Jön Türk Ubeydullah Efendi'nin Amerika’da kurduğu Türk haber alma teşkilatı!

Jön Türk Ubeydullah Efendi'nin Amerika’da kurduğu Türk haber alma teşkilatı!

ABD merkezli misyoner örgütleri, farkında olmadan ABD’de Osmanlı/Türk diasporasını oluşturdu.

Bu demografik sonucu öngörselerdi kesinlikle böyle bir işe kalkışmazlardı diye düşünüyorum. 

1810’da Boston’da kurulan ABD’nin Protestan misyoner teşkilatı ABCFM (American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Yabancı Misyon Örgütü) misyonerlerinin yönlendirmesiyle, 50 bini Müslüman (Arap, Boşnak, Arnavut, Türk, Kürt) 400 bin Osmanlı vatandaşı; İmparatorluğun farklı şehirlerinden, özellikle de Anadolu’da Trabzon, Manisa, Elazığ (Harput), Malatya ve İzmir’den Amerika’ya göç etti.

1820’de yapılan nüfus sayımı kayıtlarına göre Amerika’da 21 Türk yaşıyordu.

Anadolu'nun tüccar Rumlar, Maruniler, Süryaniler, Yahudiler, Malakanlar, mezheplerini değiştiren Ermeniler, Ermeni komitacılar ile devletin güvenlik güçleri arasında sıkışıp kalanlar, askere gitmemek veya askerlik bedeli ödemekten kaçınan Ermeni gençler, Amerika’ya ilk giden göçmen kafilesindendi.

O kadar ki Boston şehrinde 1880 yılında 3 bini Aşkın Ermeni nüfus yaşıyordu.

Bunların arasına karışan bir o kadar da Türk kökenlileri unutmayın.

Allah, Protestan Misyonerleri Türkler’e nasıl çalıştırdı!..

İki yüz yıllık (1825 ve 1925) Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk yüzyılında Misyonerlerin asıl amaçları Müslüman olmayan Osmanlı yurttaşlarını Amerika’ya taşımaktı. 

Amerika’nın yerli halk Kızılderililerden boşaltılan toprakları onlarla doldurdular. 

Büyük endüstri toplumunda sanayi sektöründe ihtiyaç duyulan ucuz iş gücünü onlardan karşıladılar. 

Amerika’ya göç eden Osmanlı vatandaşları Detroit, Boston, Clevlend’da ağırlıklı olarak deri fabrikalarında, otomotiv sektöründe ve çelik sanayinde ağır şartlar altında çalıştırıldılar.

Düşünsenize 19. yüzyılın sonunda sadece Ford’da çalışan 7 bin Türk'ten söz ediliyor. 

NY, Detroit, Cleveland başta olmak üzere, birçok yerde Türkler'e ait 250'ye yakın mezarlıkta binlerce Müslüman Türk, kendi vatanlarından uzakta memleket hasretiyle medfun. 

Niye niyet, kime kısmet?

Eğer günümüzde Osmanlı İmparatorluğu sınırlarından yüzyıl öncesi Latin Amerika’ya göç etmiş Müslim, gayri Müslim herkese “El-Turko”  deniliyor, Latin Amerika’da hemen her ülkede “El Turco” olarak adlandırılan ailelere rastlanabiliyorsa, haklarını yememek lazım bu misyonerlerin payı büyük. 

Amma Enfâl Suresi 30. Ayetini unutmuş olmalılar; “Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir.”

Çok partili sisteme geçişle birlikte Türkiye’de nasıl büyük şehirlere göç olgusunda hemşericilik faktörü etkin olduysa, ABD’ye ilk gelen Türkler arasında da bu tür bir sosyal dayanışmanın yaşandığı anlaşılıyor.

Amerika’nın yeni sakinleri Türkler, Türkiye’deki bekâr odalarına benzeyen “boarding house” denilen, yurt tarzı evlerde barındılar.

Kendi ülkelerindeki toprak damlı kerpiç duvarlı evlerinin yanında “boarding house”, onlar için “padişah sarayı” gibiydi.

Buralarda kalmak hem çalışıp en az harcamayla para biriktirmek, hem de birbirlerine destek olmaları açısından önemliydi.

Bu evlerde 30-40 bazen sayıları 100’e kadar çıkan Osmanlı coğrafyasından çıkıp gelmiş göçmenler ikamet ediyordu.

Türkler, İngilizce bilmediklerinden dil sorununu genellikle daha önce gelmiş Ermeni ve Rumların aracılığıyla  çözmüşler, helal  yiyecek arayışlarında ise Osmanlı coğrafyasından göç etmiş Yahudi toplumundan destek görmüşlerdi.

Amerika’daki evliliklerinden doğan erkek çocuklarının sünnetinde ise yine Yahudileri yanı başlarında bulmuşlardı.

Amerika’da ilk istihbarat faaliyetlerini başlatan Ubeydullah Efendi...

Ubeydullah Efendi (1858-1937), sarıklı-cübbeli bir Jön Türk’tü. Babası İzmir’in ünlü Hatipoğulları sülalesinden ve Bektaşi meşreb alimlerden Hoca Şakir Efendi, annesi ise İzmir’in tanınmış ailelerinden Musulluzadeler’in kızıydı.

Evleri şehir kütüphanesini andırıyordu. İfadesine göre babasının iki-üç bin cilt, annesinin ise elli cilt kitabı mevcuttu.

Ubeydullah Efendi; Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye'de hukuki temellerin atılmasında katkılarda bulunmuş devlet adamı Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'un dayısıydı. 

II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi’yi (bugünkü Libya’nın güneyinde, Büyük Sahra’da bulunan) Taif’e sürmüş, İttihat ve Terakki ise İkinci Meşrutiyet’te üç defa mebus seçtirmişti.

-Ubeydullah Efendi ve Talat Paşa 1909 yılında Londra'da…-

Kendisini tanıyanlar, “sıra dışı gizemli bir kişiliği” olduğu hususunda hemfikirdi.

