BRICS ve ‘Yeni Dünya Düzeni’
BRICS ve ‘Yeni Dünya Düzeni’
- 28-10-2024 21:12
- 4395
- 28-10-2024 21:12
- 4395
BRICS ve ‘Yeni Dünya Düzeni’
Bir hafta önce yayınlanan kitabımda (Yeni Karanlık Yüzyıl Bitmeyen Savaş, Doğan Yayınları) 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yeni bir tarihsel dönemin önünü açtığını iddia ediyorum. Aslında hiçbir yeni dönem, tek bir olay ile başlamaz, bir zincir gelişmenin patlama anlarını başlangıç olarak kabul ederiz.
Rusya-Ukrayna Savaşı böyle bir patlama anı oldu. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile ‘Soğuk Savaşın Sonu’nun ilan edildiği 90’lı yılların başında, tek kutuplu bir dünya düzeninin önü açılmıştı. Ancak, o dönem öne sürülen, savaşların yerini diplomasi, silahsızlanma, küresel ekonomik entegrasyonun alacağı yönündeki iddianın bir karşılığı olmadığı da kısa zaman içinde görülmüştü. Aslında söz konusu olan, savaş ve çatışmaların son bulması değil Sovyetler’in yıkılışı ile büyük düşmanını tasfiye etmiş olan ABD önderliğindeki Batı ittifakının küresel hegemonyasının pekişmesi idi.
Tam da bu nedenle, Soğuk Savaş’ın askeri ittifaklarından Varşova Paktı ortadan kalktığı halde NATO, varlığını devam ettirdi. Dahası, Doğu Avrupa ve eski Sovyet cumhuriyetlerine doğru genişleme siyaseti izlemeye başladı. 2000’li yılların başlarında, bu genişlemenin, yani Rusya’yı çevreleme stratejisinin ucu Gürcistan ve Ukrayna’ya dayandı.
Bu esnada, Putin yönetimi altında Rusya, toparlanmış ve çevreleme hareketi ters tepmeye başlamıştı. Sonuçta, Balkanlar’da siyasi istikrarsızlık tırmandı, Ukrayna ve Gürcistan’da iç siyaset, Batı cephesi ile Rusya arasındaki güç mücadelesinin satranç tahtasına döndü, bu durum halen devam ediyor. Sonunda, 2022 yılında gerilim hattı, Ukrayna’da patlamış oldu.
Savaş, Rusya’nın işgali ile patladı ve Ukrayna’nın ABD’nin Rusya’ya karşı savaş alanı haline gelmesi ile derinleşti. ABD, Avrupa’nın iki güçlü ülkesi Fransa ve Almanya’nın Rusya-Ukrayna çatışmasına diplomatik çözüm arayışının önünü kesti, dahası müttefiklerini Ukrayna’ya askeri ve mali yardım yapmaya zorladı.
NATO, bu çerçevede güçlendirildi, dahası İsveç ve Finlandiya’yı içine alacak şekilde genişledi. En önemlisi, ABD Biden yönetimi, Ukrayna’nın bağımsızlığını desteklemek adına başlayan süreci ‘küresel savaş hali’ ilanına dönüştürmeyi başardı. Aslında jeopolitik bir rekabet ve çekişmenin tezahürü olan savaş, “liberal demokrasiler ve otoriter rejimlerin küresel mücadelesi” hüviyetine büründürüldü.
Diğer taraftan, kapitalizme geçiş süreci ile Batı ittifakına ve özellikle ABD’ye tehdit olmaktan çıkmış olan Çin, çoktan, önce ekonomik bir rakip, daha sonra ise askeri-siyasi bir güç ve tehdit haline gelmişti. Rusya ve Çin’in Ukrayna konusundaki ittifakı, ABD’nin Çin ile ekonomik savaşını, otoriter rejimlere karşı mücadelesinin bir parçası olarak yüceltilmesine vesile oldu.
“Batı’nın hakim olmadığı bir dünya düzeni”
Aslında, Batı dışı dünyada ABD’nin rakipsiz küresel hakimiyetine karşı duyulan rahatsızlık ve itiraz arayışları yeni değil. Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı ile bu tablo da daha fazla netleşmiş oldu. Öncelikle, ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya destek konusunda hedeflediği küresel desteği bulamadı. Tam tersine, kendini ABD hegemonyasına karşı bir güç olarak tanımlayan Rusya ve ekonomik bir dev haline gelen Çin’in açtığı alan, Batı dışı dünyada bir alternatif olarak görülmeye başladı.
2009 yılında, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya’nın başlattığı ve 2011’de Güney Afrika’nın katıldığı uluslararası bir platform olan BRICS, bu çerçevede yeni bir anlam ve güç kazanmış oldu. Bu çerçevede, bu yıl İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri bu platforma katıldı.
New York Times’ın haberine göre; son hali ile BRICS, dünya nüfusunun yarısına yakınını ve ekonomik üretimin yüzde 35’ini temsil ediyor ve “Batı’nın hakim olmadığı bir dünya düzenini” hedefliyor (22 Ekim 2022). Times, son zirvesi Kazan’da yapılan BRICS’in özellikle de Rusya’nın emellerine alet olduğunu vurguluyor.
Gelişmiş Batı ülkeleri dışında, dünyanın geri kalanında demokratik yönetim zaafları olduğu aşikar. Ancak tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Batı dışı dünyada ‘demokrasi’ ünvanı, yeni Soğuk Savaş’ta da sadece ABD müttefiki olmayan ülkeler için kullanılıyor. Bu tasnife göre, mesela demokrasi zaafı tescilli olan Hindistan’ı kazanmak adına, bu ülke hala ‘demokrasi’ tasnifi içinde yer alıyor. Hindistan, ABD açısından ayrıca rakibi olduğu Çin’e karşı bir denge unsuru olmak açısından da önemli bir ülke. Ancak, işin tuhafı Hindistan da BRICS’in kurucu üyesi.
Bu koşullar altında ABD halen, Hindistan-Çin rekabetinin BRICS içinde gerilim yaratması ihtimalini değerlendiriyor. Diğer taraftan, BRICS’e katılma ihtimali olan Türkiye’yi, Pakistan ile müttefik olması dolayısı ile kabul etmeme ihtimali konuşuluyor (The Economist, 19 Ekim 2024).
“Mağdurların temsilcisi”
BRICS’in kuruluşu, ABD/Batı dünyası dışında güçlenen ve küresel düzende söz sahibi olmayı hedefleyen ülkelerin işbirliği zemininde başlamış olmasına karşın, ABD ve Rusya/Çin çatışmasının yükselmesi ile bu platform, fazladan anlam kazandı. BRICS giderek kendini ‘Küresel Güney’ denilen Batı dışı dünyanın veya bir nevi ‘mağdurların’ temsilcisi olarak tanımlamaya başladı.
Aslında çıkış noktası, ABD hegemonyasına dayalı bir küresel düzen yerine, Batı dışında güçlenen ülkelerin de söz sahibi olduğu çok kutuplu bir dünya talebi çerçevesinde şekilleniyordu. 2022 Ukrayna-Rusya Savaşı, bu açıdan da tayin edici bir rol oynadı. Zira, Avrupa da çok kutuplu bir dünyanın önemli bir parçası olabilirdi ancak başını Fransa’nın çektiği AB içinde bu yöndeki eğilim, savaş sonrası ABD tarafından baskılandı. Zaten AB’den ayrılmış olan Britanya ve ABD, Almanya ve Fransa merkezli AB’yi, ABD dış politikasını koşulsuz kabul etmeye zorladı.
Kuşkusuz, bu sadece ülkeler değil, iç siyaset tartışmaları çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekli bir konu. Diğer bir deyişle, Almanya ve Fransa da AB’nin ABD yanında görece bağımsız bir güç olması gerektiğini düşünenler ile ABD ile daha sıkı ittifakının önemini vurgulayanlar söz konusuydu.
Nitekim, Almanya eski Savunma Bakanı Ursula von der Layen, Avrupa Komisyonu Başkanı olduktan sonra ve özellikle Ukrayna savaşının ardından ABD ile sıkı ittifaktan yana siyaset izledi. AB ve özellikle Fransa’nın gücünü arttırma hayali içinde olan Fransa Devlet Başkanı Macron, savaş sürecinde, bu iddiasında ısrarcı olamayacağını gördüğü için, siyasi çizgisini gözden geçirdi. Rusya ile enerji bağımlılığı olan Almanya ise, Rusya’ya ekonomik yaptırım dayatmasına karşı çıkamadığı için ekonomik durgunluk içine girerek büyük bir bedel ödemiş oldu.
Bu koşullar altında, BRICS, ABD hegemonyası temelli bir dünya düzeni karşısında bir platform olarak önem kazandı. Son BRICS zirvesinde, üye değil, ‘ortak’ olarak kabul edilen Türkiye’nin durumu ise, diğer ülkelerden çok farklı. Zira Türkiye, aynı zamanda bir NATO ülkesi. Çok kutuplu bir dünya düzenini savunan Türkiye dış politikasının BRICS ile ilişkileri geliştirme arzusu anlaşılır bir sonuç. Ancak BRICS, askeri bir ittifak olmasa da bu durum Türkiye’yi çok zorlayacağa benziyor. Zira, ABD halihazırda müttefiklerine ‘ya benden yanasın ya kara toprak’ seçimini dayatmakta ısrarcı görünüyor.
