Küresel ısınma ve Kovid-19 sonrası ‘açlık pandemisi'ne hazır mıyız!

Küresel ısınma ve Kovid-19 sonrası ‘açlık pandemisi'ne hazır mıyız!

Kaos asla sonsuza dek sürmez, kaotik olaylar da belli bir süre sonra dengeye ulaşır”

-Kuantum fiziği-

Son 5 yıldır Batı dünyasının düşünce kuruluşları, fikir adamları iki konu üzerinde uyarılarda bulunuyor.

Bunlar; nükleer savaş ve küresel ısınmanın tehlikeleri.

Koronavirüse hazırlıksız yakalanan ülkeler büyük şok yaşarken asıl fırtınanın, küresel ısınmanın yol açacağı gıda yoksunluğunun oluşturacağı felaket olduğu dillendiriliyor.

Türkiye, Dünya Meteoroloji Teşkilatı bünyesinde yer alan Doğu Akdeniz İklim Merkezi ile Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki ülkelere iklim izleme ve mevsimlik tahmin hizmetleri sunuyor. 

İklim değişikliğinin sebep olduğu olumsuz etkileri en aza indirmek için kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından iklim değişikliği uyum planı çalışmaları yapılırken, “MGM” de bu çalışmalara gözlem verileri ve bilimsel çalışmalarla destek sağlıyor. 

Türkiye en hassas bölgede…

Türkiye'nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası, Dünya Meteoroloji Teşkilatı tarafından küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisi olarak tanımlanıyor. 

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, 2013 yılında yaptığı “Türkiye İklim Değişikliği Projeksiyonları” projesiyle de 2100 yılına kadar Türkiye ikliminde yaşanabilecek muhtemel değişiklikleri ortaya koymuştu. 

Buna göre, Türkiye'nin ortalama sıcaklıklarında 2050 yılına kadar 2 dereceye, 2100 yılına kadar ise 5 dereceye varan artışlar olacağı öngörülüyor. 

Sıcaklıklardaki bu artışların, gelecek yıllarda sıcak hava dalgaları, kuraklık, sel, dolu, fırtına ve hortum gibi kuvvetli meteorolojik olayların artmasına sebep olacağı tahmin ediliyor. 

Kış mevsimi yağışlarının 2100 yılına kadar, ülke genelinde artması, sonbahar mevsiminde, sahil ve kuzeydoğu kesimleri dışında, yağışların azalması bekleniyor. 

Yağışlarda yaşanacak azalışların, en fazla Anadolu'nun iç kesimleri ile güney bölgelerini etkileyeceği ve bu durumun kuraklığı artırabileceği düşünülüyor. 

Sıcaklıklar artıyor!..

Türkiye'de mevsimlik ve yıllık ortalama sıcaklıklar incelendiğinde, ortalama sıcaklıkların genel olarak 1999 yılından itibaren normallerin üzerinde olduğu görülüyor. 

Ülkemizde 2010 yılı “en sıcak yıl” olarak kayıtlara geçerken, 2019 yılı ise “en sıcak dördüncü yıl” oldu. 

Son 50 yıllık ortalama sıcaklıklar değerlendirildiğinde, en sıcak yılların 2000'den sonraki yıllar olduğu görülüyor. 

İklim değişikliğinin yağış rejimi üzerindeki etkileri ise sıcaklıkta olduğu gibi belirgin değil. 

Yağışlarda belirgin bir değişim, azalma veya artış eğilimi yok ancak yağış rejiminde düzensizlikler görülüyor. 

Toplam yağışlardaki değişimler yerine, maksimum yağışların sayı, şiddet ve sıklığında yaşanan artışlar iklim değişikliğinin en bariz göstergesi olarak öne çıkıyor. 

Son yıllarda ülkede yaşanan kuvvetli meteorolojik olaylardaki artış eğilimi, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri olarak meydana geliyor. 

“Karakış” olarak bilinen Aralık ayında Türkiye'nin en soğuk kentleri Ağrı, Ardahan, Erzurum ve Kars, bahardan kalma günler yaşıyor. 

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Taşkan Öztaş, “Son 30 yılın belki de en sıcak ve en kurak aralık ayını yaşıyoruz” dedi.

Geçtiğimiz yıl, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kendi evinizin önünü bile ekin; boş yer kalmasın!” talimatı vermişti.

BM Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, dünyanın şu an sadece yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla değil, aynı zamanda küresel insani bir felaketle yani “açlık salgını”yla da karşı karşıya olduğunu, Kovid-19 salgını başlamadan önce 2020’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü insani krizin yaşanacağı konusunda uyarıda bulunduklarını, en kötü senaryoya göre yaklaşık 36 ülkede kıtlık görülebileceğini söyledi. 

Diğer yandan, 2016 yılında Dünya İnsani Zirvesinde, Dünya Gıda Programı, BM Gıda ve Tarım Örgütü ve Avrupa Birliği tarafından kurulan Gıda Krizleri Küresel Ağı Platformu, “2020 Küresel Gıda Krizleri Raporu”nda 135 milyon kişinin gıda krizi ile başının dertte olduğunu ifade etmişti. 

Gıda güvencesinden yoksun insan sayısının rekor seviyelere ulaştığını, 92 milyon çocuğun bu krizden menfi etkilendiğini ve 2019 yılında iltica etmek zorunda kalan 20 milyon 200 bin göçmenin yüzde 52’sini ağırlayan 8 ülkenin 4’ünün ciddi gıda krizi ile karşı karşıya kaldığını belirtti. 

FAO, OECD, Dünya Bankası, Dünya Gıda Güvenliği Komitesi, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu, Dünya Gıda Programı gibi uluslararası kuruluşlar da gıda krizi olacağı yönünde görüş belirtti.

20 nisan 2020 de Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgüt (FAO), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başkanları yaptıkları ortak açıklamada, koronavirüs krizi, doğru bir şekilde yönetilmezse dünya çapında bir gıda kıtlığı riski oluşturabileceği konusunda uyarıda bulundu.

İmzalanan ortak metinde, gıda stoku konusundaki belirsizliğin küresel pazarda sıkıntıya sebebiyet verebileceği ve ihracat kısıtlamaları dalgası oluşturabileceği değerlendirmesi de yapıldı.

Dünyada bir gıda sıkıntısının yaşanacağı belli… 

Kovid-19, gıda krizine sadece ivme kazandıracağa benziyor. 

Kovid-19 öncesi ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler tedbirlerini aldılar. Büyük tarım şirketleri vasıtasıyla gıda teminine önem verip Doğu Avrupa ve Afrika başta olmak üzere dünyanın her yerinde verimli tarım arazilerini ya kiraladılar ya da satın aldılar. 

Yapılan araştırmalar, kullanılmayan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 60’ının Afrika’da olduğu yönündedir. 

2016 yılı itibarıyla yaklaşık 227 milyon hektar tarım alanının Afrika’da çok uluslu şirketler tarafından satın alındığı veya kiralandığı tahmin edilmektedir. 

Neden ülkeler bu şirketler aracılığıyla kendi gıda güvenliğini garanti altına almaktadır? 

Muhtemel bir gıda krizi herkesin kapısını çalacaktır.

Ancak ilginç olan şey BM Dünya Gıda Örgütü’nün her yıl tarımsal ürünlerde stok tespiti yapmasına ve raporlar yayınlamasına rağmen bu stokların kimin elinde olduğunu ifade etmeyişidir. 

Kimler ömrünün sonuna kadar kendilerine yetecek stoklara sahip, kimler yarınlarından endişe ediyor bilen yok.

Gıda güvenliğinin yoğun olarak konuşulmaya başlandığı son 10-15 yıl içerisinde Doğu Avrupa ülkelerinde tarım arazilerinin fiyatları yaklaşık 10 kat artmıştır. 

Çin, ABD, İngiltere, Hindistan başka ülke topraklarından satın alan veya kiralayan en önemli ülkelerdir. 

PEKİ, TÜRKİYE, KENDİ GIDA STOKLARI İLE GIDA GÜVENLİĞİMİZİ GARANTİ ALTINA ALDI MI? 

Son günlerde bürokrasiden, “yeterli stokumuz var” sözünü sıkça duyuyoruz ama bu meselenin bir stok meselesi olmadığını bilmemiz gerekir. 

Peki, ne kadar stokumuz var? 6 aylık mı, 1 yıllık mı? 

Hadi diyelim 2 yıllık olsun; peki sonrası? 

Stoklarımız yeterli mi, tarım ve hayvancılıkta doğru üretim modeli ile her türlü salgına karşı hazır mıyız? 