İttihatçı olmasına ittihatçıydı ama II. Abdulhamid'e jurnal göndermesiyle maruftu. Çünkü Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın önde gelen çalışanlarındandı. İngilizce, Arapça ve Farsça biliyordu.

Devlette devamlılık esası gereğince Mehmet Ubeydullah Efendi'nin görevi II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında da devam etti.

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy gibi Teşkilat-ı Mahsusa'nın üst aklını oluşturan heyet üyesiydi. Ama görünmeyen “Beyaz Hayaletler”in deyim yerindeyse piri oydu.

Görevi gereği bir bakarsınız Buckingam Sarayı'nda imparatorla, İngiltere Kraliçesi ile sohbet eder. Başka bir gün onu New York sokaklarında zeytinyağlı patlıcan dolması satarken görürsünüz.

Küba'da sebze halinde zerzevatçıların hücumuna uğrar. Hamallık eder, günlerce aç olarak parklarda yatar.

Bir müddet sonra bakarsınız ki büyükelçi olarak Afganistan'a giderken yirmi yedi bin kişi tarafından bir şehirde istikbal edilir ve o geçecek diye şerefine bütün dükkânlar, çarşılar kapanır. 

Ubeydullah Efendi'nin Amerika çıkartması…

Ubeydullah Efendi, 1893 yılında, gazetelerin boyuna yazıp durduğu meşhur Chicago sergisini görmek arzusuna kapılır.

İçindeki macera aşkıyla bulup buluşturur, vapura biner gider. Fransa’dan İngiltere’ye, oradan Amerika’ya geçer vapurla. Oradan da Küba’ya kadar uzanır.

İstanbul’a beş buçuk yıl sonra dönecektir. 1 Mayıs 1893 tarihinde Chicago sergisinin açılışında orada olma sürecini şöyle anlatır;

“Amerika’da ben keten helvası da sattım. Lokantacılık da ettim. Yapılarda ırgatlık da yaptım. 

Sanat öğrenip onu da işledim. Hele panorama (bir tür Sinematografi tekniği) ile şark manzarası seyrettirerek dört ay kadar bununla geçindim.

En birinci sanatımın da gazetecilik olduğunu unutmayalım. Bu işleri yapmakla beraber aç kaldığım da oluyordu. Fakat az müddet sonra bir mahreç bulup müzayakadan çıkıyordum.”

Amerika’da, Küba’da, Fransa’da ve Balkanlar’da keten helva ve sebze satıcılığından gazeteciliğe kadar bir dizi iş yapan “sarıklı Jön TürkUbeydullah Efendi'nin çelişkilerle dolu kişiliği, onun 'İstihbaratçı' yönü hakkında fikir vericidir.

1893 tarihinde Osmanlı Büyükelçisi Aleksandros Mavroyeni ile gizli irtibat kurdu… 

Ubeydullah Efendi’nin gizli görevle gönderildiği Amerika’da o tarihte ABD Osmanlı BüyükelçisiII. Abdülhamit'in özel doktoru ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocalarından Spiridon Mavroyeni'nin oğlu, Aleksandros Mavroyeni Bey’di. 

Mavroyeni Bey’in Washington Elçiliği döneminde (1887–1896),  Amerikan misyonerlerinin teşvikiyle Türkiye’den Amerika’ya Ermeni göçleri hızlandı. 

Amerika’da Ermeni kolonisi oluşmakla kalmadı Hınçak ve Taşnaksutyun adlı Ermeni ihtilal örgütleri buralarda yuvalandı. Anadolu’da kanlı eylemleri başlattılar.

Osmanlı vatandaşlığından Amerikan vatandaşlığına geçen, Amerikan pasaportu alan ve dolayısıyla ABD’nin koruyuculuğuna sığınan Ermeni teröristler, geri dönerek Anadolu’da terör eylemlerinde bulunuyordu. 

Amerika’da Ermeni kolonisi, Osmanlı Devleti aleyhine yaygaraya başlamak için gazete, mecmua yayınına başladılar. 

Türk yönetimi aleyhinde sistematik düşmanlık içeren neşriyatın fitili ateşlendi.

En büyük destekçileri Amerikan misyonerleri de boş durmadı, eş zamanlı olarak Türkiye aleyhindeki propagandalarını hızlandırdı. 

Sonuçta Amerikan basınında, Ermeni propagandası gözle görülür biçimde arttı. 

Derdini Marko Paşa’ya anlat” derler ya!

İşte o Marko Paşa'nın oğlu, Washington’daki Osmanlı Elçisi Mavroyeni de kollarını sıvadı. 

Osmanlı Büyükelçisi Aleksandros Mavroyeni, istihbarat topladı Ermeni komitecileri yakından izletti…

Hınçak komitesinin Amerika’da da örgütlenmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğunun Washington Elçiliği istihbarat toplama ve komitecileri yakından izlemekle görevlendirildi.

Gerçi New York, Boston ve Şikago’da konsolosluklar vardı ve oldukça iyi çalışıyorlardı. 

Ancak onların derledikleri bilgiler yetersiz kalınca Büyükelçi Mavroyeni; Massachussets eyaletinde yoğunlaşan Ermeni kolonisi içinden haber almak için önce oralarda yaşayan Ermenilerden ajanlar veya muhbirler devşirdi.

Boston Başkansolosu Jasigi de, Bogigian adlı bir Ermeni iş adamını Türk İstihbaratı’na angaje etti. 

Bogigian, yaklaşık 15 yıldır Boston’da yerleşikti. Yılda bir kez İstanbul'a gider gelir, dönüşünde mutlaka Boston Başkonsolosluğu’na uğrar, temasları hakkında bilgi verirdi.

Mavroyeni Bey, 1894 Mart’ında, Boston’daki Amerikan gizli polisi içinden bir gizli ajan tutmuş ve onun aracılığıyla Hınçak komitesini yakından izletmişti. 

Hizmetleri karşılığında haftada 65 dolar, ayda 260 dolar ödenen. Amerikalı gizli ajan, Mavroyeni’ye önemli raporlar vermişti.

