Nafile dualite

Nafile dualite

Nafile dualite Nafile dualite

Dün kendimin en korkunç yanını gördüm!

İçim çok şaşkındı…

Kendim ise cevabı bilmeyen lise bir öğrencisinin yine de parmak kaldırmaktaki ısrarı gibi atıldı.

İçim sindi konuşamadı…

Zihnimiz, zıtlıklar üzerinden çalışıyor, algılarımız, kanaatlerimiz gelişiyor iyi ya da kötü soğuk ve sıcak kutup…

Kutuplar bu evrenin dualite -ikilik- üzerine yaratıldığını ama dönüş için gerekli olduğunu, sistemin bize bu dönüşü sağlaması için biçilmiş olduğunu bilmemizle başladı.

Teklik bilincine varana kadar yürünecek yol yaşam olacaktı.

İyi ya da kötünün olmadığını kabul etmemiz mümkün müydü!..

Nasıl yani; işte düpedüz kötü.

Hayır bu çok iyi...

Mesele; iyi ya da kötü, görevlerini yaparken biz iyi ya da kötüymüşüz gibi sanmadan, sonra düştüğümüz başka ters iyi ve kötüler yüzünden aptala döndüğünüzdü.

Yani mutlak iyi, mutlak kötü yoktu; hepsi ‘bir’e hizmet eden döngüler o an bizim frekansımızı tezahür ettirsin bizi bize göstersin diyeydi.

Yani kendimiz ve içimiz sürekli kendi frekanslarını güçlendiriyordu.

İçimiz bilgeliğin saklandığı tekliği tanıyan bir yer, içimiz bize başımızı okşayarak doğruyu hatırlatan…

Kendimiz ilk gençlikte sanki hiç yaşlanmıyor hep savunmada hep korumacı… 

Kendini mi bizi mi koruduğu belli olmayacak kadar savunmada

Fark edildiğinde biraz utanıyor fark edilmediğinde ortada koşturuyor…

İçimiz içerde yemek yapan anne ise kendimiz kapının önünde oynayan çocuk.

Her şekilde hayat akıldır; akılla varlık gösteririz ama yaraları ruh alır.

Akıl bozulur çok çok!..

Ruh çizilir kanar…

Canlıdır.

Bazen bunun sebebi kendimizizdir.

Ne kadar korunaklı olduğumuzla ilgili olan ne kadar korunmak zorunda olduğumuzu bize hatırlatandır.

Ruhun yara alması, içimizin sesini bastırdığımız için onu duymadığımız için oluşur.

Biz konuşanın kendimiz mi içimiz mi olduğunu öğrenene kadar bu böyle sürer gider.

Kemâlât denilen hayatımızın belirli katları oluşmaya başlamıştır; yaş olmuş kaç!

Bizden beklenileni yapmamız gerektir.

Yavaş yavaş olay şekil değiştirir.

Ummadık taş, baş yarmamaya, saklanılan saman zamanı gelmektedir…

 

Teklik cennettir!

Dünya ikilik…

Bu şaşkınlık, insanın kırk yılını alır.

Vazife planına uygun olarak iyilik ya da kötülük, karanlık ya da aydınlık kendi üst noktalarına çekilirler.

Dualite karalara saklanır tekli bilincin uzayda ve denizlerde tur atar.

Gökten inen frekanslar içinde kendimize uygun olanı çeker ve hayal ettiğimize ışınlanırız.

Duamız kabul olur.

Görevlendirme sırasında bunu istediğimiz için…

Ben bunu kıvırırım Allah’ım, bu yolu seviyorum” dediğimiz için.

Sonra mutlak ve ezeli rab bizi sürekli gözetir.

Fikir değiştiren olursa valilerine emreder, bilgi akışı tamdır.

Bu bilgi akışını unutanlar savrulurken unutmayanlar yörüngede kalmıştır.

Karşılık bulurlar, değişim devam eder.

Herkes biriciktir.

Kendi ve içiyle birlikte sistemde yerini almış, durması gereken noktadan yola başlamıştır.

Biri sağ çaprazınızda yürüyor biri sol arkanızda kaldı diye iyi ya da kötü değildir!..

Siz kendi yolunuzun içinde misiniz; içinize, tekliğinize ne kadar bağlı ve aitsiniz!

Mesele budur zira kendimiz, etrafındakileri görmeye pek heveslidir.

Gördüğü ile de kalmaz içimize etki eder öyle mızmız ve yakınandır kendileri.

Sürekli konforunu düşünür, deli sorular sorar, zanlarda bulunur ve hep sizi düşünüyor-muş- gibi yapar.

Oysa düşündüğü kendidir.

O dualiteden yapılmadır ve onun görevi budur.

Sözünü hatırlamama görevini aldığından beri bundan hiç taviz vermez.

İçimiz yorgun ve yaralı, sürurlu ve bahtiyar olabilir; teklikten yaratılmıştır ve hep bizi düşünür.

Sözüne sadık ve yüzü sadece yaratıcısına dönüktür.

İkiyi tek etmek için buradayız, kendimizi ötede oynatmak, içimizin önünde diz çökmek her şeyden mühimi bu ikisini ayırmak için, yılları vermemek için…

Zaman yaratıcınındır, onu bereketli kılacak olan odur; içimizin yakarışına kendi mazeretlerimize rağmen bizim unuttuğumuz ama yaratıcının sürekli takip ve tanzim ettiği kontratımız işlemektedir.

Hem bunu öyle güzel, öyle adil yapar ki…

Sanat bu” deriz. 

Tüm ikiliklerin son bulacağı gün, bir tekin önünde bize sorulacak soru, bu kontrat maddelerinin kaçını yerine getirdiğimiz, bu kontrat maddelerini hatırlayıp hatırlamadığımız ve hatta başkalarının müdahalelerine rağmen koşuya devam eden koşucular olduğumuzu bize izlettirdiğinde, mahcubiyetimizin ölçüsünü bile bilen içimizin konuşacağı gündür.

Kendimiz hangi özelliklerle donatıldığını neler neler becerebildiğini, haklarını hukuklarını pek bir bilse ve dünyada bunları anlatıp dursa da içimiz, bizim koşuyu nerede sürdürdüğümüzü, nerede bitireceğimizi bilir.

İçimiz sığınacağımız, sözünü dinleyeceğimiz bu nafile dualite içindeki bilgemizdir.

Bilge, bir şey diyorsa dinlenir, konuşuyorsa susulur.

İstiyorsa yapılır. 

İlk gençliğe meydan verilir, gözlemlenir, haklı isteklerine göz yumulur ve daima kollanır.

Zira nerede ne yapacağı pek belli değildir.

Aklımız burada devrededir, gönlümüz iş başındadır.

İçimiz inanmakta ve beklemektedir.

Kendimiz kendi olacağı ve bilgeye kulak vereceği zamana kadar.

Bu ömrümüzün bütünü ya da uzun bir zamanını alsa da… 

Dün kendimin korkunç yanını içim görünce aklıma bunlar geldi.

Düşününce mantıklı şeyler.

Yazan yazmış, okuyan okumuş, bilen bilmiş…

Olan olmuş.

Dünya dediğimiz, kendimizin zaten olan halini son anda değiştirip dönüştürme yeri değil midir!

Bize bir ömür gelen ama aslında bir an olan ....

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com

Dün kendimin en korkunç yanını gördüm!

İçim çok şaşkındı…

Kendim ise cevabı bilmeyen lise bir öğrencisinin yine de parmak kaldırmaktaki ısrarı gibi atıldı.

İçim sindi konuşamadı…

Zihnimiz, zıtlıklar üzerinden çalışıyor, algılarımız, kanaatlerimiz gelişiyor iyi ya da kötü soğuk ve sıcak kutup…

Kutuplar bu evrenin dualite -ikilik- üzerine yaratıldığını ama dönüş için gerekli olduğunu, sistemin bize bu dönüşü sağlaması için biçilmiş olduğunu bilmemizle başladı.

Teklik bilincine varana kadar yürünecek yol yaşam olacaktı.

İyi ya da kötünün olmadığını kabul etmemiz mümkün müydü!..

Nasıl yani; işte düpedüz kötü.

Hayır bu çok iyi...

Mesele; iyi ya da kötü, görevlerini yaparken biz iyi ya da kötüymüşüz gibi sanmadan, sonra düştüğümüz başka ters iyi ve kötüler yüzünden aptala döndüğünüzdü.

Yani mutlak iyi, mutlak kötü yoktu; hepsi ‘bir’e hizmet eden döngüler o an bizim frekansımızı tezahür ettirsin bizi bize göstersin diyeydi.

Yani kendimiz ve içimiz sürekli kendi frekanslarını güçlendiriyordu.

İçimiz bilgeliğin saklandığı tekliği tanıyan bir yer, içimiz bize başımızı okşayarak doğruyu hatırlatan…

Kendimiz ilk gençlikte sanki hiç yaşlanmıyor hep savunmada hep korumacı… 

Kendini mi bizi mi koruduğu belli olmayacak kadar savunmada

Fark edildiğinde biraz utanıyor fark edilmediğinde ortada koşturuyor…

İçimiz içerde yemek yapan anne ise kendimiz kapının önünde oynayan çocuk.

Her şekilde hayat akıldır; akılla varlık gösteririz ama yaraları ruh alır.

Akıl bozulur çok çok!..

Ruh çizilir kanar…

Canlıdır.

Bazen bunun sebebi kendimizizdir.

Ne kadar korunaklı olduğumuzla ilgili olan ne kadar korunmak zorunda olduğumuzu bize hatırlatandır.

Ruhun yara alması, içimizin sesini bastırdığımız için onu duymadığımız için oluşur.

Biz konuşanın kendimiz mi içimiz mi olduğunu öğrenene kadar bu böyle sürer gider.

Kemâlât denilen hayatımızın belirli katları oluşmaya başlamıştır; yaş olmuş kaç!

Bizden beklenileni yapmamız gerektir.

Yavaş yavaş olay şekil değiştirir.

Ummadık taş, baş yarmamaya, saklanılan saman zamanı gelmektedir…

 

Teklik cennettir!

Dünya ikilik…

Bu şaşkınlık, insanın kırk yılını alır.

Vazife planına uygun olarak iyilik ya da kötülük, karanlık ya da aydınlık kendi üst noktalarına çekilirler.

Dualite karalara saklanır tekli bilincin uzayda ve denizlerde tur atar.

Gökten inen frekanslar içinde kendimize uygun olanı çeker ve hayal ettiğimize ışınlanırız.

Duamız kabul olur.

Görevlendirme sırasında bunu istediğimiz için…

Ben bunu kıvırırım Allah’ım, bu yolu seviyorum” dediğimiz için.

Sonra mutlak ve ezeli rab bizi sürekli gözetir.

Fikir değiştiren olursa valilerine emreder, bilgi akışı tamdır.

Bu bilgi akışını unutanlar savrulurken unutmayanlar yörüngede kalmıştır.

Karşılık bulurlar, değişim devam eder.

Herkes biriciktir.

Kendi ve içiyle birlikte sistemde yerini almış, durması gereken noktadan yola başlamıştır.

Biri sağ çaprazınızda yürüyor biri sol arkanızda kaldı diye iyi ya da kötü değildir!..

Siz kendi yolunuzun içinde misiniz; içinize, tekliğinize ne kadar bağlı ve aitsiniz!

Mesele budur zira kendimiz, etrafındakileri görmeye pek heveslidir.

Gördüğü ile de kalmaz içimize etki eder öyle mızmız ve yakınandır kendileri.

Sürekli konforunu düşünür, deli sorular sorar, zanlarda bulunur ve hep sizi düşünüyor-muş- gibi yapar.

Oysa düşündüğü kendidir.

O dualiteden yapılmadır ve onun görevi budur.

Sözünü hatırlamama görevini aldığından beri bundan hiç taviz vermez.

İçimiz yorgun ve yaralı, sürurlu ve bahtiyar olabilir; teklikten yaratılmıştır ve hep bizi düşünür.

Sözüne sadık ve yüzü sadece yaratıcısına dönüktür.

İkiyi tek etmek için buradayız, kendimizi ötede oynatmak, içimizin önünde diz çökmek her şeyden mühimi bu ikisini ayırmak için, yılları vermemek için…

Zaman yaratıcınındır, onu bereketli kılacak olan odur; içimizin yakarışına kendi mazeretlerimize rağmen bizim unuttuğumuz ama yaratıcının sürekli takip ve tanzim ettiği kontratımız işlemektedir.

Hem bunu öyle güzel, öyle adil yapar ki…

Sanat bu” deriz. 

Tüm ikiliklerin son bulacağı gün, bir tekin önünde bize sorulacak soru, bu kontrat maddelerinin kaçını yerine getirdiğimiz, bu kontrat maddelerini hatırlayıp hatırlamadığımız ve hatta başkalarının müdahalelerine rağmen koşuya devam eden koşucular olduğumuzu bize izlettirdiğinde, mahcubiyetimizin ölçüsünü bile bilen içimizin konuşacağı gündür.

Kendimiz hangi özelliklerle donatıldığını neler neler becerebildiğini, haklarını hukuklarını pek bir bilse ve dünyada bunları anlatıp dursa da içimiz, bizim koşuyu nerede sürdürdüğümüzü, nerede bitireceğimizi bilir.

İçimiz sığınacağımız, sözünü dinleyeceğimiz bu nafile dualite içindeki bilgemizdir.

Bilge, bir şey diyorsa dinlenir, konuşuyorsa susulur.

İstiyorsa yapılır. 

İlk gençliğe meydan verilir, gözlemlenir, haklı isteklerine göz yumulur ve daima kollanır.

Zira nerede ne yapacağı pek belli değildir.

Aklımız burada devrededir, gönlümüz iş başındadır.

İçimiz inanmakta ve beklemektedir.

Kendimiz kendi olacağı ve bilgeye kulak vereceği zamana kadar.

Bu ömrümüzün bütünü ya da uzun bir zamanını alsa da… 

Dün kendimin korkunç yanını içim görünce aklıma bunlar geldi.

Düşününce mantıklı şeyler.

Yazan yazmış, okuyan okumuş, bilen bilmiş…

Olan olmuş.

Dünya dediğimiz, kendimizin zaten olan halini son anda değiştirip dönüştürme yeri değil midir!

Bize bir ömür gelen ama aslında bir an olan ....

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com