ABD’nin Türkiye’yi kaybetmemek adına temkinli davranmasının sınırı ise, başkanlık seçiminin sonucuna bağlı olacak.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
BRICS ve ‘Yeni Dünya Düzeni’
Bir hafta önce yayınlanan kitabımda (Yeni Karanlık Yüzyıl Bitmeyen Savaş, Doğan Yayınları) 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yeni bir tarihsel dönemin önünü açtığını iddia ediyorum. Aslında hiçbir yeni dönem, tek bir olay ile başlamaz, bir zincir gelişmenin patlama anlarını başlangıç olarak kabul ederiz.
Rusya-Ukrayna Savaşı böyle bir patlama anı oldu. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile ‘Soğuk Savaşın Sonu’nun ilan edildiği 90’lı yılların başında, tek kutuplu bir dünya düzeninin önü açılmıştı. Ancak, o dönem öne sürülen, savaşların yerini diplomasi, silahsızlanma, küresel ekonomik entegrasyonun alacağı yönündeki iddianın bir karşılığı olmadığı da kısa zaman içinde görülmüştü. Aslında söz konusu olan, savaş ve çatışmaların son bulması değil Sovyetler’in yıkılışı ile büyük düşmanını tasfiye etmiş olan ABD önderliğindeki Batı ittifakının küresel hegemonyasının pekişmesi idi.
Tam da bu nedenle, Soğuk Savaş’ın askeri ittifaklarından Varşova Paktı ortadan kalktığı halde NATO, varlığını devam ettirdi. Dahası, Doğu Avrupa ve eski Sovyet cumhuriyetlerine doğru genişleme siyaseti izlemeye başladı. 2000’li yılların başlarında, bu genişlemenin, yani Rusya’yı çevreleme stratejisinin ucu Gürcistan ve Ukrayna’ya dayandı.
Bu esnada, Putin yönetimi altında Rusya, toparlanmış ve çevreleme hareketi ters tepmeye başlamıştı. Sonuçta, Balkanlar’da siyasi istikrarsızlık tırmandı, Ukrayna ve Gürcistan’da iç siyaset, Batı cephesi ile Rusya arasındaki güç mücadelesinin satranç tahtasına döndü, bu durum halen devam ediyor. Sonunda, 2022 yılında gerilim hattı, Ukrayna’da patlamış oldu.
Savaş, Rusya’nın işgali ile patladı ve Ukrayna’nın ABD’nin Rusya’ya karşı savaş alanı haline gelmesi ile derinleşti. ABD, Avrupa’nın iki güçlü ülkesi Fransa ve Almanya’nın Rusya-Ukrayna çatışmasına diplomatik çözüm arayışının önünü kesti, dahası müttefiklerini Ukrayna’ya askeri ve mali yardım yapmaya zorladı.
NATO, bu çerçevede güçlendirildi, dahası İsveç ve Finlandiya’yı içine alacak şekilde genişledi. En önemlisi, ABD Biden yönetimi, Ukrayna’nın bağımsızlığını desteklemek adına başlayan süreci ‘küresel savaş hali’ ilanına dönüştürmeyi başardı. Aslında jeopolitik bir rekabet ve çekişmenin tezahürü olan savaş, “liberal demokrasiler ve otoriter rejimlerin küresel mücadelesi” hüviyetine büründürüldü.
Diğer taraftan, kapitalizme geçiş süreci ile Batı ittifakına ve özellikle ABD’ye tehdit olmaktan çıkmış olan Çin, çoktan, önce ekonomik bir rakip, daha sonra ise askeri-siyasi bir güç ve tehdit haline gelmişti. Rusya ve Çin’in Ukrayna konusundaki ittifakı, ABD’nin Çin ile ekonomik savaşını, otoriter rejimlere karşı mücadelesinin bir parçası olarak yüceltilmesine vesile oldu.
“Batı’nın hakim olmadığı bir dünya düzeni”
Aslında, Batı dışı dünyada ABD’nin rakipsiz küresel hakimiyetine karşı duyulan rahatsızlık ve itiraz arayışları yeni değil. Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı ile bu tablo da daha fazla netleşmiş oldu. Öncelikle, ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya destek konusunda hedeflediği küresel desteği bulamadı. Tam tersine, kendini ABD hegemonyasına karşı bir güç olarak tanımlayan Rusya ve ekonomik bir dev haline gelen Çin’in açtığı alan, Batı dışı dünyada bir alternatif olarak görülmeye başladı.
2009 yılında, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya’nın başlattığı ve 2011’de Güney Afrika’nın katıldığı uluslararası bir platform olan BRICS, bu çerçevede yeni bir anlam ve güç kazanmış oldu. Bu çerçevede, bu yıl İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri bu platforma katıldı.
New York Times’ın haberine göre; son hali ile BRICS, dünya nüfusunun yarısına yakınını ve ekonomik üretimin yüzde 35’ini temsil ediyor ve “Batı’nın hakim olmadığı bir dünya düzenini” hedefliyor (22 Ekim 2022). Times, son zirvesi Kazan’da yapılan BRICS’in özellikle de Rusya’nın emellerine alet olduğunu vurguluyor.
Gelişmiş Batı ülkeleri dışında, dünyanın geri kalanında demokratik yönetim zaafları olduğu aşikar. Ancak tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Batı dışı dünyada ‘demokrasi’ ünvanı, yeni Soğuk Savaş’ta da sadece ABD müttefiki olmayan ülkeler için kullanılıyor. Bu tasnife göre, mesela demokrasi zaafı tescilli olan Hindistan’ı kazanmak adına, bu ülke hala ‘demokrasi’ tasnifi içinde yer alıyor. Hindistan, ABD açısından ayrıca rakibi olduğu Çin’e karşı bir denge unsuru olmak açısından da önemli bir ülke. Ancak, işin tuhafı Hindistan da BRICS’in kurucu üyesi.
Bu koşullar altında ABD halen, Hindistan-Çin rekabetinin BRICS içinde gerilim yaratması ihtimalini değerlendiriyor. Diğer taraftan, BRICS’e katılma ihtimali olan Türkiye’yi, Pakistan ile müttefik olması dolayısı ile kabul etmeme ihtimali konuşuluyor (The Economist, 19 Ekim 2024).
“Mağdurların temsilcisi”
BRICS’in kuruluşu, ABD/Batı dünyası dışında güçlenen ve küresel düzende söz sahibi olmayı hedefleyen ülkelerin işbirliği zemininde başlamış olmasına karşın, ABD ve Rusya/Çin çatışmasının yükselmesi ile bu platform, fazladan anlam kazandı. BRICS giderek kendini ‘Küresel Güney’ denilen Batı dışı dünyanın veya bir nevi ‘mağdurların’ temsilcisi olarak tanımlamaya başladı.
Aslında çıkış noktası, ABD hegemonyasına dayalı bir küresel düzen yerine, Batı dışında güçlenen ülkelerin de söz sahibi olduğu çok kutuplu bir dünya talebi çerçevesinde şekilleniyordu. 2022 Ukrayna-Rusya Savaşı, bu açıdan da tayin edici bir rol oynadı. Zira, Avrupa da çok kutuplu bir dünyanın önemli bir parçası olabilirdi ancak başını Fransa’nın çektiği AB içinde bu yöndeki eğilim, savaş sonrası ABD tarafından baskılandı. Zaten AB’den ayrılmış olan Britanya ve ABD, Almanya ve Fransa merkezli AB’yi, ABD dış politikasını koşulsuz kabul etmeye zorladı.
Kuşkusuz, bu sadece ülkeler değil, iç siyaset tartışmaları çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekli bir konu. Diğer bir deyişle, Almanya ve Fransa da AB’nin ABD yanında görece bağımsız bir güç olması gerektiğini düşünenler ile ABD ile daha sıkı ittifakının önemini vurgulayanlar söz konusuydu.
Nitekim, Almanya eski Savunma Bakanı Ursula von der Layen, Avrupa Komisyonu Başkanı olduktan sonra ve özellikle Ukrayna savaşının ardından ABD ile sıkı ittifaktan yana siyaset izledi. AB ve özellikle Fransa’nın gücünü arttırma hayali içinde olan Fransa Devlet Başkanı Macron, savaş sürecinde, bu iddiasında ısrarcı olamayacağını gördüğü için, siyasi çizgisini gözden geçirdi. Rusya ile enerji bağımlılığı olan Almanya ise, Rusya’ya ekonomik yaptırım dayatmasına karşı çıkamadığı için ekonomik durgunluk içine girerek büyük bir bedel ödemiş oldu.
Bu koşullar altında, BRICS, ABD hegemonyası temelli bir dünya düzeni karşısında bir platform olarak önem kazandı. Son BRICS zirvesinde, üye değil, ‘ortak’ olarak kabul edilen Türkiye’nin durumu ise, diğer ülkelerden çok farklı. Zira Türkiye, aynı zamanda bir NATO ülkesi. Çok kutuplu bir dünya düzenini savunan Türkiye dış politikasının BRICS ile ilişkileri geliştirme arzusu anlaşılır bir sonuç. Ancak BRICS, askeri bir ittifak olmasa da bu durum Türkiye’yi çok zorlayacağa benziyor. Zira, ABD halihazırda müttefiklerine ‘ya benden yanasın ya kara toprak’ seçimini dayatmakta ısrarcı görünüyor.
ABD’nin Türkiye’yi kaybetmemek adına temkinli davranmasının sınırı ise, başkanlık seçiminin sonucuna bağlı olacak.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com