Unutmayalım 2019 yılında, 689 bin büyükbaş, 83 bin küçükbaş, 1 milyon ton ayçiçek küspesi, 2,6 milyon ton soya fasulyesi, 500 bin ton arpa, 3,36 milyon ton soya fasulyesi ve türevleri, 3,5 milyon ton mısırı ithal ettik. 

Hayvanı dışarıdan alıyoruz, bu hayvanların yem hammaddesini dışarıdan alıyoruz. 

Bu hayvanları koyduğumuz çiftliklerdeki bakıcılar da mülteci. O zaman bir yerde yanlış yapmışız, milli tarım politikamız ve Tarım Bakanlığı bürokratlarımıza bu süreçte büyük sorumluk düşecek. 

Her yıl tahıl ihracatından 20 milyar dolar kazanan ve Türkiye’ye de ihracat yapan Rusya, buğday, mısır, arpa, pirinç ihracatını askıya aldı. 

Milli tarım politikasını hazırlayan arkadaşlar; koyun, sığır üretme çiftliklerinde üretime ağırlık vermeliyiz. 

Problem kısaca milli kaynakların planlı kullanılmayışıdır. 

Uzun vadeli tarım politikalarının olmayışı, kırsaldan süratle göçün artması, sahipsiz kalan toprakların imara açılması ve “Tarımda Milli Eğitim” anlayışının tecelli etmemesi ile topraktan kopuk bir neslin yetişmesine vasat oluşturulmasıdır. 

Bürokrasi kafa yormalı, siyasi iradeye projeler üretmeli. 

Küreselci olmayanların dışlandığı dünyada küreselleşmenin sonunun geldiğini birlikte görmekteyiz. 

Türkiye, kendi kendine yeterlilik hesabını yaparak, milli bir tarım politikasını uygulayarak milli güvenlik tehdidi olacak olan, gıda güvenliği ve biyogüvenliğe karşı dirençli hâle gelmelidir. 

Yeterli tarım arazisi, suyu, iklim, uzmanı ve alt yapısıyla Türkiye, her türlü bitkisel ve hayvansal ürünü üretmek, vatandaşını doyurmak, artanı da ihraç etmek için uygun bir ülkedir.

Türkiye’de sistemin, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde çok ciddi radikal bir yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. 

.

Osman Atalay, dikGAZETE.com

Kaos asla sonsuza dek sürmez, kaotik olaylar da belli bir süre sonra dengeye ulaşır”

-Kuantum fiziği-

Son 5 yıldır Batı dünyasının düşünce kuruluşları, fikir adamları iki konu üzerinde uyarılarda bulunuyor.

Bunlar; nükleer savaş ve küresel ısınmanın tehlikeleri.

Koronavirüse hazırlıksız yakalanan ülkeler büyük şok yaşarken asıl fırtınanın, küresel ısınmanın yol açacağı gıda yoksunluğunun oluşturacağı felaket olduğu dillendiriliyor.

Türkiye, Dünya Meteoroloji Teşkilatı bünyesinde yer alan Doğu Akdeniz İklim Merkezi ile Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki ülkelere iklim izleme ve mevsimlik tahmin hizmetleri sunuyor. 

İklim değişikliğinin sebep olduğu olumsuz etkileri en aza indirmek için kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından iklim değişikliği uyum planı çalışmaları yapılırken, “MGM” de bu çalışmalara gözlem verileri ve bilimsel çalışmalarla destek sağlıyor. 

Türkiye en hassas bölgede…

Türkiye'nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası, Dünya Meteoroloji Teşkilatı tarafından küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisi olarak tanımlanıyor. 

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, 2013 yılında yaptığı “Türkiye İklim Değişikliği Projeksiyonları” projesiyle de 2100 yılına kadar Türkiye ikliminde yaşanabilecek muhtemel değişiklikleri ortaya koymuştu. 

Buna göre, Türkiye'nin ortalama sıcaklıklarında 2050 yılına kadar 2 dereceye, 2100 yılına kadar ise 5 dereceye varan artışlar olacağı öngörülüyor. 

Sıcaklıklardaki bu artışların, gelecek yıllarda sıcak hava dalgaları, kuraklık, sel, dolu, fırtına ve hortum gibi kuvvetli meteorolojik olayların artmasına sebep olacağı tahmin ediliyor. 

Kış mevsimi yağışlarının 2100 yılına kadar, ülke genelinde artması, sonbahar mevsiminde, sahil ve kuzeydoğu kesimleri dışında, yağışların azalması bekleniyor. 

Yağışlarda yaşanacak azalışların, en fazla Anadolu'nun iç kesimleri ile güney bölgelerini etkileyeceği ve bu durumun kuraklığı artırabileceği düşünülüyor. 

Sıcaklıklar artıyor!..

Türkiye'de mevsimlik ve yıllık ortalama sıcaklıklar incelendiğinde, ortalama sıcaklıkların genel olarak 1999 yılından itibaren normallerin üzerinde olduğu görülüyor. 

Ülkemizde 2010 yılı “en sıcak yıl” olarak kayıtlara geçerken, 2019 yılı ise “en sıcak dördüncü yıl” oldu. 

Son 50 yıllık ortalama sıcaklıklar değerlendirildiğinde, en sıcak yılların 2000'den sonraki yıllar olduğu görülüyor. 

İklim değişikliğinin yağış rejimi üzerindeki etkileri ise sıcaklıkta olduğu gibi belirgin değil. 

Yağışlarda belirgin bir değişim, azalma veya artış eğilimi yok ancak yağış rejiminde düzensizlikler görülüyor. 

Toplam yağışlardaki değişimler yerine, maksimum yağışların sayı, şiddet ve sıklığında yaşanan artışlar iklim değişikliğinin en bariz göstergesi olarak öne çıkıyor. 

Son yıllarda ülkede yaşanan kuvvetli meteorolojik olaylardaki artış eğilimi, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri olarak meydana geliyor. 

“Karakış” olarak bilinen Aralık ayında Türkiye'nin en soğuk kentleri Ağrı, Ardahan, Erzurum ve Kars, bahardan kalma günler yaşıyor. 

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Taşkan Öztaş, “Son 30 yılın belki de en sıcak ve en kurak aralık ayını yaşıyoruz” dedi.

Geçtiğimiz yıl, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kendi evinizin önünü bile ekin; boş yer kalmasın!” talimatı vermişti.

BM Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, dünyanın şu an sadece yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla değil, aynı zamanda küresel insani bir felaketle yani “açlık salgını”yla da karşı karşıya olduğunu, Kovid-19 salgını başlamadan önce 2020’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü insani krizin yaşanacağı konusunda uyarıda bulunduklarını, en kötü senaryoya göre yaklaşık 36 ülkede kıtlık görülebileceğini söyledi. 

Diğer yandan, 2016 yılında Dünya İnsani Zirvesinde, Dünya Gıda Programı, BM Gıda ve Tarım Örgütü ve Avrupa Birliği tarafından kurulan Gıda Krizleri Küresel Ağı Platformu, “2020 Küresel Gıda Krizleri Raporu”nda 135 milyon kişinin gıda krizi ile başının dertte olduğunu ifade etmişti. 

Gıda güvencesinden yoksun insan sayısının rekor seviyelere ulaştığını, 92 milyon çocuğun bu krizden menfi etkilendiğini ve 2019 yılında iltica etmek zorunda kalan 20 milyon 200 bin göçmenin yüzde 52’sini ağırlayan 8 ülkenin 4’ünün ciddi gıda krizi ile karşı karşıya kaldığını belirtti. 

FAO, OECD, Dünya Bankası, Dünya Gıda Güvenliği Komitesi, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu, Dünya Gıda Programı gibi uluslararası kuruluşlar da gıda krizi olacağı yönünde görüş belirtti.

20 nisan 2020 de Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgüt (FAO), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başkanları yaptıkları ortak açıklamada, koronavirüs krizi, doğru bir şekilde yönetilmezse dünya çapında bir gıda kıtlığı riski oluşturabileceği konusunda uyarıda bulundu.

İmzalanan ortak metinde, gıda stoku konusundaki belirsizliğin küresel pazarda sıkıntıya sebebiyet verebileceği ve ihracat kısıtlamaları dalgası oluşturabileceği değerlendirmesi de yapıldı.

Dünyada bir gıda sıkıntısının yaşanacağı belli… 

Kovid-19, gıda krizine sadece ivme kazandıracağa benziyor. 

Kovid-19 öncesi ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler tedbirlerini aldılar. Büyük tarım şirketleri vasıtasıyla gıda teminine önem verip Doğu Avrupa ve Afrika başta olmak üzere dünyanın her yerinde verimli tarım arazilerini ya kiraladılar ya da satın aldılar. 

Yapılan araştırmalar, kullanılmayan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 60’ının Afrika’da olduğu yönündedir. 

2016 yılı itibarıyla yaklaşık 227 milyon hektar tarım alanının Afrika’da çok uluslu şirketler tarafından satın alındığı veya kiralandığı tahmin edilmektedir. 

Neden ülkeler bu şirketler aracılığıyla kendi gıda güvenliğini garanti altına almaktadır? 

Muhtemel bir gıda krizi herkesin kapısını çalacaktır.

Ancak ilginç olan şey BM Dünya Gıda Örgütü’nün her yıl tarımsal ürünlerde stok tespiti yapmasına ve raporlar yayınlamasına rağmen bu stokların kimin elinde olduğunu ifade etmeyişidir. 

Kimler ömrünün sonuna kadar kendilerine yetecek stoklara sahip, kimler yarınlarından endişe ediyor bilen yok.

Gıda güvenliğinin yoğun olarak konuşulmaya başlandığı son 10-15 yıl içerisinde Doğu Avrupa ülkelerinde tarım arazilerinin fiyatları yaklaşık 10 kat artmıştır. 

Çin, ABD, İngiltere, Hindistan başka ülke topraklarından satın alan veya kiralayan en önemli ülkelerdir. 

PEKİ, TÜRKİYE, KENDİ GIDA STOKLARI İLE GIDA GÜVENLİĞİMİZİ GARANTİ ALTINA ALDI MI? 

Son günlerde bürokrasiden, “yeterli stokumuz var” sözünü sıkça duyuyoruz ama bu meselenin bir stok meselesi olmadığını bilmemiz gerekir. 

Peki, ne kadar stokumuz var? 6 aylık mı, 1 yıllık mı? 

Hadi diyelim 2 yıllık olsun; peki sonrası? 

Stoklarımız yeterli mi, tarım ve hayvancılıkta doğru üretim modeli ile her türlü salgına karşı hazır mıyız? 

Unutmayalım 2019 yılında, 689 bin büyükbaş, 83 bin küçükbaş, 1 milyon ton ayçiçek küspesi, 2,6 milyon ton soya fasulyesi, 500 bin ton arpa, 3,36 milyon ton soya fasulyesi ve türevleri, 3,5 milyon ton mısırı ithal ettik. 

Hayvanı dışarıdan alıyoruz, bu hayvanların yem hammaddesini dışarıdan alıyoruz. 

Bu hayvanları koyduğumuz çiftliklerdeki bakıcılar da mülteci. O zaman bir yerde yanlış yapmışız, milli tarım politikamız ve Tarım Bakanlığı bürokratlarımıza bu süreçte büyük sorumluk düşecek. 

Her yıl tahıl ihracatından 20 milyar dolar kazanan ve Türkiye’ye de ihracat yapan Rusya, buğday, mısır, arpa, pirinç ihracatını askıya aldı. 

Milli tarım politikasını hazırlayan arkadaşlar; koyun, sığır üretme çiftliklerinde üretime ağırlık vermeliyiz. 

Problem kısaca milli kaynakların planlı kullanılmayışıdır. 

Uzun vadeli tarım politikalarının olmayışı, kırsaldan süratle göçün artması, sahipsiz kalan toprakların imara açılması ve “Tarımda Milli Eğitim” anlayışının tecelli etmemesi ile topraktan kopuk bir neslin yetişmesine vasat oluşturulmasıdır. 

Bürokrasi kafa yormalı, siyasi iradeye projeler üretmeli. 

Küreselci olmayanların dışlandığı dünyada küreselleşmenin sonunun geldiğini birlikte görmekteyiz. 

Türkiye, kendi kendine yeterlilik hesabını yaparak, milli bir tarım politikasını uygulayarak milli güvenlik tehdidi olacak olan, gıda güvenliği ve biyogüvenliğe karşı dirençli hâle gelmelidir. 

Yeterli tarım arazisi, suyu, iklim, uzmanı ve alt yapısıyla Türkiye, her türlü bitkisel ve hayvansal ürünü üretmek, vatandaşını doyurmak, artanı da ihraç etmek için uygun bir ülkedir.

Türkiye’de sistemin, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde çok ciddi radikal bir yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. 

.

Osman Atalay, dikGAZETE.com