Mûtezîle Halil ve Hüseyin Avnî Paşa
Mûtezîle Halil ve Hüseyin Avnî Paşa
- 09-05-2022 06:04
- 4908
- 09-05-2022 06:04
- 4908
MU’TEZİLE HALİL VE HÜSEYİN AVNÎ PAŞA
Özet:
Bu makalenin amacı, Hüseyin Avni Paşa hakkında bilerek ve isteyerek karanlıkta bırakılmış bilgileri ortaya koymak ve yanlış bilgilerin düzeltilmesinin önemine işaret etmektir. Yöntem olarak, arşiv vesikaları ve çağdaş tarih ve hatıra kitapları ile şifahi bilgiler kullanılacaktır.
Hüseyin Avni Paşa hakkında ilk defa bir doktora çalışması yaptığını söyleyen Uysal, Böcüzade’nin Isparta Tarihi adlı eserinin aslı veya Isparta Valiliği tarafından yayınlanan 2012 baskısı yerine, sadeleştirildiği ifade edilen 1983 baskısını kullanmış ve Hüseyin Avnî Paşa’nın, A. Rüşdî Efendi Medresesi’nde okuduğunu; Mu’tezile Halil Efendi’nin talebesi olduğunu karartmıştır.
Hüseyin Avnî Paşa’nın “Hâfız ve 17 yaşında” olduğunu belirten 1836 yılı Nüfus defterini bilmesine rağmen, 1831 defterini kullanmış ve Hüseyin Avnî Paşa’nın hâfız olduğunu gizlemiştir. Yine benzer şekilde halkın zenginlik-fakirlik göstergesi olan Gelendost-1842 yılı vergi defterini ve dolayısıyla Hüseyin Avnî Paşa’nın babası Ahmet’in varlıklı olduğunu gizlemiştir.
Sonuç olarak Hüseyin Avni Paşa, ilköğrenimini Gelendost, medrese tahsilini Karaağaç’ta yapmış ve H.17 (M.16) yaşında hâfız ve başında yeşil sarık olduğu halde dînî tedrisat için 1836 güzünde İstanbul’a hocasının/dayısının yanına gitmiş ve Temmuz 1837’de de Harbiye’ye geçmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mu’tezile Halil, Hüseyin Avnî Paşa, Ahmed Rüşdî Karaağacî, Karaağaç, Gelendost
Karaağaç (Şarkîkaraağaç) ve Gelendos (Gelendost) Hakkında:
18. Asırda Karaağaç ve Yalvaç kaza, Gelendost ise Karaağaç’a tâbi Afşar nahiyesinin kalabalık bir köyüdür. 1836 Nüfus sayımına göre Gelendost’un Muharrem 201, Orta 187, Aşağı 206 olmak üzere üç mahallede toplam 594 nefer, kadınlar dâhil olmak üzere toplam 1200 kadar nüfusu vardır. Gelendost adındaki “t” harfi, Gelendost, 28. IV. 1930 tarihli üçlü kararnameyle nahiye merkezi yapılırken, Gâzî M. Kemal tarafından eklenmiştir.
1820’li yıllarda Karaağaç merkezinde altı, köylerinde iki olmak üzere toplam sekiz medrese vardır. Bunlar içinde Ahmet Rüşdî Efendi’nin medresesi çok ünlü olup, Akşehir ve Denizli çevresinden talebeleri vardır.
Müderris Ahmed Rüşdî Karaağacî (1770-1837), Yalvaç ve Şarkîkaraağaç müftüsü olup, 15 kadar eseri var. Îsâgûcî Şerhi adlı kitabında, mantığın önemi şöyle anlatılır. “Mademki mantık bir alettir, o zaman onun kurallarına uyulursa faydası tam olur, hiçbir ilme özgü olmaz ve hakikate götüren yüce bir yoldur. Ahmed Rüşdî şöyle demektedir: Kim ona tutunursa/ onun kurallarına riayet ederek kullanırsa hidayete erer/ düşünmede ve düşündüklerini doğru ve tutarlı bir şekilde ifade etmede amacını gerçekleştirir. Hatta ister aklî, isterse naklî ilimlerin bilgini olsun mantığını kullanmaz ise kördür” der (Pehlivan, 2012: 10-11).
Hamid ilinde, Karaağaç isimli iki kaza olduğu için birine Karaağac-ı Yalvaç (Şarkîkaraağaç), diğerine ise Karaağac-ı Denizli (Garbi Karaağaç: Acıpayam) denilmiştir. Karaağaç, Oğuz alt boylarından bir boyun adıdır.
1833 güzünde Gelendost’u ziyaret eden Papaz Arundel, “Saat ikiyi yirmi geçe Gelendost kasabasına vardık. Kasabanın girişinde, kuru bir nehir yatağı üzerinde güzel bir köprü var. Afşar köyünde pazar günüydü (Arundel 9 Kasım der; doğrusu 8 Kasım Cuma olacak), hanın odaları, akşamleyin dönmeleri beklenen Rum ve diğer dükkân sahipleri tarafından tamamıyla tutulmuştu. Biz de nazik bir terzinin teklifini memnuniyetle kabul ettik, terzi tezgâhını bırakıp bizi odasına yerleştirdi. Gelendost’un hepsi Türk, yüzlerce ev ve iki cami var (1836 Nüfus sayımında üç). Gelendost, Isparta’dan Konya’ya giden yolun üzerindedir” der (Arundel, 2013: 68-70).
Süleyman Şükrü’nün “mekteb-i ibtidâ’iyyeden bile mahrum ve cehalet içinde yüzen bir köy” dediği Gelendost kasabasının hanı, terzisi, üç camisi, üç imamı ve bir de hatibi vardır. Gelendost, halkı çulhadır (Kâtip Çelebi) ve 1571 kayıtlarına göre, “Gelendost’ta bir muallim-hane vardır” (Cebeci-Topraklı, 2018: 87).
Gelendost adı, “kükreyen veya büyüleyen aslanlar” anlamına “Goe Leontos” adından gelir. Goe-Leontos zamanla Gelendos olmuştur. Gelendost Firikya’da, sıcak suları olan, suyu kireçli bir köydür (Topraklı, 2018: 131, “Asya Eyaleti Neresidir” Hamideli Tarih 05; Remsi/Ramsay, 1960: 155, Md.76 Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası).
1530 tarih ve 438 Nu. MVAD I’e göre Yalvaç (TT 121) 109 nefer 70 hane, Karaağaç 92 nefer 66 hane, Afşar 189 nefer 160 hane, Gelendost ise 191 nefer 146 hanedir. Afşar ve Yalvaç kaza, Barla ve Karaağaç nahiyedir. Gelendost karyesi Barla nahiyesine, Barla da Afşar kazasına bağlıdır. Barla Hıristiyan (Türklerle) birlik 304 nefer, 229 hanedir. Görüldüğü gibi Gelendost köyü, nüfus bakımından Yalvaç ve Karaağaç’tan büyüktür. Kanaatimce 16. Asrın başlarında Yalvaç ve Karaağaç’tan Şah İsmail’e, çok sayıda Türkmen gitmiş olmalıdır (M. Akdağ).
“Eğirdir Gölü’nün şimali Afşar Ovası, cenub-i şarkisi Boğazova, şarkı Cebel-i Toros, garbı Elmadağı sislileriyle mahdut” ve “Gölün Hoyran kısmını görmedim” (Süleyman Şükrü, 2013: 16-17).
Hâlbuki Afşar ovası, Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde değil, şarkındadır. S. Şükrü’nün görmediği ve bilmediği sadece Hoyran Gölü tarafı değildir. O, “Eğirdir Gölü’nün şimali Afşar Ovası” derken, farkında olmadan iki gölün 1614’de birleşmeden önceki eski hâlini vermektedir. O, civardaki hanlar hakkında bilgi verdiği hâlde ünlü Ertokuş Kervansarayından hiç bahsetmez. Bu da O’nun Afşar ve Gelendost tarafını bilmediğine işaret eder; Hüseyin Avnî Paşa ve babası hakkında verdiği bilgilerin tahkik edilmeden alınması da, vahim bir hata olmuştur.
Mu’tezile Demekle Maruf Karaağacî Halil Efendi:
Mu’tezile Halil ile Hüseyin Avni Paşa hakkında en sağlam bilgi, bu ikilinin çağdaşı sayılan Süleyman Sami Böcüzade’nin (1851-1932) Isparta Tarihi adlı eserinde verilmiştir. “Serasker-i meşhur Hüseyin Avni Paşa’nın hocası, İstanbul’ca mu’tezile demekle maruf vâkıf-ı fünûn-ı hikmet Karaağacî Halil Efendi, müşarünileyh Rüştü Efendi Hazretlerinin mümtaz şakirtlerinden biridir” (Böcüzade, 2012: 216).
Mu’tezile, “insan çabasını boş sayan ve her şeyi kadere bağlayan inancı” inkâr eden, aklî esaslara dayalı bir din felsefesi meydana getiren itikadî İslâm mezhebidir. Halil Efendi, Ehli Sünnet olup, Mu’tezile olduğunu kendi ikrar etmiş değildir. O’na bu lâkabı, aklını şeyhlerine ve başkalarına teslim etmiş kişiler takmış olmalıdır.
Hüseyin Avnî Paşa’nın hocası Karaağacî Halil Efendiye mu’tezile denilmesinin sebebi, kanaatimce A. Rüşdî Efendinin tedrisatıyla ilgilidir. Bu medresede akıl ve mantığın önemi anlatılmaktadır. Hüseyin Avnî Paşa’nın din anlayışı da hocaları Ahmed Rüşdî ve Halil Efendinin anlayışı gibi olmalıdır. Şu hadise buna işarettir: 1871’de Sav kasabasına ava gitmek istediklerinde bazı memurlar, “Sav’a giden savılır diye bir söz vardır, biz gitmeyiz” derler; H. Avnî Paşa ise, “Benim öyle şeylere itikadım yoktur” diyerek aklı yeğler ve ava gider (Böcüzade, 2012: 307).
Müftü ve Müderris, Ahmed Rüşdî Karaağacî’nin mantık hakkındaki görüşünü yukarıda vermiş bulunuyoruz.
Şarkîkaraağaç’ın eski müftüsü M. Sadık Bilgiç, 20.2.1953 tarihinde Ord. Prof. Mardin’in sorusuna verdiği cevapta şöyle der: “Seyyit Halil Hilmi Efendi, Karaağaç Yalvaçlı olup, Tiryakioğlu ailesine mensuptur. Tiryakioğlu veya Mu’tezile Halil Efendi adıyla maruftur. Abdülaziz devrinin mümtaz âlimlerindendir. 1269-1286 (1853-1870) seneleri arasında Huzur Derslerine muhatap olarak iştirak etmiş, 1286 senesinde mevleviyyet ihrazı (kadı olma isteği) ile bu vazifeden ayrılmıştır. Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın yakını olması dolayısıyla Sultan Aziz’in hal’-i hadisesinde alâkalı görülerek İkinci Abdülhamid tarafından Aydın Güzelhisarına nefyedilmiş, orada vefat etmiştir. Halil Hilmi Efendi hiç evlenmemiştir. Hür fikirli, pervasız konuşan bir zat olduğu tevatüren söylenir” (Ebül’Ulâ Mardin, 2018: 394, Huzur Dersleri, Cilt 2-3, 2. Baskı, DİB).
Karaağaç Yalvaçlı, Yalvaç yanındaki Karaağaçlı (Şarkîkaraağaç) demektir. Halil Hilmi Efendi’nin Huzūr-ı Hümāyūn dersine ta‘yini hak.: BOA AMKT. NZD.77-63. (Okuyan: Prof. Dr. K. Y. Kopraman. 04.06.2019, Ankara):
Şeyhü’l-İslâm Bey Efendi Hazretlerine,
Ders-i ‘āmm’dan Seyyid Halil Hilmi Efendi’nin Huzūr-ı Hümāyūn dersine ta‘yini istid‘asiyle itā eylediği müzekkire manzūr-ı vālā-yı Meşihāt-penāhileri buyurulmak üzere leffen irsāl-i savb-ı sāvāb-nümā-yı fetvā-penāhileri kılınmış olmağla ol bābda emr u irāde hazret-i men lehû’l-emriñdir. Bā işāret-i Hazret-i Müsteşârî.
Belge tarihi, 26 Nisan 1853 (H. 17.07.1269) olup, M. Sadık Bilgiç’in verdiği bilgiyle uyum içindedir.
6 N 1291 (17 Ekim 1874) tarihli Medeniyet, 29 CE 1293 (22 Haz. 1876) tarihli İstiklâl Gazeteleri ile Mehmet Zeki Pakalın, “Hüseyin Avnî Paşa, ilköğrenimini ailesinin himayesi altında tamamladıktan sonra on altı yaşında medrese tahsili yapmak üzere (1836 güzü) İstanbul’a dayısının yanına gitmiştir” derler (Uysal, 2015: 24).
Nuri Katırcıoğlu, İbnülemin ve bazı yazılardan doğru bilgileri seçtim dediği yazısında, “İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde müderris bulunan dayısının yanına gelmiş ve bir yıl kadar bu medresede okuduktan sonra imtihanla onbaşı olmuş” der (Ün Isparta Dergisi, Ekim 1947-Haz. 1948, s. 2208).
“O’nun (Ahmed Rüşdî) medresesinden çok kıymetli öğrenciler yetiştirildiğini, bunlardan birinin de ünlü Serasker ve Sadrazam, Gelendost’lu Hüseyin Avni Paşa olduğu biliniyor” (Altınkaynak, 2021: 179). Bu bilgi, H. Avnî Paşa’nın Eğirdir’de okuduğuna dair bilgilerin yalan olduğunu göstermektedir.
1839 sayımı Karaağaç Orta Mah. Terzi Eyüp veledi Osman, sinni 80 (70?) olan zat ile 1842 vergi defterinde Tiryakioğlu Terzi Osman veledi Eyüp; aynı ailedir (Tarih ve Kültürümüzde Karaağaç, 2012, Yay. Haz. A. Yağmur Topraklı, Semih Ofset, Ankara, Baka, s. 277, 321, 326). Osman’ın babası 80 (70?) yaşındaki Eyüp, onun babası Osman olmalıdır. 1831 tarihli defter (3237) Orta Mah. Hane 36 Terzi Osman oğlu Terzi Eyüp, yaşı 60; oğlu Osman (doğumu 1251) ve kardeşi Üveys Efendi, yaşı 45; 247 (1831)’de ölmüştür diye bir kayıt var ve bu isim beş yıl sonraki sayımda yoktur. 1831 sayımı muhtemelen 1835 yılına aittir. Mu’tezile Halil Efendi, Üveys Efendi’nin kardeşi olmalıdır. Bu husus İstanbul sayımıyla tahkik edilmelidir. Bu sayımlar, maalesef eksik ve çok hatalıdır.
Bu sülâle bugün Karaağaç’ta yoktur. Türkiye’nin herhangi bir yerinde var mı bilmem? Halil Efendinin, H. Avnî Paşa’nın dayısı olması hâlinde, O’nun soyu, kız kardeşi tarafından Gelendost’ta Beydoğan ve Ceylan soyadları ile Hüseyin Avni Paşa’nın torunlarında Gelendost soyadıyla devam ettiği söylenebilir.
Görüldüğü gibi Halil Efendi için Böcüzade, H. Avnî Paşa’nın “hocası”, Sadık Bilgiç “yakını”, İbnülemin ve bazı eserler “dayısı” derler. Halil Efendi, hiç evlenmemiştir (Mardin, 2018: 394; İbnülemin, 1982: 483 evlendi der).
Hüseyin Avnî Paşa ve Ailesi Hakkında:
Hüseyin Avnî Paşa ve babası Ahmet Ağa, 1831’de; “Müezzinoğlu Ahmed sin 60, oğlu Hüseyin sin 10”, 1836’da ise, “Müezzinoğlu Ahmed sin 80, oğlu orta boylu ter bıyıklı Hâfız Hüseyin sin 17”. 1842’de vergi defterine ise, “Müezzinoğlu Ahmed’in vergisi 399, Müezzinoğlu Osman’ın 473 ve Odabaşıoğlu Hüseyin’in 436 akçe” olarak kaydedilmişlerdir. Ahmet, amcası oğlu Osman ve diğer yakını Odabaşıoğlu Hüseyin varlıklı kimselerdir.
1831 ve 1836 Nüfus kayıtları arasında küçük bir uyuşmazlık göze çarpar. 1831 sayımını esas alırsak, 1836 yılında Ahmet Ağa 65 yaşında olması gerekirken 80, Hüseyin ise 15 yaşında olması gerekirken 17 yazılmıştır. Bu yaşlar Kamerî yıla göre olup, 1836 yazımı Hüseyin Avnî Paşa’nın İstanbul’daki beyanına uygun olup, O’nun 1820 doğumlu olduğu ve 1820’yi esas aldığımızda da, H. 17 yaşında olduğu ve 1836 sayımının doğru olduğu anlaşılır.
H. Avnî Paşa’nın babası Ahmet Ağa, 1842’de 218 vergi mükellefi olan ve hane başı en çok 586, en düşük 75 akçe verginin alındığı Gelendost’ta, 14 haneyle birlik, hane başı 399 akçe vergi verir. Ahmet Ağa, 27 haneden az, 176 haneden çok vergi verir. Ahmet Ağa, hem varlıklıdır, hem de yaşlıdır; yanaşma olacak birisi değildir.
Buna göre “fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ailesi Malak Hüseyin lâkabını takmıştır” (Uysal, 2015: 23-24) bilgisinin aslı yoktur. Sn. Uysal, doktora tezinde hiçbir bilgiyi tahkik etmediği hâlde doktor olmuştur. Malak Hüseyin lâkabının da hiçbir sağlam kaynağı yoktur; hiçbir ata hâfız oğluna böyle bir lâkap takmaz.
Hüseyin Avnî Paşa, Harbiye’ye girerken lâkaplarının Odabaşı olduğunu bildirmiştir. 2011’de Gelendost’ta yaptığım araştırmada Osman Baş’tan (1927-2019) ilk lâkaplarının Müezzinoğlu olduğunu ve 1895’li babası Hacı Hüseyin’in, Hüseyin Avnî Paşa’nın adını aldığını, ancak akrabalığı bilmediğini söyledi. Ailenin ilk lâkabı Odabaş (Odabaşılar) olup, bilâhare Odabaşılar sülâlesinden bir müezzin kişi ve böylece Müezzinoğlu lâkabı çıkmıştır. Odabaşlar, Çiçek, Dursun, Aktaş; Müezzinoğlular ise önce ikiye ayrılmış; bir kol Baş, diğer kol ise Paşa ve Paşa’nın kardeşleri Ceylan, Beydoğan soyadlarını, Paşa’nın torunları ise Gelendost soyadını almışlardır. Osman Baş’ın iki kızının, çok kısa boylu ve kumral olduklarını gördüm. 1836 tarihli sayımda Odabaşı sülâlesinde kumral ve kısa boylu kişiler vardı ve Müezzinoğlu ile Odabaşılar, birbirlerine benziyorlardı (Topraklı, 2013: 129-138).
1836 Nüfus defterinden, Hüseyin Avnî Paşa’nın büyük dedesi veya babası Ahmet Ağa’nın dedesi, Odabaşı oğlu Falanın, Aşağı Mahalle Camisinin müezzini olduğunu ve onun çocukları Hasan ile Osman’a Müezzinoğlu denildiğini istidlâl ettim. Hüseyin Avnî Paşa, zaman zaman bu camide müezzinlik yapmış olmalıdır.
H. Avnî Paşa, benim de çocukluğumda olduğu gibi, bu camide Kur’an talim etmiş, bilâhare de Karaağaç’a, A. Rüşdî Efendi medresesine gitmiş ve Halil Hilmi Efendiye talebe olmuş ve bilâhare Halil Efendi, müderris olarak İstanbul Çorlulu Ali Paşa Medresesine gitmiş. Hüseyin ise H. 17 (M. 16) yaşına kadar Rüşdî Efendi Medresesine devam etmiş; 1836 güzünde Gelendost’ta sayıldıktan sonra, dînî tedrisat yapması için başında yeşil sarıkla İstanbul’a, dayısı/hocası yanına gönderilmiş ve Temmuz 1837’de Harbiye’ye geçmiştir (İbnülemin, 1982: 483).
Mismer, “Hüseyin Avnî Paşa, Anadolu’da, Isparta şehrinde doğmuş ve başında yeşil sarık olduğu halde ailesi tarafından dînî tedrisat yapması için İstanbul’a” gönderilmişti. Fakat doğuştan kabiliyetli oluşu, kendisini askerliğe sevketti” der (Mismer, 1975: 44). Mismer, Girit’te, “İmamların bazıları seyyidlik işareti olmak üzere yeşil sarık sarmışlardı” der (Mismer, 1975: 41). Bazıları, Paşa’nın, yeşil sarık sardığı için ve Seyyid Halil Hilmi Efendi ve annesi dolayısıyla seyyid olduğunu söylerler. Biz, bugün, “seyyidleri” melek gibi biliriz, ama gerçek pek öyle değildir. İngilizlerin emrine girerek Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin ile çocukları Kıral Faysal ve Kıral Abdullah da Peygamber torunu idiler. Mismer’in hatıralarından H. Avni Paşa’nın, parasına kağıt oyunu oynadığı ve bazı kayıtlardan da içki kullandığı anlaşılmaktadır. H. Avnî Paşa’yla ilgili bilgilerin aslı bundan ibarettir.
Şimdi de Süleyman Şükrü’nün Eğirdir Burhan Mektebi ve Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun anlattığı Eğirdirli Memiş Ağa hikâyelerinin uydurma olduklarını görelim:
Süleyman Şükrü (1865-1920’li yıllar), özetle, Sultan Abdülaziz Hanın saltanatlarında ün kazanan, bilâhare irtikâp ettiği şemirr-sânilik ile şöhret-i âfakı tutan maktül Hüseyin Avni Paşa, ibtidâ’iyyeyi burada (Eğirdir Burhan Mektebi) okumuştur. Binaenaleyh kendisi Eğirdirli olmayıp Karaağaç kazasına tâbi’ Afşar nahiyesinin Gelendost karyesinden Eşekçi Ahmed’in oğludur. İlk mektepten dahi mahrum ve cehalet içinde yüzen, uğursuz bir karyeden olduğu için pederi Eğirdir’e getirip kavaf esnafından Hacı Musa merhuma tevdi’ ve o zât dahi hayır yapıyorum zannı ile bu mektebe teslim etmiştir. Burada tahsil-i ibdidaî’yyeyi bâd’el-ikmâl Dersaadet’e gitmiştir. Bunu haber alan bazı lâtifegû, bir sürü uyuz merkepleri önüne katarak pazara gelen pederine tesadüf ettiklerinde; “ulan Eşekçi Ahmed, sıpayı İstanbul’a mı gönderdin?” diye sorarlar. Ağa-yı nâzikter yılışarak, “gönderdim ya orada kocaman olur da acı acı zırlar ise hepinizi korkutur” cevabını verdiği meşhurdur. Eşekçi Ahmed’in şerli oğlu hakkında hiss-i kable’l-vuku olarak söylediği veçhe Hüseyin Avnî Paşa nankörünün yavan yavan zırlamasındaki şeamet nihayet kendi başını da yedi der (Süleyman Şükrü, 2013: 35-36).
Hikmet Turan Dağlıoğlu ise, “Hüseyin Avnî Paşa’nın babası “Eşek Ahmet” adında fakir bir köylüdür. Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; “kendisi ablak yüzlü tıknaz ve şişman bünyeli olduğu için ailesi Malak Hüseyin derlermiş” derse de, bizim tespitimize göre “Sıpa Hüseyin” derlermiş. Hatta bir gün babası, Gelendoslu İbiş Ahmet Ağaya kızarak, “İstanbul’dan anırır da, sesini işitirsiniz” demiş.
Ahmet Ağa, Eğirdir’de o zaman derebeyi Hacı Memiş Ağaların yanında hizmet ediyormuş. Oğlu Hüseyin’i kasabanın medresesine göndermiş. Bir gün İstanbul’dan her kasabanın ileri gelen eşraf çocuklarından birinin Harbiye mektebine gönderilmesi emri gelmiş. Hacı Memiş Ağalar, Hüseyin’i, kendi evlâtları yerine İstanbul’a göndermişler. (…) Medreseye girmiş” (H. T. Dağlıoğlu, 2. Teşrin-1. Kânun 1940: 1093-1102, Ün Isparta Dergisi).
Bir hikâye de benden: Rahmetli babam bize çocukluğumuzda şöyle anlatırdı: Ahmet Ağa, oğlu Hüseyin’i, okumaya götürüyormuş. O sırada yol yanındaki tarlasında çift süren biriyle şu konuşma olmuş: “-Ahmet Ağa, sıpayı nereye götürüyorsun? -Yarın anırdığını duyarsınız!” Babam bunu bize, köyden birinin Serasker oluşuyla övünmek için anlatırdı ki, şimdi bakıyorum da, bunların hepsi de Saray kaynaklı yalanlardı: Şöyle ki:
1. Süleyman Şükrü doğduğunda Hüseyin Avnî Paşa, müşir rütbesiyle Serasker kaymakamıdır. O, henüz 11 yaşındayken H. Avnî Paşa şehit edilmiştir. 16 Kasım 1886 Salı günü Eğirdir’den ayrılan S. Şükrü, babasının vefatı üzerine 1887 Mayıs ayında Eğirdir’e gelir ve annesiyle birlikte Eğirdir’den ayrılır ve bir daha Eğirdir’e gelmez. O, 1904 yılında ülkeden kaçar ve Büyük Seyahat adlı kitabını 1907’de Petersburg’da bastırır. H. Avnî Paşa ve atasını yermesi, Abdülhamid’e yaranmak ve affedilmek içindir. Gelendost tarafını bilmeyen S. Şükrü’nün, yıllar (50 yıl) önce vefat eden H. Avni Paşa’nın babasını bilmesi inandırıcı değildir. Abdülaziz ve Abdülhamid hakkında övgüler düzen S. Şükrü’nün, 1918’den sonra da Abdülhamid aleyhine yazdığı söylenir.
2. S. Şükrü, H. Avnî Paşa hakkında, “tahsîl-i ibtidâ’iyyeyi bade’l-ikmâl Dersaadet’e gitti” gibi yanlış bilgi verir. “H. Avni Paşa’nın tahsîl-i ibtidâ’iyyeyi Burhan Mektebi’nde okuması”, tamamen yalandır. Burhan Mektebi 1873’de açılmıştır (Böcüzade, 2012: 233-234; Süleyman Şükrü, 2013: 35). Ayrıca Hüseyin Avnî Paşa ise 1836 güzünde, hâfız ve henüz delikanlı iken İstanbul’a gitmiştir. Bir mühim husus da, ibtidâ’iyye mektepleri, sıbyan mekteplerinin Tanzimat’tan sonra, “Maarif-i Umumî Nizamnamesi” ile 1869 yılında ibtidâ’iyyeye dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır ki, S. Şükrü’nün rivayeti külliyen yalandır (Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, 17. Baskı, s. 163).
3. “Eşekçi Ahmet ve Sıpa” benzetmesinde bir mantık hatası vardır. Sıpa, eşekçinin değil, eşeğin yavrusudur. “Eşekçi ve sıpa” lâkapları, H. Avni Paşa’yı aşağılamak için ilk kez Sarayca söylenmiştir.
4. “Sıpanın zırlaması/anırması” hikâyesi, Hüseyin Avnî Paşa’nın, Harbiye’ye gönderildiği hesabına göre uydurulmuştur. Yalancılar, O’nun ilk önce medreseye gönderildiğini hesap edememişlerdir.
5. Dağlıoğlu’nun Paşa’nın çocukluğuyla ilgili verdiği bilgiler de külliyen yalandır. Dağlıoğlu gibi değerli bir kalem, Paşa’nın İstanbul’a medreseye gittiğini bildiği hâlde (s.1095), Eğirdirli Memiş Ağayla ilgili asılsız bilgileri yazmıştır. O, Hüseyin Avnî Paşa’nın ölümünden 64 yıl sonra; 1940’da Gelendost’a gelmiş, H. Avnî Paşa’nın Gelendost’taki evi ve kardeşinin çocuk ve torunları diye iki resim çekmiştir. Ama resimdeki üç kişinin adları ile onlardan bir çift söz bile yazmamıştır (bk. Resim). Ol bakımdan O’nun bu konuda verdiği bilgiye güvenilemez. 1930’da Gelendost olan ismi bile yanlış (Gelendos) yazmıştır. Güya Eğirdirli Hacı Memiş Ağanın oğlu, Harbiye’ye istenmiş, fakat Memiş Ağa, oğlunun yerine yanaşma Ahmet Ağanın oğlu Hüseyin’i göndermiş. Uysal, bu bilginin zayıf olduğunu söyler (Uysal, 2015: 25) ki, aslında Dağlıoğlu’nun verdiği bilgi zayıf değil, külliyen yalandır.
Ünlü bir tarihçimizin, H. Avnî Paşa’nın çocukluğu ile ilgili kullandığı kaynaklar ise, ne acıdır ki, Dağlıoğlu ve S. Şükrü gibi iki yalancı kaynak ile Abdülaziz’in Başkâtibi ve taraftarı olan Atıf Bey’dir (İbnülemin, 1982: 483).
Hüseyin Avnî Paşa ve Babası İçin Yapılan Hakaretler, Saray Kaynaklıdır
Süleyman Şükrü henüz 8-9 yaşlarındayken ve kitabını yazmadan 32-33 sene evvel, Abdülaziz’in huzurunda geceleri, orta oyunlarında vükelânın taklitleri yapılıp eğlenmeğe devam olunduğu gibi, Hüseyin Avnî Paşa’nın dahi gayet çirkin şekilde taklidi yapıldığını haber almasıyla garez ve düşmanlığı şiddetlenmişti. Mithat Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ile Padişahın bu konuda uyarılmasını Valide Sultan’a bildirmiş, ama O, evlâdım üzülür diye, oğluna söylememiştir. Bu olayı, tutuklu Mithat Paşa sorgusunda anlatmıştır (Sürgeç, 2012: 37-38; Uzunçarşılı, 1946: 53; Pakalın, 1940: 114). Hüseyin Avnî Paşa için “Malak, Eşekçinin oğlu, Sıpa, Türk, Kaba Türk” gibi hakaretler, Abdülaziz’i eğlendirmek için 1873-1875’li yıllarda yapılmıştı ki, Süleyman Şükrü henüz 8-9 yaşlarındaydı.
Abdülaziz’in, horoz dövüştürüp, kazanan horoza altın takan, kendini büyük padişah gören bir ruh hâli vardır.
Bu çirkin sözler, Abdülhamid zamanında Isparta çevresinde yaygınlaştırıldı ve halk, bunların aslı var sandı. Yüzüne tükürülen adamın “yağmur yağdı” demesi gibi, merkez ilçenin Isparta adı ve ilimizin Hamideli adı, 1892’de Abdülhamid’in imar ettiği yer anlamına Hamidabad yapıldı. Bu dönemde Isparta’dan rütbeli asker çıkartılmadığı, Ispartalı askerlerin Yemen’e gönderilerek Isparta’nın cezalandırıldığı söylenir. 1926’da da hem merkez ilçenin, hem de ilimizin adı Isparta’ya döndürüldü ve böylece 600 yıllık “Hamideli” adımız tarihe karıştı.
Türk’ün Başına Vur, Ekmeğini Elinden Al
Osmanlı’yı Türkler/Türkmenler kurdu. Bilâhare Osmanlı, beyleri öldürdü, beylikleri sindirdi. Türkler, sadece devlete asker veren başsız ve sahipsiz kalabalıklar oldular; kendilerini Türk görmeyenler ise yönetime geldiler.
Elazığ’ın hak ve kadir bilir evlâdı Bilâl Sürgeç ortaya çıkana kadar, Hüseyin Avnî Paşa’yı müdafaa eden biri olmadı. Önüne gelen Hüseyin Avnî Paşa’ya sövdü, siydi, her türlü hakareti yaptı, ama başta hemşehrileri olmak üzere bir tane olsun, bir Türk çıkıp da, bunlara ağzının payını vermedi. Bilâkis, H. Avnî Paşa’ya hakaret ve iftira dolu, Bucaklı Mustafa Ali Uysal’ın doktora tezi, SDÜ’nde oy birliğiyle kabul edildi. Bu tez, kabulünden 15 ay sonra (2015), kaşla göz arasında SDÜ Rektör Yrd. Prof. Dr. Süleyman Seydi, TTK Bilim Kurulu üyesi iken, Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından şahane bir cilt ve baskıyla da bastırıldı. Bu günah Isparta’ya, yani bize yeter…
Bu ülkede Rus elçisi İgnatiyef’in sözünden çıkmayan Mahmut Nedim övülür, H. Avni Paşa’ya ise sövülür.
Bakalım, Türk Tarih Kurumu, bunun farkına ne zaman varacak ve bu kitabı satıştan ne zaman kaldıracak?
Sonuç
Mustafa Ali Uysal, Böcüzade’nin aslı olan 2012 baskısını değil, 1983 kısaltılmış baskısını, 1836 sayımı yerine 1831 sayımını kullandı ve böylece Mu’tezile Halil Efendinin H. Avnî Paşa’nın hocası olduğu ile Karaağaç’ta okuduğunu ve H. Avnî Paşa’nın 17 yaşında hâfız olduğunu gizledi. O, “Abdülaziz, kesin intihar etmiştir” diyen İ. Hakkı Uzunçarşılı için “ikilem içinde kalmıştır” der (Uysal, 2015: 225) ve doktora jürisi bu yalanların hepsini yutar.
Mustafa Ali Uysal, Hüseyin Avnî Paşa’nın babası Ahmed Ağa’nın varlıklı biri olduğunu gösteren 1842 vergi defterini görmezden gelmiş ve Eğirdir merkezli rivâyetlerin hepsinin yalan olduğunu bildiği hâlde tezine almıştır.
Heyhat! Modern Türk ordusunun kurucusu, Ispartalı bir Türk olan şehit, Gâzî Hüseyin Avnî Paşa’yı yermek, gözden düşürmek ve Isparta’ya hakaret etmek, kala kala Bucaklı ve Elmalılı bî-idrak iki Türk’e kalmıştır.
H. Avni Paşa, Şarkîkaraağaç’ta Ahmed Rüşdî Karaağacî’nin medresesinde okumuştur ve hocası, vâkıf-ı fünûn-ı hikmet Karaağacî Halil Efendidir. Hüseyin Avnî Paşa, hâfız ve 16-17 yaşında bir delikanlı iken, başında yeşil sarıkla dînî tedrisat için 1836 güzünde İstanbul’a gitmiş ve Temmuz 1837’de de Harbiye’ye geçmiştir.
H. Avnî Paşa ve beş kişinin katili Çerkez Hasan, Abdülaziz’in intihar ettiğini biliyordu, ama Abdülaziz’in hal’-i ile hamisini kaybetmişti ve haremdeki kadınlar ortalığa saçılmışlardı. Bu durumu iyi okuyan Rus elçisi İgnatiyef, haremdeki taraftarları ve Hasan’ın yakınları vasıtasıyla, Hasan’ı cinayete teşvik etmiştir (İ. H. Sedes, 1935: 122).
İgnatiyef’in, Sarayda çok taraftarı varmış ve “bu gece Sultanın hangi cariyeyle yattığını bilirim” dermiş.
Ardından 93 Harbi oldu (1877-1878) ve Ruslar İstanbul’a dayandı; ardından da Balkan faciası yaşandı…
H. Avnî Paşa’nın yetiştirdiği Gâzî Osman ve A. Muhtar Paşalar, H. Avnî Paşa sağ olsaydı, Osmanlı-Rus harbi, Osmanlı’nın lehine sonuçlanırdı ve kesin başarıya yaklaştırırdı derler (Mismer, 1975: 159; Mithat Paşa).
Çerkez Hasan vak’asına, bir de bu açıdan bakılmalıdır. O, Abdülaziz’in şımarttığı, Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın Bağdat görevine gönderemediği, Beyoğlu kabadayısı, Osmanlı’da ancak üç-dört Asırda bir yetişen en büyük kumandanını öldüren; Osmanlı’ya değil, bilakis Rusya’ya hizmet etmiş bir kahramandır (!) Bunu görmemek ve O’nu alkışlamak, Rusların galibiyetine alkış tutmak demektir. Dikkatlerinizi, bu hususa çekmek istedim.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com
Kaynaklar ve Tetkik Eserler
Altınkaynak, Mustafa (2021): Karaağaç (Oğrak)ların Tarihi, Maviçatı Yayınları, İstanbul.
Arundel, F. V. J. (Eylül 2013): Anadolu’da Keşifler, Çev. Topbaş Atabay, Sistem Ofset-Ankara
Böcüzâde, Süleyman Sami (2012): Isparta Tarihi, Yayına Haz. Hasan Babacan, Isparta Valiliği, Isparta.
İbnülemin, Mahmut Kemâl İnal (1982): Son Sadrazamlar, 3. Baskı, 1. Cilt, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Pehlivan, Necmettin (2012): “Ahmed Rüşdî ve Tuhfetu’r-Rüşdî el-Kara’ağâcî fî şerhi risâleti Îsâgûcî adlı eseri”, Tarih ve Kültürümüzde Karaağaç Bilgi Şöleni, Yayına Haz. A. Yağmur Topraklı, BAKA (Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı), Bs. Semih Ofset, Ankara, s.10-11.
Mismer, Charles (1975): İslâm Dünyâsından Hâtıralar, Bedir Yayınevi, İstanbul.
Sedes, Emekli Tümgeneral İbrahim Halil (1935):1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, Cilt 1, Askerî Matbaa, İstanbul.
Süleyman Şükrü (2013): Seyahatü’l-Kübra, Yayına Haz. Hasan Mert, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Sürgeç, Bilâl (2012): Medreseden Seraskerliğe Gâzî Hüseyin Avnî Paşa, Hamideli Derneği, Semih Ofset, Ankara.
Topraklı, Ramazan (2013): Hicrî 541/ 1146 Roma-Selçuklu Savaşları, Sütkuyusu Baskını ve Ammûriye, Sistem Ofset, Ankara.
Uysal, Mustafa Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa (1820-1876), Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Hüseyin Avnî Paşa’nın kardeşinin çocukları ve torunları.
H. Turhan Dağlıoğlu,1940 Gelendost
Balcı yolundan Gelendost (18.12.2011), Eğirdir Gölü, Kemer Boğazı, Barla (Gelincik) Dağı ve sağ üstte Yenice Sivrisi (Pion T., Tzibritze)
Kızıldağ-Yeryudan’dan Karaağaç (Şarkîkaraağaç) ve gerçek anlamda Asya çayırlıkları (7.7.2012). Resimler: Henisli Dağcı Halil Korkmaz
MU’TEZİLE HALİL VE HÜSEYİN AVNÎ PAŞA
Özet:
Bu makalenin amacı, Hüseyin Avni Paşa hakkında bilerek ve isteyerek karanlıkta bırakılmış bilgileri ortaya koymak ve yanlış bilgilerin düzeltilmesinin önemine işaret etmektir. Yöntem olarak, arşiv vesikaları ve çağdaş tarih ve hatıra kitapları ile şifahi bilgiler kullanılacaktır.
Hüseyin Avni Paşa hakkında ilk defa bir doktora çalışması yaptığını söyleyen Uysal, Böcüzade’nin Isparta Tarihi adlı eserinin aslı veya Isparta Valiliği tarafından yayınlanan 2012 baskısı yerine, sadeleştirildiği ifade edilen 1983 baskısını kullanmış ve Hüseyin Avnî Paşa’nın, A. Rüşdî Efendi Medresesi’nde okuduğunu; Mu’tezile Halil Efendi’nin talebesi olduğunu karartmıştır.
Hüseyin Avnî Paşa’nın “Hâfız ve 17 yaşında” olduğunu belirten 1836 yılı Nüfus defterini bilmesine rağmen, 1831 defterini kullanmış ve Hüseyin Avnî Paşa’nın hâfız olduğunu gizlemiştir. Yine benzer şekilde halkın zenginlik-fakirlik göstergesi olan Gelendost-1842 yılı vergi defterini ve dolayısıyla Hüseyin Avnî Paşa’nın babası Ahmet’in varlıklı olduğunu gizlemiştir.
Sonuç olarak Hüseyin Avni Paşa, ilköğrenimini Gelendost, medrese tahsilini Karaağaç’ta yapmış ve H.17 (M.16) yaşında hâfız ve başında yeşil sarık olduğu halde dînî tedrisat için 1836 güzünde İstanbul’a hocasının/dayısının yanına gitmiş ve Temmuz 1837’de de Harbiye’ye geçmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mu’tezile Halil, Hüseyin Avnî Paşa, Ahmed Rüşdî Karaağacî, Karaağaç, Gelendost
Karaağaç (Şarkîkaraağaç) ve Gelendos (Gelendost) Hakkında:
18. Asırda Karaağaç ve Yalvaç kaza, Gelendost ise Karaağaç’a tâbi Afşar nahiyesinin kalabalık bir köyüdür. 1836 Nüfus sayımına göre Gelendost’un Muharrem 201, Orta 187, Aşağı 206 olmak üzere üç mahallede toplam 594 nefer, kadınlar dâhil olmak üzere toplam 1200 kadar nüfusu vardır. Gelendost adındaki “t” harfi, Gelendost, 28. IV. 1930 tarihli üçlü kararnameyle nahiye merkezi yapılırken, Gâzî M. Kemal tarafından eklenmiştir.
1820’li yıllarda Karaağaç merkezinde altı, köylerinde iki olmak üzere toplam sekiz medrese vardır. Bunlar içinde Ahmet Rüşdî Efendi’nin medresesi çok ünlü olup, Akşehir ve Denizli çevresinden talebeleri vardır.
Müderris Ahmed Rüşdî Karaağacî (1770-1837), Yalvaç ve Şarkîkaraağaç müftüsü olup, 15 kadar eseri var. Îsâgûcî Şerhi adlı kitabında, mantığın önemi şöyle anlatılır. “Mademki mantık bir alettir, o zaman onun kurallarına uyulursa faydası tam olur, hiçbir ilme özgü olmaz ve hakikate götüren yüce bir yoldur. Ahmed Rüşdî şöyle demektedir: Kim ona tutunursa/ onun kurallarına riayet ederek kullanırsa hidayete erer/ düşünmede ve düşündüklerini doğru ve tutarlı bir şekilde ifade etmede amacını gerçekleştirir. Hatta ister aklî, isterse naklî ilimlerin bilgini olsun mantığını kullanmaz ise kördür” der (Pehlivan, 2012: 10-11).
Hamid ilinde, Karaağaç isimli iki kaza olduğu için birine Karaağac-ı Yalvaç (Şarkîkaraağaç), diğerine ise Karaağac-ı Denizli (Garbi Karaağaç: Acıpayam) denilmiştir. Karaağaç, Oğuz alt boylarından bir boyun adıdır.
1833 güzünde Gelendost’u ziyaret eden Papaz Arundel, “Saat ikiyi yirmi geçe Gelendost kasabasına vardık. Kasabanın girişinde, kuru bir nehir yatağı üzerinde güzel bir köprü var. Afşar köyünde pazar günüydü (Arundel 9 Kasım der; doğrusu 8 Kasım Cuma olacak), hanın odaları, akşamleyin dönmeleri beklenen Rum ve diğer dükkân sahipleri tarafından tamamıyla tutulmuştu. Biz de nazik bir terzinin teklifini memnuniyetle kabul ettik, terzi tezgâhını bırakıp bizi odasına yerleştirdi. Gelendost’un hepsi Türk, yüzlerce ev ve iki cami var (1836 Nüfus sayımında üç). Gelendost, Isparta’dan Konya’ya giden yolun üzerindedir” der (Arundel, 2013: 68-70).
Süleyman Şükrü’nün “mekteb-i ibtidâ’iyyeden bile mahrum ve cehalet içinde yüzen bir köy” dediği Gelendost kasabasının hanı, terzisi, üç camisi, üç imamı ve bir de hatibi vardır. Gelendost, halkı çulhadır (Kâtip Çelebi) ve 1571 kayıtlarına göre, “Gelendost’ta bir muallim-hane vardır” (Cebeci-Topraklı, 2018: 87).
Gelendost adı, “kükreyen veya büyüleyen aslanlar” anlamına “Goe Leontos” adından gelir. Goe-Leontos zamanla Gelendos olmuştur. Gelendost Firikya’da, sıcak suları olan, suyu kireçli bir köydür (Topraklı, 2018: 131, “Asya Eyaleti Neresidir” Hamideli Tarih 05; Remsi/Ramsay, 1960: 155, Md.76 Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası).
1530 tarih ve 438 Nu. MVAD I’e göre Yalvaç (TT 121) 109 nefer 70 hane, Karaağaç 92 nefer 66 hane, Afşar 189 nefer 160 hane, Gelendost ise 191 nefer 146 hanedir. Afşar ve Yalvaç kaza, Barla ve Karaağaç nahiyedir. Gelendost karyesi Barla nahiyesine, Barla da Afşar kazasına bağlıdır. Barla Hıristiyan (Türklerle) birlik 304 nefer, 229 hanedir. Görüldüğü gibi Gelendost köyü, nüfus bakımından Yalvaç ve Karaağaç’tan büyüktür. Kanaatimce 16. Asrın başlarında Yalvaç ve Karaağaç’tan Şah İsmail’e, çok sayıda Türkmen gitmiş olmalıdır (M. Akdağ).
“Eğirdir Gölü’nün şimali Afşar Ovası, cenub-i şarkisi Boğazova, şarkı Cebel-i Toros, garbı Elmadağı sislileriyle mahdut” ve “Gölün Hoyran kısmını görmedim” (Süleyman Şükrü, 2013: 16-17).
Hâlbuki Afşar ovası, Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde değil, şarkındadır. S. Şükrü’nün görmediği ve bilmediği sadece Hoyran Gölü tarafı değildir. O, “Eğirdir Gölü’nün şimali Afşar Ovası” derken, farkında olmadan iki gölün 1614’de birleşmeden önceki eski hâlini vermektedir. O, civardaki hanlar hakkında bilgi verdiği hâlde ünlü Ertokuş Kervansarayından hiç bahsetmez. Bu da O’nun Afşar ve Gelendost tarafını bilmediğine işaret eder; Hüseyin Avnî Paşa ve babası hakkında verdiği bilgilerin tahkik edilmeden alınması da, vahim bir hata olmuştur.
Mu’tezile Demekle Maruf Karaağacî Halil Efendi:
Mu’tezile Halil ile Hüseyin Avni Paşa hakkında en sağlam bilgi, bu ikilinin çağdaşı sayılan Süleyman Sami Böcüzade’nin (1851-1932) Isparta Tarihi adlı eserinde verilmiştir. “Serasker-i meşhur Hüseyin Avni Paşa’nın hocası, İstanbul’ca mu’tezile demekle maruf vâkıf-ı fünûn-ı hikmet Karaağacî Halil Efendi, müşarünileyh Rüştü Efendi Hazretlerinin mümtaz şakirtlerinden biridir” (Böcüzade, 2012: 216).
Mu’tezile, “insan çabasını boş sayan ve her şeyi kadere bağlayan inancı” inkâr eden, aklî esaslara dayalı bir din felsefesi meydana getiren itikadî İslâm mezhebidir. Halil Efendi, Ehli Sünnet olup, Mu’tezile olduğunu kendi ikrar etmiş değildir. O’na bu lâkabı, aklını şeyhlerine ve başkalarına teslim etmiş kişiler takmış olmalıdır.
Hüseyin Avnî Paşa’nın hocası Karaağacî Halil Efendiye mu’tezile denilmesinin sebebi, kanaatimce A. Rüşdî Efendinin tedrisatıyla ilgilidir. Bu medresede akıl ve mantığın önemi anlatılmaktadır. Hüseyin Avnî Paşa’nın din anlayışı da hocaları Ahmed Rüşdî ve Halil Efendinin anlayışı gibi olmalıdır. Şu hadise buna işarettir: 1871’de Sav kasabasına ava gitmek istediklerinde bazı memurlar, “Sav’a giden savılır diye bir söz vardır, biz gitmeyiz” derler; H. Avnî Paşa ise, “Benim öyle şeylere itikadım yoktur” diyerek aklı yeğler ve ava gider (Böcüzade, 2012: 307).
Müftü ve Müderris, Ahmed Rüşdî Karaağacî’nin mantık hakkındaki görüşünü yukarıda vermiş bulunuyoruz.
Şarkîkaraağaç’ın eski müftüsü M. Sadık Bilgiç, 20.2.1953 tarihinde Ord. Prof. Mardin’in sorusuna verdiği cevapta şöyle der: “Seyyit Halil Hilmi Efendi, Karaağaç Yalvaçlı olup, Tiryakioğlu ailesine mensuptur. Tiryakioğlu veya Mu’tezile Halil Efendi adıyla maruftur. Abdülaziz devrinin mümtaz âlimlerindendir. 1269-1286 (1853-1870) seneleri arasında Huzur Derslerine muhatap olarak iştirak etmiş, 1286 senesinde mevleviyyet ihrazı (kadı olma isteği) ile bu vazifeden ayrılmıştır. Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın yakını olması dolayısıyla Sultan Aziz’in hal’-i hadisesinde alâkalı görülerek İkinci Abdülhamid tarafından Aydın Güzelhisarına nefyedilmiş, orada vefat etmiştir. Halil Hilmi Efendi hiç evlenmemiştir. Hür fikirli, pervasız konuşan bir zat olduğu tevatüren söylenir” (Ebül’Ulâ Mardin, 2018: 394, Huzur Dersleri, Cilt 2-3, 2. Baskı, DİB).
Karaağaç Yalvaçlı, Yalvaç yanındaki Karaağaçlı (Şarkîkaraağaç) demektir. Halil Hilmi Efendi’nin Huzūr-ı Hümāyūn dersine ta‘yini hak.: BOA AMKT. NZD.77-63. (Okuyan: Prof. Dr. K. Y. Kopraman. 04.06.2019, Ankara):
Şeyhü’l-İslâm Bey Efendi Hazretlerine,
Ders-i ‘āmm’dan Seyyid Halil Hilmi Efendi’nin Huzūr-ı Hümāyūn dersine ta‘yini istid‘asiyle itā eylediği müzekkire manzūr-ı vālā-yı Meşihāt-penāhileri buyurulmak üzere leffen irsāl-i savb-ı sāvāb-nümā-yı fetvā-penāhileri kılınmış olmağla ol bābda emr u irāde hazret-i men lehû’l-emriñdir. Bā işāret-i Hazret-i Müsteşârî.
Belge tarihi, 26 Nisan 1853 (H. 17.07.1269) olup, M. Sadık Bilgiç’in verdiği bilgiyle uyum içindedir.
6 N 1291 (17 Ekim 1874) tarihli Medeniyet, 29 CE 1293 (22 Haz. 1876) tarihli İstiklâl Gazeteleri ile Mehmet Zeki Pakalın, “Hüseyin Avnî Paşa, ilköğrenimini ailesinin himayesi altında tamamladıktan sonra on altı yaşında medrese tahsili yapmak üzere (1836 güzü) İstanbul’a dayısının yanına gitmiştir” derler (Uysal, 2015: 24).
Nuri Katırcıoğlu, İbnülemin ve bazı yazılardan doğru bilgileri seçtim dediği yazısında, “İstanbul’da Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde müderris bulunan dayısının yanına gelmiş ve bir yıl kadar bu medresede okuduktan sonra imtihanla onbaşı olmuş” der (Ün Isparta Dergisi, Ekim 1947-Haz. 1948, s. 2208).
“O’nun (Ahmed Rüşdî) medresesinden çok kıymetli öğrenciler yetiştirildiğini, bunlardan birinin de ünlü Serasker ve Sadrazam, Gelendost’lu Hüseyin Avni Paşa olduğu biliniyor” (Altınkaynak, 2021: 179). Bu bilgi, H. Avnî Paşa’nın Eğirdir’de okuduğuna dair bilgilerin yalan olduğunu göstermektedir.
1839 sayımı Karaağaç Orta Mah. Terzi Eyüp veledi Osman, sinni 80 (70?) olan zat ile 1842 vergi defterinde Tiryakioğlu Terzi Osman veledi Eyüp; aynı ailedir (Tarih ve Kültürümüzde Karaağaç, 2012, Yay. Haz. A. Yağmur Topraklı, Semih Ofset, Ankara, Baka, s. 277, 321, 326). Osman’ın babası 80 (70?) yaşındaki Eyüp, onun babası Osman olmalıdır. 1831 tarihli defter (3237) Orta Mah. Hane 36 Terzi Osman oğlu Terzi Eyüp, yaşı 60; oğlu Osman (doğumu 1251) ve kardeşi Üveys Efendi, yaşı 45; 247 (1831)’de ölmüştür diye bir kayıt var ve bu isim beş yıl sonraki sayımda yoktur. 1831 sayımı muhtemelen 1835 yılına aittir. Mu’tezile Halil Efendi, Üveys Efendi’nin kardeşi olmalıdır. Bu husus İstanbul sayımıyla tahkik edilmelidir. Bu sayımlar, maalesef eksik ve çok hatalıdır.
Bu sülâle bugün Karaağaç’ta yoktur. Türkiye’nin herhangi bir yerinde var mı bilmem? Halil Efendinin, H. Avnî Paşa’nın dayısı olması hâlinde, O’nun soyu, kız kardeşi tarafından Gelendost’ta Beydoğan ve Ceylan soyadları ile Hüseyin Avni Paşa’nın torunlarında Gelendost soyadıyla devam ettiği söylenebilir.
Görüldüğü gibi Halil Efendi için Böcüzade, H. Avnî Paşa’nın “hocası”, Sadık Bilgiç “yakını”, İbnülemin ve bazı eserler “dayısı” derler. Halil Efendi, hiç evlenmemiştir (Mardin, 2018: 394; İbnülemin, 1982: 483 evlendi der).
Hüseyin Avnî Paşa ve Ailesi Hakkında:
Hüseyin Avnî Paşa ve babası Ahmet Ağa, 1831’de; “Müezzinoğlu Ahmed sin 60, oğlu Hüseyin sin 10”, 1836’da ise, “Müezzinoğlu Ahmed sin 80, oğlu orta boylu ter bıyıklı Hâfız Hüseyin sin 17”. 1842’de vergi defterine ise, “Müezzinoğlu Ahmed’in vergisi 399, Müezzinoğlu Osman’ın 473 ve Odabaşıoğlu Hüseyin’in 436 akçe” olarak kaydedilmişlerdir. Ahmet, amcası oğlu Osman ve diğer yakını Odabaşıoğlu Hüseyin varlıklı kimselerdir.
1831 ve 1836 Nüfus kayıtları arasında küçük bir uyuşmazlık göze çarpar. 1831 sayımını esas alırsak, 1836 yılında Ahmet Ağa 65 yaşında olması gerekirken 80, Hüseyin ise 15 yaşında olması gerekirken 17 yazılmıştır. Bu yaşlar Kamerî yıla göre olup, 1836 yazımı Hüseyin Avnî Paşa’nın İstanbul’daki beyanına uygun olup, O’nun 1820 doğumlu olduğu ve 1820’yi esas aldığımızda da, H. 17 yaşında olduğu ve 1836 sayımının doğru olduğu anlaşılır.
H. Avnî Paşa’nın babası Ahmet Ağa, 1842’de 218 vergi mükellefi olan ve hane başı en çok 586, en düşük 75 akçe verginin alındığı Gelendost’ta, 14 haneyle birlik, hane başı 399 akçe vergi verir. Ahmet Ağa, 27 haneden az, 176 haneden çok vergi verir. Ahmet Ağa, hem varlıklıdır, hem de yaşlıdır; yanaşma olacak birisi değildir.
Buna göre “fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ailesi Malak Hüseyin lâkabını takmıştır” (Uysal, 2015: 23-24) bilgisinin aslı yoktur. Sn. Uysal, doktora tezinde hiçbir bilgiyi tahkik etmediği hâlde doktor olmuştur. Malak Hüseyin lâkabının da hiçbir sağlam kaynağı yoktur; hiçbir ata hâfız oğluna böyle bir lâkap takmaz.
Hüseyin Avnî Paşa, Harbiye’ye girerken lâkaplarının Odabaşı olduğunu bildirmiştir. 2011’de Gelendost’ta yaptığım araştırmada Osman Baş’tan (1927-2019) ilk lâkaplarının Müezzinoğlu olduğunu ve 1895’li babası Hacı Hüseyin’in, Hüseyin Avnî Paşa’nın adını aldığını, ancak akrabalığı bilmediğini söyledi. Ailenin ilk lâkabı Odabaş (Odabaşılar) olup, bilâhare Odabaşılar sülâlesinden bir müezzin kişi ve böylece Müezzinoğlu lâkabı çıkmıştır. Odabaşlar, Çiçek, Dursun, Aktaş; Müezzinoğlular ise önce ikiye ayrılmış; bir kol Baş, diğer kol ise Paşa ve Paşa’nın kardeşleri Ceylan, Beydoğan soyadlarını, Paşa’nın torunları ise Gelendost soyadını almışlardır. Osman Baş’ın iki kızının, çok kısa boylu ve kumral olduklarını gördüm. 1836 tarihli sayımda Odabaşı sülâlesinde kumral ve kısa boylu kişiler vardı ve Müezzinoğlu ile Odabaşılar, birbirlerine benziyorlardı (Topraklı, 2013: 129-138).
1836 Nüfus defterinden, Hüseyin Avnî Paşa’nın büyük dedesi veya babası Ahmet Ağa’nın dedesi, Odabaşı oğlu Falanın, Aşağı Mahalle Camisinin müezzini olduğunu ve onun çocukları Hasan ile Osman’a Müezzinoğlu denildiğini istidlâl ettim. Hüseyin Avnî Paşa, zaman zaman bu camide müezzinlik yapmış olmalıdır.
H. Avnî Paşa, benim de çocukluğumda olduğu gibi, bu camide Kur’an talim etmiş, bilâhare de Karaağaç’a, A. Rüşdî Efendi medresesine gitmiş ve Halil Hilmi Efendiye talebe olmuş ve bilâhare Halil Efendi, müderris olarak İstanbul Çorlulu Ali Paşa Medresesine gitmiş. Hüseyin ise H. 17 (M. 16) yaşına kadar Rüşdî Efendi Medresesine devam etmiş; 1836 güzünde Gelendost’ta sayıldıktan sonra, dînî tedrisat yapması için başında yeşil sarıkla İstanbul’a, dayısı/hocası yanına gönderilmiş ve Temmuz 1837’de Harbiye’ye geçmiştir (İbnülemin, 1982: 483).
Mismer, “Hüseyin Avnî Paşa, Anadolu’da, Isparta şehrinde doğmuş ve başında yeşil sarık olduğu halde ailesi tarafından dînî tedrisat yapması için İstanbul’a” gönderilmişti. Fakat doğuştan kabiliyetli oluşu, kendisini askerliğe sevketti” der (Mismer, 1975: 44). Mismer, Girit’te, “İmamların bazıları seyyidlik işareti olmak üzere yeşil sarık sarmışlardı” der (Mismer, 1975: 41). Bazıları, Paşa’nın, yeşil sarık sardığı için ve Seyyid Halil Hilmi Efendi ve annesi dolayısıyla seyyid olduğunu söylerler. Biz, bugün, “seyyidleri” melek gibi biliriz, ama gerçek pek öyle değildir. İngilizlerin emrine girerek Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin ile çocukları Kıral Faysal ve Kıral Abdullah da Peygamber torunu idiler. Mismer’in hatıralarından H. Avni Paşa’nın, parasına kağıt oyunu oynadığı ve bazı kayıtlardan da içki kullandığı anlaşılmaktadır. H. Avnî Paşa’yla ilgili bilgilerin aslı bundan ibarettir.
Şimdi de Süleyman Şükrü’nün Eğirdir Burhan Mektebi ve Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun anlattığı Eğirdirli Memiş Ağa hikâyelerinin uydurma olduklarını görelim:
Süleyman Şükrü (1865-1920’li yıllar), özetle, Sultan Abdülaziz Hanın saltanatlarında ün kazanan, bilâhare irtikâp ettiği şemirr-sânilik ile şöhret-i âfakı tutan maktül Hüseyin Avni Paşa, ibtidâ’iyyeyi burada (Eğirdir Burhan Mektebi) okumuştur. Binaenaleyh kendisi Eğirdirli olmayıp Karaağaç kazasına tâbi’ Afşar nahiyesinin Gelendost karyesinden Eşekçi Ahmed’in oğludur. İlk mektepten dahi mahrum ve cehalet içinde yüzen, uğursuz bir karyeden olduğu için pederi Eğirdir’e getirip kavaf esnafından Hacı Musa merhuma tevdi’ ve o zât dahi hayır yapıyorum zannı ile bu mektebe teslim etmiştir. Burada tahsil-i ibdidaî’yyeyi bâd’el-ikmâl Dersaadet’e gitmiştir. Bunu haber alan bazı lâtifegû, bir sürü uyuz merkepleri önüne katarak pazara gelen pederine tesadüf ettiklerinde; “ulan Eşekçi Ahmed, sıpayı İstanbul’a mı gönderdin?” diye sorarlar. Ağa-yı nâzikter yılışarak, “gönderdim ya orada kocaman olur da acı acı zırlar ise hepinizi korkutur” cevabını verdiği meşhurdur. Eşekçi Ahmed’in şerli oğlu hakkında hiss-i kable’l-vuku olarak söylediği veçhe Hüseyin Avnî Paşa nankörünün yavan yavan zırlamasındaki şeamet nihayet kendi başını da yedi der (Süleyman Şükrü, 2013: 35-36).
Hikmet Turan Dağlıoğlu ise, “Hüseyin Avnî Paşa’nın babası “Eşek Ahmet” adında fakir bir köylüdür. Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; “kendisi ablak yüzlü tıknaz ve şişman bünyeli olduğu için ailesi Malak Hüseyin derlermiş” derse de, bizim tespitimize göre “Sıpa Hüseyin” derlermiş. Hatta bir gün babası, Gelendoslu İbiş Ahmet Ağaya kızarak, “İstanbul’dan anırır da, sesini işitirsiniz” demiş.
Ahmet Ağa, Eğirdir’de o zaman derebeyi Hacı Memiş Ağaların yanında hizmet ediyormuş. Oğlu Hüseyin’i kasabanın medresesine göndermiş. Bir gün İstanbul’dan her kasabanın ileri gelen eşraf çocuklarından birinin Harbiye mektebine gönderilmesi emri gelmiş. Hacı Memiş Ağalar, Hüseyin’i, kendi evlâtları yerine İstanbul’a göndermişler. (…) Medreseye girmiş” (H. T. Dağlıoğlu, 2. Teşrin-1. Kânun 1940: 1093-1102, Ün Isparta Dergisi).
Bir hikâye de benden: Rahmetli babam bize çocukluğumuzda şöyle anlatırdı: Ahmet Ağa, oğlu Hüseyin’i, okumaya götürüyormuş. O sırada yol yanındaki tarlasında çift süren biriyle şu konuşma olmuş: “-Ahmet Ağa, sıpayı nereye götürüyorsun? -Yarın anırdığını duyarsınız!” Babam bunu bize, köyden birinin Serasker oluşuyla övünmek için anlatırdı ki, şimdi bakıyorum da, bunların hepsi de Saray kaynaklı yalanlardı: Şöyle ki:
1. Süleyman Şükrü doğduğunda Hüseyin Avnî Paşa, müşir rütbesiyle Serasker kaymakamıdır. O, henüz 11 yaşındayken H. Avnî Paşa şehit edilmiştir. 16 Kasım 1886 Salı günü Eğirdir’den ayrılan S. Şükrü, babasının vefatı üzerine 1887 Mayıs ayında Eğirdir’e gelir ve annesiyle birlikte Eğirdir’den ayrılır ve bir daha Eğirdir’e gelmez. O, 1904 yılında ülkeden kaçar ve Büyük Seyahat adlı kitabını 1907’de Petersburg’da bastırır. H. Avnî Paşa ve atasını yermesi, Abdülhamid’e yaranmak ve affedilmek içindir. Gelendost tarafını bilmeyen S. Şükrü’nün, yıllar (50 yıl) önce vefat eden H. Avni Paşa’nın babasını bilmesi inandırıcı değildir. Abdülaziz ve Abdülhamid hakkında övgüler düzen S. Şükrü’nün, 1918’den sonra da Abdülhamid aleyhine yazdığı söylenir.
2. S. Şükrü, H. Avnî Paşa hakkında, “tahsîl-i ibtidâ’iyyeyi bade’l-ikmâl Dersaadet’e gitti” gibi yanlış bilgi verir. “H. Avni Paşa’nın tahsîl-i ibtidâ’iyyeyi Burhan Mektebi’nde okuması”, tamamen yalandır. Burhan Mektebi 1873’de açılmıştır (Böcüzade, 2012: 233-234; Süleyman Şükrü, 2013: 35). Ayrıca Hüseyin Avnî Paşa ise 1836 güzünde, hâfız ve henüz delikanlı iken İstanbul’a gitmiştir. Bir mühim husus da, ibtidâ’iyye mektepleri, sıbyan mekteplerinin Tanzimat’tan sonra, “Maarif-i Umumî Nizamnamesi” ile 1869 yılında ibtidâ’iyyeye dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır ki, S. Şükrü’nün rivayeti külliyen yalandır (Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, 17. Baskı, s. 163).
3. “Eşekçi Ahmet ve Sıpa” benzetmesinde bir mantık hatası vardır. Sıpa, eşekçinin değil, eşeğin yavrusudur. “Eşekçi ve sıpa” lâkapları, H. Avni Paşa’yı aşağılamak için ilk kez Sarayca söylenmiştir.
4. “Sıpanın zırlaması/anırması” hikâyesi, Hüseyin Avnî Paşa’nın, Harbiye’ye gönderildiği hesabına göre uydurulmuştur. Yalancılar, O’nun ilk önce medreseye gönderildiğini hesap edememişlerdir.
5. Dağlıoğlu’nun Paşa’nın çocukluğuyla ilgili verdiği bilgiler de külliyen yalandır. Dağlıoğlu gibi değerli bir kalem, Paşa’nın İstanbul’a medreseye gittiğini bildiği hâlde (s.1095), Eğirdirli Memiş Ağayla ilgili asılsız bilgileri yazmıştır. O, Hüseyin Avnî Paşa’nın ölümünden 64 yıl sonra; 1940’da Gelendost’a gelmiş, H. Avnî Paşa’nın Gelendost’taki evi ve kardeşinin çocuk ve torunları diye iki resim çekmiştir. Ama resimdeki üç kişinin adları ile onlardan bir çift söz bile yazmamıştır (bk. Resim). Ol bakımdan O’nun bu konuda verdiği bilgiye güvenilemez. 1930’da Gelendost olan ismi bile yanlış (Gelendos) yazmıştır. Güya Eğirdirli Hacı Memiş Ağanın oğlu, Harbiye’ye istenmiş, fakat Memiş Ağa, oğlunun yerine yanaşma Ahmet Ağanın oğlu Hüseyin’i göndermiş. Uysal, bu bilginin zayıf olduğunu söyler (Uysal, 2015: 25) ki, aslında Dağlıoğlu’nun verdiği bilgi zayıf değil, külliyen yalandır.
Ünlü bir tarihçimizin, H. Avnî Paşa’nın çocukluğu ile ilgili kullandığı kaynaklar ise, ne acıdır ki, Dağlıoğlu ve S. Şükrü gibi iki yalancı kaynak ile Abdülaziz’in Başkâtibi ve taraftarı olan Atıf Bey’dir (İbnülemin, 1982: 483).
Hüseyin Avnî Paşa ve Babası İçin Yapılan Hakaretler, Saray Kaynaklıdır
Süleyman Şükrü henüz 8-9 yaşlarındayken ve kitabını yazmadan 32-33 sene evvel, Abdülaziz’in huzurunda geceleri, orta oyunlarında vükelânın taklitleri yapılıp eğlenmeğe devam olunduğu gibi, Hüseyin Avnî Paşa’nın dahi gayet çirkin şekilde taklidi yapıldığını haber almasıyla garez ve düşmanlığı şiddetlenmişti. Mithat Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ile Padişahın bu konuda uyarılmasını Valide Sultan’a bildirmiş, ama O, evlâdım üzülür diye, oğluna söylememiştir. Bu olayı, tutuklu Mithat Paşa sorgusunda anlatmıştır (Sürgeç, 2012: 37-38; Uzunçarşılı, 1946: 53; Pakalın, 1940: 114). Hüseyin Avnî Paşa için “Malak, Eşekçinin oğlu, Sıpa, Türk, Kaba Türk” gibi hakaretler, Abdülaziz’i eğlendirmek için 1873-1875’li yıllarda yapılmıştı ki, Süleyman Şükrü henüz 8-9 yaşlarındaydı.
Abdülaziz’in, horoz dövüştürüp, kazanan horoza altın takan, kendini büyük padişah gören bir ruh hâli vardır.
Bu çirkin sözler, Abdülhamid zamanında Isparta çevresinde yaygınlaştırıldı ve halk, bunların aslı var sandı. Yüzüne tükürülen adamın “yağmur yağdı” demesi gibi, merkez ilçenin Isparta adı ve ilimizin Hamideli adı, 1892’de Abdülhamid’in imar ettiği yer anlamına Hamidabad yapıldı. Bu dönemde Isparta’dan rütbeli asker çıkartılmadığı, Ispartalı askerlerin Yemen’e gönderilerek Isparta’nın cezalandırıldığı söylenir. 1926’da da hem merkez ilçenin, hem de ilimizin adı Isparta’ya döndürüldü ve böylece 600 yıllık “Hamideli” adımız tarihe karıştı.
Türk’ün Başına Vur, Ekmeğini Elinden Al
Osmanlı’yı Türkler/Türkmenler kurdu. Bilâhare Osmanlı, beyleri öldürdü, beylikleri sindirdi. Türkler, sadece devlete asker veren başsız ve sahipsiz kalabalıklar oldular; kendilerini Türk görmeyenler ise yönetime geldiler.
Elazığ’ın hak ve kadir bilir evlâdı Bilâl Sürgeç ortaya çıkana kadar, Hüseyin Avnî Paşa’yı müdafaa eden biri olmadı. Önüne gelen Hüseyin Avnî Paşa’ya sövdü, siydi, her türlü hakareti yaptı, ama başta hemşehrileri olmak üzere bir tane olsun, bir Türk çıkıp da, bunlara ağzının payını vermedi. Bilâkis, H. Avnî Paşa’ya hakaret ve iftira dolu, Bucaklı Mustafa Ali Uysal’ın doktora tezi, SDÜ’nde oy birliğiyle kabul edildi. Bu tez, kabulünden 15 ay sonra (2015), kaşla göz arasında SDÜ Rektör Yrd. Prof. Dr. Süleyman Seydi, TTK Bilim Kurulu üyesi iken, Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından şahane bir cilt ve baskıyla da bastırıldı. Bu günah Isparta’ya, yani bize yeter…
Bu ülkede Rus elçisi İgnatiyef’in sözünden çıkmayan Mahmut Nedim övülür, H. Avni Paşa’ya ise sövülür.
Bakalım, Türk Tarih Kurumu, bunun farkına ne zaman varacak ve bu kitabı satıştan ne zaman kaldıracak?
Sonuç
Mustafa Ali Uysal, Böcüzade’nin aslı olan 2012 baskısını değil, 1983 kısaltılmış baskısını, 1836 sayımı yerine 1831 sayımını kullandı ve böylece Mu’tezile Halil Efendinin H. Avnî Paşa’nın hocası olduğu ile Karaağaç’ta okuduğunu ve H. Avnî Paşa’nın 17 yaşında hâfız olduğunu gizledi. O, “Abdülaziz, kesin intihar etmiştir” diyen İ. Hakkı Uzunçarşılı için “ikilem içinde kalmıştır” der (Uysal, 2015: 225) ve doktora jürisi bu yalanların hepsini yutar.
Mustafa Ali Uysal, Hüseyin Avnî Paşa’nın babası Ahmed Ağa’nın varlıklı biri olduğunu gösteren 1842 vergi defterini görmezden gelmiş ve Eğirdir merkezli rivâyetlerin hepsinin yalan olduğunu bildiği hâlde tezine almıştır.
Heyhat! Modern Türk ordusunun kurucusu, Ispartalı bir Türk olan şehit, Gâzî Hüseyin Avnî Paşa’yı yermek, gözden düşürmek ve Isparta’ya hakaret etmek, kala kala Bucaklı ve Elmalılı bî-idrak iki Türk’e kalmıştır.
H. Avni Paşa, Şarkîkaraağaç’ta Ahmed Rüşdî Karaağacî’nin medresesinde okumuştur ve hocası, vâkıf-ı fünûn-ı hikmet Karaağacî Halil Efendidir. Hüseyin Avnî Paşa, hâfız ve 16-17 yaşında bir delikanlı iken, başında yeşil sarıkla dînî tedrisat için 1836 güzünde İstanbul’a gitmiş ve Temmuz 1837’de de Harbiye’ye geçmiştir.
H. Avnî Paşa ve beş kişinin katili Çerkez Hasan, Abdülaziz’in intihar ettiğini biliyordu, ama Abdülaziz’in hal’-i ile hamisini kaybetmişti ve haremdeki kadınlar ortalığa saçılmışlardı. Bu durumu iyi okuyan Rus elçisi İgnatiyef, haremdeki taraftarları ve Hasan’ın yakınları vasıtasıyla, Hasan’ı cinayete teşvik etmiştir (İ. H. Sedes, 1935: 122).
İgnatiyef’in, Sarayda çok taraftarı varmış ve “bu gece Sultanın hangi cariyeyle yattığını bilirim” dermiş.
Ardından 93 Harbi oldu (1877-1878) ve Ruslar İstanbul’a dayandı; ardından da Balkan faciası yaşandı…
H. Avnî Paşa’nın yetiştirdiği Gâzî Osman ve A. Muhtar Paşalar, H. Avnî Paşa sağ olsaydı, Osmanlı-Rus harbi, Osmanlı’nın lehine sonuçlanırdı ve kesin başarıya yaklaştırırdı derler (Mismer, 1975: 159; Mithat Paşa).
Çerkez Hasan vak’asına, bir de bu açıdan bakılmalıdır. O, Abdülaziz’in şımarttığı, Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın Bağdat görevine gönderemediği, Beyoğlu kabadayısı, Osmanlı’da ancak üç-dört Asırda bir yetişen en büyük kumandanını öldüren; Osmanlı’ya değil, bilakis Rusya’ya hizmet etmiş bir kahramandır (!) Bunu görmemek ve O’nu alkışlamak, Rusların galibiyetine alkış tutmak demektir. Dikkatlerinizi, bu hususa çekmek istedim.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com
Kaynaklar ve Tetkik Eserler
Altınkaynak, Mustafa (2021): Karaağaç (Oğrak)ların Tarihi, Maviçatı Yayınları, İstanbul.
Arundel, F. V. J. (Eylül 2013): Anadolu’da Keşifler, Çev. Topbaş Atabay, Sistem Ofset-Ankara
Böcüzâde, Süleyman Sami (2012): Isparta Tarihi, Yayına Haz. Hasan Babacan, Isparta Valiliği, Isparta.
İbnülemin, Mahmut Kemâl İnal (1982): Son Sadrazamlar, 3. Baskı, 1. Cilt, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Pehlivan, Necmettin (2012): “Ahmed Rüşdî ve Tuhfetu’r-Rüşdî el-Kara’ağâcî fî şerhi risâleti Îsâgûcî adlı eseri”, Tarih ve Kültürümüzde Karaağaç Bilgi Şöleni, Yayına Haz. A. Yağmur Topraklı, BAKA (Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı), Bs. Semih Ofset, Ankara, s.10-11.
Mismer, Charles (1975): İslâm Dünyâsından Hâtıralar, Bedir Yayınevi, İstanbul.
Sedes, Emekli Tümgeneral İbrahim Halil (1935):1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, Cilt 1, Askerî Matbaa, İstanbul.
Süleyman Şükrü (2013): Seyahatü’l-Kübra, Yayına Haz. Hasan Mert, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Sürgeç, Bilâl (2012): Medreseden Seraskerliğe Gâzî Hüseyin Avnî Paşa, Hamideli Derneği, Semih Ofset, Ankara.
Topraklı, Ramazan (2013): Hicrî 541/ 1146 Roma-Selçuklu Savaşları, Sütkuyusu Baskını ve Ammûriye, Sistem Ofset, Ankara.
Uysal, Mustafa Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa (1820-1876), Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Hüseyin Avnî Paşa’nın kardeşinin çocukları ve torunları.
H. Turhan Dağlıoğlu,1940 Gelendost
Balcı yolundan Gelendost (18.12.2011), Eğirdir Gölü, Kemer Boğazı, Barla (Gelincik) Dağı ve sağ üstte Yenice Sivrisi (Pion T., Tzibritze)
Kızıldağ-Yeryudan’dan Karaağaç (Şarkîkaraağaç) ve gerçek anlamda Asya çayırlıkları (7.7.2012). Resimler: Henisli Dağcı Halil Korkmaz