Kur’an’a göre inanmak ve yaşamak
Kur’an’a göre inanmak ve yaşamak
- 30-10-2023 11:22
- 1852
- 30-10-2023 11:22
- 1852
KUR’AN’A GÖRE İNANMAK VE YAŞAMAK
“İçinde asla şüphe olmayan Kur’an yolunda gitmek isteyenler için apaçık yol gösterici tek rehberdir.” (Bakara, 2)
Bir insanı Müslüman yapan itikat, onun kendisine hayat kitabı olarak gönderilen Kur’an’ın çerçevesini çizdiği ve çok açık biçimde ilkelerini koyduğu şekilde inanmasıdır. Aksi bir inanç insanı Müslüman olmasına engeldir.
Müslüman olan kişinin inancın gereği olan ibadetleri yapması da bir itikadi zorunluluktur. Zaten İslam, “İtikat, ibadet, ahlak, muamelat ve ukubat” üzerine kurulmuş bir dindir.
Müslüman olan kişinin, günlük hayatının nasıl yaşayacağının çerçevesi teorik olarak Kur’an’da çizilmiştir. Bu hayatın pratik hayatta nasıl uygulanacağı ise Hz. Muhammed’in hayatında ortaya konmuştur.
Adına “İslam” dediğimiz bu dinin ilkelerinin belirleyicisi, kanun koyucusu ve sahibi Allah’tır.
Allah (cc) bu hususta kimse ile yetkisini paylaşmaz. Allah’ın yetkisini başkaları ile paylaşmanın adı da İslam dininde şirktir. Allah’ın birlemesi (Tevhit) üzerine bina Kur’an’ın onlarca ayetinde “Şirk” konusuna değinilmiş ve Allah’ın affetmeyeceği tek şey olduğu da çok açık biçimde ortaya konmuştur.
Bu ölçülerin dışındaki ilkelerin, itikadi esasların, yapılan ibadetlerin hiçbiri İslam dininden referans alamaz.
Müslüman’ın gündelik hayatta dininin belirlediği şekilde yaşaması onun şuurlu şekilde inanması ve düşünmesiyle doğru orantılıdır.
Müslüman kişi, günlük hayatta karşısına çıkan bütün problemlere Kur’an rehberliğinde ve Resulün hayatındaki örneklerle çözmek zorundadır. Bu bir ****ni değil aksine itikadi bir zorunluluktur.
Büyük bir bilgi kirliliğinin yaşandığı dünyamızda Müslümanca yaşayabilme ve düşünmenin ilke ve yöntemlerini açık biçimde öğrenme zorunluluğu da vardır.
Bu noktada aklımıza ister istemez şöyle bir sorular gelmektedir:
- İslâm dini hakkında yeterli bilgilere sahip olmak, Müslümanca yaşamak ve düşünmek için yeterli midir?
- İslam hakkındaki bilgi kaynaklarım ne kadar doğru?
- İslâm’ın özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan ve pratik hayatta karşılığı olmayan bilginin zararları nelerdir?
- Nasıl bir Müslümanım ve yaşadığımı hayatın ne kadarı Kur’an ve Resul’den geçer geçer not alır?
İslam, “Bilenlerle bilmeyenleri” bir tutmayan bir dindir. Bilginin hayırlı ve şerli olması da bir gerçektir. Bu açıdan alacağımız bilgilerin kaynağının mutlaka Kur’an ve Resul’den referans alması, onun doğruluğunun tek ölçüsüdür.
Bugün ne yazık ki en büyük yanlışlar kavramlar kullanılarak yapılmaktadır. Aynı kavramın içinin farklı anlamlarla doldurulması ne yazık ki Müslümanı Müslümana düşman yapabilmekte ve hatta öldürtebilmektedir. Bu açıdan insanın aldığı bilgilerle ürettiği düşüncelerin hayırlı netice vermesinin bilgi kaynaklarının sağlamlığıyla doğru orantılı olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Yukarıda zikredilen hakikatlerden hareket ederek inandıklarını pratik hayata aksettirmeyi en büyük vazife gören Müslümanların bilgi kaynaklarını nereden aldıklarını çok iyi araştırmaları gerekmektedir. Böyle bir fiil “Sırat-ı müstakim”e çıkan kapıların bütününün anahtarını aklın emrine verir ve insanın vahyin ışığında Müslümanca yaşamasını temin eder.
İslam’a göre yaşama ve inandığını yaşadığı cemiyete pratik olarak aktarmayı vazife bilen insanın her devirde yaşadığı en büyük mücadelelerden biri, inandığıyla yaşadığının doğru orantılı olup/olmadığı araştırmasıdır.
Bu mücadele, ona bağlı bulunduğu inanç sisteminin vasıflarını kuşanmayı sağlar ve böylelikle hakkıyla müntesip olmanın yolu kendisine açılmış bulunur.
Mücadelenin doğru orantılı olmanın aksine zuhur edişi inançların paradoks iklimine girmesi manasına gelir ki, hiçbir inanmışın bu durumu bilerek kabul etmesi mümkün değildir.
Bir nesneyi ölçerken nasıl ki metreyi kullanıyorsak, yaşadığımız hayatın doğruluğunun ölçü birimi de Kur’an’dır.
Yaşadığımız hayatın hangi kısımlarının İslam’a uyduğuna hangi kısımlarının uymadığına kısaca göz gezdirdiğimizde meselenin seyrettiği boyutların bir haritasıyla karşılaşabiliriz.
Ne yazık ki insanlığın topyekûn bir fesada da gittiği dönemde yaşıyoruz. Bu atmosferde yaşadığımız hayatın ne derece İslam’a uyup uymadığını test etmek kaçınılmaz bir itikadi keyfiyettir.
Yaşadığımız hayatın ne derece İslam’a uyduğunu ortaya koyabilmenin yolu, yaşananları temel prensiplerimizin süzgecinden geçirmekle mümkün olduğuna göre, bu iki temel esasın ne kadar bilinip bilinmediği ortaya çıkacaktır.
Hızla değişen bir dünyada ve çatışan fikirlerin alabildiğine bizleri tasallutu altına almaya çalıştığı bir dönemde İslam’a göre yaşama ve onun getirdiği prensipler doğrultusunda düşünerek fikirler üretebilme zorlardan zor bir hadise olsa gerek.
“İslam’ın doğrularını ve İslam’a yakışan doğruluğu fiillerimizle izhar edebilsek diğer dinlerin tabileri bile fevç fevç İslam’a koşacaklardır.” hakikatinin ortaya konması, belki de bu endişelerden kaynaklanan muazzam bir tespittir.
İslam’da “Temsil”in “Tebliğ”den önce geldiğini hatırladığımızda İslamiyet’i fiillerimizle yaşamanın nasıl bir örneklik teşkil edeceği açıktır ki; zaten Resulullah’ın en büyük misyonu da bu olmuştur.
İnandığı gibi yaşayanlar, yaşadığı gibi inanırlar. Bu açıdan inandığını, pratik hayata dökemeyip iradi olarak hadiselere yön veremeyenlerin kısa zaman sonra günlük meşgaleler ve yanlış değerlerle süslenmiş hayatına ait doğruların kendisinde inanç haline geldiğini tarihi hadiseler içinde yüzlerce misaliyle görmek mümkündür.
İslam, açtığı yolun temeline “LA” kelimesini yerleştirerek önceki bütün sistemlerin insanlığa gerçek yolu göstermediğini ve ancak bundan sonra açılan “Kur’an” kapısından gelen prensiplerin kabul edilebileceği gerçeğiyle hareket eder.
Getirilen kaidelerin hangi sistem olursa olsun onlarla uzlaşmayacağını ve kurtuluşun ancak “Muhammedî” terbiye sistemi ile mümkün olabileceğini ortaya koyar.
İslam, irşat ve tebliğ temeli mesajın bütün insanlığa ulaştırılmasını esas olarak kabul etmektedir.
Fikir planında İslam’ın tek yol göstericiliği ile Müslümanca düşünüp yaşayabilmenin yolunun onun çok iyi bilinmesi ve bilginin pratiğe dökülmesi ile doğru orantılı olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.
Düşünce ve inanç sistemimizin dışında tezahür eden hareketlerle süslü bir cemiyette yaşama zorunda bırakılan inanmış insanların yaşadıkları hayattan etkilenmemeleri ve prensiplerinde tavize düşmemeleri meydana gelen sebep-sonuç münasebetlerini imanla değerlendirmelerine bağlıdır.
Sebep-sonuç ilişkilerinin imanla değerlendirilmemesi halinde ortaya çıkacak durum, Müslümanı herhangi bir ideolojinin veya farklı bir inanç sisteminin esiri haline getirir. Böyle bir durum, Müslümanın hayatında büyük bir çelişki oluşturur.
Fitne ve fesadın zirveye çıktığı günümüzde, Müslüman olarak inandıklarımızı pratik hayatta yaşayabilmemiz için çok güçlü bir iradeye ve şuurlu bir imana ihtiyacımız vardır. Bu iş Müslümanın hayatının en birinci gayesi olmalıdır.
Bu, içinde yaşadığımız cemiyetin bize uygun gelmeyen kabullerine karşı direnebilmek için kaçınılmaz bir hakikattir.
Çoğunluk psikolojisi ve “herkes bunu doğru görüyor ve böyle inanıyor.” diyerek hareket etmek, İslami şuurla bağdaşmayacak bir durumdur.
Fikir planında Müslümanca düşünebilmemizin de bilgilerimizin Kur’an’dan beslenmesiyle doğru orantılı olduğunun altını bir kez daha çiziyorum.
Batı fikir laboratuvarlarının ortaya koyduğu bilgilerle ağzına kadar dolu bir kafanın, düşünce atmosferinde yapacağı tahlil ve terkiplerin, batıl fikirlerin tesirinde kalmaması adeta imkânsız gibidir. Onun için fikir planında Müslümanca düşünebilmemiz, bilgilerimizin İslami kaynaklardan beslenmesine ve hayata geçirilmesine bağlı olduğu gerçeğini asla unutmamalıyız.
Rabbimizin Kur’an’da, “İslam’dan başka bir dinden razı olmayacağı” gerçeğini açık biçimde belirtmesi, inananlar için muhteşem bir ikazdır.
Bu yolun farkında olmayarak terk edilmesi, başka itikatların düşünce ve fikir planımızda yer etmesini netice verecektir. Bu da bizi fikir planında Kur’an merkezli düşünmekten uzaklaştırır ve sonu meçhul bir kaosa sürükler.
Kur’an sık sık, “Ey iman edenler ve salih amel işleyenler.” diye hitap eder.
Salih amel ortaya koymak, sağlam bir imanın sonucudur.
Doğru bir imanı elde edememiş birinin salih amel ortaya koyması düşünülemez. “Ey iman edenler! İman edin!” ikazını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İnanmak ve inandığını amel olarak hayata aksettirmek için karşılaştığımız bütün hadiseleri “Kur’an” perspektifinden yeniden değerlendirmek ve Resul’ün örnekliğinde hayata geçirip geçirmediğimizi test etmek zorundayız.
Bugün her türlü kaos ve kargaşanın yaşandığı dünyada bizim biz olarak yaşamamız ve başkalarına tesir etmemiz Kur’an merkezli inanmamıza ve salih amel işlememize bağlıdır. Böyle bir hayat, sadece Müslümanları değil, bütün insanlığı kurtaracak tek yoldur.
Bunun için tek yol İslam diyor ve makalemizin başındaki ayeti bir kez daha zihinlerimize çiviliyoruz:
“İçinde asla şüphe olmayan Kur’an yolunda gitmek isteyenler için apaçık yol gösterici tek rehberdir.” (Bakara, 2)
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com
KUR’AN’A GÖRE İNANMAK VE YAŞAMAK
“İçinde asla şüphe olmayan Kur’an yolunda gitmek isteyenler için apaçık yol gösterici tek rehberdir.” (Bakara, 2)
Bir insanı Müslüman yapan itikat, onun kendisine hayat kitabı olarak gönderilen Kur’an’ın çerçevesini çizdiği ve çok açık biçimde ilkelerini koyduğu şekilde inanmasıdır. Aksi bir inanç insanı Müslüman olmasına engeldir.
Müslüman olan kişinin inancın gereği olan ibadetleri yapması da bir itikadi zorunluluktur. Zaten İslam, “İtikat, ibadet, ahlak, muamelat ve ukubat” üzerine kurulmuş bir dindir.
Müslüman olan kişinin, günlük hayatının nasıl yaşayacağının çerçevesi teorik olarak Kur’an’da çizilmiştir. Bu hayatın pratik hayatta nasıl uygulanacağı ise Hz. Muhammed’in hayatında ortaya konmuştur.
Adına “İslam” dediğimiz bu dinin ilkelerinin belirleyicisi, kanun koyucusu ve sahibi Allah’tır.
Allah (cc) bu hususta kimse ile yetkisini paylaşmaz. Allah’ın yetkisini başkaları ile paylaşmanın adı da İslam dininde şirktir. Allah’ın birlemesi (Tevhit) üzerine bina Kur’an’ın onlarca ayetinde “Şirk” konusuna değinilmiş ve Allah’ın affetmeyeceği tek şey olduğu da çok açık biçimde ortaya konmuştur.
Bu ölçülerin dışındaki ilkelerin, itikadi esasların, yapılan ibadetlerin hiçbiri İslam dininden referans alamaz.
Müslüman’ın gündelik hayatta dininin belirlediği şekilde yaşaması onun şuurlu şekilde inanması ve düşünmesiyle doğru orantılıdır.
Müslüman kişi, günlük hayatta karşısına çıkan bütün problemlere Kur’an rehberliğinde ve Resulün hayatındaki örneklerle çözmek zorundadır. Bu bir ****ni değil aksine itikadi bir zorunluluktur.
Büyük bir bilgi kirliliğinin yaşandığı dünyamızda Müslümanca yaşayabilme ve düşünmenin ilke ve yöntemlerini açık biçimde öğrenme zorunluluğu da vardır.
Bu noktada aklımıza ister istemez şöyle bir sorular gelmektedir:
- İslâm dini hakkında yeterli bilgilere sahip olmak, Müslümanca yaşamak ve düşünmek için yeterli midir?
- İslam hakkındaki bilgi kaynaklarım ne kadar doğru?
- İslâm’ın özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan ve pratik hayatta karşılığı olmayan bilginin zararları nelerdir?
- Nasıl bir Müslümanım ve yaşadığımı hayatın ne kadarı Kur’an ve Resul’den geçer geçer not alır?
İslam, “Bilenlerle bilmeyenleri” bir tutmayan bir dindir. Bilginin hayırlı ve şerli olması da bir gerçektir. Bu açıdan alacağımız bilgilerin kaynağının mutlaka Kur’an ve Resul’den referans alması, onun doğruluğunun tek ölçüsüdür.
Bugün ne yazık ki en büyük yanlışlar kavramlar kullanılarak yapılmaktadır. Aynı kavramın içinin farklı anlamlarla doldurulması ne yazık ki Müslümanı Müslümana düşman yapabilmekte ve hatta öldürtebilmektedir. Bu açıdan insanın aldığı bilgilerle ürettiği düşüncelerin hayırlı netice vermesinin bilgi kaynaklarının sağlamlığıyla doğru orantılı olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Yukarıda zikredilen hakikatlerden hareket ederek inandıklarını pratik hayata aksettirmeyi en büyük vazife gören Müslümanların bilgi kaynaklarını nereden aldıklarını çok iyi araştırmaları gerekmektedir. Böyle bir fiil “Sırat-ı müstakim”e çıkan kapıların bütününün anahtarını aklın emrine verir ve insanın vahyin ışığında Müslümanca yaşamasını temin eder.
İslam’a göre yaşama ve inandığını yaşadığı cemiyete pratik olarak aktarmayı vazife bilen insanın her devirde yaşadığı en büyük mücadelelerden biri, inandığıyla yaşadığının doğru orantılı olup/olmadığı araştırmasıdır.
Bu mücadele, ona bağlı bulunduğu inanç sisteminin vasıflarını kuşanmayı sağlar ve böylelikle hakkıyla müntesip olmanın yolu kendisine açılmış bulunur.
Mücadelenin doğru orantılı olmanın aksine zuhur edişi inançların paradoks iklimine girmesi manasına gelir ki, hiçbir inanmışın bu durumu bilerek kabul etmesi mümkün değildir.
Bir nesneyi ölçerken nasıl ki metreyi kullanıyorsak, yaşadığımız hayatın doğruluğunun ölçü birimi de Kur’an’dır.
Yaşadığımız hayatın hangi kısımlarının İslam’a uyduğuna hangi kısımlarının uymadığına kısaca göz gezdirdiğimizde meselenin seyrettiği boyutların bir haritasıyla karşılaşabiliriz.
Ne yazık ki insanlığın topyekûn bir fesada da gittiği dönemde yaşıyoruz. Bu atmosferde yaşadığımız hayatın ne derece İslam’a uyup uymadığını test etmek kaçınılmaz bir itikadi keyfiyettir.
Yaşadığımız hayatın ne derece İslam’a uyduğunu ortaya koyabilmenin yolu, yaşananları temel prensiplerimizin süzgecinden geçirmekle mümkün olduğuna göre, bu iki temel esasın ne kadar bilinip bilinmediği ortaya çıkacaktır.
Hızla değişen bir dünyada ve çatışan fikirlerin alabildiğine bizleri tasallutu altına almaya çalıştığı bir dönemde İslam’a göre yaşama ve onun getirdiği prensipler doğrultusunda düşünerek fikirler üretebilme zorlardan zor bir hadise olsa gerek.
“İslam’ın doğrularını ve İslam’a yakışan doğruluğu fiillerimizle izhar edebilsek diğer dinlerin tabileri bile fevç fevç İslam’a koşacaklardır.” hakikatinin ortaya konması, belki de bu endişelerden kaynaklanan muazzam bir tespittir.
İslam’da “Temsil”in “Tebliğ”den önce geldiğini hatırladığımızda İslamiyet’i fiillerimizle yaşamanın nasıl bir örneklik teşkil edeceği açıktır ki; zaten Resulullah’ın en büyük misyonu da bu olmuştur.
İnandığı gibi yaşayanlar, yaşadığı gibi inanırlar. Bu açıdan inandığını, pratik hayata dökemeyip iradi olarak hadiselere yön veremeyenlerin kısa zaman sonra günlük meşgaleler ve yanlış değerlerle süslenmiş hayatına ait doğruların kendisinde inanç haline geldiğini tarihi hadiseler içinde yüzlerce misaliyle görmek mümkündür.
İslam, açtığı yolun temeline “LA” kelimesini yerleştirerek önceki bütün sistemlerin insanlığa gerçek yolu göstermediğini ve ancak bundan sonra açılan “Kur’an” kapısından gelen prensiplerin kabul edilebileceği gerçeğiyle hareket eder.
Getirilen kaidelerin hangi sistem olursa olsun onlarla uzlaşmayacağını ve kurtuluşun ancak “Muhammedî” terbiye sistemi ile mümkün olabileceğini ortaya koyar.
İslam, irşat ve tebliğ temeli mesajın bütün insanlığa ulaştırılmasını esas olarak kabul etmektedir.
Fikir planında İslam’ın tek yol göstericiliği ile Müslümanca düşünüp yaşayabilmenin yolunun onun çok iyi bilinmesi ve bilginin pratiğe dökülmesi ile doğru orantılı olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.
Düşünce ve inanç sistemimizin dışında tezahür eden hareketlerle süslü bir cemiyette yaşama zorunda bırakılan inanmış insanların yaşadıkları hayattan etkilenmemeleri ve prensiplerinde tavize düşmemeleri meydana gelen sebep-sonuç münasebetlerini imanla değerlendirmelerine bağlıdır.
Sebep-sonuç ilişkilerinin imanla değerlendirilmemesi halinde ortaya çıkacak durum, Müslümanı herhangi bir ideolojinin veya farklı bir inanç sisteminin esiri haline getirir. Böyle bir durum, Müslümanın hayatında büyük bir çelişki oluşturur.
Fitne ve fesadın zirveye çıktığı günümüzde, Müslüman olarak inandıklarımızı pratik hayatta yaşayabilmemiz için çok güçlü bir iradeye ve şuurlu bir imana ihtiyacımız vardır. Bu iş Müslümanın hayatının en birinci gayesi olmalıdır.
Bu, içinde yaşadığımız cemiyetin bize uygun gelmeyen kabullerine karşı direnebilmek için kaçınılmaz bir hakikattir.
Çoğunluk psikolojisi ve “herkes bunu doğru görüyor ve böyle inanıyor.” diyerek hareket etmek, İslami şuurla bağdaşmayacak bir durumdur.
Fikir planında Müslümanca düşünebilmemizin de bilgilerimizin Kur’an’dan beslenmesiyle doğru orantılı olduğunun altını bir kez daha çiziyorum.
Batı fikir laboratuvarlarının ortaya koyduğu bilgilerle ağzına kadar dolu bir kafanın, düşünce atmosferinde yapacağı tahlil ve terkiplerin, batıl fikirlerin tesirinde kalmaması adeta imkânsız gibidir. Onun için fikir planında Müslümanca düşünebilmemiz, bilgilerimizin İslami kaynaklardan beslenmesine ve hayata geçirilmesine bağlı olduğu gerçeğini asla unutmamalıyız.
Rabbimizin Kur’an’da, “İslam’dan başka bir dinden razı olmayacağı” gerçeğini açık biçimde belirtmesi, inananlar için muhteşem bir ikazdır.
Bu yolun farkında olmayarak terk edilmesi, başka itikatların düşünce ve fikir planımızda yer etmesini netice verecektir. Bu da bizi fikir planında Kur’an merkezli düşünmekten uzaklaştırır ve sonu meçhul bir kaosa sürükler.
Kur’an sık sık, “Ey iman edenler ve salih amel işleyenler.” diye hitap eder.
Salih amel ortaya koymak, sağlam bir imanın sonucudur.
Doğru bir imanı elde edememiş birinin salih amel ortaya koyması düşünülemez. “Ey iman edenler! İman edin!” ikazını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İnanmak ve inandığını amel olarak hayata aksettirmek için karşılaştığımız bütün hadiseleri “Kur’an” perspektifinden yeniden değerlendirmek ve Resul’ün örnekliğinde hayata geçirip geçirmediğimizi test etmek zorundayız.
Bugün her türlü kaos ve kargaşanın yaşandığı dünyada bizim biz olarak yaşamamız ve başkalarına tesir etmemiz Kur’an merkezli inanmamıza ve salih amel işlememize bağlıdır. Böyle bir hayat, sadece Müslümanları değil, bütün insanlığı kurtaracak tek yoldur.
Bunun için tek yol İslam diyor ve makalemizin başındaki ayeti bir kez daha zihinlerimize çiviliyoruz:
“İçinde asla şüphe olmayan Kur’an yolunda gitmek isteyenler için apaçık yol gösterici tek rehberdir.” (Bakara, 2)
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com