Malazgirt savaş alanı arkeolojisi ve…
Malazgirt savaş alanı arkeolojisi ve…
- 26-04-2022 05:32
- 4556
- 26-04-2022 05:32
- 4556
-Har.1 Romen Diyojen’in 1071 Malazgirt Seferi-
MALAZGİRT SAVAŞ ALANI ARKEOLOJİSİ VE
Prof. Bahri Ata, 29 Mart 2022’de “dinledikten sonra görüşlerini rica ediyorum” diye iki vidyo gönderdi:
1-“Fikret Özcan’a ait “Güncel Araştırma ve Yaklaşımlar; Kuzey Pisidia Yüzey Araştırmaları; Prostanna, Mallos, Dreskene, Kapıkaya” (Süleyman Demirel Üniversitesi).
2-Adnan Çevik’e ait “Malazgirt Savaşı Yüzey Araştırması” (Muğla Üniversitesi).
Arkeoloji çalışması olan bu vidyoları baştan sona dinledim. Sn. Özcan kısa, Sn. Çevik 35 dakika konuştu. Bu iki sunum hakkındaki kanaatlerimi belirteceğim. Yabancı özel isimlerin telâffuzu, Türkçe imlâ ile yazılacaktır.
Bu çalışmanın, günümüze ve geleceğe doğru bir tarih anlayışı bırakmaktan öte bir amacı yoktur.
Sn. Bahri Ata’nın, Fikret Özcan’a ait vidyoyu göndermesinin sebebi, Kuzey Pisidya’nın benim memleketim Isparta’yla ilgili olmasındandır.
Adnan Çevik’e ait vidyo ise Romen Diyojen’in Malazgirt güzergâhı üzerinde çalışmış olduğum içindir. Sn. Çevik’in dediğine göre, Feridun Dirimtekin’in 1936 yılında ve Deyvid Nikıl’ın (David Nicole) 1970’li yıllarda Malazgirt Savaşı’nın yeri konusunda yaptıkları teferruatlı arazi çalışmaları vardır ve bu savaşın yeri bellidir.
Hâl böyleyken, orada bir savaş alanı arkeolojisi üzerinde çalışmanın gayesi ne olabilir?
Galiba, Dirimtekin’in ve Nikıl’in çalışmalarını yok sayıp, benzer bir çalışma yapılmak isteniyor veya birileri, “en mühim savaşımızın yeri henüz belli değil diyerek”, makam sahiplerini bu işe zorlamış olmalı diye düşünüyorum.
Yüzey araştırması ve kazı gündeme geldi mi, Emirdağ-Hisarlıkaya ile Dinar kazıları aklıma gelir ve çok üzülürüm. İki kere iki dört eder gibi biliyorum ki Amorion Emirdağ’da değil, Uluborlu’dadır ve Apameia ise Dinar’da değil, Barla-Eye Burnu önlerinde ve Eğirdir Gölü’nün suları altındadır. 9-10 yıldır bu gerçeği haykırmama rağmen, ne bir arkeolog ve tarihçiden, ne de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türk Tarih Kurumundan bir ses çıkmadı.
“Sükût ikrardan gelir” derler. Millete sunulan yalan-yanlış bilgilere ve boşa giden emeklere yanarım.
1. Prof. Dr. Fikret Özcan, Firikya’nın en büyük şehri olan Laodikya’nın, Eğirdir olduğunu bilmemektedir. Kıral Antiyokus (MÖ 281-261), Yalvaç ve Apameya’yı [Mirya (Myria: İzmir) kurduğu gibi, Laodikya’yı da kurdu ve bu yerin bugünkü Eğirdir olduğu sabittir. Tarihî metinlerde Eğirdir, Lâdik (Laodikya) olarak çokça zikredildiği hâlde, bu yerin Prostanna adına hiç rastlamadım.
Hayton adlı yazarın kitabında Eğirdir, Yunan Likyası (Lichie Grecie) olarak geçer (2015: 51). Döjinye (Deguignes) Hayton’un bu metnini Fransızca’ya, Firikya içinde “Zichia de Grèce” kenti vardır (1756: 3) diye tercüme etmiştir; bunu da “Firijya veya Birikya içinde Zikya kenti vardır diye Türkçeye çevirmişlerdir (Döjinye, 1976: 1073). Öte yandan Batlamyus (Ptolemy), Ağlasun’u Likya’da gösterirken, Zozimus da Kremna’yı Likya’da gösterir (Remsi/Ramsay, 1960: 471). Ayrıca Remsi, “Likya’daki Laodikya’da, cenup yoluna (Anayol, Tarikü’l-Cadde, Kıral Yolu; daha doğrusu Eğirdir’deki Gelendost tarafına) açılan kapıya “Suriye Kapısı” denildiğini ifade eder (Remsi, 1960: 36). Suriye tâbirinin burada kullanılmış olması muhtemelen Herodotos’a dayanmaktadır. Çünkü Herodotos, “Yunanlılar, Kapadokyalılara Suriyeli der” şeklinde bir ifade kullanmıştır (Herodotos I, 72).
Buradan anlaşıldığına göre, Eğirdir Gölü’nün doğusu için Suriye denilmiş olmalıdır.
Anadolu’daki Kıral Yolu ile Roma Askerî yollarını veren İbn Hordazbih (820-912), bölgeyle ilgili çok mühim bir bilgi vermektedir:
“Terkasis (Thrakesion), el-Avasi (Kurtlar: Λύκοι) sancağında kalesi olan müstahkem Efes kentini ve ayrıca dört kaleyi daha kapsar. Efes, yedi uyurlar mağarasının bulunduğu kenttir. Bu kentin kiliseden çevrilmiş camisinde Mesleme'nin, Romalıların ülkesine muzaffer girişinin anısına yapılmış Arapça bir kitabe vardır” (İbn Hordazbih, 1889: 106; 1992: 78). Grekçe Lukoi (Λύκοι) “kurtlar”, Likya (Λύκια) ise “kurt derisi”, “kurtların yeri” demekmiş.
Böylece Ashab-ı Kehf’le ilgili Efes’in, hem Trakesiya (Thrakesia) bölgesinde, hem de Likya (Lykia) bölgesinde olduğu anlaşılıyor.
Likya adı, Arapçaya Avasi olarak tercüme edilmiştir. Prof. Kopraman, Arapça metni, “Kurtlar sancağı, Trakesiya bölgesinin içinde kalan bir bölgedir” diye yorumladı. el-Natulus (Anadolu, Anatolikon, Asya) eyâletinin merkezi Ammûriye (Amorion: Uluborlu) olup, 30’dan çok kalesi vardır (Topraklı, 2013: 144) ifadesine göre, Trakesiya bölgesi de, Anadolu veya Asya eyâleti içinde kalan bir bölgedir.
Çapalı köyünün Uluborlu çıkışında ve Kıral Yolu üzerinde bulunan bir taşta, “Appolonyalıların, Likyalıların ve Dağlı Trakyalıların meclisi ve halkı, (…)” (Remsi, 1960: 187, yıl 135) şeklinde bir yazı vardır.
Appolonya Uluborlu olunca, kanaatimce Dağlı Trakya da Kemer Boğazı civarı, Likya ise (İbn Hordazbih’in kaydına göre) Eski Eğirdir Gölü civarı olmalıdır.
Kanaatimce Türk beyi Alp Kara, Anna’nın zikrettiği Monolikos’tur. Ve O, bu lâkabını Eğirdir Gölü’nün ayağı olan Monolikos’tan almış olmalıdır. “Dr. Cramer, Lisinia şehrinin Burdur yerine Eğirdir’de olduğunu varsayıyor. (…) Eğer öyleyse gölün boşaltım damarı Lisinoe ırmağı idi” (Arundel, 2013: 75). “Parti (Parthy), acayip bir ifadede bulunuyor ve ‘şimdi Varinos denilen Monolikos nehri’ diyor” (Remsi, 1960: 489). Lisinya, Likya, Monolikos ve Varinos akıntılarının hepsi de Eğirdir Gölü’nün ayağı olmalıdır.
Eğirdir’in, Klodiyopolis, Hiyerakofitis, Felekbâr gibi daha birçok adı vardır.
Süleyman Şükrü’nün Büyük Seyahat (1907) adlı eserinde Eğirdir’le ilgili çok ilginç bilgiler vardır.
Barla’nın Eski Tralleis, Yeni Truva (Neutroja), Sart, Pithekas, Andronikopolis gibi adları da var. Sn. Özcan, Barla’yı gölün batısından bir yolla Eğirdir’e bağlamaktadır ki, böyle bir yol katiyetle yoktur.
“Türkler Menderes civarındaki bütün yerlere yayılmışlardı. Andronik Eski Tral (Tralleis) kentini tamir ettirerek buna Andronikopolis adını verdi. Fuke ülkesi emîri Menteşe burasını derhal ele geçirdi. Bu Türkler sonra Sakarya nehrine doğru geldiler” (H, 669) (Döjinye, 1976: 1155). Eski Tral, Barla’dır.
MÖ 401’de Kemer Boğazı’ndaki Kelene’de (Kelainai) oturan Oğul Kirus’un kumandalarının karıları ile çocuklarının kaldığı Tralleis (Ksenofon, 2011: 57) veya Neutroja (Grigoras, 1973: 137), yani Yeni Truva Barla’dır. Menderes ise iki göl arasındaki ırmaktır.
Hudut yanında bulunduğu için tarihte ve bilhassa Selçuklu-Roma tarihinde Barla adı çokça zikredilir.
2. Prof. Dr. Adnan Çevik, “Malazgirt Savaş Alanının Tarihi Tespiti ve Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi” ile ilgili değerli bilgiler verdi: Bu işe, Kültür Varlıkları ve Müzeler Gn. Müdürlüğünün istek ve destekleriyle girmişler.
Ankara, Hacettepe, Marmara, Ege, Muğla, Muş, Bitlis ve sair 12 farklı üniversiteden 30’un üzerinde hoca görev almış. Ruslar, yirmi yıldır bu işle ilgiliymiş. 2020-2021 yıllarında çalışılmış ve bu yıl da çalışacaklarmış. 2023 için Rus Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitüsünden üç arkeolog ile de bir protokol imzalamışlar.
Muş ve Bitlis üniversiteleri gibi, mahallinde iki üniversite varken İzmir, İstanbul, Ankara, Konya, Muğla ve sair 10 üniversiteden kalkıp, işin içinde para varmış gibi, ta Malazgirt’e gitmelerini yadırgamadım dersem yalan olur.
Bu üniversiteler, kendi bölgelerindeki Selçuklu ve Beylikler tarihinin meselelerini çözdüler mi de Malazgirt?
Amorion, Apameya, Subleon’un yerlerini tespit ettiniz de mi, Malazgirt’e koşup gittiniz?
Eğirdir ve Beyşehir Göllerinde meydana gelen coğrafî değişimi çözdünüz mü
Kıral Yolu’nun (via regia) güzergâhını tespit ettiniz mi?
Siz henüz Romen Diyojen’in Malazgirt’e gidiş yolunu bile tespit edememişken, üç Rus arkeolog ile sözleşme yapıyorsunuz.
Prof. Dr. Murat Keçiş’in, Nisan 2022’de, “İhanetten İmparatorluğa: IV. Romanos Diogenes” adlı, 29 sayfa (89-117) Belleten’de yeni çıkan makalesinin beş sayfası kaynaklardır. Murat Beyi yakînen tanır; bir şeyler yapmağa çalıştığını bilir ve severim. Çok kaynak vermek iş değil. Gerçek tarihi ortaya koyamadıktan sonra yüz sayfa kaynak versen ne olur?
Murat Hoca, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden söylüyorum:
Diyojen’in valilik yaptığı Tuna, Uluborlu Papa çayıdır.
Dristra, Senirkent-Uluğbey’dir; imparator Botanyates buralıdır; beş adından dolayı buraya Pentapolis de denilir.
Attalyates, Diyojen ve Botanyates’i niye sever hiç düşündünüz mü?
Bu iki imparator, Attalyates’in hemşehrisidir.
Diyojen’in memleketi olan Kapadokya, Seydişehir-Çarşamba çayı ile Niğde arasındaki bölgedir.
Antalya ve Eski Antalya’dan (Side) gayri bir Antalya da Eski Eğirdir Gölü yanında olmalıdır. Muhtemelen Attalyates bu Antalya’dandır.
Botanyates’in Diyojen’i kurtardığı Peçenek savaşı, Gelendost-Yalvaç arasında bir yerde yapılmış olmalıdır.
Peçenek Kegen’in oğlu Kulun/Galinos, Katakalon Kekaumenes’i Gelendost-Kötürnek köyünün (Adrianople) civarında kurtarmıştır.
Merhum Kurat’ın öldü dediği Kekaumenes, 20 Ağustos 1057 Hades (Çay-Karamıkkaracaören) savaşının çok mühim bir kahramanıdır.
Sertike, Sardika ve Traditza denilen kentler, Uluborlu’nun 4-5 bin metre kuzeyi, Dristra’nın (Uluğbey) 3-4 bm batısındadır.
Tarihçi, Nasrettin Hoca’nın hesap, Eğirdir Gölü civarındaki kentleri ve olayları, Bulgaristan’da arıyor.
Bulgar göçebe devletini de (Skylitzes, 2016: 196, açık.986), Eğirdir Gölü civarında arayacağına Bulgaristan’da arıyor ve tarih ve coğrafya alanındaki yeni bulgu ve bilgileri görmezden gelebiliyor (bk. Har.2).
Kimseyi üzmek istemiyorum, ama sabrın da bir sonu vardır ve Sarmatlar, Afyon-Şuhut civarındadır. Prof. Cemal Kurnaz’ın “Eskilerin yanlışları da bize yol gösterir” sözüyle avunuyorum, ama bu kadarı da fazla!
Kendisi de bir asker olan Feridun Dirimtekin, Malazgirt için ilk kez, 1936’da tek başına çalışmış; bir taslak harita çizmiştir. Benzer çalışmayı, 1946 yılında Kadri Perk Albay, 1970’de de Gn. Kurmay Harp Akademileri yapmış.
Rüçhan Arık, 1984’de sadece Malazgirt içinde çalışmış. Yabancılardan Deyvit Nikıl 1970’li yıllarda Malazgirt’e kadar gelerek araziyi gezmiş; bir taslak harita da o çizmiş. Sn. Çevik bu çalışmayı övdü.
John Haldon ve Biriyan Tod (Brian Todd) ise bu konuda kitap yazmışlar, amma araziyi görmemişler.
Sabık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteğiyle Çankaya’da yapılan “Büyük Selçuklu Medeniyeti” adlı kalabalık bir sunuma katılmıştım.
Ayaküstü ikram sırasında Prof. Refik Turan dâhil üç-dört kişiyle sohbet ediyor ve geçmişte Eğirdir ve Beyşehir göllerinin iki parça olduğunu söylüyordum ki, bize kulak misafiri olan bir hanım, “dediğinizin aslı var mı, oradaki köylüler Kubadabad’dan Kıreli’ye bir yol var diyorlar” dedi.
Bu hanım, uzun yıllar Kubadabad kazısını yapan Rüçhan Arık imiş.
Bu hadise, tarihçi ve arkeoloğa belki bir şeyler anlatır.
Sn. Çevik, İki yıl içinde 336 metal obje bulduklarını, bunların içinde topuk kıran (nal kıran) denen nesnenin ilgi çekici olduğunu söylüyor.
Bizans tarihçisi John Haldon coğrafi değişimi bilmediği için onlarca hata yapmıştır.
Haldon, Roma Askerî Yollarını ve Kıral Yolu’nun güzergâhı ile Amoryon, Apameya, İzmir ve daha birçok şehrin yerini yanlış bilmektedir. Kendisi ile birkaç defa yazıştım ve her defasında cevap verme nezaketini gösterdi.
Sn. Çevik’in yerinde olsam, Malazgirt’teki Roma ordugâhının bulunduğu yere Dirimtekin’in bir heykelini dikerim.
İmparator Romen Diyojen ve Sultan Alp Arslan’ın 1071 Yürüyüşleri:
“Marching across Anatolia: Medieval Logistics and Modeling the Mantzikert Campaign” adlı John Haldon’a ait makaledeki yol ile Sn. Çevik’in tarif ettiği yol güzergâhlarının İstanbul-Sivas arasındaki bölümü yanlıştır.
Ben, yol güzergâhının doğrusunu beş yıl önce yayınladım (bk. Har. 1), ama siz John’a uydunuz.
Diyojen, 13 Mart günü Anadolu yakasına geçmiş, Gebze’den gemiyle Taşköprü’ye (Kibotos), oradan Roma Askeri Yolu’nu takiple İznik Gölü’nün batı ucundan Malagina yanı (İnegöl civarı) ( 24 Mart), oradan da Eskişehir’e gelmiştir (4 Nisan). Oradan Seyitgazi ve Afyon yoluyla Anadolu eyâletindeki Senirkent-Yassıören (Malagina) yanı ile Kemer Boğazı’ndaki Zompos köprüsünü geçti; Marsiyas ırmağı yanındaki taşlık alanda ordugâh kurdu (22 Nisan).
Afşin, az önce buralardan geçmiş ve Rumlar sağa sola kaçmışlardı.
Kumandanlar malikânelerine çekildi, Diyojen ise kaçanları buldu; güven verdi.
Anadolu eyaletinin merkezi Uluborlu (Amorion) idi ve burada Diyojen’e ait bir heykeli vardır (yıl 1069).
Diyojen, 1068 ve 1069 şark seferlerinde de aynı yolu kullandı. O, Şarkîkaraağaç, Beyşehir yoluyla 10 Mayıs akşamı Çarşamba çayı (Halis) kıyısına geldi ve 1068’de yaptırdığı kalede birkaç gün kaldı. Askeri ise, dinlensinler diye Kapadokya’daki kendi mülklerine gönderdi.
Kayseri’ye yaklaşmaksızın ordunun ilerleyişini (Karaman-Ereğli-Kemerhisar-Develi yoluyla), Krya Pégé (Soğuk Pınar: Pınarbaşı) denen yere gelinceye ve orada ordugâh kuruncaya kadar kesmedi (6 Haz.) (Attalyates, 2008: 151).
Burada Sarmatları cezalandırdı.
Beş gün sonra yola çıktı ve 18 Haziran akşamı Sivas’a geldi.
Sivas’tan sonrası malûm.
Tarihlerde hata olabilir.
Diyojen, İstanbul’dan belki bin kişiyle yola çıktı; İnegöl, Eskişehir, Anadolu eyâleti ve Karaman gibi yerlerden asker alarak yürüdü.
Sarmatlar, Afyon-Şuhut civarında oturan ve Bizans’ta ücretli askerlik yapan Türklerdi.
Gelendost ve Senirkent ovalarında, her ırktan ve çok sayıda asker bulunmaktadır.
Ben ekseriyetle orduların yürüdüğü yolu araştırıyorum ki, yolu bilmeden yapılan yorumlar yanlış olacaktır.
Sn. Çevik’in gösterdiği haritada, Sultanın 26 Nisan’da Halep’ten hareket ettiği görülüyor.
Osman Turan ise, Sultanın Mayıs ortasında haber aldığına dair rivayeti tartışır; Sultanın telaşlanmasını, Diyojen’in Erzurum’a yaklaşmasına bağlar ve bu rivayeti kabul etmez, Sultanı kısa yoldan Ahlat’a çıkarır (Turan, 1998: 24).
26 Nisanda Diyojen henüz Gelendost civarındadır; Diyojen ancak, 12 Haziran sabahı Pınarbaşı’ndan Sivas yoluna girince Erzurum yönüne gideceği belli olur. Çünkü O, Pınarbaşı’ndan Malatya yönüne de gidebilirdi.
Sultanı telaşlandıran husus kanaatimce, Diyojen’in barış teklifiyle Sultanı aldatması (Yinanç, 2013: 63) ve seferin nereye olduğunu bilmiyor olmasıdır.
O gün için telefon yoktur ve ancak ulaklar vasıtasıyla zor şartlarda haber alınmaktadır.
Halep’te bulunan Sultan, Diyojen’in şark seferine çıktığı haberini, Diyojen, henüz Gelendost civarında iken (26 Nisan) almış olmalıdır.
Erzurum üzerine yürüdüğü haberini ise, 22 Haziranda ancak alacaktır.
Diyojen’in, Erzurum’a 23 Temmuzda gelebileceği hesabına göre Sultan’ın önünde 30-40 gün var demektir.
Bizans ordusu, günde ortalama 25 bin metre, Türk atlıları ise asgari 50 bin metre yol almaktadırlar.
Diyarbakır, Silvan, Erzen yoluyla, Halep-Ahlat arası 15 gün, Urfa-Cizre üzerinden Halep-Musul arası ise 15 gün kadardır. Yani Halep’ten hareket eden Sultan, 7-8 Temmuzda hem Ahlat’a, hem de Musul’a gelebilecek demektir.
O’nun, herhangi bir sebeple Musul’a geldiğini varsayarsak, Diyarbakır-Silvan üzerinden 25 Temmuz, Urmiye Gölü’nün batısı ve Hoy üzerinden ise 30 Temmuzda Erciş’e gelebilecek demektir.
Sultan, Malazgirt-Zeho ovasının güneyindeki ordugâhına 24 Ağustos’ta geldiğine göre (Yinanç, 2013: 64), Sultan, 25-30 gün kadar, geçtiği yol ve duraklarda oyalanmış demektir.
Romen Diyojen, Malazgirt dönüşünde, gittiği yoldan geri döndü; Karaman’dan sonra, Konya-Apa civarında Kıral Yolu’ndan ayrılarak, Roma askerî yolunu takiple Bağırsakdere Boğazı’ndaki Melissopetrion (Balkayası yeri) kalesine geldi.
Burada İstanbul’da bir darbe yapıldığını ve düşük ilân edildiğini öğrendi.
Asker devşirmek için Karaali, Selki, Kıreli ve Fele Pınarı yoluyla Kemer Boğazı tarafına yürüdü.
Yalvaç-Gele-germi (Dokeia?) kalesine geldi. Kemer Boğazı’nda (Hellespontus/ Firikya Hellespontus) bulunan Frank komutan Krispin’i çağırdı, fakat O gelmedi ve karşı tarafın yanında yer aldı.
Gele-germi önünde yapılan savaşı da kaybeden Diyojen, Kıral Yolu’nu takiple Ulukışla yanındaki Trypoion kalesine çekildi.
Adana’dan gelen Haçatur, O’nu Adana’ya götürdü. Roma ordusu bu defa, Karaman-Silifke yolu ile Adana’ya geldi ve yapılan savaş sırasında Diyojen, vücut azalarına zarar verilmemek şartıyla keşiş olmaya razı ve teslim oldu.
Diyojen, keşiş elbisesi içinde ve hüzün yüklü olarak, katır sırtında Kıral Yolu’nu takiple Kemer Boğazı’na, oradan da Roma askerî yoluyla Afyon üzerinden Kütahya’ya getirildi. Burada sözünde durmayan kukla imparator VII. Mikhael’in emriyle acemi bir Yahudi doktor tarafından kör edildi. Kafası şişti, kurtlandı ve büyük ıstıraplar içinde Kınalı Ada’da öldü (4 Ağustos 1072).
Bunu haber alan Sultan Alpaslan çok üzüldü ve beylerine Anadolu’nun fethini buyurdu ve böylece kadim topraklarımız için yeni sevdamız başlamış oldu.
Sn. Çevik, belki, Diyojen’in bir filmini çekersiniz diye bu bilgileri de verdim. Film, tarihe sadık kalarak yapılmalıdır; böylece Sultan Alp Arslan’ı da anlatma fırsatı doğacaktır.
Ordu Sayıları:
Malazgirt’teki Bizans ordusunun 60 bini, Türk ordusunun da 30 bini geçmediğini düşünüyorum.
Bizans her merkezden on bin asker alsa, İnegöl, Eskişehir, Senirkent, Gelendost, Karaman civarından toplam 50 bin eder. İstanbul’dan gelenler ile Erzurum’da katılanlarla birlikte ordunun sayısı 60 bini geçmez. Ancak, aralarındaki anlaşmazlıklar ve ihanet sebebiyle yaklaşık olarak komutanlardan Rusel 3 bin, Tarhan 7 bin ve Andronik ise 7 bin kişi ile savaş alanını terk edince, Diyojen’in mevcudu 30 bine kadar düşmüş olmalıdır.
Savaş Alanı:
Diyojen, Malazgirt ile Murat suyunun kollarından biri olan Şeker-bulak arasında ve Şeker-bulak yanında, belki de, Karayolları haritasında “garnizonun” diye gösterilen yerin yanında ordugâh kurmuş olabilir (Attalyates, 2008: 156, 162). Türk ordugâhı ise Yaramış ve Aydın köyleri civarında olmalıdır.
Sonuç:
Büyük bir tarihçi topluğu, maalesef ilme karşı bir tutum içinde bulunmaktadırlar. Bunlar, “Eğirdir Gölü’nün iki parça ve ikisi arasında bir ırmak bulunduğu” keşfine karşı, 12 yıldır, sağır ve kör taklidi yapmaktadırlar.
Hani, “yeni bulunan bir bilgi, bulgu ve belge, tarih bilgimizi değiştirebilirdi?”
Bize metot tavsiye eden tarihçiler, kendileri niçin usûlsüzlük yapmaktadırlar?
Müderris A. Rüşdî Kara’ağâcî, “Bir kişi ister aklî, isterse naklî ilimlerin bilgini olsun mantığını kullanmaz ise kördür” der (Pehlivan, 2012: 10-11).
Yarı sömürge ülkelerde halk, aydınların dilini anlamazmış. Bizde de maalesef dilde yabancı hâkimiyeti çoktur. Bunda üniversitenin çok büyük bir payı ve vebali vardır.
Sn. Çevik, sözünü ettiğim konuşmasında, “metodoloji, interdisipliner, dijital arkeoloji, dijital imkânlar ve Malazgirt’in kültür ve turizm destinasyon alanı olması” gibi ifadeler kullandı.
Dinlerken üzüldüm. Böyle deyinceye kadar; “usûl, disiplinler arası, sayısal arkeoloji, sayısal imkân, Malazgirt’in insanların ziyareti için cazibe merkezi olması” gibi ifadeler kullanabilirdi. Bolu’lu, halis bir Türk’e de bu yakışırdı.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com
Har.2: Peçenekler- Kumanlar
-Har.1 Romen Diyojen’in 1071 Malazgirt Seferi-
MALAZGİRT SAVAŞ ALANI ARKEOLOJİSİ VE
Prof. Bahri Ata, 29 Mart 2022’de “dinledikten sonra görüşlerini rica ediyorum” diye iki vidyo gönderdi:
1-“Fikret Özcan’a ait “Güncel Araştırma ve Yaklaşımlar; Kuzey Pisidia Yüzey Araştırmaları; Prostanna, Mallos, Dreskene, Kapıkaya” (Süleyman Demirel Üniversitesi).
2-Adnan Çevik’e ait “Malazgirt Savaşı Yüzey Araştırması” (Muğla Üniversitesi).
Arkeoloji çalışması olan bu vidyoları baştan sona dinledim. Sn. Özcan kısa, Sn. Çevik 35 dakika konuştu. Bu iki sunum hakkındaki kanaatlerimi belirteceğim. Yabancı özel isimlerin telâffuzu, Türkçe imlâ ile yazılacaktır.
Bu çalışmanın, günümüze ve geleceğe doğru bir tarih anlayışı bırakmaktan öte bir amacı yoktur.
Sn. Bahri Ata’nın, Fikret Özcan’a ait vidyoyu göndermesinin sebebi, Kuzey Pisidya’nın benim memleketim Isparta’yla ilgili olmasındandır.
Adnan Çevik’e ait vidyo ise Romen Diyojen’in Malazgirt güzergâhı üzerinde çalışmış olduğum içindir. Sn. Çevik’in dediğine göre, Feridun Dirimtekin’in 1936 yılında ve Deyvid Nikıl’ın (David Nicole) 1970’li yıllarda Malazgirt Savaşı’nın yeri konusunda yaptıkları teferruatlı arazi çalışmaları vardır ve bu savaşın yeri bellidir.
Hâl böyleyken, orada bir savaş alanı arkeolojisi üzerinde çalışmanın gayesi ne olabilir?
Galiba, Dirimtekin’in ve Nikıl’in çalışmalarını yok sayıp, benzer bir çalışma yapılmak isteniyor veya birileri, “en mühim savaşımızın yeri henüz belli değil diyerek”, makam sahiplerini bu işe zorlamış olmalı diye düşünüyorum.
Yüzey araştırması ve kazı gündeme geldi mi, Emirdağ-Hisarlıkaya ile Dinar kazıları aklıma gelir ve çok üzülürüm. İki kere iki dört eder gibi biliyorum ki Amorion Emirdağ’da değil, Uluborlu’dadır ve Apameia ise Dinar’da değil, Barla-Eye Burnu önlerinde ve Eğirdir Gölü’nün suları altındadır. 9-10 yıldır bu gerçeği haykırmama rağmen, ne bir arkeolog ve tarihçiden, ne de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türk Tarih Kurumundan bir ses çıkmadı.
“Sükût ikrardan gelir” derler. Millete sunulan yalan-yanlış bilgilere ve boşa giden emeklere yanarım.
1. Prof. Dr. Fikret Özcan, Firikya’nın en büyük şehri olan Laodikya’nın, Eğirdir olduğunu bilmemektedir. Kıral Antiyokus (MÖ 281-261), Yalvaç ve Apameya’yı [Mirya (Myria: İzmir) kurduğu gibi, Laodikya’yı da kurdu ve bu yerin bugünkü Eğirdir olduğu sabittir. Tarihî metinlerde Eğirdir, Lâdik (Laodikya) olarak çokça zikredildiği hâlde, bu yerin Prostanna adına hiç rastlamadım.
Hayton adlı yazarın kitabında Eğirdir, Yunan Likyası (Lichie Grecie) olarak geçer (2015: 51). Döjinye (Deguignes) Hayton’un bu metnini Fransızca’ya, Firikya içinde “Zichia de Grèce” kenti vardır (1756: 3) diye tercüme etmiştir; bunu da “Firijya veya Birikya içinde Zikya kenti vardır diye Türkçeye çevirmişlerdir (Döjinye, 1976: 1073). Öte yandan Batlamyus (Ptolemy), Ağlasun’u Likya’da gösterirken, Zozimus da Kremna’yı Likya’da gösterir (Remsi/Ramsay, 1960: 471). Ayrıca Remsi, “Likya’daki Laodikya’da, cenup yoluna (Anayol, Tarikü’l-Cadde, Kıral Yolu; daha doğrusu Eğirdir’deki Gelendost tarafına) açılan kapıya “Suriye Kapısı” denildiğini ifade eder (Remsi, 1960: 36). Suriye tâbirinin burada kullanılmış olması muhtemelen Herodotos’a dayanmaktadır. Çünkü Herodotos, “Yunanlılar, Kapadokyalılara Suriyeli der” şeklinde bir ifade kullanmıştır (Herodotos I, 72).
Buradan anlaşıldığına göre, Eğirdir Gölü’nün doğusu için Suriye denilmiş olmalıdır.
Anadolu’daki Kıral Yolu ile Roma Askerî yollarını veren İbn Hordazbih (820-912), bölgeyle ilgili çok mühim bir bilgi vermektedir:
“Terkasis (Thrakesion), el-Avasi (Kurtlar: Λύκοι) sancağında kalesi olan müstahkem Efes kentini ve ayrıca dört kaleyi daha kapsar. Efes, yedi uyurlar mağarasının bulunduğu kenttir. Bu kentin kiliseden çevrilmiş camisinde Mesleme'nin, Romalıların ülkesine muzaffer girişinin anısına yapılmış Arapça bir kitabe vardır” (İbn Hordazbih, 1889: 106; 1992: 78). Grekçe Lukoi (Λύκοι) “kurtlar”, Likya (Λύκια) ise “kurt derisi”, “kurtların yeri” demekmiş.
Böylece Ashab-ı Kehf’le ilgili Efes’in, hem Trakesiya (Thrakesia) bölgesinde, hem de Likya (Lykia) bölgesinde olduğu anlaşılıyor.
Likya adı, Arapçaya Avasi olarak tercüme edilmiştir. Prof. Kopraman, Arapça metni, “Kurtlar sancağı, Trakesiya bölgesinin içinde kalan bir bölgedir” diye yorumladı. el-Natulus (Anadolu, Anatolikon, Asya) eyâletinin merkezi Ammûriye (Amorion: Uluborlu) olup, 30’dan çok kalesi vardır (Topraklı, 2013: 144) ifadesine göre, Trakesiya bölgesi de, Anadolu veya Asya eyâleti içinde kalan bir bölgedir.
Çapalı köyünün Uluborlu çıkışında ve Kıral Yolu üzerinde bulunan bir taşta, “Appolonyalıların, Likyalıların ve Dağlı Trakyalıların meclisi ve halkı, (…)” (Remsi, 1960: 187, yıl 135) şeklinde bir yazı vardır.
Appolonya Uluborlu olunca, kanaatimce Dağlı Trakya da Kemer Boğazı civarı, Likya ise (İbn Hordazbih’in kaydına göre) Eski Eğirdir Gölü civarı olmalıdır.
Kanaatimce Türk beyi Alp Kara, Anna’nın zikrettiği Monolikos’tur. Ve O, bu lâkabını Eğirdir Gölü’nün ayağı olan Monolikos’tan almış olmalıdır. “Dr. Cramer, Lisinia şehrinin Burdur yerine Eğirdir’de olduğunu varsayıyor. (…) Eğer öyleyse gölün boşaltım damarı Lisinoe ırmağı idi” (Arundel, 2013: 75). “Parti (Parthy), acayip bir ifadede bulunuyor ve ‘şimdi Varinos denilen Monolikos nehri’ diyor” (Remsi, 1960: 489). Lisinya, Likya, Monolikos ve Varinos akıntılarının hepsi de Eğirdir Gölü’nün ayağı olmalıdır.
Eğirdir’in, Klodiyopolis, Hiyerakofitis, Felekbâr gibi daha birçok adı vardır.
Süleyman Şükrü’nün Büyük Seyahat (1907) adlı eserinde Eğirdir’le ilgili çok ilginç bilgiler vardır.
Barla’nın Eski Tralleis, Yeni Truva (Neutroja), Sart, Pithekas, Andronikopolis gibi adları da var. Sn. Özcan, Barla’yı gölün batısından bir yolla Eğirdir’e bağlamaktadır ki, böyle bir yol katiyetle yoktur.
“Türkler Menderes civarındaki bütün yerlere yayılmışlardı. Andronik Eski Tral (Tralleis) kentini tamir ettirerek buna Andronikopolis adını verdi. Fuke ülkesi emîri Menteşe burasını derhal ele geçirdi. Bu Türkler sonra Sakarya nehrine doğru geldiler” (H, 669) (Döjinye, 1976: 1155). Eski Tral, Barla’dır.
MÖ 401’de Kemer Boğazı’ndaki Kelene’de (Kelainai) oturan Oğul Kirus’un kumandalarının karıları ile çocuklarının kaldığı Tralleis (Ksenofon, 2011: 57) veya Neutroja (Grigoras, 1973: 137), yani Yeni Truva Barla’dır. Menderes ise iki göl arasındaki ırmaktır.
Hudut yanında bulunduğu için tarihte ve bilhassa Selçuklu-Roma tarihinde Barla adı çokça zikredilir.
2. Prof. Dr. Adnan Çevik, “Malazgirt Savaş Alanının Tarihi Tespiti ve Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi” ile ilgili değerli bilgiler verdi: Bu işe, Kültür Varlıkları ve Müzeler Gn. Müdürlüğünün istek ve destekleriyle girmişler.
Ankara, Hacettepe, Marmara, Ege, Muğla, Muş, Bitlis ve sair 12 farklı üniversiteden 30’un üzerinde hoca görev almış. Ruslar, yirmi yıldır bu işle ilgiliymiş. 2020-2021 yıllarında çalışılmış ve bu yıl da çalışacaklarmış. 2023 için Rus Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitüsünden üç arkeolog ile de bir protokol imzalamışlar.
Muş ve Bitlis üniversiteleri gibi, mahallinde iki üniversite varken İzmir, İstanbul, Ankara, Konya, Muğla ve sair 10 üniversiteden kalkıp, işin içinde para varmış gibi, ta Malazgirt’e gitmelerini yadırgamadım dersem yalan olur.
Bu üniversiteler, kendi bölgelerindeki Selçuklu ve Beylikler tarihinin meselelerini çözdüler mi de Malazgirt?
Amorion, Apameya, Subleon’un yerlerini tespit ettiniz de mi, Malazgirt’e koşup gittiniz?
Eğirdir ve Beyşehir Göllerinde meydana gelen coğrafî değişimi çözdünüz mü
Kıral Yolu’nun (via regia) güzergâhını tespit ettiniz mi?
Siz henüz Romen Diyojen’in Malazgirt’e gidiş yolunu bile tespit edememişken, üç Rus arkeolog ile sözleşme yapıyorsunuz.
Prof. Dr. Murat Keçiş’in, Nisan 2022’de, “İhanetten İmparatorluğa: IV. Romanos Diogenes” adlı, 29 sayfa (89-117) Belleten’de yeni çıkan makalesinin beş sayfası kaynaklardır. Murat Beyi yakînen tanır; bir şeyler yapmağa çalıştığını bilir ve severim. Çok kaynak vermek iş değil. Gerçek tarihi ortaya koyamadıktan sonra yüz sayfa kaynak versen ne olur?
Murat Hoca, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden söylüyorum:
Diyojen’in valilik yaptığı Tuna, Uluborlu Papa çayıdır.
Dristra, Senirkent-Uluğbey’dir; imparator Botanyates buralıdır; beş adından dolayı buraya Pentapolis de denilir.
Attalyates, Diyojen ve Botanyates’i niye sever hiç düşündünüz mü?
Bu iki imparator, Attalyates’in hemşehrisidir.
Diyojen’in memleketi olan Kapadokya, Seydişehir-Çarşamba çayı ile Niğde arasındaki bölgedir.
Antalya ve Eski Antalya’dan (Side) gayri bir Antalya da Eski Eğirdir Gölü yanında olmalıdır. Muhtemelen Attalyates bu Antalya’dandır.
Botanyates’in Diyojen’i kurtardığı Peçenek savaşı, Gelendost-Yalvaç arasında bir yerde yapılmış olmalıdır.
Peçenek Kegen’in oğlu Kulun/Galinos, Katakalon Kekaumenes’i Gelendost-Kötürnek köyünün (Adrianople) civarında kurtarmıştır.
Merhum Kurat’ın öldü dediği Kekaumenes, 20 Ağustos 1057 Hades (Çay-Karamıkkaracaören) savaşının çok mühim bir kahramanıdır.
Sertike, Sardika ve Traditza denilen kentler, Uluborlu’nun 4-5 bin metre kuzeyi, Dristra’nın (Uluğbey) 3-4 bm batısındadır.
Tarihçi, Nasrettin Hoca’nın hesap, Eğirdir Gölü civarındaki kentleri ve olayları, Bulgaristan’da arıyor.
Bulgar göçebe devletini de (Skylitzes, 2016: 196, açık.986), Eğirdir Gölü civarında arayacağına Bulgaristan’da arıyor ve tarih ve coğrafya alanındaki yeni bulgu ve bilgileri görmezden gelebiliyor (bk. Har.2).
Kimseyi üzmek istemiyorum, ama sabrın da bir sonu vardır ve Sarmatlar, Afyon-Şuhut civarındadır. Prof. Cemal Kurnaz’ın “Eskilerin yanlışları da bize yol gösterir” sözüyle avunuyorum, ama bu kadarı da fazla!
Kendisi de bir asker olan Feridun Dirimtekin, Malazgirt için ilk kez, 1936’da tek başına çalışmış; bir taslak harita çizmiştir. Benzer çalışmayı, 1946 yılında Kadri Perk Albay, 1970’de de Gn. Kurmay Harp Akademileri yapmış.
Rüçhan Arık, 1984’de sadece Malazgirt içinde çalışmış. Yabancılardan Deyvit Nikıl 1970’li yıllarda Malazgirt’e kadar gelerek araziyi gezmiş; bir taslak harita da o çizmiş. Sn. Çevik bu çalışmayı övdü.
John Haldon ve Biriyan Tod (Brian Todd) ise bu konuda kitap yazmışlar, amma araziyi görmemişler.
Sabık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteğiyle Çankaya’da yapılan “Büyük Selçuklu Medeniyeti” adlı kalabalık bir sunuma katılmıştım.
Ayaküstü ikram sırasında Prof. Refik Turan dâhil üç-dört kişiyle sohbet ediyor ve geçmişte Eğirdir ve Beyşehir göllerinin iki parça olduğunu söylüyordum ki, bize kulak misafiri olan bir hanım, “dediğinizin aslı var mı, oradaki köylüler Kubadabad’dan Kıreli’ye bir yol var diyorlar” dedi.
Bu hanım, uzun yıllar Kubadabad kazısını yapan Rüçhan Arık imiş.
Bu hadise, tarihçi ve arkeoloğa belki bir şeyler anlatır.
Sn. Çevik, İki yıl içinde 336 metal obje bulduklarını, bunların içinde topuk kıran (nal kıran) denen nesnenin ilgi çekici olduğunu söylüyor.
Bizans tarihçisi John Haldon coğrafi değişimi bilmediği için onlarca hata yapmıştır.
Haldon, Roma Askerî Yollarını ve Kıral Yolu’nun güzergâhı ile Amoryon, Apameya, İzmir ve daha birçok şehrin yerini yanlış bilmektedir. Kendisi ile birkaç defa yazıştım ve her defasında cevap verme nezaketini gösterdi.
Sn. Çevik’in yerinde olsam, Malazgirt’teki Roma ordugâhının bulunduğu yere Dirimtekin’in bir heykelini dikerim.
İmparator Romen Diyojen ve Sultan Alp Arslan’ın 1071 Yürüyüşleri:
“Marching across Anatolia: Medieval Logistics and Modeling the Mantzikert Campaign” adlı John Haldon’a ait makaledeki yol ile Sn. Çevik’in tarif ettiği yol güzergâhlarının İstanbul-Sivas arasındaki bölümü yanlıştır.
Ben, yol güzergâhının doğrusunu beş yıl önce yayınladım (bk. Har. 1), ama siz John’a uydunuz.
Diyojen, 13 Mart günü Anadolu yakasına geçmiş, Gebze’den gemiyle Taşköprü’ye (Kibotos), oradan Roma Askeri Yolu’nu takiple İznik Gölü’nün batı ucundan Malagina yanı (İnegöl civarı) ( 24 Mart), oradan da Eskişehir’e gelmiştir (4 Nisan). Oradan Seyitgazi ve Afyon yoluyla Anadolu eyâletindeki Senirkent-Yassıören (Malagina) yanı ile Kemer Boğazı’ndaki Zompos köprüsünü geçti; Marsiyas ırmağı yanındaki taşlık alanda ordugâh kurdu (22 Nisan).
Afşin, az önce buralardan geçmiş ve Rumlar sağa sola kaçmışlardı.
Kumandanlar malikânelerine çekildi, Diyojen ise kaçanları buldu; güven verdi.
Anadolu eyaletinin merkezi Uluborlu (Amorion) idi ve burada Diyojen’e ait bir heykeli vardır (yıl 1069).
Diyojen, 1068 ve 1069 şark seferlerinde de aynı yolu kullandı. O, Şarkîkaraağaç, Beyşehir yoluyla 10 Mayıs akşamı Çarşamba çayı (Halis) kıyısına geldi ve 1068’de yaptırdığı kalede birkaç gün kaldı. Askeri ise, dinlensinler diye Kapadokya’daki kendi mülklerine gönderdi.
Kayseri’ye yaklaşmaksızın ordunun ilerleyişini (Karaman-Ereğli-Kemerhisar-Develi yoluyla), Krya Pégé (Soğuk Pınar: Pınarbaşı) denen yere gelinceye ve orada ordugâh kuruncaya kadar kesmedi (6 Haz.) (Attalyates, 2008: 151).
Burada Sarmatları cezalandırdı.
Beş gün sonra yola çıktı ve 18 Haziran akşamı Sivas’a geldi.
Sivas’tan sonrası malûm.
Tarihlerde hata olabilir.
Diyojen, İstanbul’dan belki bin kişiyle yola çıktı; İnegöl, Eskişehir, Anadolu eyâleti ve Karaman gibi yerlerden asker alarak yürüdü.
Sarmatlar, Afyon-Şuhut civarında oturan ve Bizans’ta ücretli askerlik yapan Türklerdi.
Gelendost ve Senirkent ovalarında, her ırktan ve çok sayıda asker bulunmaktadır.
Ben ekseriyetle orduların yürüdüğü yolu araştırıyorum ki, yolu bilmeden yapılan yorumlar yanlış olacaktır.
Sn. Çevik’in gösterdiği haritada, Sultanın 26 Nisan’da Halep’ten hareket ettiği görülüyor.
Osman Turan ise, Sultanın Mayıs ortasında haber aldığına dair rivayeti tartışır; Sultanın telaşlanmasını, Diyojen’in Erzurum’a yaklaşmasına bağlar ve bu rivayeti kabul etmez, Sultanı kısa yoldan Ahlat’a çıkarır (Turan, 1998: 24).
26 Nisanda Diyojen henüz Gelendost civarındadır; Diyojen ancak, 12 Haziran sabahı Pınarbaşı’ndan Sivas yoluna girince Erzurum yönüne gideceği belli olur. Çünkü O, Pınarbaşı’ndan Malatya yönüne de gidebilirdi.
Sultanı telaşlandıran husus kanaatimce, Diyojen’in barış teklifiyle Sultanı aldatması (Yinanç, 2013: 63) ve seferin nereye olduğunu bilmiyor olmasıdır.
O gün için telefon yoktur ve ancak ulaklar vasıtasıyla zor şartlarda haber alınmaktadır.
Halep’te bulunan Sultan, Diyojen’in şark seferine çıktığı haberini, Diyojen, henüz Gelendost civarında iken (26 Nisan) almış olmalıdır.
Erzurum üzerine yürüdüğü haberini ise, 22 Haziranda ancak alacaktır.
Diyojen’in, Erzurum’a 23 Temmuzda gelebileceği hesabına göre Sultan’ın önünde 30-40 gün var demektir.
Bizans ordusu, günde ortalama 25 bin metre, Türk atlıları ise asgari 50 bin metre yol almaktadırlar.
Diyarbakır, Silvan, Erzen yoluyla, Halep-Ahlat arası 15 gün, Urfa-Cizre üzerinden Halep-Musul arası ise 15 gün kadardır. Yani Halep’ten hareket eden Sultan, 7-8 Temmuzda hem Ahlat’a, hem de Musul’a gelebilecek demektir.
O’nun, herhangi bir sebeple Musul’a geldiğini varsayarsak, Diyarbakır-Silvan üzerinden 25 Temmuz, Urmiye Gölü’nün batısı ve Hoy üzerinden ise 30 Temmuzda Erciş’e gelebilecek demektir.
Sultan, Malazgirt-Zeho ovasının güneyindeki ordugâhına 24 Ağustos’ta geldiğine göre (Yinanç, 2013: 64), Sultan, 25-30 gün kadar, geçtiği yol ve duraklarda oyalanmış demektir.
Romen Diyojen, Malazgirt dönüşünde, gittiği yoldan geri döndü; Karaman’dan sonra, Konya-Apa civarında Kıral Yolu’ndan ayrılarak, Roma askerî yolunu takiple Bağırsakdere Boğazı’ndaki Melissopetrion (Balkayası yeri) kalesine geldi.
Burada İstanbul’da bir darbe yapıldığını ve düşük ilân edildiğini öğrendi.
Asker devşirmek için Karaali, Selki, Kıreli ve Fele Pınarı yoluyla Kemer Boğazı tarafına yürüdü.
Yalvaç-Gele-germi (Dokeia?) kalesine geldi. Kemer Boğazı’nda (Hellespontus/ Firikya Hellespontus) bulunan Frank komutan Krispin’i çağırdı, fakat O gelmedi ve karşı tarafın yanında yer aldı.
Gele-germi önünde yapılan savaşı da kaybeden Diyojen, Kıral Yolu’nu takiple Ulukışla yanındaki Trypoion kalesine çekildi.
Adana’dan gelen Haçatur, O’nu Adana’ya götürdü. Roma ordusu bu defa, Karaman-Silifke yolu ile Adana’ya geldi ve yapılan savaş sırasında Diyojen, vücut azalarına zarar verilmemek şartıyla keşiş olmaya razı ve teslim oldu.
Diyojen, keşiş elbisesi içinde ve hüzün yüklü olarak, katır sırtında Kıral Yolu’nu takiple Kemer Boğazı’na, oradan da Roma askerî yoluyla Afyon üzerinden Kütahya’ya getirildi. Burada sözünde durmayan kukla imparator VII. Mikhael’in emriyle acemi bir Yahudi doktor tarafından kör edildi. Kafası şişti, kurtlandı ve büyük ıstıraplar içinde Kınalı Ada’da öldü (4 Ağustos 1072).
Bunu haber alan Sultan Alpaslan çok üzüldü ve beylerine Anadolu’nun fethini buyurdu ve böylece kadim topraklarımız için yeni sevdamız başlamış oldu.
Sn. Çevik, belki, Diyojen’in bir filmini çekersiniz diye bu bilgileri de verdim. Film, tarihe sadık kalarak yapılmalıdır; böylece Sultan Alp Arslan’ı da anlatma fırsatı doğacaktır.
Ordu Sayıları:
Malazgirt’teki Bizans ordusunun 60 bini, Türk ordusunun da 30 bini geçmediğini düşünüyorum.
Bizans her merkezden on bin asker alsa, İnegöl, Eskişehir, Senirkent, Gelendost, Karaman civarından toplam 50 bin eder. İstanbul’dan gelenler ile Erzurum’da katılanlarla birlikte ordunun sayısı 60 bini geçmez. Ancak, aralarındaki anlaşmazlıklar ve ihanet sebebiyle yaklaşık olarak komutanlardan Rusel 3 bin, Tarhan 7 bin ve Andronik ise 7 bin kişi ile savaş alanını terk edince, Diyojen’in mevcudu 30 bine kadar düşmüş olmalıdır.
Savaş Alanı:
Diyojen, Malazgirt ile Murat suyunun kollarından biri olan Şeker-bulak arasında ve Şeker-bulak yanında, belki de, Karayolları haritasında “garnizonun” diye gösterilen yerin yanında ordugâh kurmuş olabilir (Attalyates, 2008: 156, 162). Türk ordugâhı ise Yaramış ve Aydın köyleri civarında olmalıdır.
Sonuç:
Büyük bir tarihçi topluğu, maalesef ilme karşı bir tutum içinde bulunmaktadırlar. Bunlar, “Eğirdir Gölü’nün iki parça ve ikisi arasında bir ırmak bulunduğu” keşfine karşı, 12 yıldır, sağır ve kör taklidi yapmaktadırlar.
Hani, “yeni bulunan bir bilgi, bulgu ve belge, tarih bilgimizi değiştirebilirdi?”
Bize metot tavsiye eden tarihçiler, kendileri niçin usûlsüzlük yapmaktadırlar?
Müderris A. Rüşdî Kara’ağâcî, “Bir kişi ister aklî, isterse naklî ilimlerin bilgini olsun mantığını kullanmaz ise kördür” der (Pehlivan, 2012: 10-11).
Yarı sömürge ülkelerde halk, aydınların dilini anlamazmış. Bizde de maalesef dilde yabancı hâkimiyeti çoktur. Bunda üniversitenin çok büyük bir payı ve vebali vardır.
Sn. Çevik, sözünü ettiğim konuşmasında, “metodoloji, interdisipliner, dijital arkeoloji, dijital imkânlar ve Malazgirt’in kültür ve turizm destinasyon alanı olması” gibi ifadeler kullandı.
Dinlerken üzüldüm. Böyle deyinceye kadar; “usûl, disiplinler arası, sayısal arkeoloji, sayısal imkân, Malazgirt’in insanların ziyareti için cazibe merkezi olması” gibi ifadeler kullanabilirdi. Bolu’lu, halis bir Türk’e de bu yakışırdı.