Bu bilgilere göre Amerika’daki Hınçak örgütünün başında Garabedian adında bir ihtilâlci vardır, onun Boston’da sağ kolu Chitjian adında bir komitecidir. 

Aslen papaz olan ve bir süre Amerikan misyonerlerinden maaş alan Chitjian, sonra papazlığı bırakmış, bütün mesaisiyle Ermeni terör örgütü için çalışmaya başlamıştı.

Misyonerlerin kendisine maaşının ödemesini durdurunca, Çarlık Rusyası ile irtibata geçmişti. 

Amerikalı ajan Chitjian'la dostluk kurarak Hınçak komitesinin Amerika’daki gizli çalışmaları ve dış ilişkileri hakkında Osmanlı Elçisine üstüste raporlar yetiştirmeyi başarmıştı. 

Türkler, Amerika'da nasıl istihbarat satın aldı?

Amerikalı dedektifler özellikle Amerika’daki Ermeni komitelerine yönelik faaliyetlerde Osmanlı diplomatlarınca istihbarat görevlerinde kullanıldı.

Osmanlı’nın Boston Başkonsolosu Jasigi, Büyükelçi Mavroyeni'nin talimatı doğrultusunda “Pinkerton Detektiflik Bürosu”ndan bir dedektif kiraladı.

Aslen İskoçyalı Allan Pinkerton; “Pinkerton National Detective Agency- Pinkerton Ulusal Dedektiflik Bürosu"nu 1850'de Amerika’da kurdu.

'Biz Hiç Uyumadık' sloganı, ajansı kısa sürede popülerleştirdi.

Pinkerton, Amerikan İç Savaşı sırasında Binbaşı E. J. Allen adıyla orduda görev yaparak istihbarat toplamıştır. 

Günümüzde “CIA” olarak bilinen Amerikan gizli istihbaratının temelleri Pinkerton’un önderliğinde kurulan Ulusal Dedektif Ajansı’dır.

1861'de Allan Pinkerton, Abraham Lincoln'ün hayatı üzerine bir suikast planını durdurdu. 

Amerikan İç Savaşı sırasında Allan Pinkerton, ABD Gizli Servisi'nin öncüsü olan Birlik İstihbarat Servisi'nin başıydı.

14 Mayıs 1894 tarihinde Pinkerton Dedektiflik Bürosu memuru F. E., Boston Başkonsolosuna, Ermeniler ve diğer Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasından çıkıp gelen göçmenlerle ilgili hazırladığı  raporları sunuyordu.

Amerika’da Pinkerton Dedektiflik Bürosu, 1999 yılında, 1934 yılında bir güvenlik şirketi olarak İsveç’te kurulan Securitas firmasına satıldı. 

Uzun sözün kısası; sarıklı cübbeli Jön Türk Ubeydullah Efendi; bu gezisi sırasında Amerika'daki Türk (Osmanlı) diasporasını örgütledi. 

Yüzyılda yeşeren bir yapılanmanın tohumlarını serpti. Ta ki Mehmet Münir Ertegün, Washington’a Büyükelçi atanıncaya kadar… 

Şairin (NFK) dediği gibi "Tohum saç, bitmezse toprak utansın! /  Hedefe varmayan mızrak utansın!" 

ABD Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ü “Teşkilat-ı Mahsusa”cı Mehmet Akif Ersoy yetiştirdi…

1883’te İstanbul’da doğan Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde görev yapan Mehmet Münir Ertegün’ün babası evkaf nazırlarından Mehmet Cemil Bey, annesi ise İstanbul Sultantepe'deki Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin kızı Ayşe Hamide Hanım'dır. 

Mehmet Münir Ertegün’ün iyi bir diplomat ve istihbaratçı olarak yetiştirilmesinde Teşkilatı Mahsusa’nın beyin takımından Mehmet Akif Ersoy’un katkısı çoktu. Öyle ki Münir Ertegün, Mehmet Akif’in deyim yerindeyse rahle-i tedrisinden geçmişti.

Nitekim bu yakınlığa ve muallim-talebe ilişkine tanıklık eden Mahir İz, Akif'i ziyarete gittiği bir gün, geleceğin ünlü diplomatı Münir Ertegün'e rastlar. 

Mehmet Akif Ersoy’un dizinin dibinde oturan Münir Bey, Akif’in gözetiminde “Hafız Divanı” okumaktadır. Talebesi yanıldıkça Akif oturduğu yerden onun yanlış okuduğu kısmı, ezberinden düzeltmektedir. 

Ertegün; Dışişleri Bakanlığı baş hukuk danışmanlığına yükselmiş, Lozan Antlaşması'na katılan Türk delegasyonunun hukuk danışmanıydı. 

Münir Ertegün, Lozan delegasyonumuz içinde Hukuk bilen tek yetkin kişi olması nedeniyle Lozan görüşmelerinde herkesten çok çalışan kişi o olmuştu. 

Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyetinde yer alan Rıza Nur; "O'nu ya çalışırken, ya da namaz kılarken görürdüm. Metinlerin Türkçeye tercümesi işi de tamamen O'na aitti. Münir, Lozan boyunca insanüstü çalışmıştır" demişti. 

Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal Paşa onu Milletler Cemiyeti’ne Türk gözlemci ve aynı zamanda Bern Ortaelçisi olarak İsviçre’ye göndermiş, ardından Paris ve Londra Büyükelçiliklerine atamıştı.

Bu görevleri sırasında  muarızları onu Dışişleri Bakanlığı’na şikayet etmişler, "Miskin, derviş, beş vakit namaz kılıyor, sefarethaneyi tekke, cami yaptı. Kimseyle teması yok. Böyle sefirlik olur mu?” diye aleyhinde propagandadan geri durmadılar. 

Mehmet Münir Ertegün, Şirket-i Hayriye idarecilerinden Rüstem Bey’in kızı Hayrünnisa Hanım ile evlenmiş ve Nesuhi, Ahmet ve Selma adında üç çocukları olmuştu. Oğulları Ahmet Ertegün ve Nesuhi Ertegün dünyanın en büyük plak şirketlerinden olan Atlantic Records’un kurucularıydı. 

Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin torunu, Türk İstihbaratçı Mehmet Akif Ersoy’un öğrencisi Mehmet Münir Ertegün, 1934 ve 1944 yılları arasında  (Beyaz Hayaletler’in Amerika’ya yerleştiği tarih) Washington Büyükelçiliği döneminde Nikola  Tesla ve Albert Einstein ile kurulan İrtibatı pekiştirmiş, onları Kadim Türk Devleti’nin emrine vermişti. 

Mehmet Münir Ertegün'ü, 1934 yılında atandığı ABD Washington Büyükelçilik görevinden ölüm ayırdı…

Bu görevi sırasında Türkiye ile ABD arasında kuvvetli ilişkiler sağlayan, sevilen ve etkin bir büyükelçi profili çizmiş, hatta o kadar ki, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile de yakın dost olmuştu.

Vefatından sonra naaşının 1946 yılında ünlü USS Missouri Zırhlısı ile Türkiye’ye gönderilmesi, ABD tarafından kendisine verilen değerin bir yansımasından başka birşey olabilir mi? 

Irkçı Amerika’da siyahi müzisyenlere kucak açan Türk Büyükelçiliği…

Amerika’da ırkçılık karşıtı toplumsal başkaldırının fitilini Ertegün ailesi ve Türk Büyükelçiliği ateşledi.

Nasıl mı? 

Düşünsenize, ABD'de ayrımcılığın en şiddetli olduğu dönemlerde kapılarını siyahi müzisyenlere açarak adını caz tarihine yazdıran koskoca dünyada bir tek Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği var. Bu bize az bir onur mu? 

Demokrasinin beşiği ne İngiltere ne diğer Avrupa ülkeleri ırkçı uygulamalara sesini çıkarmayı bırakın, tam tersine onay  veriyorlardı. 

1940'larda, aralarında daha sonra dünyanın en tanınmış müzisyenleri haline gelen bir grup siyahi caz sanatçısının enstrümanlarından çıkan nağmelerin yankılandığı Washington'daki Türk büyükelçiliği, cazın merkezi oldu.

Türkler, Siyahilere insan olduklarını hatırlatmakla kalmadı, vicdanı katılaşmış Emperyalistlere başkaldırmalarına kültürel ortam da hazırladı, onları bilinçlendirdi. 

The Rolling Stones, Led Zeppelin’in yanı sıra Eric Clapton, Aretha Franklin ve Ray Charles gibi isimleri müzik dünyasına kazandırmış bir ismin Türk olmasının hiç mi anlamı yok?

Siyah müzisyenlerle arasındaki iyi bağlardan ötürü dönemin en önemli jazz müzisyenleri hiç düşünmeden anlaşmalarını onunla yaptılar.

Amerika’ya, Avrupa futbolunu ilk getiren kişi olan Ertegün, 70’li yıllarda New York Cosmos takımını kurdu. 

27 Eylül 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atlantic Records plak şirketinin sahibi merhum Ahmet Ertegün’ün eşi Mika Ertegün’e Türkiye Cumhuriyeti Devlet Nişanını takdim etmişti. 

Ahmet Ertegün’ü, çoğumuz Amerika’daki Atlantic Records’un sahibi olan önemli bir müzik yapımcısı kimliğiyle tanır; bugün şöhret sahibi çok sayıda Amerikalı müzisyeni, meselá Ray Charles’ı keşfeden kişi diye biliriz.

Şimdiki ABD Başkanı Trump'a Türkler’i, Türkiye’yi tanıtan adamdı.

İstanbul Mecidiyeköy’deki Trump Towers projesiyle markasını Avrupa’da ilk kez Türkiye’ye taşıyan dünyaca ünlü ABD’li emlak kralı Donald Trump, 2008’de “kalbimde yeri var” dediği İstanbul’uçok özel bir şehir” diye nitelemiş, “Dostum Ahmet Ertegün bir Türkiye aşığıydı. Türkiye benim için de girişimlerde bulunup büyük çapta yatırımlar yapacağım bir ülke” demişti. 

Trump 'yakın dostum' dediği Ahmet Ertegün öldüğünde cenazesinin Türkiye’ye götürülmesi için özel uçağını tahsis edebilecek kadar bu sözlerinde samimiydi. 

Ertegün ailesi magazin dünyasının içinde Amerikan sosyetesinin, para çevrelerinin hatta politikacıların nabzını tutuyor, Ankara'daki görünmezler  Amerika’nın siyasi tansiyonunu, küresel refleksini işte böyle ölçüyorlardı. 

Hollywood yıldızlarının, ünlü müzisyenlerin özel hayatlarından ortalığa saçılan bilgiler Amerikan medyasına düşmeden Ankara’nın kucağına düşüyordu. 

ABD’de Türk kökenli Müslüman toplumun bir araya geldiği, kimlik ve inançlarının sürdürülebilir boyuta taşıdıkları, bu ülkede yaşayan diğer din ve inanç sahipleriyle insani zeminde görüştükleri mekânlarda var.

Dernek, dergah türü bu kurumların nasıl bir işleve sahip oldukları, Amerikan toplumunda üstlendikleri kutsi misyon tahmin dahi edilemez.

Irkçı ABD rejiminin siyahilere yönelik katı ambargosunu hiçe sayan, II Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle sürdüğü yıllarda Zenci müzisyenleri Büyükelçilik binasına davet ederek onlara kucak açan İstanbul Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi’nin torunu, Atlantic Records’un kurucuları Ahmet Ertegün ve Nesuhi Ertegün’ün babası, 1934-1944 arası ölümüne kadar Washington DC Büyükelçiliği görevinde bulunan Mehmet Münir Ertegün olmuştu. 

Amerika’da Bektaşi, Nakşi ve Cerrahi tasavvuf ekollerinin kurumsallaştığı tekke ve dergahların varlığı gösteriyor ki Amerika’da “istikbal inkılâbâtı içinde en gür sedâ İslam’ın sedâsı olacaktır!”

