ve Medine’nin bulunduğu Hicaz bölgesi ile ilgisini kesmedi. 

Cumhuriyet’in yönetici kadrosu İngilizlerin kışkırtmasıyla İstanbul’a başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin’in hainliğini asla affetmedi ve krallık kurmasına izin vermedi.

Mekke Şerifi Hüseyinpeygamber torunu” olduğunu savunduğu için, Halifelik makamının kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Lawrens’in kuklası Şerif Hüseyin’e en şiddetli tepkiyi Necid’deki Suudiler gösterdi. 

Ankara ile temastaki Suudiler, Ağustos 1924’te önce Taif’i, ardından Mekke’yi ele geçirdiler. Şerif Hüseyin tahttan çekildi ve yerine oğlu Ali geldi. 

Böylece Hüseyin’in İngiliz payandalığı için tasarlanmış halifelik hayali sonlandı. 

Cidde’ye çekilen Ali de 1925 Aralık ayında tahtından çekildi Irak’a sığındı. 

Hicaz bölgesi, Suudiler’in eline geçti. 1926 Ocak ayında İbn-i Suud kendisini Necid Sultanı ve Hicaz Kralı ilan etti.

Türkiye, Suud Krallığı'nı ilk tanıyan ülkelerden…

Bu krallığı ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti’ydi…

1926 Mayıs’ta, Tebriz eski Baş Şehbenderi Süleyman Şevket, sabık Yemen valisi Mahmud Nedim ve İskenderiye Şehbender Vekili Feridun Fahri beyler, Türkiye’nin Büyükelçilik görevlileri olarak Hicaz’a gittiler.

Bu arada Emir İbn Suud, 70 kadar delegenin katıldığı Hilafet konferansını 6 Haziran 1926 tarihinde Mekke’de, şehrin batı kapısının çıkışında bulunan tepenin eteğinde bulunan Türk Topçu kışlasında topladı. 

Mustafa Kemal Paşa, konferansa temsilci Edip Servet Bey’i göndermişti...

İran ve Irak’tan katılım olmamış, Yemen, Afganistan ve Mısır delegeleri de Türkiye delegesi gibi geç gelmişlerdi. 

Konferansın dili Arapça idi. 

Edip Servet Bey, Arapça bilmediğini, bu yüzden tercümanı aracılığı ile konuşacağını belirtmişti. 

Mustafa Kemal’in konferansa başarı dileyen mesajını okuyarak konuşmasına başlayan Edip Servet Bey;Türkler bu bölgeden korkuyorlardı, ama Kral Abdülaziz’in gelmesiyle bu korku zail oldu (giderildi). Bunun için, bu kongreye davet edildiğimiz zaman mutlu ve sevinçli bir şekilde geldik.

Bu diyara girerken silah da taşımıyordum. Ben mutmaindim (emindim). Kral Abdülaziz’e, tavafım esnasında Haremeyn’i muhafaza etmesi ve güvenliğini sağlaması için dua ettim. Bu heyetin, ülkenin faydası için kararlar almasını umarım, tüm üyelere selamet ve başarı dilerim” dedi. 

Mustafa Kemal Paşa, yeni kurulan Suud Emirliği’ni tanımakla kalmamış, büyükelçilik açılmasını sağlamış, Edip Servet Bey’i Hilafet Konferansı’na temsilci göndermişti.

1926’da Mekke’de toplanan hilâfet kongresine Türkiye delegesi olarak katılan Edib Servet Bey’in bir başka görevi de Suud Kralı Abdülazîz ile Yemen Emiri İmam Yahyâ Hamîdüddin el-Mütevekkil-Alellah arasındaki ihtilâflarda aracılık girişiminde bulunmaktı. 

1929’da Türkiye Cumhuriyeti ile Hicaz ve Necid Krallığı arasında dostluk antlaşması imzalandı. Bu görüşmelere Fahrettin Paşa’nın da katıldığı anlaşılmaktadır. 

1 Haziran 1927 tarihli ve Gazi Mustafa Kemal imzalı bir kararnamede, hac mevsiminde Cidde’de bir Türk tabibi bulundurulmasına Necid ve Hicaz Hükümeti’nce muvafakat edildiği, buraya Sıhhıyye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) mütehassıslarından Doktor Şerafeddin Bey’in gönderildiği yazılıydı. 

Yeni Cumhuriyet idaresi, Müslüman hacıların sağlığı ile yakından ilgileniyordu. 

İki ülke arasındaki ilişkilerin bir adım daha ilerlemesi, 3 Ağustos 1929 günü Mekke’de imzalanan dostluk anlaşması ile oldu. Ancak Suudi tarafı anlaşmayı ancak Kasım 1930’da onayladı.

İki ülke arasındaki en ciddi yakınlaşma, Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal’ın Haziran 1932’de Türkiye ziyareti sırasında yaşandı. 1932’de Abdülazîz’in oğlu Emîr Faysal, Türkiye’yi ziyaret ederek babasının mektubunu Mustafa Kemal’e takdim etti.

Emir Faysal’ın akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşması gazetecileri şaşırtmıştı. Bunda şaşıracak bir şey yoktu çünkü Emir’in dedesi Muhammed es-Sanayan, Osmanlı ordusunun bir mensubuydu ve savaşta ölmüştü.

