Kürtler ve parlamenter sistem
Kürtler ve parlamenter sistem
- 26-06-2022 05:26
- 4781
- 26-06-2022 05:26
- 4781
AK Parti’yi destekleyen yazarlardan biri, geçtiğimiz haftaki bir yazısında “Yeni bir çözüm süreci mi?” sorusuna cevap veriyor. Çözüm süreci değilmiş, ama “7 Haziran ve 31 Mart seçimleri AK Parti’nin, Kürt seçmen olmadan seçim alamadığını göstermiş”, o nedenle partinin bu konuda bir ‘çalışma’ yapması gerekiyormuş.
O kadarını biz de biliyoruz.
Bu konuda ‘bir çalışma’ya gelince, belli ki o çalışma başlamış vaziyette.
Öncelikle, Kürt seçmenin tayin edici rolüne vurgu, Kürt siyaseti ile pazarlık kapısını aralıyor, ortam hareketleniyor. Ama ben bu tip ifşaatlarla iktidarın dışardan ortağı MHP’ye de mesaj verildiğini düşünüyorum.
MHP’ye, “durum ortada, bu konuda bir şeyler yapmamız lazım, ayağımıza dolanma” denmiş oluyor. Onlar bu mesajı nasıl değerlendirir bilemem, ama nereden bakarsanız bakın, iktidarı kaybetmek gibi ciddiye almaları gereken bir durum söz konusu.
Açık konuşalım, böyle durumlarda ikili bir süreç işler; bir yandan sadece MHP değil, AK Parti içindeki veya seçmeni nezninde, milliyetçilere, “Kürt seçmene muhtacız, bir süre durumu idare etmemiz gerekir” denilip, bu kesimler yatıştırılır.
Diğer taraftan, Kürt siyasetine ve AK Parti içindeki Kürtler ve seçmenlere, “şimdilik fazla bir şey yapamayız, malum MHP ve milliyetçilerin desteğini riske etmek olmaz, ama seçim sonrası bir şeyler yapacağız” sinyali verilir.
Böylece bir “kulaktan kulağa” oyunu başlar, “Kürtler, -bunlara güvenilmez ama- muhalefette iş yok, gene olsa olsa bu adamlar bir şeyler yapar veya zaten yapmak zorunda” diye akıl yürütmeye başlar.
Milliyetçiler, “Reis bu memleketi Kürtlere kaptırmaz, vardır bir bildiği” fısıltısını yayar da yayar.
Bu ilk kez olmuyor, çözüm sürecinde de benzer bir ortam doğmuştu.
Bu noktada hemen söyleyeyim, ben her şeye rağmen AK Parti’nin çözüm süreci siyasetini olumlu bir adım olarak görenlerdenim.
Bu süreçte, belli bir dönüşüm sağlanmıştı.
Birincisi; AK Parti seçmeni, Kürt meselesi konusunda askeri ve sert siyasetlerin çözüm olmadığına ikna edilmişti.
İkincisi; nihai çözümün ancak ve ancak demokratik siyaset sınırları dışında silahlı Kürt unsurlar ile müzakere ile mümkün olacağı fikri kabul görmüştü.
Tam da bu nedenle, sürekli AK Parti’ye muhalefet edenlerin, iktidar partisini, çözüm süreci ile yıpratmaya çalışmak yerine, bu sürecin devamını getirmediği için eleştirmesi gerektiğini söylüyorum. Ayrıca, ancak bu yolla, AK Parti’nin Kürt meselesi üzerinden muhalefeti karalama stratejisi boşa çıkarılabilir diye düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı, çözüm sürecini bitirenin iktidar partisi olmadığını söylüyor, bu durumda ona ve partisine sorulacak soru; bu denli güçlü bir iktidarın, kimsenin oyununa gelmeden, neden kararlı bir şekilde davranmamış olduğudur.
Muhalefet çevreleri, ne yazık ki, bu soruları yöneltmek yerine Kürt meselesinden uzak durma siyaseti güdüyor.
Bu durum, muhalefeti Kürt meselesinden uzak tutup, istediği zaman bu konuyu kendisine manevra alanı olarak kullanan AK Parti’nin değirmenine su taşıyor.
Bu koşullar altında, Kürt siyasetçiler de ister istemez bu manevra alanı içine hapsedilmiş oluyor.
Muhalefetin, Kürt meselesi konusundaki çekingenliği ve milliyetçiliğe rehin düşmüş hali karşısında, Kürt siyasetçilerin, seçimlerde muhalefete destek konusunda hevesli olmamasını anlamak lazım.
Nitekim, son olarak Ahmet Türk’ün “Gazete Duvar”da yayınlanan röportajında da bu hava hakimdi. Ahmet Türk, benim çok sevdiğim, dostluğunu önemsediğim bir siyasetçi; ancak, bu röportajda, muhalefet cephesinin Kürt siyasetinin belirsiz olduğuna işaretle, bu koşullar altında “sopanın el değiştirmesi bizim için anlam ifade etmiyor” mealindeki açıklamalarını sorunlu buldum.
Doğrusu, ben de başından beri, muhalefetin “parlamenter sistemi geri getirmek” dışında ve özellikle Kürt meselesi konusunda dişe dokunan bir şey söylememesini eleştiriyorum. Ancak, “parlamenter sisteme dönüş” ortak paydasında buluşmanın da yabana atılır bir konu olmadığı da ortada.
‘Altılı masa’, ‘muhalefet cephesi’, artık nasıl adlandırırsanız adlandırın, Başkanlık sistemine son vermek konusunda ittifak edenlere, tek tek partiler olarak veya ortaklaşa görüşlerine katılalım katılmayalım, demokrasi konusunda asgari de olsa ciddi bir adımın temsili olduğunu kabul etmek zorundayız.
Kuşkusuz, parlamenter sistem tek başına demokratik siyasetin garantisi değil, ancak Türkiye, demokratik siyasetin bu asgari şartını da yitirmiş durumda. Bu nedenle, bu asgari zeminde bu ittifaka destek vermek konusunda tereddütlerimizi bir yana bırakmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Evet, vahim bir durum, demokratikleşme ufkumuz, kaybettiğimiz eşeği yeniden bulmak sınırına kadar daralmış vaziyette. Ama, kaybettiğimiz eşeği yeniden bulmadan, bunun ötesinde demokrasi mücadelesi vermek imkânsız.
Çözüm sürecinde, Kürt siyasetinin (daha doğrusu Öcalan’ın) iktidar ile “başkanlık rejimi pazarlığı” yaptığı iddiaları tartışılıyordu.
Doğru veya değil, ama artık Türk usulü Başkanlık sistemi ile, hiç kimse için hak ve özgürlüklerden söz etmenin mümkün olmadığı yeterince anlaşıldı.
Kürt siyasetinin, bir noktada, Kürtlerin hak ve özgürlükleri mücadelesini, Türkiye dışında yaşanan gelişmeler (Suriye’de ‘Rojava Devrimi’) çerçevesinde yürütmek siyasetinin sonuç vermediği de ortada.
Bu koşullar altında, parlamenter sisteme dönüşün, hak ve özgürlükler mücadelesi için demokratik bir zemin olarak asgari ilk adım olduğunu kabul etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
AK Parti’yi destekleyen yazarlardan biri, geçtiğimiz haftaki bir yazısında “Yeni bir çözüm süreci mi?” sorusuna cevap veriyor. Çözüm süreci değilmiş, ama “7 Haziran ve 31 Mart seçimleri AK Parti’nin, Kürt seçmen olmadan seçim alamadığını göstermiş”, o nedenle partinin bu konuda bir ‘çalışma’ yapması gerekiyormuş.
O kadarını biz de biliyoruz.
Bu konuda ‘bir çalışma’ya gelince, belli ki o çalışma başlamış vaziyette.
Öncelikle, Kürt seçmenin tayin edici rolüne vurgu, Kürt siyaseti ile pazarlık kapısını aralıyor, ortam hareketleniyor. Ama ben bu tip ifşaatlarla iktidarın dışardan ortağı MHP’ye de mesaj verildiğini düşünüyorum.
MHP’ye, “durum ortada, bu konuda bir şeyler yapmamız lazım, ayağımıza dolanma” denmiş oluyor. Onlar bu mesajı nasıl değerlendirir bilemem, ama nereden bakarsanız bakın, iktidarı kaybetmek gibi ciddiye almaları gereken bir durum söz konusu.
Açık konuşalım, böyle durumlarda ikili bir süreç işler; bir yandan sadece MHP değil, AK Parti içindeki veya seçmeni nezninde, milliyetçilere, “Kürt seçmene muhtacız, bir süre durumu idare etmemiz gerekir” denilip, bu kesimler yatıştırılır.
Diğer taraftan, Kürt siyasetine ve AK Parti içindeki Kürtler ve seçmenlere, “şimdilik fazla bir şey yapamayız, malum MHP ve milliyetçilerin desteğini riske etmek olmaz, ama seçim sonrası bir şeyler yapacağız” sinyali verilir.
Böylece bir “kulaktan kulağa” oyunu başlar, “Kürtler, -bunlara güvenilmez ama- muhalefette iş yok, gene olsa olsa bu adamlar bir şeyler yapar veya zaten yapmak zorunda” diye akıl yürütmeye başlar.
Milliyetçiler, “Reis bu memleketi Kürtlere kaptırmaz, vardır bir bildiği” fısıltısını yayar da yayar.
Bu ilk kez olmuyor, çözüm sürecinde de benzer bir ortam doğmuştu.
Bu noktada hemen söyleyeyim, ben her şeye rağmen AK Parti’nin çözüm süreci siyasetini olumlu bir adım olarak görenlerdenim.
Bu süreçte, belli bir dönüşüm sağlanmıştı.
Birincisi; AK Parti seçmeni, Kürt meselesi konusunda askeri ve sert siyasetlerin çözüm olmadığına ikna edilmişti.
İkincisi; nihai çözümün ancak ve ancak demokratik siyaset sınırları dışında silahlı Kürt unsurlar ile müzakere ile mümkün olacağı fikri kabul görmüştü.
Tam da bu nedenle, sürekli AK Parti’ye muhalefet edenlerin, iktidar partisini, çözüm süreci ile yıpratmaya çalışmak yerine, bu sürecin devamını getirmediği için eleştirmesi gerektiğini söylüyorum. Ayrıca, ancak bu yolla, AK Parti’nin Kürt meselesi üzerinden muhalefeti karalama stratejisi boşa çıkarılabilir diye düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı, çözüm sürecini bitirenin iktidar partisi olmadığını söylüyor, bu durumda ona ve partisine sorulacak soru; bu denli güçlü bir iktidarın, kimsenin oyununa gelmeden, neden kararlı bir şekilde davranmamış olduğudur.
Muhalefet çevreleri, ne yazık ki, bu soruları yöneltmek yerine Kürt meselesinden uzak durma siyaseti güdüyor.
Bu durum, muhalefeti Kürt meselesinden uzak tutup, istediği zaman bu konuyu kendisine manevra alanı olarak kullanan AK Parti’nin değirmenine su taşıyor.
Bu koşullar altında, Kürt siyasetçiler de ister istemez bu manevra alanı içine hapsedilmiş oluyor.
Muhalefetin, Kürt meselesi konusundaki çekingenliği ve milliyetçiliğe rehin düşmüş hali karşısında, Kürt siyasetçilerin, seçimlerde muhalefete destek konusunda hevesli olmamasını anlamak lazım.
Nitekim, son olarak Ahmet Türk’ün “Gazete Duvar”da yayınlanan röportajında da bu hava hakimdi. Ahmet Türk, benim çok sevdiğim, dostluğunu önemsediğim bir siyasetçi; ancak, bu röportajda, muhalefet cephesinin Kürt siyasetinin belirsiz olduğuna işaretle, bu koşullar altında “sopanın el değiştirmesi bizim için anlam ifade etmiyor” mealindeki açıklamalarını sorunlu buldum.
Doğrusu, ben de başından beri, muhalefetin “parlamenter sistemi geri getirmek” dışında ve özellikle Kürt meselesi konusunda dişe dokunan bir şey söylememesini eleştiriyorum. Ancak, “parlamenter sisteme dönüş” ortak paydasında buluşmanın da yabana atılır bir konu olmadığı da ortada.
‘Altılı masa’, ‘muhalefet cephesi’, artık nasıl adlandırırsanız adlandırın, Başkanlık sistemine son vermek konusunda ittifak edenlere, tek tek partiler olarak veya ortaklaşa görüşlerine katılalım katılmayalım, demokrasi konusunda asgari de olsa ciddi bir adımın temsili olduğunu kabul etmek zorundayız.
Kuşkusuz, parlamenter sistem tek başına demokratik siyasetin garantisi değil, ancak Türkiye, demokratik siyasetin bu asgari şartını da yitirmiş durumda. Bu nedenle, bu asgari zeminde bu ittifaka destek vermek konusunda tereddütlerimizi bir yana bırakmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Evet, vahim bir durum, demokratikleşme ufkumuz, kaybettiğimiz eşeği yeniden bulmak sınırına kadar daralmış vaziyette. Ama, kaybettiğimiz eşeği yeniden bulmadan, bunun ötesinde demokrasi mücadelesi vermek imkânsız.
Çözüm sürecinde, Kürt siyasetinin (daha doğrusu Öcalan’ın) iktidar ile “başkanlık rejimi pazarlığı” yaptığı iddiaları tartışılıyordu.
Doğru veya değil, ama artık Türk usulü Başkanlık sistemi ile, hiç kimse için hak ve özgürlüklerden söz etmenin mümkün olmadığı yeterince anlaşıldı.
Kürt siyasetinin, bir noktada, Kürtlerin hak ve özgürlükleri mücadelesini, Türkiye dışında yaşanan gelişmeler (Suriye’de ‘Rojava Devrimi’) çerçevesinde yürütmek siyasetinin sonuç vermediği de ortada.
Bu koşullar altında, parlamenter sisteme dönüşün, hak ve özgürlükler mücadelesi için demokratik bir zemin olarak asgari ilk adım olduğunu kabul etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.