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

ABD merkezli misyoner örgütleri, farkında olmadan ABD’de Osmanlı/Türk diasporasını oluşturdu.

Bu demografik sonucu öngörselerdi kesinlikle böyle bir işe kalkışmazlardı diye düşünüyorum. 

1810’da Boston’da kurulan ABD’nin Protestan misyoner teşkilatı ABCFM (American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Yabancı Misyon Örgütü) misyonerlerinin yönlendirmesiyle, 50 bini Müslüman (Arap, Boşnak, Arnavut, Türk, Kürt) 400 bin Osmanlı vatandaşı; İmparatorluğun farklı şehirlerinden, özellikle de Anadolu’da Trabzon, Manisa, Elazığ (Harput), Malatya ve İzmir’den Amerika’ya göç etti.

1820’de yapılan nüfus sayımı kayıtlarına göre Amerika’da 21 Türk yaşıyordu.

Anadolu'nun tüccar Rumlar, Maruniler, Süryaniler, Yahudiler, Malakanlar, mezheplerini değiştiren Ermeniler, Ermeni komitacılar ile devletin güvenlik güçleri arasında sıkışıp kalanlar, askere gitmemek veya askerlik bedeli ödemekten kaçınan Ermeni gençler, Amerika’ya ilk giden göçmen kafilesindendi.

O kadar ki Boston şehrinde 1880 yılında 3 bini Aşkın Ermeni nüfus yaşıyordu.

Bunların arasına karışan bir o kadar da Türk kökenlileri unutmayın.

Allah, Protestan Misyonerleri Türkler’e nasıl çalıştırdı!..

İki yüz yıllık (1825 ve 1925) Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk yüzyılında Misyonerlerin asıl amaçları Müslüman olmayan Osmanlı yurttaşlarını Amerika’ya taşımaktı. 

Amerika’nın yerli halk Kızılderililerden boşaltılan toprakları onlarla doldurdular. 

Büyük endüstri toplumunda sanayi sektöründe ihtiyaç duyulan ucuz iş gücünü onlardan karşıladılar. 

Amerika’ya göç eden Osmanlı vatandaşları Detroit, Boston, Clevlend’da ağırlıklı olarak deri fabrikalarında, otomotiv sektöründe ve çelik sanayinde ağır şartlar altında çalıştırıldılar.

Düşünsenize 19. yüzyılın sonunda sadece Ford’da çalışan 7 bin Türk'ten söz ediliyor. 

NY, Detroit, Cleveland başta olmak üzere, birçok yerde Türkler'e ait 250'ye yakın mezarlıkta binlerce Müslüman Türk, kendi vatanlarından uzakta memleket hasretiyle medfun. 

Niye niyet, kime kısmet?

Eğer günümüzde Osmanlı İmparatorluğu sınırlarından yüzyıl öncesi Latin Amerika’ya göç etmiş Müslim, gayri Müslim herkese “El-Turko”  deniliyor, Latin Amerika’da hemen her ülkede “El Turco” olarak adlandırılan ailelere rastlanabiliyorsa, haklarını yememek lazım bu misyonerlerin payı büyük. 

Amma Enfâl Suresi 30. Ayetini unutmuş olmalılar; “Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir.”

Çok partili sisteme geçişle birlikte Türkiye’de nasıl büyük şehirlere göç olgusunda hemşericilik faktörü etkin olduysa, ABD’ye ilk gelen Türkler arasında da bu tür bir sosyal dayanışmanın yaşandığı anlaşılıyor.

Amerika’nın yeni sakinleri Türkler, Türkiye’deki bekâr odalarına benzeyen “boarding house” denilen, yurt tarzı evlerde barındılar.

Kendi ülkelerindeki toprak damlı kerpiç duvarlı evlerinin yanında “boarding house”, onlar için “padişah sarayı” gibiydi.

Buralarda kalmak hem çalışıp en az harcamayla para biriktirmek, hem de birbirlerine destek olmaları açısından önemliydi.

Bu evlerde 30-40 bazen sayıları 100’e kadar çıkan Osmanlı coğrafyasından çıkıp gelmiş göçmenler ikamet ediyordu.

Türkler, İngilizce bilmediklerinden dil sorununu genellikle daha önce gelmiş Ermeni ve Rumların aracılığıyla  çözmüşler, helal  yiyecek arayışlarında ise Osmanlı coğrafyasından göç etmiş Yahudi toplumundan destek görmüşlerdi.

Amerika’daki evliliklerinden doğan erkek çocuklarının sünnetinde ise yine Yahudileri yanı başlarında bulmuşlardı.

Amerika’da ilk istihbarat faaliyetlerini başlatan Ubeydullah Efendi...

Ubeydullah Efendi (1858-1937), sarıklı-cübbeli bir Jön Türk’tü. Babası İzmir’in ünlü Hatipoğulları sülalesinden ve Bektaşi meşreb alimlerden Hoca Şakir Efendi, annesi ise İzmir’in tanınmış ailelerinden Musulluzadeler’in kızıydı.

Evleri şehir kütüphanesini andırıyordu. İfadesine göre babasının iki-üç bin cilt, annesinin ise elli cilt kitabı mevcuttu.

Ubeydullah Efendi; Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye'de hukuki temellerin atılmasında katkılarda bulunmuş devlet adamı Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'un dayısıydı. 

II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi’yi (bugünkü Libya’nın güneyinde, Büyük Sahra’da bulunan) Taif’e sürmüş, İttihat ve Terakki ise İkinci Meşrutiyet’te üç defa mebus seçtirmişti.

-Ubeydullah Efendi ve Talat Paşa 1909 yılında Londra'da…-

Kendisini tanıyanlar, “sıra dışı gizemli bir kişiliği” olduğu hususunda hemfikirdi.

İttihatçı olmasına ittihatçıydı ama II. Abdulhamid'e jurnal göndermesiyle maruftu. Çünkü Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın önde gelen çalışanlarındandı. İngilizce, Arapça ve Farsça biliyordu.

Devlette devamlılık esası gereğince Mehmet Ubeydullah Efendi'nin görevi II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında da devam etti.

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy gibi Teşkilat-ı Mahsusa'nın üst aklını oluşturan heyet üyesiydi. Ama görünmeyen “Beyaz Hayaletler”in deyim yerindeyse piri oydu.

Görevi gereği bir bakarsınız Buckingam Sarayı'nda imparatorla, İngiltere Kraliçesi ile sohbet eder. Başka bir gün onu New York sokaklarında zeytinyağlı patlıcan dolması satarken görürsünüz.

Küba'da sebze halinde zerzevatçıların hücumuna uğrar. Hamallık eder, günlerce aç olarak parklarda yatar.

Bir müddet sonra bakarsınız ki büyükelçi olarak Afganistan'a giderken yirmi yedi bin kişi tarafından bir şehirde istikbal edilir ve o geçecek diye şerefine bütün dükkânlar, çarşılar kapanır. 

Ubeydullah Efendi'nin Amerika çıkartması…

Ubeydullah Efendi, 1893 yılında, gazetelerin boyuna yazıp durduğu meşhur Chicago sergisini görmek arzusuna kapılır.

İçindeki macera aşkıyla bulup buluşturur, vapura biner gider. Fransa’dan İngiltere’ye, oradan Amerika’ya geçer vapurla. Oradan da Küba’ya kadar uzanır.

İstanbul’a beş buçuk yıl sonra dönecektir. 1 Mayıs 1893 tarihinde Chicago sergisinin açılışında orada olma sürecini şöyle anlatır;

“Amerika’da ben keten helvası da sattım. Lokantacılık da ettim. Yapılarda ırgatlık da yaptım. 

Sanat öğrenip onu da işledim. Hele panorama (bir tür Sinematografi tekniği) ile şark manzarası seyrettirerek dört ay kadar bununla geçindim.

En birinci sanatımın da gazetecilik olduğunu unutmayalım. Bu işleri yapmakla beraber aç kaldığım da oluyordu. Fakat az müddet sonra bir mahreç bulup müzayakadan çıkıyordum.”

Amerika’da, Küba’da, Fransa’da ve Balkanlar’da keten helva ve sebze satıcılığından gazeteciliğe kadar bir dizi iş yapan “sarıklı Jön TürkUbeydullah Efendi'nin çelişkilerle dolu kişiliği, onun 'İstihbaratçı' yönü hakkında fikir vericidir.

1893 tarihinde Osmanlı Büyükelçisi Aleksandros Mavroyeni ile gizli irtibat kurdu… 

Ubeydullah Efendi’nin gizli görevle gönderildiği Amerika’da o tarihte ABD Osmanlı BüyükelçisiII. Abdülhamit'in özel doktoru ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocalarından Spiridon Mavroyeni'nin oğlu, Aleksandros Mavroyeni Bey’di. 

Mavroyeni Bey’in Washington Elçiliği döneminde (1887–1896),  Amerikan misyonerlerinin teşvikiyle Türkiye’den Amerika’ya Ermeni göçleri hızlandı. 

Amerika’da Ermeni kolonisi oluşmakla kalmadı Hınçak ve Taşnaksutyun adlı Ermeni ihtilal örgütleri buralarda yuvalandı. Anadolu’da kanlı eylemleri başlattılar.

Osmanlı vatandaşlığından Amerikan vatandaşlığına geçen, Amerikan pasaportu alan ve dolayısıyla ABD’nin koruyuculuğuna sığınan Ermeni teröristler, geri dönerek Anadolu’da terör eylemlerinde bulunuyordu. 

Amerika’da Ermeni kolonisi, Osmanlı Devleti aleyhine yaygaraya başlamak için gazete, mecmua yayınına başladılar. 

Türk yönetimi aleyhinde sistematik düşmanlık içeren neşriyatın fitili ateşlendi.

En büyük destekçileri Amerikan misyonerleri de boş durmadı, eş zamanlı olarak Türkiye aleyhindeki propagandalarını hızlandırdı. 

Sonuçta Amerikan basınında, Ermeni propagandası gözle görülür biçimde arttı. 

Derdini Marko Paşa’ya anlat” derler ya!

İşte o Marko Paşa'nın oğlu, Washington’daki Osmanlı Elçisi Mavroyeni de kollarını sıvadı. 

Osmanlı Büyükelçisi Aleksandros Mavroyeni, istihbarat topladı Ermeni komitecileri yakından izletti…

Hınçak komitesinin Amerika’da da örgütlenmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğunun Washington Elçiliği istihbarat toplama ve komitecileri yakından izlemekle görevlendirildi.

Gerçi New York, Boston ve Şikago’da konsolosluklar vardı ve oldukça iyi çalışıyorlardı. 

Ancak onların derledikleri bilgiler yetersiz kalınca Büyükelçi Mavroyeni; Massachussets eyaletinde yoğunlaşan Ermeni kolonisi içinden haber almak için önce oralarda yaşayan Ermenilerden ajanlar veya muhbirler devşirdi.

Boston Başkansolosu Jasigi de, Bogigian adlı bir Ermeni iş adamını Türk İstihbaratı’na angaje etti. 

Bogigian, yaklaşık 15 yıldır Boston’da yerleşikti. Yılda bir kez İstanbul'a gider gelir, dönüşünde mutlaka Boston Başkonsolosluğu’na uğrar, temasları hakkında bilgi verirdi.

Mavroyeni Bey, 1894 Mart’ında, Boston’daki Amerikan gizli polisi içinden bir gizli ajan tutmuş ve onun aracılığıyla Hınçak komitesini yakından izletmişti. 

Hizmetleri karşılığında haftada 65 dolar, ayda 260 dolar ödenen. Amerikalı gizli ajan, Mavroyeni’ye önemli raporlar vermişti.