Faysal’ın yaverliğini ve tercümanlığını yapan Binbaşı Halid Bey de Çanakkale gazilerindendi. 

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ziyaretin ardından, Suud kralına hediye olarak Yüzbaşı Celâl Bey ve silah fabrikası ustalarından Nuri Efendi ile ‘milli imalat’ tüfekler gönderdi. 

Ayrıca Suudi Krallığı’nın uçuş eğitimi görmek üzere 10 öğrenciyi Ankara’ya göndermek istemesine, 24 Nisan 1933 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onay verildi. 

Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal, Türkiye’ye gelmeden meşhur Medine Müdafii, Lawrence’ın ‘Çöl Kaplanı’ lakabını taktığı, Akıncı beyi Bali Bey Malkoçoğlu’nun anne tarafından torunu Fahrettin Paşa, İbn Suud’un talebi üzerine Hicaz’a bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilmiş bulunuyordu.

Suud ailesinin Fahrettin Paşa’yı istemelerinin nedeni hem yeni kurulan krallık ordusunu tahkim ve talim ettirmesi olduğu gibi kendisine duyulan güven ve itimattı.

Çünkü Fahrettin Paşa, Enver Paşa’nın talimatıyla Türkler’le anlaşma imzalayan ve bu anlaşamaya sadık kalan Abdülaziz İbn Suud’a Hz. Muhammed’in kabri şerifinin bulunduğu Medine’yi teslim etmek istemişti.

Nihayetinde Medine kahramanı Fahrettin Paşa, 1930 yılında Atatürk tarafından özel bir heyetle İbn Suud’a gönderildi. 

Heyetin asıl amacı Necid bölgesinde Türkiye’dekine benzer bir jandarma gücü kurmak olduğu söylenebilir. 

Çok iyi Arapça bilen Fahrettin Paşa’ya yine Arapça bilen 4-5 Türk subayı eşlik ediyordu. 

Bu subayların tamamının Necid ordusu içinde üst düzey mevkilere atandığı ve maaşlarının İbn Suud tarafından altın olarak ödendiği anlaşılıyor. İşin ilginci ise bu bilgiyi veren kişinin Amerikan askeri ataşesi Albay J.D. Elliott olması.

ABD petrol şirketleri (Amerikan Socal -şimdiki Chevron) ile Suud Krallığı arasında anlaşma yapmasını sağlamak için Abdülaziz İbn Suud’la görüşmeye gelen bu görevli; Türkler’in çok gizli çalıştıklarını, kendilerinin aldıkları bilgiye göre, “Türklerin asıl amaçlarının İngiliz etkisini kırmak olduğunu, bu sırada Fahrettin Paşa’nın Yemen’e de gidip orada da faaliyetler gösterdiğini” kaydediyor. 

Fahrettin Paşa, daha birkaç yıl önce savaşıp esir düştüğü yerlere bu sefer Türk sistemine uygun bir jandarma gücü kurmak ve İngiliz etkisini kırmak için geliyor.

Atatürk’ten sürekli “Gazi” diye  söz eden Amerikan ataşesi Elliott’ın tuttuğu raporlarda, Gazi’nin yakın dostlarından İstanbul vekili Edip Servet’in de Fahrettin Paşa oradayken Necid’e gelip İbn Suud ile görüştüğü belirtiliyor. 

Bir başka bilgi de Hasan Çandari adında bir Yemenli’nin Fahrettin Paşa ile Ankara arasında kuryelik yaptığı; atta Yalova’da Edip Servet Bey’in de olduğu bir ortamda Gazi ile görüşüp Fahrettin Paşa’dan gelen haberleri Gazi’ye ilettiği şeklinde.

Burası çok ilginç: Amerikan askeri ataşesi diyor ki; Fahrettin Paşa İbn Suud üzerinde öyle bir etki kurdu ki Necid’teki bütün askeri birlikler onun emrine girdi. Ayrıca Türkler İngiliz etkisini kırmak için top ve mühimmat da gönderdiler.

Şehitlerimizin ruhu şad olsun!

Suudiler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ülkelerindeki karışıklığı bastırmak için çağırabilirler…

Ta Atatürk döneminde imzalanan ikili anlaşmalar var. 

Türkiye, şartlar oluştuğunda askeri müdahalede bulunabilir. 

Suudi Arabistan'a asker sevkiyatında Katar’da bulunan Türk askeri üssü intikal merkezi olma  özelliğine sahip. 

Arabistan coğrafyası kırk yamalı bohça. 

Sökükler dikiş tutmuyor. Dini fanatizm ve batı toplumlarına yöneliş büyük toplumsal handikap. Şii nüfus, Kum odaklı. 

Kızıldeniz jeopolitiğinde yabancı askerî kuvvetlerin varlığı artarak devam ettiği gibi yöneticilerin reformları halkın beklentisini karşılamaktan uzak. 

Bir de buna İngilizler’in entrikalarını ekleyin. 

Mayıs 2012'de Türkiye ile Suudi Arabistan arasında askeri eğitim işbirliği anlaşması imzalandı.

Yapılan anlaşma çerçevesinde Suudi Arabistan ile Türkiye arasında askeri öğrenci değişimi yapılabiliyor, Suudi Subayların, Türkiye'deki Harp Okulları’nda eğitim almasına imkan sağlanıyor. 

Şubat 2016'da Türkiye-Suudi Arabistan Savunma Sanayii Alanında İşbirliği Anlaşması çerçevesinde, ​​Türkiye'nin savunma sanayi alanında ​önde gelen şirketi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'nın (TSKGV) bir kuruluşu olan ASELSAN ile Suudi Arabistan kamu şirketi TAQNIA Defense and Security Technologies (DST) şirketi arasında Suudi Arabistan Savunma Elektroniği Şirketi kurulmasına yönelik ortak şirket anlaşması imzalandı. 

Türk Ordusu, Suudi Arabistan’da!.. Ateş yanmayan yerde duman tütmez!..

Türk askerleri Suriye, Irak, Katar, Somali, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Lübnan, Afganistan, KKTC ve Azerbaycan’da görev yapıyor. 

Suudi Arabistan sınırları içerisinde, özel görevle ve özel izinle tahsis edilen gizli bir askeri üssümüz var” desem!..

Hatırlayın bir kaç yıl önce Körfez ülkeleri ile Katar arasındaki kriz hakkında açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da faaliyete geçen benzer bir askeri üssün Suudi Arabistan’da da kurulmasını teklif etmişti.

Suudi bir yetkili de ülkelerinde Türkiye’ye ait bir askeri üsse ihtiyaç olmadığını ve bu sebeple bunun hoş karşılanmayacağını falan söylemişti. 

Yazının bundan sonrasını siz kurgulayın. 

Tahayyülünüze yani hayal gücünüze sonsuz güvenim var.

Aklıma gelmişken Suudi yönetimi ile AK Parti hükümetinin mi arası iyi değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mi?

İnanın ben bu sorunun cevabını veremiyorum. 

Bir diğer sorum da şu, eğer İngiliz ekolünden Katar ile İngiliz, ABD ve Türk ekolünden hangisine ait olduğuna dair bocalayıp duran Suudi Arabistan arasındaki rekabet savaşa dönüşürse, Türkiye hangisini destekler?

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

Öncelikle İzmir depreminde hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Temennimiz, bu tür doğal felaketlerin yaşanmaması. 

Ama biliyoruz ki insanları deprem değil, ihmaller zinciri, hatalı mühendislik ve malzemeden çalan klasik müteahhid zihniyeti öldürdü. 

Kimse kusura bakmasın; yerel yönetimler, hasar tahmin raporu vermekle sorumluluktan kurtulamaz.

Kimin bu felakette zerre kadar katkısı varsa, tesbit edilmeli yedi ceddine  kadar  ölü veya sağ kim varsa yargılanmalı.

Biz bilmiyor muyuz nerede, hangi ilde, hangi siyasi partiye mensup olursa olsun, belediyelerde her türlü rüşvet veriliyor, alınıyor? 

Kim ki çıkar da beni, müfteri olmakla itham eder, belge sorarsa onu da "Kazak Abdal"a havale ederim, onun hakkından o gelir. 

Katar ile Türkiye'nin Müşterek Askeri Tatkibatları…

Katar Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin katılımıyla düzenlediği, 30 Haziran'da başlayan ve birkaç aşamadan geçen, Katar Silahlı Kuvvetleri'nin ortak operasyonları güçlü ve yetkin bir şekilde planlayıp uygulayabilme gücüne sahip olması amacı ile düzenlenen "NASR 2020" askeri tatbikatı  bir kaç gün önce sona erdi.

Tatbikat, Katar silahlı Kuvvetlerinin tüm birimlerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir grup askeri gücün katılımıyla gerçekleştirildi.

Katar Silahlı Kuvvetleri tarafından uygulanan yıllık eylem planının bir uzantısı olarak,  Türkiye'den kara ve deniz askeri unsurlarının katılımıyla her yıl müşterek askeri tatbikat gerçekleştiriliyor. 

Katar İçişleri Bakanlığı, Emirlik Muhafızları, Devlet Güvenlik Teşkilatı, İç Güvenlik Güçlerinin destek verdiği  tatbikatlarda komuta ve hava savunma sistemlerinin aktivasyonu, operasyon yönetimi, ortak operasyonların planlanması, askeri güçler arasında iş birliği ve planlamanın güçlendirilmesi, psikolojik savaşla mücadele ve basının rolünün etkin hale getirilmesi amaçlanıyor. 

Türk güçleri, Katar ile Türkiye arasında 19 Aralık 2014'te imzalanan anlaşma kapsamında Katar'daki Tarık bin Ziyad Kışlası'nda konuşlandırılmıştı.

Türkiye, en son Azerbaycan ile tatbikat yaptığında Azerbaycan, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan işgalinden kurtarma savaşı başlatmıştı…

Türkiye'nin ikili anlaşmalar kapsamında  gerçekleştirdiği askeri tatbikatların, farklı savunma paktlarında görevli askeri uzmanlar tarafından mercek altına alınmasının bir nedeni olmalı. 

Hele hele 12 Temmuz 2020'de, Ermenistan’ın Azerbaycan sınırında başlattığı sınır ihlali ve  saldırısı sonrasında Azerbaycan ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri'nin, 29 Temmuz-10 Ağustos tarihleri arasında icra ettikleri askeri tatbikat sadece bölge ülkeleri tarafından değil dünya kamuoyu tarafından da takip edildi.

Eğer bugün Azerybaycan ordusu Ermeni çetelerin işgalindeki Dağlık Karabağ'ı teröristlerden arındırma  operasyonu başlatmış ve büyük ölçüde başarılı olmuşsa  sebebi nedir biliyormusunuz? 

Azerbaycan ordusunun  saldırı kabiliyetini ve ateş gücünün üstünlüğünü, TSK ile gerçekleştirilen tatbikatlarda kazandığı söylenebilir. 

Katar katar turna, yedikleri hep hurma…

Körfez ülkelerinin tamamını toplasan bir Konya vilayeti etmez. Hepsi avuç içi kadar. Ama çıkardıkları sesler ile coğrafi alanlar arasında doğrusal bir orantı hak getire. 

Nitekim Basra Körfezi içinde yüzölçümü İzmir kadar bir yarımadadan ibaret Katar’ın; Körfez bölgesinde kapladığı yerden çok daha fazla bir etkinliği var. 

Neden mi?

Ortadoğu’daki her gelişme veya sorunda ya taraf olarak ya arabulucu olarak, ya bizzat ya da parasıyla yer alıyor. Satın aldığı bankaları, futbol dünyasındaki yatırımlarıyla Avrupa’nın; futbol dünyasının gündeminde.

Katar, ufacık tefecik içi dolu turşucuk olmasına rağmen bunları nasıl yapabiliyor ve arkasındaki küresel güç ya da uluslararası üst akıl kim? 

Katar, 1871- 1915 yılları arasında 44 yıl Osmanlı egemenliğinde ve 1916’dan bağımsızlığını kazandığı 1971 yılına kadar 55 yıl İngiliz mandasında kaldı. 

Bölgeyi 19’ncu yüzyıldan beri el-Tani Ailesi yönetiyor. 2,6 milyon kişi yaşıyor ama bunların sadece 330 bini Katar vatandaşı. Katar’ın zenginliği dünyanın en zengin üçüncü doğal gaz rezervinin olması. 

Katar halkı; 330 bin kişilik nüfusu, kişi başına 400 bin dolarlık yıllık ortalama gelirleriyle, dünyanın en zengin yıllık gelir ortalamasına sahip. 

Monarşiyle yönetilen Katar’da bu muazzam para kaynağını Emirlik kullanıyor.

Emirlik, dünyanın her yerinde yatırımlar yapıyor, bölgedeki siyasal, dini, politik etkinliği artırmak için de değişik grup, hareket ve örgütleri destekliyor.

"Arap Baharı" eylemleri ve dezenformasyonu Katar’ın mali gücüyle finans edildi. Katar’a 2011 yılından beri Arap Baharı eylemleri ve Ortadoğu’daki birçok İslami grubu finansı için 17 milyar dolara yakın para harcatıldı. 

Sadece Mısır’da, Mursi yönetimine 8 milyar dolarlık yardımda bulundu. Hamas’a 400 milyon dolar destek sağladı. Tüm bunlara bakıp ta Katar Emirliği'ni dört dörtlük İslami şuur ve hayat tarzına sahip sanmayın. 

Çünkü Suudi Arabistan, Bahreyn, Dubai’de olduğu gibi Katar’da da her hangi bir Arap büyüğünün evini ziyaret ettiğinizde onu ve ailesini Fransız model altın süslü koltukta otururken bulursunuz. 

Katar, savunma harbine mi saldırı savaşına mı hazırlanıyor?

Katar, akıl almaz şekilde Suudi Arabistan’la çatışmayı göze alan politikalar geliştirdi. Hatta Suudi Arabistan’da başarısız  bir kaç darbe girişiminde dahi bulundu. 

Suudi Arabistan’ın Katar’a yönelik nefretinin temelinde, Katar istihbarat birimlerinin Suudi Arabistan ordusu ve muhafız alayı güçlerinden bazılarıyla darbe yapmak amacıyla gizli ilişkilerinin ortaya çıkması  var. 

Katar gibi küçük bir körfez ülkesinin Suudi Arabistan Krallığı'na meydan okuması nedenleri üzerinde iyi durmak gerekiyor. 

Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği, Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan ve Basra Körfezi’ne uzanan ülke. Kuzeybatıda Bahreyn, batı ve güneyde Suudi Arabistan ve doğuda Birleşik Arap Emirlikleri’yle çevrili. 

Katar Emirliği’nin tek sınır komşusu bugünlerde aralarının limoni olduğu Suudi Arabistan. Emirliğinin diğer sınırları Basra Körfezi ile sınırlı. 

Katar'ın nüfusu 1,7 milyon. Artan petrol fiyatları ve sahip olduğu doğalgaz rezervleri sayesinde kişi başına düşen gelir oranlarına göre dünyanın en zengin ülkesi.

Katar’la Türkiye’nin işbirliği, BM ve İKÖ gibi uluslararası kuruluşlarda son yıllarda arttı. Mısır ve Suriye meselesinde ise deyim yerindeyse adeta tavan yaptı. Türkiye ile Katar Emirliği’nin orta doğuda müşterek işbirliğinin olduğunu söylemek mümkün. Bu işbirliğinin en belirgini, Mısır’daki darbeye karşı çıkmaları.

Katar, Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketini desteklerken, Suudi Arabistan ona karşı darbe yapan Sisi rejimine destek verince karşı karşıya gelmişlerdi. 

Katar, Suriye’de de Müslüman Kardeşler ve bazı cihat gruplarını desteklerken, Suudi Arabistan bazı cihadist gruplarla Selefi grupları destekliyor. El Nusra ile IŞİD’i karşı karşıya getiren ve birbirleriyle çatıştıran etkenlerden biri de bu denilebilir. 

Katar Emirliği’nin en büyük korkusu Suudi Arabistan ordusunun işgaline uğramak.

Katar'ın ekonomik birikimi, emir ailesinin mal varlığı, ülkedeki doğalgaz ve petrol yatakları, hem Suudi Arabistan hem de Birleşik Arap Emirlikleri'nin iştihasını kabartıyor. 

Katar, Türkiye’nin bölgede üstlendiği rolü önemsiyor ve bölgesel ilişkilerinde ön planda tutuyor. 

Neden böyle bir şey yapıyor sizce? 

Çünkü Katar’da olan finans Türkiye’de yok, Türkiye’de olan askeri güç, nüfus Katar’da yok. Katar’ın üst düzey yönetimi her fırsatta Türkiye ile yakın diyalog ve işbirliği içinde olmayı tercih ettiklerini ve dış politikalarında Türkiye’ye özel önem verdiklerini sıklıkla dile getiriyor.

Bu sebeple olsa gerek, yönetim ve halkın Türkiye’ye ilişkin izlenimleri olumlu. Katar’ın rotasını belirleyen uluslararası finans merkezleri ve küresel odak, bölgesel sorunların çözümü için en önde çaba gösteren Arap ülkesi rolünü uygun gördüğünden, Katar boyuna posuna bakmadan arabulucu önder güç konumunu benimsiyor. 

Katar’a verilen görevlerden birisi de Türkiye’yi, Ortadoğu kaosunun içine çekmek, Türkiye’yi askeri gücünü buldozer gibi kullanarak bölgenin emperyal amaçlar için yeniden dizayn edilmesini sağlamak. 

Türkiye’nin Suriye politikalarını belirleyen maalesef ‘Stratejik Derinlik’ değil, İngiliz beslemesi Katar olmuştur. Sus payı ise Katar’da kurulan üs oldu. 

Türkiye’nin yurt dışındaki ilk askeri üssü olan Doha’da, tugay seviyesinde askeri birlik konuşlu. 

Katar Emirliği, Türkiye’nin askeri üs kurmasına izin vermekle bir taşla iki kuş vurdu. Bölgesel aktör İran’ı başka bir bölgesel aktör olan Türkiye ile dengelediği gibi  kendisi için askeri tehdid  geliştiren BAE ile Suudi Arabistan'a karşı,Türk ordusunu kalkan gibi kullandı. 

Körfez'de Vahhabi ideolojisinin iki önemli taşıyıcısı ve komşu ülkeler olan Suudi Arabistan ve Katar arasındaki gerilim tırmanması, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu ziyaretinin ardından yaşandı. 

Hizbullah ve Hamas’ın ‘terör örgütü değil direniş hareketi’ olduğunu savunan ve Müslüman Kardeşler teşkilatına desteğiyle bilinen Katar ile ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk yurt dışı gezisini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan arasındaki kriz; Katar Emiri Tamim Bin Hamad el Sani’nin İran’ıİslamcı bir güç’ olarak tanıdığı yönündeki açıklamasıyla derinleşmişti. Katar şimdi yeniden Türkiye’yi vurmanın yolu yapılmak isteniyor.

Suudi Arabistan parçalanmasına parçalanacak da bu bölünmenin faili kim olacak?

Görünürde iki aktör ön planda. İngiltere ve Amerika. Aslında Türkiye’nin gücü yeter ama şimdilik konjonktür uygun değil. 

Türkiye’nin, Arabistan'da uyuyan hücreleri Ankara’dan gelecek fermanı bekliyor.

Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan'ın nesebinden torunu (olduğu iddia edilen) Mekke Şerifi Haşimi Hüseyin, İngilizlerle işbirliğini pişirdi sonra  "-Din bizim dinimiz, Peygamber benim dedem, Kuran Arapça size ne?" deyip Osmanlı Devleti’ne isyan etti.

Bu ihanet sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı Ordusu sadece Hicaz bölgesinden değil tüm Ortadoğu’dan tasfiye edilmişti.

İngilizlere karşı İbn Suud operasyonunda, MİT ve Fahrettin Paşa’nın rolü!..

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluşunda Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirildiğini biliyoruz. Bu nedenle MİT’in genleri itibarıyla askeri bir hiyerarşisi vardı. 

O nedenle Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın, Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde görev alması veya MİT ile koordineli çalışması yadsınmamalı. 

MİT öncesi Teşkilatı Mahsusa; Birinci Dünya Savaşı sırasında Arabistan yarımadasında İngilizler’e karşı önemli görevler gerçekleştirdi. 

Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden Şammar Aşiretinden İbnü’r-Reşit, Teşkilatı Mahsusa mensubuydu. 1914-1915 arası dönemin Osmanlı istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arabistan kolunu, Eşref Sencer Kuşçubaşı sevk ve idare etmişti.

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif, 1915 yılının Mayıs ayı ortalarında resmen vazifeli olarak, “Teşkilat-ı Mahsusa”nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir heyete katılmış, Arabistan’ın Necid bölgesine, dört buçuk ay süren bir yolculuk yapmıştı. 

Bu seyahatin hedefi Riyad idi. 

Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının ve isyan hazırlığı içinde olduğunun anlaşılması üzerine devlete sadık kalmış olan Necid meliki İbnürreşid ile kendisinin hükümet merkezi olan Riyad’da görüşülmüştü.

Teşkilat-ı Mahsusa ile İbni Suud Anlaşması…

Teşkilatı Mahsusa’nın Hicaz bölgesindeki en önemli hizmetlerinden birisi de günümüzdeki Suud hanedanlığının kurucusu İbn Suud ile gerçekleştirdiği anlaşmadır.

Bu anlaşmaya uyan İbn Suud, Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı ordusuyla savaşmamış ve Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin’e katılmadığı gibi, onun emirliğini ve riyasetini asla kabul etmemiştir. 

Anlaşma nasıl gerçekleşti?..

1914’de Enver Paşa, Suudi Arabistan’ın ilk kralı İbn Suud ile saldırmazlık protokolü gerçekleştirmesi için Teşkilat-ı Mahsusa’dan Binbaşı Ömer Fevzi’yi gönderdi. 

Necid’in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı’ya isyan halindeydi. 

Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu. Paşa’nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı.

Binbaşı, Harbiye Nezareti’ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi. 

Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan’da Teşkilat’ın operasyonlarına katılan bu binbaşı Ömer Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han’ı da ziyaret etmişti.

Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa’ya sundu. Kuveyt Şeyhi Mübarek’le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti. 

Şeyh Mübarek’e göre, Osmanlı Hükümetinin, İbn Suud ile gizli bir anlaşmaya gitmesi Umman, Maskat ve Bahreyn’e el atılmasında çok kolaylık sağlardı.

İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlı’ya resmi sorumluluk getirmezdi. 

İbn Suud’un Osmanlı Devleti’ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi. 

Nitekim öyle de oldu, plan tıkır tıkır işledi.

Hatta, 2 yıl 7 ay Medine savunmasını başarıyla tamamlayan ve kutsal emanetleri de İstanbul’a yollayan Fahrettin Paşa; İngiliz hempası Şerif Hüseyin’in ordusuna şehri teslim etmek istemediğinden Suudi Arabistan’ın kurucusu Emir İbn Suud’a mektup göndermiş, Suud aşiretini ve ordusunu Medine’ye davet etmiş, şehri kendilerine teslim etmek istediğini belirtmişti.

Mektupta şunlar yazıyordu;

Gel, sana teslim edeyim Medine’yi. İngilizlerin yanında yer alan Şerif Hüseyin’e değil. Emir Suud oğlu Abdülaziz Paşa, İslam âleminin yüzünü döndüğü yer, İngiliz himayesi altına kalmasın. Bunun için biz kanlarımızı çok ucuz döktük. Bu demek değildir ki, sınırlarımızı büyük etmeye veya Hicaz’da olan yer altı kaynakları için çalıştık.”

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “İngiliz İslamcıları”nın iddia ettiği gibi asla Mekke ve Medine’nin bulunduğu Hicaz bölgesi ile ilgisini kesmedi. 

Cumhuriyet’in yönetici kadrosu İngilizlerin kışkırtmasıyla İstanbul’a başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin’in hainliğini asla affetmedi ve krallık kurmasına izin vermedi.

Mekke Şerifi Hüseyinpeygamber torunu” olduğunu savunduğu için, Halifelik makamının kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Lawrens’in kuklası Şerif Hüseyin’e en şiddetli tepkiyi Necid’deki Suudiler gösterdi. 

Ankara ile temastaki Suudiler, Ağustos 1924’te önce Taif’i, ardından Mekke’yi ele geçirdiler. Şerif Hüseyin tahttan çekildi ve yerine oğlu Ali geldi. 

Böylece Hüseyin’in İngiliz payandalığı için tasarlanmış halifelik hayali sonlandı. 

Cidde’ye çekilen Ali de 1925 Aralık ayında tahtından çekildi Irak’a sığındı. 

Hicaz bölgesi, Suudiler’in eline geçti. 1926 Ocak ayında İbn-i Suud kendisini Necid Sultanı ve Hicaz Kralı ilan etti.

Türkiye, Suud Krallığı'nı ilk tanıyan ülkelerden…

Bu krallığı ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti’ydi…

1926 Mayıs’ta, Tebriz eski Baş Şehbenderi Süleyman Şevket, sabık Yemen valisi Mahmud Nedim ve İskenderiye Şehbender Vekili Feridun Fahri beyler, Türkiye’nin Büyükelçilik görevlileri olarak Hicaz’a gittiler.

Bu arada Emir İbn Suud, 70 kadar delegenin katıldığı Hilafet konferansını 6 Haziran 1926 tarihinde Mekke’de, şehrin batı kapısının çıkışında bulunan tepenin eteğinde bulunan Türk Topçu kışlasında topladı. 

Mustafa Kemal Paşa, konferansa temsilci Edip Servet Bey’i göndermişti...

İran ve Irak’tan katılım olmamış, Yemen, Afganistan ve Mısır delegeleri de Türkiye delegesi gibi geç gelmişlerdi. 

Konferansın dili Arapça idi. 

Edip Servet Bey, Arapça bilmediğini, bu yüzden tercümanı aracılığı ile konuşacağını belirtmişti. 

Mustafa Kemal’in konferansa başarı dileyen mesajını okuyarak konuşmasına başlayan Edip Servet Bey;Türkler bu bölgeden korkuyorlardı, ama Kral Abdülaziz’in gelmesiyle bu korku zail oldu (giderildi). Bunun için, bu kongreye davet edildiğimiz zaman mutlu ve sevinçli bir şekilde geldik.

Bu diyara girerken silah da taşımıyordum. Ben mutmaindim (emindim). Kral Abdülaziz’e, tavafım esnasında Haremeyn’i muhafaza etmesi ve güvenliğini sağlaması için dua ettim. Bu heyetin, ülkenin faydası için kararlar almasını umarım, tüm üyelere selamet ve başarı dilerim” dedi. 

Mustafa Kemal Paşa, yeni kurulan Suud Emirliği’ni tanımakla kalmamış, büyükelçilik açılmasını sağlamış, Edip Servet Bey’i Hilafet Konferansı’na temsilci göndermişti.

1926’da Mekke’de toplanan hilâfet kongresine Türkiye delegesi olarak katılan Edib Servet Bey’in bir başka görevi de Suud Kralı Abdülazîz ile Yemen Emiri İmam Yahyâ Hamîdüddin el-Mütevekkil-Alellah arasındaki ihtilâflarda aracılık girişiminde bulunmaktı. 

1929’da Türkiye Cumhuriyeti ile Hicaz ve Necid Krallığı arasında dostluk antlaşması imzalandı. Bu görüşmelere Fahrettin Paşa’nın da katıldığı anlaşılmaktadır. 

1 Haziran 1927 tarihli ve Gazi Mustafa Kemal imzalı bir kararnamede, hac mevsiminde Cidde’de bir Türk tabibi bulundurulmasına Necid ve Hicaz Hükümeti’nce muvafakat edildiği, buraya Sıhhıyye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) mütehassıslarından Doktor Şerafeddin Bey’in gönderildiği yazılıydı. 

Yeni Cumhuriyet idaresi, Müslüman hacıların sağlığı ile yakından ilgileniyordu. 

İki ülke arasındaki ilişkilerin bir adım daha ilerlemesi, 3 Ağustos 1929 günü Mekke’de imzalanan dostluk anlaşması ile oldu. Ancak Suudi tarafı anlaşmayı ancak Kasım 1930’da onayladı.

İki ülke arasındaki en ciddi yakınlaşma, Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal’ın Haziran 1932’de Türkiye ziyareti sırasında yaşandı. 1932’de Abdülazîz’in oğlu Emîr Faysal, Türkiye’yi ziyaret ederek babasının mektubunu Mustafa Kemal’e takdim etti.

Emir Faysal’ın akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşması gazetecileri şaşırtmıştı. Bunda şaşıracak bir şey yoktu çünkü Emir’in dedesi Muhammed es-Sanayan, Osmanlı ordusunun bir mensubuydu ve savaşta ölmüştü.

Faysal’ın yaverliğini ve tercümanlığını yapan Binbaşı Halid Bey de Çanakkale gazilerindendi. 

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ziyaretin ardından, Suud kralına hediye olarak Yüzbaşı Celâl Bey ve silah fabrikası ustalarından Nuri Efendi ile ‘milli imalat’ tüfekler gönderdi. 

Ayrıca Suudi Krallığı’nın uçuş eğitimi görmek üzere 10 öğrenciyi Ankara’ya göndermek istemesine, 24 Nisan 1933 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onay verildi. 

Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal, Türkiye’ye gelmeden meşhur Medine Müdafii, Lawrence’ın ‘Çöl Kaplanı’ lakabını taktığı, Akıncı beyi Bali Bey Malkoçoğlu’nun anne tarafından torunu Fahrettin Paşa, İbn Suud’un talebi üzerine Hicaz’a bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilmiş bulunuyordu.

Suud ailesinin Fahrettin Paşa’yı istemelerinin nedeni hem yeni kurulan krallık ordusunu tahkim ve talim ettirmesi olduğu gibi kendisine duyulan güven ve itimattı.

Çünkü Fahrettin Paşa, Enver Paşa’nın talimatıyla Türkler’le anlaşma imzalayan ve bu anlaşamaya sadık kalan Abdülaziz İbn Suud’a Hz. Muhammed’in kabri şerifinin bulunduğu Medine’yi teslim etmek istemişti.

Nihayetinde Medine kahramanı Fahrettin Paşa, 1930 yılında Atatürk tarafından özel bir heyetle İbn Suud’a gönderildi. 

Heyetin asıl amacı Necid bölgesinde Türkiye’dekine benzer bir jandarma gücü kurmak olduğu söylenebilir. 

Çok iyi Arapça bilen Fahrettin Paşa’ya yine Arapça bilen 4-5 Türk subayı eşlik ediyordu. 

Bu subayların tamamının Necid ordusu içinde üst düzey mevkilere atandığı ve maaşlarının İbn Suud tarafından altın olarak ödendiği anlaşılıyor. İşin ilginci ise bu bilgiyi veren kişinin Amerikan askeri ataşesi Albay J.D. Elliott olması.

ABD petrol şirketleri (Amerikan Socal -şimdiki Chevron) ile Suud Krallığı arasında anlaşma yapmasını sağlamak için Abdülaziz İbn Suud’la görüşmeye gelen bu görevli; Türkler’in çok gizli çalıştıklarını, kendilerinin aldıkları bilgiye göre, “Türklerin asıl amaçlarının İngiliz etkisini kırmak olduğunu, bu sırada Fahrettin Paşa’nın Yemen’e de gidip orada da faaliyetler gösterdiğini” kaydediyor. 

Fahrettin Paşa, daha birkaç yıl önce savaşıp esir düştüğü yerlere bu sefer Türk sistemine uygun bir jandarma gücü kurmak ve İngiliz etkisini kırmak için geliyor.

Atatürk’ten sürekli “Gazi” diye  söz eden Amerikan ataşesi Elliott’ın tuttuğu raporlarda, Gazi’nin yakın dostlarından İstanbul vekili Edip Servet’in de Fahrettin Paşa oradayken Necid’e gelip İbn Suud ile görüştüğü belirtiliyor. 

Bir başka bilgi de Hasan Çandari adında bir Yemenli’nin Fahrettin Paşa ile Ankara arasında kuryelik yaptığı; atta Yalova’da Edip Servet Bey’in de olduğu bir ortamda Gazi ile görüşüp Fahrettin Paşa’dan gelen haberleri Gazi’ye ilettiği şeklinde.

Burası çok ilginç: Amerikan askeri ataşesi diyor ki; Fahrettin Paşa İbn Suud üzerinde öyle bir etki kurdu ki Necid’teki bütün askeri birlikler onun emrine girdi. Ayrıca Türkler İngiliz etkisini kırmak için top ve mühimmat da gönderdiler.

Şehitlerimizin ruhu şad olsun!

Suudiler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ülkelerindeki karışıklığı bastırmak için çağırabilirler…

Ta Atatürk döneminde imzalanan ikili anlaşmalar var. 

Türkiye, şartlar oluştuğunda askeri müdahalede bulunabilir. 

Suudi Arabistan'a asker sevkiyatında Katar’da bulunan Türk askeri üssü intikal merkezi olma  özelliğine sahip. 

Arabistan coğrafyası kırk yamalı bohça. 

Sökükler dikiş tutmuyor. Dini fanatizm ve batı toplumlarına yöneliş büyük toplumsal handikap. Şii nüfus, Kum odaklı. 

Kızıldeniz jeopolitiğinde yabancı askerî kuvvetlerin varlığı artarak devam ettiği gibi yöneticilerin reformları halkın beklentisini karşılamaktan uzak. 

Bir de buna İngilizler’in entrikalarını ekleyin. 

Mayıs 2012'de Türkiye ile Suudi Arabistan arasında askeri eğitim işbirliği anlaşması imzalandı.

Yapılan anlaşma çerçevesinde Suudi Arabistan ile Türkiye arasında askeri öğrenci değişimi yapılabiliyor, Suudi Subayların, Türkiye'deki Harp Okulları’nda eğitim almasına imkan sağlanıyor. 

Şubat 2016'da Türkiye-Suudi Arabistan Savunma Sanayii Alanında İşbirliği Anlaşması çerçevesinde, ​​Türkiye'nin savunma sanayi alanında ​önde gelen şirketi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'nın (TSKGV) bir kuruluşu olan ASELSAN ile Suudi Arabistan kamu şirketi TAQNIA Defense and Security Technologies (DST) şirketi arasında Suudi Arabistan Savunma Elektroniği Şirketi kurulmasına yönelik ortak şirket anlaşması imzalandı. 

Türk Ordusu, Suudi Arabistan’da!.. Ateş yanmayan yerde duman tütmez!..

Türk askerleri Suriye, Irak, Katar, Somali, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Lübnan, Afganistan, KKTC ve Azerbaycan’da görev yapıyor. 

Suudi Arabistan sınırları içerisinde, özel görevle ve özel izinle tahsis edilen gizli bir askeri üssümüz var” desem!..

Hatırlayın bir kaç yıl önce Körfez ülkeleri ile Katar arasındaki kriz hakkında açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da faaliyete geçen benzer bir askeri üssün Suudi Arabistan’da da kurulmasını teklif etmişti.

Suudi bir yetkili de ülkelerinde Türkiye’ye ait bir askeri üsse ihtiyaç olmadığını ve bu sebeple bunun hoş karşılanmayacağını falan söylemişti. 

Yazının bundan sonrasını siz kurgulayın. 

Tahayyülünüze yani hayal gücünüze sonsuz güvenim var.

Aklıma gelmişken Suudi yönetimi ile AK Parti hükümetinin mi arası iyi değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mi?

İnanın ben bu sorunun cevabını veremiyorum. 

Bir diğer sorum da şu, eğer İngiliz ekolünden Katar ile İngiliz, ABD ve Türk ekolünden hangisine ait olduğuna dair bocalayıp duran Suudi Arabistan arasındaki rekabet savaşa dönüşürse, Türkiye hangisini destekler?

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete