SADAT, İslamcılık ve dış siyaset
SADAT, İslamcılık ve dış siyaset
- 22-05-2022 07:21
- 3051
- 22-05-2022 07:21
- 3051
Zaman zaman tartışma konusu olan SADAT adlı kurum, son olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki çıkışı ile tekrar gündem oldu. Ancak bu kez, aslında savunma ve danışmanlık hizmeti sunan bir anonim şirket olarak SADAT, karşı atağa geçip, izahat vermek durumunda kaldı.
Doğrusu, ben bu ‘tevazu’yu biraz da iktidar ile arasına bir ölçüde mesafe girmiş olabileceğine yormuştum. Nitekim, Cumhurbaşkanı, mesafe koyan bir açıklama yaptı.
Muhalefetin bu kuruma ilişkin oluşturduğu baskı ve tartışmalar, böyle bir mesafe koyma ihtiyacı yaratmış olabilir veya başka nedenler ile bir mesafe konmuş, SADAT bir miktar yalnızlaşmış mıdır, bilemiyorum. Malum, Cumhurbaşkanı, Mavi Marmara konusunda da benzer bir tavır göstermiş, “bize mi sordular da gittiler” demişti.
Nedeni ne olursa olsun, ticari bir şirket de olsa bir kurumun kendini izah etmek zorunda kalması iyi bir gelişme.
Bu kurum kendini, “savunma alanında silah ticareti ve danışmanlık hizmeti veren bir şirket” olarak tanımladı. Faaliyet alanının yurt dışı olduğunu belirtti. Malum, kuşku yaratan konu da bu idi, yani “yurt içinde iktidar partisinden yana paramiliter bir yapı” olup olmadığı tartışılıyordu. Değilmiş, arz - talep ilişkisi çerçevesinde savunma ticareti yapıyorlarmış.
Peki her talebe eşit mesafede miymişler?
O da değilmiş, faaliyet alanları sadece Müslüman ülkelermiş.
Zira, aslında bağımsız iki kurum olduklarını ileri sürseler de ASSAM adlı sivil toplum kuruluşunun düşüncelerinin, ticari kolu oldukları malum.
Peki, her tür sivil toplum kuruluşunun görüşleri ile örtüşen ve silahlar, gayrinizami harp gibi alanlarda hizmet veren böyle bir ticari şirket ile ilgisi söz konusu olabilir mi?
Nitekim, kendilerine bu soru soruldu.
Sosyalist düşünceye inanan biri de bırakın silah ticaretini, dünyada bu fikirlere dayalı taleplere cevap veren askeri danışmanlık hizmeti verebilir mi?
Tabii ki, hayır.
Bu noktada, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bu tür ticaret alanlarının ancak bir ülkenin dış siyaseti çerçevesinde faaliyet gösterebileceğini biliyoruz.
İşte tam da bu noktada, daha fazla kurcalamadan bile, böyle kurumların siyasi boyutu olmadığı veya iktidar siyasetleri ile ilişkisi olmadığı iddia edilemez.
İç siyasette rol alıp, almadıkları ise, hele bizim gibi ülkelerde, her zaman soru işareti olur.
Tüm bunlar bilindik şeyler, o nedenle, SADAT’ı sorgularken, “özel şirketler silah satar mı?” gibi, cevabı “evet, satar” şeklinde kolay sorular yerine, bu hususlar öne çıksa daha anlamlı olurdu.
SADAT’ın açılımı bir yana, aynı zamanda zamanla (tasavvufi bir anlam kazanmış olan) ‘seyyid’in çoğulu olan bir kelime olduğu mevzu edilirken, “silah tüccarı olmak ve seyyidlik nasıl bir şey bir anlatsanıza?” falan dense daha iyi olurdu.
Bu çift anlam, bu kurumun ‘İslamcılığı’ konusunda bir delil olarak görüldü, bu noktada haklı olarak ASSAM ile bağlantısı mevzu oldu, ama keşke konu biraz daha derinleşseydi.
Şöyle ki, en son SADAT örneği, İslamcılığın, ‘din’ deyince aklına ilk gelenin ‘siyasi’ ve de askeri güç olduğunu gösteriyor.
Bu işler biraz kurcalansa, zamanında, AK Parti iktidarının Türkiye’de, askeri vesayet ve militarizme karşı mücadele ettiği gibi bir hayale kapılmak zor olurdu.
Modern bir siyasi ideoloji olan İslamcılığın kalkış noktası, İslam alemini Batı karşısında içine düştüğü zayıflıktan kurtarmak ve yeniden eski gücüne kavuşturmaktır.
“Fena mı” diyebilirsiniz?
Fena olan kısmı, bu siyasi yorumun öncelikle, otoriter, militarist siyasetlere zemin teşkil etmesidir.
İkincisi, ‘İslam alemi’ denilen tasavvurun fena halde yanıltıcı olmasıydı. Nitekim, SADAT Başkanı, katıldığı TV programında, “İslam birliği diyorsunuz ama kaç İslam ülkesi KKTC’yi tanıyor?” sorusundan ustalıkla kaçtı.
Diğer taraftan, Türk İslamcılığı, İslam aleminin güçlenmesinin Türkiye’nin güçlenmesinden geçtiği fikri üzerine kurulu örtük Türk milliyetçiliğidir.
Doğrusu, bu fikir, sadece İslamcılara ve burada mevzu olan ASSAM-SADAT’a özgü değildir, sağ milliyetçi-muhafazakâr siyasi düşüncenin genel kabulüdür.
Bunları hesaba katmazsanız, Türkiye’nin AK Parti öncesi ve sonrasında Afganistan’da Taliban’ı değil, Raşid Dostum’un güçlerini desteklediğini, göç eden Afganistanlıların, Taliban değil, Türki nüfus olduğunu anlarsınız.
Gerçi bu konu, sadece Türk milliyetçiliği ve İslamcılık ile anlaşılamayacak kadar karmaşık bir denkleme dayanıyor, ama en azından bu kadarını bilebilirsiniz de “göç eden Taliban mensupları Türkiye’de eylem yapacak” gibi boş laflar edip boşa düşmezsiniz.
Konuyu dağıtmayayım, SADAT’ın iç siyasette bir işlev yüklenmiş olup olmadığı, tabii ki en önemli kuşku ve kaygı kaynağı olmalıdır. Ancak, bu konu vesilesi ile daha geniş çaplı sorgulamalar yapmakta fayda var.
Halihazırda, Türkiye’nin dış politikasını hangi fikrin şekillendirdiğinden tutun, savunma sanayii şişirmesinin arka planına ve en önemlisi tüm bunların bu ülkede yaşayanlar açısından önemine kadar uzun bir tartışma mevzusu listesi var.
Her şeyden önce, dışarda emperyalist heveslere kapılan bizim gibi orta güç ülkelerin iç siyaseti de militerleşir. Diğer taraftan, şimdilerde, AK Parti dış politikasının Suriye ayağının sonuçları ile boğuşuyoruz.
Bu noktada, AK Parti’nin Suriye dış politikasının başta ABD olmak üzere Batılı müttefikler tarafından desteklenmiş olduğunu da unutmayalım.
Savunma sanayii hamlesinin, Türkiye’nin emperyalist hevesleri bir yana, tüm dünyada bu heveslere alan açan Soğuk Savaş benzeri çatışma siyasetleri olduğunu da hatırlayalım.
Fukuyama’nın Türkiye yapımı İHA’lara dizdiği övgüleri hatırlar mısınız?
Hazır Ukrayna’da gündeme de gelmişken, “neden acaba”, diye soralım.
Çok uzattım, biliyorum ama, konu gerçekten çok geniş ve çok boyutlu, SADAT vesile olsun; biraz açıyı geniş tutalım demek istiyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
-yazı, aynı gün ‘politikyol’da yayınlandı-
Zaman zaman tartışma konusu olan SADAT adlı kurum, son olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki çıkışı ile tekrar gündem oldu. Ancak bu kez, aslında savunma ve danışmanlık hizmeti sunan bir anonim şirket olarak SADAT, karşı atağa geçip, izahat vermek durumunda kaldı.
Doğrusu, ben bu ‘tevazu’yu biraz da iktidar ile arasına bir ölçüde mesafe girmiş olabileceğine yormuştum. Nitekim, Cumhurbaşkanı, mesafe koyan bir açıklama yaptı.
Muhalefetin bu kuruma ilişkin oluşturduğu baskı ve tartışmalar, böyle bir mesafe koyma ihtiyacı yaratmış olabilir veya başka nedenler ile bir mesafe konmuş, SADAT bir miktar yalnızlaşmış mıdır, bilemiyorum. Malum, Cumhurbaşkanı, Mavi Marmara konusunda da benzer bir tavır göstermiş, “bize mi sordular da gittiler” demişti.
Nedeni ne olursa olsun, ticari bir şirket de olsa bir kurumun kendini izah etmek zorunda kalması iyi bir gelişme.
Bu kurum kendini, “savunma alanında silah ticareti ve danışmanlık hizmeti veren bir şirket” olarak tanımladı. Faaliyet alanının yurt dışı olduğunu belirtti. Malum, kuşku yaratan konu da bu idi, yani “yurt içinde iktidar partisinden yana paramiliter bir yapı” olup olmadığı tartışılıyordu. Değilmiş, arz - talep ilişkisi çerçevesinde savunma ticareti yapıyorlarmış.
Peki her talebe eşit mesafede miymişler?
O da değilmiş, faaliyet alanları sadece Müslüman ülkelermiş.
Zira, aslında bağımsız iki kurum olduklarını ileri sürseler de ASSAM adlı sivil toplum kuruluşunun düşüncelerinin, ticari kolu oldukları malum.
Peki, her tür sivil toplum kuruluşunun görüşleri ile örtüşen ve silahlar, gayrinizami harp gibi alanlarda hizmet veren böyle bir ticari şirket ile ilgisi söz konusu olabilir mi?
Nitekim, kendilerine bu soru soruldu.
Sosyalist düşünceye inanan biri de bırakın silah ticaretini, dünyada bu fikirlere dayalı taleplere cevap veren askeri danışmanlık hizmeti verebilir mi?
Tabii ki, hayır.
Bu noktada, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bu tür ticaret alanlarının ancak bir ülkenin dış siyaseti çerçevesinde faaliyet gösterebileceğini biliyoruz.
İşte tam da bu noktada, daha fazla kurcalamadan bile, böyle kurumların siyasi boyutu olmadığı veya iktidar siyasetleri ile ilişkisi olmadığı iddia edilemez.
İç siyasette rol alıp, almadıkları ise, hele bizim gibi ülkelerde, her zaman soru işareti olur.
Tüm bunlar bilindik şeyler, o nedenle, SADAT’ı sorgularken, “özel şirketler silah satar mı?” gibi, cevabı “evet, satar” şeklinde kolay sorular yerine, bu hususlar öne çıksa daha anlamlı olurdu.
SADAT’ın açılımı bir yana, aynı zamanda zamanla (tasavvufi bir anlam kazanmış olan) ‘seyyid’in çoğulu olan bir kelime olduğu mevzu edilirken, “silah tüccarı olmak ve seyyidlik nasıl bir şey bir anlatsanıza?” falan dense daha iyi olurdu.
Bu çift anlam, bu kurumun ‘İslamcılığı’ konusunda bir delil olarak görüldü, bu noktada haklı olarak ASSAM ile bağlantısı mevzu oldu, ama keşke konu biraz daha derinleşseydi.
Şöyle ki, en son SADAT örneği, İslamcılığın, ‘din’ deyince aklına ilk gelenin ‘siyasi’ ve de askeri güç olduğunu gösteriyor.
Bu işler biraz kurcalansa, zamanında, AK Parti iktidarının Türkiye’de, askeri vesayet ve militarizme karşı mücadele ettiği gibi bir hayale kapılmak zor olurdu.
Modern bir siyasi ideoloji olan İslamcılığın kalkış noktası, İslam alemini Batı karşısında içine düştüğü zayıflıktan kurtarmak ve yeniden eski gücüne kavuşturmaktır.
“Fena mı” diyebilirsiniz?
Fena olan kısmı, bu siyasi yorumun öncelikle, otoriter, militarist siyasetlere zemin teşkil etmesidir.
İkincisi, ‘İslam alemi’ denilen tasavvurun fena halde yanıltıcı olmasıydı. Nitekim, SADAT Başkanı, katıldığı TV programında, “İslam birliği diyorsunuz ama kaç İslam ülkesi KKTC’yi tanıyor?” sorusundan ustalıkla kaçtı.
Diğer taraftan, Türk İslamcılığı, İslam aleminin güçlenmesinin Türkiye’nin güçlenmesinden geçtiği fikri üzerine kurulu örtük Türk milliyetçiliğidir.
Doğrusu, bu fikir, sadece İslamcılara ve burada mevzu olan ASSAM-SADAT’a özgü değildir, sağ milliyetçi-muhafazakâr siyasi düşüncenin genel kabulüdür.
Bunları hesaba katmazsanız, Türkiye’nin AK Parti öncesi ve sonrasında Afganistan’da Taliban’ı değil, Raşid Dostum’un güçlerini desteklediğini, göç eden Afganistanlıların, Taliban değil, Türki nüfus olduğunu anlarsınız.
Gerçi bu konu, sadece Türk milliyetçiliği ve İslamcılık ile anlaşılamayacak kadar karmaşık bir denkleme dayanıyor, ama en azından bu kadarını bilebilirsiniz de “göç eden Taliban mensupları Türkiye’de eylem yapacak” gibi boş laflar edip boşa düşmezsiniz.
Konuyu dağıtmayayım, SADAT’ın iç siyasette bir işlev yüklenmiş olup olmadığı, tabii ki en önemli kuşku ve kaygı kaynağı olmalıdır. Ancak, bu konu vesilesi ile daha geniş çaplı sorgulamalar yapmakta fayda var.
Halihazırda, Türkiye’nin dış politikasını hangi fikrin şekillendirdiğinden tutun, savunma sanayii şişirmesinin arka planına ve en önemlisi tüm bunların bu ülkede yaşayanlar açısından önemine kadar uzun bir tartışma mevzusu listesi var.
Her şeyden önce, dışarda emperyalist heveslere kapılan bizim gibi orta güç ülkelerin iç siyaseti de militerleşir. Diğer taraftan, şimdilerde, AK Parti dış politikasının Suriye ayağının sonuçları ile boğuşuyoruz.
Bu noktada, AK Parti’nin Suriye dış politikasının başta ABD olmak üzere Batılı müttefikler tarafından desteklenmiş olduğunu da unutmayalım.
Savunma sanayii hamlesinin, Türkiye’nin emperyalist hevesleri bir yana, tüm dünyada bu heveslere alan açan Soğuk Savaş benzeri çatışma siyasetleri olduğunu da hatırlayalım.
Fukuyama’nın Türkiye yapımı İHA’lara dizdiği övgüleri hatırlar mısınız?
Hazır Ukrayna’da gündeme de gelmişken, “neden acaba”, diye soralım.
Çok uzattım, biliyorum ama, konu gerçekten çok geniş ve çok boyutlu, SADAT vesile olsun; biraz açıyı geniş tutalım demek istiyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
-yazı, aynı gün ‘politikyol’da yayınlandı-