Bu bilgilere göre Amerika’daki Hınçak örgütünün başında Garabedian adında bir ihtilâlci vardır, onun Boston’da sağ kolu Chitjian adında bir komitecidir. 

Aslen papaz olan ve bir süre Amerikan misyonerlerinden maaş alan Chitjian, sonra papazlığı bırakmış, bütün mesaisiyle Ermeni terör örgütü için çalışmaya başlamıştı.

Misyonerlerin kendisine maaşının ödemesini durdurunca, Çarlık Rusyası ile irtibata geçmişti. 

Amerikalı ajan Chitjian'la dostluk kurarak Hınçak komitesinin Amerika’daki gizli çalışmaları ve dış ilişkileri hakkında Osmanlı Elçisine üstüste raporlar yetiştirmeyi başarmıştı. 

Türkler, Amerika'da nasıl istihbarat satın aldı?

Amerikalı dedektifler özellikle Amerika’daki Ermeni komitelerine yönelik faaliyetlerde Osmanlı diplomatlarınca istihbarat görevlerinde kullanıldı.

Osmanlı’nın Boston Başkonsolosu Jasigi, Büyükelçi Mavroyeni'nin talimatı doğrultusunda “Pinkerton Detektiflik Bürosu”ndan bir dedektif kiraladı.

Aslen İskoçyalı Allan Pinkerton; “Pinkerton National Detective Agency- Pinkerton Ulusal Dedektiflik Bürosu"nu 1850'de Amerika’da kurdu.

'Biz Hiç Uyumadık' sloganı, ajansı kısa sürede popülerleştirdi.

Pinkerton, Amerikan İç Savaşı sırasında Binbaşı E. J. Allen adıyla orduda görev yaparak istihbarat toplamıştır. 

Günümüzde “CIA” olarak bilinen Amerikan gizli istihbaratının temelleri Pinkerton’un önderliğinde kurulan Ulusal Dedektif Ajansı’dır.

1861'de Allan Pinkerton, Abraham Lincoln'ün hayatı üzerine bir suikast planını durdurdu. 

Amerikan İç Savaşı sırasında Allan Pinkerton, ABD Gizli Servisi'nin öncüsü olan Birlik İstihbarat Servisi'nin başıydı.

14 Mayıs 1894 tarihinde Pinkerton Dedektiflik Bürosu memuru F. E., Boston Başkonsolosuna, Ermeniler ve diğer Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasından çıkıp gelen göçmenlerle ilgili hazırladığı  raporları sunuyordu.

Amerika’da Pinkerton Dedektiflik Bürosu, 1999 yılında, 1934 yılında bir güvenlik şirketi olarak İsveç’te kurulan Securitas firmasına satıldı. 

Uzun sözün kısası; sarıklı cübbeli Jön Türk Ubeydullah Efendi; bu gezisi sırasında Amerika'daki Türk (Osmanlı) diasporasını örgütledi. 

Yüzyılda yeşeren bir yapılanmanın tohumlarını serpti. Ta ki Mehmet Münir Ertegün, Washington’a Büyükelçi atanıncaya kadar… 

Şairin (NFK) dediği gibi "Tohum saç, bitmezse toprak utansın! /  Hedefe varmayan mızrak utansın!" 

ABD Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ü “Teşkilat-ı Mahsusa”cı Mehmet Akif Ersoy yetiştirdi…

1883’te İstanbul’da doğan Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde görev yapan Mehmet Münir Ertegün’ün babası evkaf nazırlarından Mehmet Cemil Bey, annesi ise İstanbul Sultantepe'deki Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin kızı Ayşe Hamide Hanım'dır. 

Mehmet Münir Ertegün’ün iyi bir diplomat ve istihbaratçı olarak yetiştirilmesinde Teşkilatı Mahsusa’nın beyin takımından Mehmet Akif Ersoy’un katkısı çoktu. Öyle ki Münir Ertegün, Mehmet Akif’in deyim yerindeyse rahle-i tedrisinden geçmişti.

Nitekim bu yakınlığa ve muallim-talebe ilişkine tanıklık eden Mahir İz, Akif'i ziyarete gittiği bir gün, geleceğin ünlü diplomatı Münir Ertegün'e rastlar. 

Mehmet Akif Ersoy’un dizinin dibinde oturan Münir Bey, Akif’in gözetiminde “Hafız Divanı” okumaktadır. Talebesi yanıldıkça Akif oturduğu yerden onun yanlış okuduğu kısmı, ezberinden düzeltmektedir. 

Ertegün; Dışişleri Bakanlığı baş hukuk danışmanlığına yükselmiş, Lozan Antlaşması'na katılan Türk delegasyonunun hukuk danışmanıydı. 

Münir Ertegün, Lozan delegasyonumuz içinde Hukuk bilen tek yetkin kişi olması nedeniyle Lozan görüşmelerinde herkesten çok çalışan kişi o olmuştu. 

Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyetinde yer alan Rıza Nur; "O'nu ya çalışırken, ya da namaz kılarken görürdüm. Metinlerin Türkçeye tercümesi işi de tamamen O'na aitti. Münir, Lozan boyunca insanüstü çalışmıştır" demişti. 

Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal Paşa onu Milletler Cemiyeti’ne Türk gözlemci ve aynı zamanda Bern Ortaelçisi olarak İsviçre’ye göndermiş, ardından Paris ve Londra Büyükelçiliklerine atamıştı.

Bu görevleri sırasında  muarızları onu Dışişleri Bakanlığı’na şikayet etmişler, "Miskin, derviş, beş vakit namaz kılıyor, sefarethaneyi tekke, cami yaptı. Kimseyle teması yok. Böyle sefirlik olur mu?” diye aleyhinde propagandadan geri durmadılar. 

Mehmet Münir Ertegün, Şirket-i Hayriye idarecilerinden Rüstem Bey’in kızı Hayrünnisa Hanım ile evlenmiş ve Nesuhi, Ahmet ve Selma adında üç çocukları olmuştu. Oğulları Ahmet Ertegün ve Nesuhi Ertegün dünyanın en büyük plak şirketlerinden olan Atlantic Records’un kurucularıydı. 

Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin torunu, Türk İstihbaratçı Mehmet Akif Ersoy’un öğrencisi Mehmet Münir Ertegün, 1934 ve 1944 yılları arasında  (Beyaz Hayaletler’in Amerika’ya yerleştiği tarih) Washington Büyükelçiliği döneminde Nikola  Tesla ve Albert Einstein ile kurulan İrtibatı pekiştirmiş, onları Kadim Türk Devleti’nin emrine vermişti. 

Mehmet Münir Ertegün'ü, 1934 yılında atandığı ABD Washington Büyükelçilik görevinden ölüm ayırdı…

Bu görevi sırasında Türkiye ile ABD arasında kuvvetli ilişkiler sağlayan, sevilen ve etkin bir büyükelçi profili çizmiş, hatta o kadar ki, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile de yakın dost olmuştu.

Vefatından sonra naaşının 1946 yılında ünlü USS Missouri Zırhlısı ile Türkiye’ye gönderilmesi, ABD tarafından kendisine verilen değerin bir yansımasından başka birşey olabilir mi? 

Irkçı Amerika’da siyahi müzisyenlere kucak açan Türk Büyükelçiliği…

Amerika’da ırkçılık karşıtı toplumsal başkaldırının fitilini Ertegün ailesi ve Türk Büyükelçiliği ateşledi.

Nasıl mı? 

Düşünsenize, ABD'de ayrımcılığın en şiddetli olduğu dönemlerde kapılarını siyahi müzisyenlere açarak adını caz tarihine yazdıran koskoca dünyada bir tek Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği var. Bu bize az bir onur mu? 

Demokrasinin beşiği ne İngiltere ne diğer Avrupa ülkeleri ırkçı uygulamalara sesini çıkarmayı bırakın, tam tersine onay  veriyorlardı. 

1940'larda, aralarında daha sonra dünyanın en tanınmış müzisyenleri haline gelen bir grup siyahi caz sanatçısının enstrümanlarından çıkan nağmelerin yankılandığı Washington'daki Türk büyükelçiliği, cazın merkezi oldu.

Türkler, Siyahilere insan olduklarını hatırlatmakla kalmadı, vicdanı katılaşmış Emperyalistlere başkaldırmalarına kültürel ortam da hazırladı, onları bilinçlendirdi. 

The Rolling Stones, Led Zeppelin’in yanı sıra Eric Clapton, Aretha Franklin ve Ray Charles gibi isimleri müzik dünyasına kazandırmış bir ismin Türk olmasının hiç mi anlamı yok?

Siyah müzisyenlerle arasındaki iyi bağlardan ötürü dönemin en önemli jazz müzisyenleri hiç düşünmeden anlaşmalarını onunla yaptılar.

Amerika’ya, Avrupa futbolunu ilk getiren kişi olan Ertegün, 70’li yıllarda New York Cosmos takımını kurdu. 

27 Eylül 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atlantic Records plak şirketinin sahibi merhum Ahmet Ertegün’ün eşi Mika Ertegün’e Türkiye Cumhuriyeti Devlet Nişanını takdim etmişti. 

Ahmet Ertegün’ü, çoğumuz Amerika’daki Atlantic Records’un sahibi olan önemli bir müzik yapımcısı kimliğiyle tanır; bugün şöhret sahibi çok sayıda Amerikalı müzisyeni, meselá Ray Charles’ı keşfeden kişi diye biliriz.

Şimdiki ABD Başkanı Trump'a Türkler’i, Türkiye’yi tanıtan adamdı.

İstanbul Mecidiyeköy’deki Trump Towers projesiyle markasını Avrupa’da ilk kez Türkiye’ye taşıyan dünyaca ünlü ABD’li emlak kralı Donald Trump, 2008’de “kalbimde yeri var” dediği İstanbul’uçok özel bir şehir” diye nitelemiş, “Dostum Ahmet Ertegün bir Türkiye aşığıydı. Türkiye benim için de girişimlerde bulunup büyük çapta yatırımlar yapacağım bir ülke” demişti. 

Trump 'yakın dostum' dediği Ahmet Ertegün öldüğünde cenazesinin Türkiye’ye götürülmesi için özel uçağını tahsis edebilecek kadar bu sözlerinde samimiydi. 

Ertegün ailesi magazin dünyasının içinde Amerikan sosyetesinin, para çevrelerinin hatta politikacıların nabzını tutuyor, Ankara'daki görünmezler  Amerika’nın siyasi tansiyonunu, küresel refleksini işte böyle ölçüyorlardı. 

Hollywood yıldızlarının, ünlü müzisyenlerin özel hayatlarından ortalığa saçılan bilgiler Amerikan medyasına düşmeden Ankara’nın kucağına düşüyordu. 

ABD’de Türk kökenli Müslüman toplumun bir araya geldiği, kimlik ve inançlarının sürdürülebilir boyuta taşıdıkları, bu ülkede yaşayan diğer din ve inanç sahipleriyle insani zeminde görüştükleri mekânlarda var.

Dernek, dergah türü bu kurumların nasıl bir işleve sahip oldukları, Amerikan toplumunda üstlendikleri kutsi misyon tahmin dahi edilemez.

Irkçı ABD rejiminin siyahilere yönelik katı ambargosunu hiçe sayan, II Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle sürdüğü yıllarda Zenci müzisyenleri Büyükelçilik binasına davet ederek onlara kucak açan İstanbul Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi’nin torunu, Atlantic Records’un kurucuları Ahmet Ertegün ve Nesuhi Ertegün’ün babası, 1934-1944 arası ölümüne kadar Washington DC Büyükelçiliği görevinde bulunan Mehmet Münir Ertegün olmuştu. 

Amerika’da Bektaşi, Nakşi ve Cerrahi tasavvuf ekollerinin kurumsallaştığı tekke ve dergahların varlığı gösteriyor ki Amerika’da “istikbal inkılâbâtı içinde en gür sedâ İslam’ın sedâsı olacaktır!”

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete