Kimde ne var, kimde ne yok bilinmez!..
Kimde ne var, kimde ne yok bilinmez!..
- 09-04-2021 01:56
- 426
- 09-04-2021 01:56
- 426
Adamın ismi Hüseyin'di..
Anadolu'nun küçük bir şehrinin bir dağ köyünde yaşıyordu.
Hiç ayık gezmezdi.. Kumara da düşkündü.. Köyde her gün biriyle kavga ederdi..
Bütün köy halkı, kendisinden adeta yaka silkiyordu, hatta "ölse de, kurtulsak" diyorlardı.
Bir karısı Fatma vardı Hüseyin'in, bir de kendisi.. Hiç çocukları olmamıştı..
Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına bile memnundu.. Fatma ise, kocası Hüseyin'in haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı..
Otuz yıldır evliydiler, bazen döverdi, ama kocasıydı, evinin erkeğiydi.
Hüseyin iyice yaşlanmıştı artık.. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu..
Titreyen elleriyle sigarasını bile zor sarıyordu.. İyice zayıflamıştı, zaten kısa olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı..
Fatma ellerini açıp dualar ediyor, "Ahir ömründe olsun bari şu adamın hali biraz düzelsin" diye yalvarıyordu Allah'a!..
Hüseyin, bir sabah evden çıktı, akşam oldu, ertesi sabah oldu, dönmedi..
Tan yeri ağarırken Fatma aramaya çıktı kocasını.. Ararken de "kim bilir yine nerde sızıp kalmıştır" diye söylendi..
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, ekseri orada içerdi çünkü Hüseyin, ama bulamadı..
Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, heyhat, Hüseyin yoktu..
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, ama dönmemişti.. Artık güneş inmek üzereydi, aceleyle abdest aldı, namaza durdu..
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu..
Yüzü sapsarı olmuş bir halde Hüseyin'di gelen.. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu..
Fatma, kocasının koluna girdi Hüseyin'i güç-belâ sedire kadar taşıdı..
Uzandı sedire Hüseyin, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu..
Doğrulmak ister gibi yaptı, "hakkını helâl et" demek istedi, lâfının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü..
Evet, Hüseyin ölmüştü..
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryât etti.. Biraz kendine gelince gözlerini sildi ve kalkıp imamın evine gitti..
Hıçkırarak; Hocam diyebildi sadece, gerisini getiremedi.. Ancak imam efendi durumu anlamıştı.
Kadının yüzüne baktı, biraz düşündü ve ardından konuştu;
"kocan olacak o mendebur, bir kez bile Caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam ben onun cenazesini", deyip kapıyı kapadı..
Fatma kahroldu ve çaresizce eve döndü..
İş başa düşmüştü..
Kocasını yıkadı, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı ve mezarlığın yolunu tuttu..
O anda muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü..
Bir kere daha düğümlendi boğazı, cenaze omzundan kayarken, Fatma'da dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı..
Fatma ağlaya dursun, hışımla yaklaşan muhtar başladı bağırmaya;
Onu nereye götürüyorsun, mezarlığa götüreyim deme sakın!.. Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin bu heriften!..
Fatma birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki.. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, o cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı..
Kan ter içinde kalmıştı, artık adım atacak hali yoktu..
Kendi kendine; "şuracığa gömeyim bari Hüseyin'imi kimseler rahatsız olmaz ondan burada" dedi..
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, çobanın biriydi gelen..
Selâm verdi çoban, ardından "ey kadın, ne yapıyorsun burada böyle" diye sordu..
Fatma, her şeyi olduğu gibi anlattı.. Üzüldü çoban, gözleri doldu..
"Dert etme, ben yardım ederim sana", dedi Fatma'ya..
Bir mezar kazıp cenazeyi beraberce gömdüler.. Çoban gömülen Hüseyin'in başucunda durdu, ellerini açtı, dua etti..
Birkaç çiçek buldu Fatma, toprağın üstüne serpti.. Çobana dualar ederek evine döndü..
Çok yorulmuştu..
Camın kenarına oturup uzaklara daldı.. Bir anda Hüseyin'in hayâli geldi gözünün önüne..
Sarhoştu, aksiydi, geçimsizdi, ama yıllarını birlikte geçirdiği kocasıydı ne de olsa!.. Uyuyup kaldı oracıkta..
Ertesi sabah, imamın kapısını telaşla çaldı muhtar!..
Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da "İmam Efendi, kalk çabuk" diye bağırıyordu.. İmam korkuyla açtı kapıyı.
"Hayırdır inşallah, bir rüya gördüm", dedi muhtar..
Ve devam etti "o berduş, o serseri Hüseyin Cennetteydi.. Bana gülüyordu ve hakkım sana bile helâl olsun Muhtar" diyordu..
Rüyâyı duyan imamın benzi attı, çünkü kendisi de çok sıkıntılı bir gece geçirmişti ve hemen hemen aynı rüyâyı görmüştü..
"Gel hele, içeri" demeye kalmadı ki, köyün meczubu olan Ali'yi gördüler, beraberce.. Ali koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu;
"Demedim mi ben, demedim mi size, Hüseyin'i rüyâmda gördüm, rüyâmda, bana doğru koşuyordu, bana selâm veriyordu!.."
Derken, birkaç köylü daha rüyâlarında benzer şeyler gördüğünü söyleyince, hepsi Fatma'nın yanına gitmeye karar verdiler..
Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi..
Bir şeyler olmuştu, ama olan neydi?..
Eve vardıklarında kapıyı açan Fatma şaşkındı.. Kapıyı yüzlerine kapatmak istedi, yapamadı..
Gelenler olan biteni anlatıp özür dilediler ve cenazeyi nereye defnettiğini, sordular..
Kadın her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler..
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; her kafadan bir ses çıkıyordu, "bu çoban bir evliyâydı herhalde, belki de Hızır’ dı, aslında ölen Hüseyin'de o kadar kötü bir adam değildi" gibi ahkâm kesiyorlardı..
Tarif edilen yere geldiklerinde çobanı gördüler ve çoban koyunlarını otlatıyordu..
O da gelenleri görünce ayağa kalktı, "hayırdır inşallah ağalar" dedi..
Onları oturttu, süt ikram etti, başladılar konuşmaya..
Çoban cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.. Ancak gelenlerin merakı bir türlü geçmiyordu.. Daha başka şeyler öğrenmek istiyorlardı..
Çoban devam etti.. "Ben bir garip kulum, ağalar, cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu!.."
İmam, muhtar ve diğerler, daha da meraklanarak, nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da anlatmaya devam etti;
"Duamı şöyle ettim;
Ey büyük Allah’ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken Senin kulların yanıma gelir, Senin selâmını verirler..
Senin selâmınla gelen Senin misafirindir der, ağırlarım.. Birini boş çevirmem..
Onlara süt ikram ederim, azığımı paylaşırım..
Şimdi de ben Sana bir misafir yolluyorum, onu da Sen ağırla!.."
Evet kıymetli dostlarım..
Kıssa böyle..
Allah'ın hakir kulları da bitmez, veli kulları da bitmez.. Ve bu âlemde kimin ne olduğu da bilinmez!..
İnşallah hisse alanlardan oluruz..
Ve Allah'ın kullarına soracağı soruları bizler sormaya kalkmayız..
Netice-i kelâm;
Allah var, gam yok!..
Vesselâm..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com
Adamın ismi Hüseyin'di..
Anadolu'nun küçük bir şehrinin bir dağ köyünde yaşıyordu.
Hiç ayık gezmezdi.. Kumara da düşkündü.. Köyde her gün biriyle kavga ederdi..
Bütün köy halkı, kendisinden adeta yaka silkiyordu, hatta "ölse de, kurtulsak" diyorlardı.
Bir karısı Fatma vardı Hüseyin'in, bir de kendisi.. Hiç çocukları olmamıştı..
Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına bile memnundu.. Fatma ise, kocası Hüseyin'in haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı..
Otuz yıldır evliydiler, bazen döverdi, ama kocasıydı, evinin erkeğiydi.
Hüseyin iyice yaşlanmıştı artık.. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu..
Titreyen elleriyle sigarasını bile zor sarıyordu.. İyice zayıflamıştı, zaten kısa olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı..
Fatma ellerini açıp dualar ediyor, "Ahir ömründe olsun bari şu adamın hali biraz düzelsin" diye yalvarıyordu Allah'a!..
Hüseyin, bir sabah evden çıktı, akşam oldu, ertesi sabah oldu, dönmedi..
Tan yeri ağarırken Fatma aramaya çıktı kocasını.. Ararken de "kim bilir yine nerde sızıp kalmıştır" diye söylendi..
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, ekseri orada içerdi çünkü Hüseyin, ama bulamadı..
Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, heyhat, Hüseyin yoktu..
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, ama dönmemişti.. Artık güneş inmek üzereydi, aceleyle abdest aldı, namaza durdu..
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu..
Yüzü sapsarı olmuş bir halde Hüseyin'di gelen.. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu..
Fatma, kocasının koluna girdi Hüseyin'i güç-belâ sedire kadar taşıdı..
Uzandı sedire Hüseyin, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu..
Doğrulmak ister gibi yaptı, "hakkını helâl et" demek istedi, lâfının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü..
Evet, Hüseyin ölmüştü..
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryât etti.. Biraz kendine gelince gözlerini sildi ve kalkıp imamın evine gitti..
Hıçkırarak; Hocam diyebildi sadece, gerisini getiremedi.. Ancak imam efendi durumu anlamıştı.
Kadının yüzüne baktı, biraz düşündü ve ardından konuştu;
"kocan olacak o mendebur, bir kez bile Caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam ben onun cenazesini", deyip kapıyı kapadı..
Fatma kahroldu ve çaresizce eve döndü..
İş başa düşmüştü..
Kocasını yıkadı, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı ve mezarlığın yolunu tuttu..
O anda muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü..
Bir kere daha düğümlendi boğazı, cenaze omzundan kayarken, Fatma'da dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı..
Fatma ağlaya dursun, hışımla yaklaşan muhtar başladı bağırmaya;
Onu nereye götürüyorsun, mezarlığa götüreyim deme sakın!.. Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin bu heriften!..
Fatma birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki.. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, o cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı..
Kan ter içinde kalmıştı, artık adım atacak hali yoktu..
Kendi kendine; "şuracığa gömeyim bari Hüseyin'imi kimseler rahatsız olmaz ondan burada" dedi..
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, çobanın biriydi gelen..
Selâm verdi çoban, ardından "ey kadın, ne yapıyorsun burada böyle" diye sordu..
Fatma, her şeyi olduğu gibi anlattı.. Üzüldü çoban, gözleri doldu..
"Dert etme, ben yardım ederim sana", dedi Fatma'ya..
Bir mezar kazıp cenazeyi beraberce gömdüler.. Çoban gömülen Hüseyin'in başucunda durdu, ellerini açtı, dua etti..
Birkaç çiçek buldu Fatma, toprağın üstüne serpti.. Çobana dualar ederek evine döndü..
Çok yorulmuştu..
Camın kenarına oturup uzaklara daldı.. Bir anda Hüseyin'in hayâli geldi gözünün önüne..
Sarhoştu, aksiydi, geçimsizdi, ama yıllarını birlikte geçirdiği kocasıydı ne de olsa!.. Uyuyup kaldı oracıkta..
Ertesi sabah, imamın kapısını telaşla çaldı muhtar!..
Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da "İmam Efendi, kalk çabuk" diye bağırıyordu.. İmam korkuyla açtı kapıyı.
"Hayırdır inşallah, bir rüya gördüm", dedi muhtar..
Ve devam etti "o berduş, o serseri Hüseyin Cennetteydi.. Bana gülüyordu ve hakkım sana bile helâl olsun Muhtar" diyordu..
Rüyâyı duyan imamın benzi attı, çünkü kendisi de çok sıkıntılı bir gece geçirmişti ve hemen hemen aynı rüyâyı görmüştü..
"Gel hele, içeri" demeye kalmadı ki, köyün meczubu olan Ali'yi gördüler, beraberce.. Ali koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu;
"Demedim mi ben, demedim mi size, Hüseyin'i rüyâmda gördüm, rüyâmda, bana doğru koşuyordu, bana selâm veriyordu!.."
Derken, birkaç köylü daha rüyâlarında benzer şeyler gördüğünü söyleyince, hepsi Fatma'nın yanına gitmeye karar verdiler..
Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi..
Bir şeyler olmuştu, ama olan neydi?..
Eve vardıklarında kapıyı açan Fatma şaşkındı.. Kapıyı yüzlerine kapatmak istedi, yapamadı..
Gelenler olan biteni anlatıp özür dilediler ve cenazeyi nereye defnettiğini, sordular..
Kadın her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler..
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; her kafadan bir ses çıkıyordu, "bu çoban bir evliyâydı herhalde, belki de Hızır’ dı, aslında ölen Hüseyin'de o kadar kötü bir adam değildi" gibi ahkâm kesiyorlardı..
Tarif edilen yere geldiklerinde çobanı gördüler ve çoban koyunlarını otlatıyordu..
O da gelenleri görünce ayağa kalktı, "hayırdır inşallah ağalar" dedi..
Onları oturttu, süt ikram etti, başladılar konuşmaya..
Çoban cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.. Ancak gelenlerin merakı bir türlü geçmiyordu.. Daha başka şeyler öğrenmek istiyorlardı..
Çoban devam etti.. "Ben bir garip kulum, ağalar, cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu!.."
İmam, muhtar ve diğerler, daha da meraklanarak, nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da anlatmaya devam etti;
"Duamı şöyle ettim;
Ey büyük Allah’ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken Senin kulların yanıma gelir, Senin selâmını verirler..
Senin selâmınla gelen Senin misafirindir der, ağırlarım.. Birini boş çevirmem..
Onlara süt ikram ederim, azığımı paylaşırım..
Şimdi de ben Sana bir misafir yolluyorum, onu da Sen ağırla!.."
Evet kıymetli dostlarım..
Kıssa böyle..
Allah'ın hakir kulları da bitmez, veli kulları da bitmez.. Ve bu âlemde kimin ne olduğu da bilinmez!..
İnşallah hisse alanlardan oluruz..
Ve Allah'ın kullarına soracağı soruları bizler sormaya kalkmayız..
Netice-i kelâm;
Allah var, gam yok!..
Vesselâm..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com