Muhalefet, dış politikaya ne diyor?
Muhalefet, dış politikaya ne diyor?
- 16-07-2023 01:03
- 2725
- 16-07-2023 01:03
- 2725
Türkiye’nin, sonunda İsveç’in NATO üyeliğine geçit vermesi beklenmeyen bir gelişme değildi.
Şaşırtıcı olan, iktidarın daha önce tüm söylediklerine rağmen, U dönüşü yapmış olması değil, bu yönde bir dönüşü beklenmedik bir gelişme olarak değerlendirmek.
İktidar partisinin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası oluşan uluslararası sürecin başından itibaren Batı dünyası ve Rusya arasında denge siyaseti izlemiş olması ısrarla sürdürülebilir bir durum değildi.
Yine de bu süreçte Türkiye gibi ülkelerin önünde kendini ağırdan satmak gibi bir imkân açılmıştı, bu imkân değerlendirilmiş oldu.
Aslında, hâlen Rusya’yı tümüyle küstürmeyecek bir yerde durmak mümkün. Bu süreç nereye kadar sürdürülebilir, izleyip göreceğiz.
Günün sonunda, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren ‘Batı ittifakı’nın bir parçası ve NATO üyesi bir ülke ve dış politikada tümüyle yön değiştirmek sanıldığı kadar kolay bir iş değil.
Diğer taraftan, mevcut iktidarın Batı ittifak sisteminden çıkmak isteyip istememiş olduğu da tartışılır bir konu.
Daha önce çeşitli dönemeçlerde izlenen politikalar dolayısı ile bir ‘eksen kayması’ tartışması çıkmıştı. Aslında, iktidar partisinin ideolojik tercihleri dolayısı ile Batı’dan uzaklaştığını veya giderek uzaklaşacağı fikrinin temelinde, birincisi Batı’ya, ikincisi İslamcılığa yüklenen anlamdan kaynaklanan iki yanılgı vardı.
Batı’ya yüklenen anlam; Batı dünyasında siyasetin seyrini belirleyen etkenlerin demokrasi ve insan hakları gibi değerler olduğu tahayyülüne dayanır. Bu çerçevede, AK Parti’nin gidişatı dolayısı ile ‘Batı’nın otoriter rejimlere karşı tavır koyacağı gibi bir inanç söz konusu idi.
Oysa, fazla uzağa gitmeye gerek yok, AB ülkeleri Suriyeli göçmenleri sınırlarından uzak tutmak karşılığında, mevcut iktidar partisi ile pekâlâ anlaşabilmişti.
Daha genel çerçevede de benzer hesaplar doğrultusunda Türkiye’de yaşanan insan hakları ve hukuk ihlallerine karşı, göstermelik ifadeler dışında kimsenin itirazı olmadığını yaşayarak gördük.
Tüm bunlara rağmen nedense bazılarının kafasındaki ‘Batı’, ‘Batı dünyası’, ‘Batı değerleri’ne ilişkin hayaller hiç yıkılmadı.
Yıkılmadığı gibi, Biden’ın Ukrayna savaşına ilişkin izlediği politikayı, “liberal demokrasilerin otoriter rejimler ile küresel mücadelesi” olarak pazarlaması sol demokratlar tarafından bile kabul gördü.
Liberal demokrasilerin küresel mücadele cephesinde, Polonya, Hindistan, Filipinler gibi ülkelerin ne işi olduğu hiç sorgulanmadı.
Bu konudaki çelişki, o denli göze batıyor ki, adamlar bile bunu ‘zaruretlere bağlı istisnalar’ gibi bahaneler ile açıklamaya girişti.
Oysa, ‘yeni soğuk savaş’ denilen sürecin eskisinden pek farkı yok, o zaman da komünizme karşı işbirliği yapılmayan otoriter, yolsuz, uğursuz rejim kalmamıştı.
Sakın, bu söylediklerimden, “demokrasi, insan hakları ve özgürlükler aslında boş kavramlar” anlamı çıkmasın.
Sorun bu kavramlar, değerler değil, bunlar arkasına gizlenen küresel çıkar çatışmaları.
ABD ve Batı ittifakının küresel çıkarlarına demokrasi, insan hakları, kadın hakları vs. kılıfı giydirmeleri, bu kavramların küresel çapta itibar kaybetmesine neden oldu.
Diğer taraftan, Batılı güçler ile bu kavramları özdeş olarak tanımlayan üçüncü dünya demokratları ve sol liberaller yüzünden, bu siyasi markalar da aşındı.
AK Parti iktidarının Batı’dan kopacağı fikrinin dayandığı ikinci yanılgı; İslamcıların Batı ile ilişkisine dairdir. İslamcı ideolojilerin kendilerini Batı karşıtı ve/veya anti-emperyalist olarak görme ve gösterme çabasına karşı İslamcılık, Batı kültürüne karşı olduğu hâlde, özellikle Soğuk Savaş döneminde Batı siyasetleri ile ittifak içinde oldu.
Kısacası, iki taraf için de mesele çıkarların örtüşmesiydi. Tarih tabii ki tekerrür etmiyor, Ukrayna sonrası dünyada küresel ilişkilerin seyri yeniden şekilleniyor.
Sadece AK Parti iktidarının, dış politika macerasını doğru dürüst değerlendirebilmek için, tüm bu hususların dikkate alınması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Son olarak, mevcut koşullar altında Türkiye’nin ve dolayısı ile onu yöneten iktidarın kıymete bindiğini de teslim etmek gerekiyor.
İktidarın mevcut dış politikasına muhalefet edilecekse, bu hususların göz önünde bulundurulmasında fayda var.
Ben, muhalefet cephesinde, böyle bir kavrayış göremiyorum, hâlihazırda öne çıkan “dün onu dediler, bugün bunu yaptılar” türünden neye itiraz ettiği anlaşılmayan ifadeler.
Ona bakarsanız, Biden da Suudi Arabistan veliaht prensine katil diyordu, seçimden sonra ilk işi ayağına gitmek oldu.
Rusya’nın misket bombaları kullandığı iddia edilip, ‘savaş suçu’ deniliyordu, şimdi ABD, Ukrayna’ya, sivil ölümlere yol açtığı için savaş suçu sayılan misket bombaları gönderiyor.
Dış politikaya muhalefet edilecekse, ciddi, hakkaniyetli ve yetkin bir tavır ve dil inşa edilmeli yoksa zaten pek çok açıdan itibar kaybetmiş bir muhalefet cephesinin dış politikada da söyleyecek lafı olmadığı bir kez daha teyit edilmiş olacak.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Türkiye’nin, sonunda İsveç’in NATO üyeliğine geçit vermesi beklenmeyen bir gelişme değildi.
Şaşırtıcı olan, iktidarın daha önce tüm söylediklerine rağmen, U dönüşü yapmış olması değil, bu yönde bir dönüşü beklenmedik bir gelişme olarak değerlendirmek.
İktidar partisinin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası oluşan uluslararası sürecin başından itibaren Batı dünyası ve Rusya arasında denge siyaseti izlemiş olması ısrarla sürdürülebilir bir durum değildi.
Yine de bu süreçte Türkiye gibi ülkelerin önünde kendini ağırdan satmak gibi bir imkân açılmıştı, bu imkân değerlendirilmiş oldu.
Aslında, hâlen Rusya’yı tümüyle küstürmeyecek bir yerde durmak mümkün. Bu süreç nereye kadar sürdürülebilir, izleyip göreceğiz.
Günün sonunda, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren ‘Batı ittifakı’nın bir parçası ve NATO üyesi bir ülke ve dış politikada tümüyle yön değiştirmek sanıldığı kadar kolay bir iş değil.
Diğer taraftan, mevcut iktidarın Batı ittifak sisteminden çıkmak isteyip istememiş olduğu da tartışılır bir konu.
Daha önce çeşitli dönemeçlerde izlenen politikalar dolayısı ile bir ‘eksen kayması’ tartışması çıkmıştı. Aslında, iktidar partisinin ideolojik tercihleri dolayısı ile Batı’dan uzaklaştığını veya giderek uzaklaşacağı fikrinin temelinde, birincisi Batı’ya, ikincisi İslamcılığa yüklenen anlamdan kaynaklanan iki yanılgı vardı.
Batı’ya yüklenen anlam; Batı dünyasında siyasetin seyrini belirleyen etkenlerin demokrasi ve insan hakları gibi değerler olduğu tahayyülüne dayanır. Bu çerçevede, AK Parti’nin gidişatı dolayısı ile ‘Batı’nın otoriter rejimlere karşı tavır koyacağı gibi bir inanç söz konusu idi.
Oysa, fazla uzağa gitmeye gerek yok, AB ülkeleri Suriyeli göçmenleri sınırlarından uzak tutmak karşılığında, mevcut iktidar partisi ile pekâlâ anlaşabilmişti.
Daha genel çerçevede de benzer hesaplar doğrultusunda Türkiye’de yaşanan insan hakları ve hukuk ihlallerine karşı, göstermelik ifadeler dışında kimsenin itirazı olmadığını yaşayarak gördük.
Tüm bunlara rağmen nedense bazılarının kafasındaki ‘Batı’, ‘Batı dünyası’, ‘Batı değerleri’ne ilişkin hayaller hiç yıkılmadı.
Yıkılmadığı gibi, Biden’ın Ukrayna savaşına ilişkin izlediği politikayı, “liberal demokrasilerin otoriter rejimler ile küresel mücadelesi” olarak pazarlaması sol demokratlar tarafından bile kabul gördü.
Liberal demokrasilerin küresel mücadele cephesinde, Polonya, Hindistan, Filipinler gibi ülkelerin ne işi olduğu hiç sorgulanmadı.
Bu konudaki çelişki, o denli göze batıyor ki, adamlar bile bunu ‘zaruretlere bağlı istisnalar’ gibi bahaneler ile açıklamaya girişti.
Oysa, ‘yeni soğuk savaş’ denilen sürecin eskisinden pek farkı yok, o zaman da komünizme karşı işbirliği yapılmayan otoriter, yolsuz, uğursuz rejim kalmamıştı.
Sakın, bu söylediklerimden, “demokrasi, insan hakları ve özgürlükler aslında boş kavramlar” anlamı çıkmasın.
Sorun bu kavramlar, değerler değil, bunlar arkasına gizlenen küresel çıkar çatışmaları.
ABD ve Batı ittifakının küresel çıkarlarına demokrasi, insan hakları, kadın hakları vs. kılıfı giydirmeleri, bu kavramların küresel çapta itibar kaybetmesine neden oldu.
Diğer taraftan, Batılı güçler ile bu kavramları özdeş olarak tanımlayan üçüncü dünya demokratları ve sol liberaller yüzünden, bu siyasi markalar da aşındı.
AK Parti iktidarının Batı’dan kopacağı fikrinin dayandığı ikinci yanılgı; İslamcıların Batı ile ilişkisine dairdir. İslamcı ideolojilerin kendilerini Batı karşıtı ve/veya anti-emperyalist olarak görme ve gösterme çabasına karşı İslamcılık, Batı kültürüne karşı olduğu hâlde, özellikle Soğuk Savaş döneminde Batı siyasetleri ile ittifak içinde oldu.
Kısacası, iki taraf için de mesele çıkarların örtüşmesiydi. Tarih tabii ki tekerrür etmiyor, Ukrayna sonrası dünyada küresel ilişkilerin seyri yeniden şekilleniyor.
Sadece AK Parti iktidarının, dış politika macerasını doğru dürüst değerlendirebilmek için, tüm bu hususların dikkate alınması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Son olarak, mevcut koşullar altında Türkiye’nin ve dolayısı ile onu yöneten iktidarın kıymete bindiğini de teslim etmek gerekiyor.
İktidarın mevcut dış politikasına muhalefet edilecekse, bu hususların göz önünde bulundurulmasında fayda var.
Ben, muhalefet cephesinde, böyle bir kavrayış göremiyorum, hâlihazırda öne çıkan “dün onu dediler, bugün bunu yaptılar” türünden neye itiraz ettiği anlaşılmayan ifadeler.
Ona bakarsanız, Biden da Suudi Arabistan veliaht prensine katil diyordu, seçimden sonra ilk işi ayağına gitmek oldu.
Rusya’nın misket bombaları kullandığı iddia edilip, ‘savaş suçu’ deniliyordu, şimdi ABD, Ukrayna’ya, sivil ölümlere yol açtığı için savaş suçu sayılan misket bombaları gönderiyor.
Dış politikaya muhalefet edilecekse, ciddi, hakkaniyetli ve yetkin bir tavır ve dil inşa edilmeli yoksa zaten pek çok açıdan itibar kaybetmiş bir muhalefet cephesinin dış politikada da söyleyecek lafı olmadığı bir kez daha teyit edilmiş olacak.