Sporla otizmi unutturan eğitimci Eyyüp Tazeoğlu o süreci anlattı

Sporla otizmi unutturan eğitimci Eyyüp Tazeoğlu o süreci anlattı

Eyyüp Tazeoğlu. Çamlıca Otizm Spor Kulübü Eğitim Koordinatörü. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’ndan 2009 yılından mezun oldu. 

Kendi deyimiyle, o gün bugündür otizmli bireylerle çalışıyor. 

Eyyüp Tazeoğlu hocamızla sosyal medya hesaplarımızdan (ınstagram;ahmetgulumseyen) gerçekleştirdiğimiz söyleşimizin bir kısmını, yazıya dökerek (tamamı ‘Instagram’da mevcut) siz değerli okuyucu dostlarımızla paylaşmak istiyoruz. Yazının uzun olduğunun farkındaydık, konu bütünlüğünü bozmamak için kısaltmak içimizden gelmedi.

Otizmli bireyler üzerinde sporun etkisini ortaya koyan ve Beden Eğitimi Bölümü mezunu öğrencilerin kariyer belirleme ve istihdam konusunda yarar sağlayacağına kanaat ettiğimiz söyleşimiz hayırlara vesile olsun inşallah;

MERHAMETLİ İNSANLARIN BAŞARILI OLDUĞU BİR İŞ…

Otizmli bireyler çalışmaya başlamaya, Üniversite yıllarında gönüllü olarak başladık. Yaptığımız işin zorluğunu farkındayız. Bunu en iyi aileler biliyor. Bu işe başladığımızda, bir aylık staj dönemi dediğimiz, çocukları tanıma süreci var.

O dönem içerisinde bu işi yapıp yapmayacağımızı anlıyoruz. O zorlu süreçte idareciler her zaman arkamızda durdular. ‘Hocam başaracağız, beraber bu işi yapacağız’ dediler. Bu işi sevgi ve merhameti olan insanlarla başarabiliriz diye. Sağ olsunlar bizi bu işte tuttular. Onların sayesinde güzel şeyler başarıyoruz…

ÖĞRENMENİN İLK YILLARININ ZORLU GEÇMESİ NORMAL…

Meslekte pes etme endişesini, ilk öğrencimde yaşadım. Dersine girdiğim ilk öğrencim kiloluydu. İp atlatmaya çalışıyorum. Hareketi yapmamak için sinirleniyor, bağırıyordu. 

O sırada da idarecim de beni takip ediyormuş. Ben de onun bağrışlarına aldırış etmeden 10-15 dakika direniyor, her halde olmayacak ama ben bunu başaracağım şeklinde de kendi kendimi motive ediyordum. 

Öğrencimin yaşı 26-27 civarındaydı. Hayatında hiç ip atlamamış. Derse girdim ip atlatmaya çalışıyorum. Öğrencim, sinirleniyor, bağırıyordu. İdarecimde o sırada kameradan beni takip ediyormuş. 

Ben de o bağrışmalarına aldırış etmeden bir yandan başarılı olmak için çalışıyor, diğer yandan da kendi kendimi de ‘Ben bunu başaracağım’ şeklinde motive ediyordum. 

Ona ip atlatmayınca, ben ip atlamaya başladım. Bir atladım, iki atladım, üç atladım. Baktım öğrencimin ağlama sesi kesilmeye başladı. 

Sonra öğrencim benim ip atladığımı görünce, gülmeye başladı. O gülme sonrasında dedim ki, tamam bu iş olacak gibi. 

O dersin sonunda hayal gibi görünen bir şey gerçekleşti ve öğrencim o gün on defa ip atladı

İdarecilerimiz o ders sonrası gelip, beni tebrik etti. İyi ki de geldi, izlendiğini fark ettik. 

O tebrik sonrası işime daha çok sarıldım. 

O gün o çocuğa ip atlattırmak, içimde mutluluğa dönüşmüştü. 

Öğrencimin ip atladığı gördükten, idarecilerimiz emeğimizi takdir ettikten sonra ‘bu iş yapılır’ diye, düşünmeye başlamıştım…

BAŞARININ EN ÖNEMLİ ANAHTARI SEVGİ…

Bu işlerde başarının en büyük anahtarı sevmek. İşimizi seviyorsak, her işin üstesinde gelineceğini, çok şükür 2009 yılından bugüne yaşayarak gördük. 

İşimize karşı içimize beslediğimiz sevgi ile çok şeyleri başardık. Yanımızdaki arkadaşlarımızda gördü. Bu işte sevgi her şeyden önemli…

OTİZM BİR FARKLILIKTIR…

“Otizm, bizim açımızdan bir farklılıktır. Buna bir sınırlama koymaya gerek yok. 

Farklı bir kişilik ve bu kişileri anlayacak insanların olması gerekiyor. 

Buna illa da bir tanı koymak değil de, bunları anlayıp nasıl bir yol gösterebiliriz, hususuna bakmak gerekiyor. 

Tanım kavramına girmek istemiyorum ama, tanım dediğiniz zaman otizm bir farklılıktır. Daha ötesi olmadığını düşünüyorum…

İŞ CİDDİ BOYUTLARA ULAŞTI…

Ben de işe başladığımda 120 kişiden bir kişiye otizm tanısı konmuştu. Çok çabuk ilerliyor. Şu anda ise bu sayı 50 kişinin altına düşmüş olabilir. Sürecin bu denli yaygınlaşmasının nedeni tam olarak bilinmiyor…

ERKEN TANI ÖNEMLİ…

Bu işe ilk başladığımız zaman bize gelen öğrenciler, 10 ve 12 yaşın üzerindeki öğrencilerdi. Daha aşağısı yaş gurubu çocukların velileri, bu işi farklılık olarak görmüyordu. 

Çocuğum geç öğrenecek’ anlayışı, herkeste olan bir düşünceydi. Hal böyle olunca da, farkında olmadan eğitimden geri kalıyorlardı

Ta ki 10 yaşına gelmiş ve halen tuvalet eğitimi alınmayışının zorlukları yaşayana, 10 yaşına gelmiş ve dolaylı yönden şiddeti öğrenene, aileye sıkıntı çıkarana kadar. 

Aileler bunu önceden saklıyorlardı. Ama şu anda toplumumuzun yüzde 70’i 80’i bu alanda bilinçli. 

Yani çocukta herhangi bir sıkıntı gördüğünde, çocuk doktoruna giderek bu tanıyı alıp, en kısa sürede etrafındaki bu işle ilgilenen kişileri arıyorlar. 

Gelen velilerde şöyle bir durum var artık; ‘Hocam ben çok araştırdım…’ Sadece birisinin yönlendirmesi değil, genelde yönlendirmeler, bireysel eğitim alması gerektiği. 

İşte bu bireysel eğitimlerin masa başı eğitim olduğunu düşünenlerin yönlendirmesiyle gidiyordu. Ama, şu an o kadar çok insan arıyor ki, hocam bana söylendi ama, ben detaylı bir şekilde araştırdığımda önüme spor eğitiminin, özel eğitiminin, duyu terapinin, bu çocuklarla ilgili alanların hepsinin bir arada çalışıldığı zaman verim olacağını görüyorum, diyen aileler var…”

EĞİTİM OYUNLA BAŞLIYOR…

Günümüzde aileler çok daha bilinçli. Erken tanı alınan her çocukta da ilerleme çok daha iyi oluyor. 

Çünkü şöyle bir durum var; eskiden gelen öğrencilerin zorluğundan dolayı, çalışmalar daha katı, daha disiplinli çalışmalar vardı. Çocuk bir şeyi başaramıyorsa karşısında çok sert duran öğretmenler olabiliyordu. 

Bunun sebebi de, çocuklara verilen eğitimlerden kısa sürede netice alınsın şeklinde, farklı düşüncelere sahiptiler. 

Şimdi karşımızda 2 yaşında 3 yaşında çocuklar var. Bu çocuklara karşı otoliter ve katı olmanın bir anlamı yok. 

Çünkü çocuk ne inatlaşmayı biliyor, ne sinirlenmesini biliyor, ne de kızmasını biliyor. 

Verdiği tek tepki ağlamak veya gülmek. 

Bunları çözebilmek için de yöntemler değişti. 

Artık çocuklarla oyunla eğitim. Yani oyun oynayarak eğitim vermek. 

Çünkü 2 yaşındaki çocuk oyun oynamasını bilmiyor. 3 yaşına geliyor bilmiyor. 4 Yaşına geliyor bilmiyor. Oyunu kim öğretecek?

Otizmli çocuklarla çalışmayı seven öğretmenler…”

AİLELER YARDIM ALMAK ZORUNDA…

Çalışmamızda her daim enerji doluyuz. Birbirimizi tanıyoruz, çocukları tanıyoruz. Bu hususta kendimizi hep motive ediyoruz. 

Derslere eğlenerek, moralli girdiğimizde çocukların öğrenme süreci hızlanıyor. 

Aileler sabah, öğlen, akşam her zaman o çocuklarla birlikte oldukları için, o oyun kısmına biraz daha geç katlıyorlar. Çünkü yol gösterenleri yok. 

Şöyle yok. 2-3 yıl bu sıkıntıları yaşamışlar, az da olsa bir yılgınlıkları oluyor bazen. Bunu görebiliyoruz. 

Biz o yılgınlığı gidermek için buradayız. 

O mutluluğu, o çocuklara oyun eğitimi verdikten sonra, bir de bakıyoruz ailelerde işin içine dahil olmuş. 

Küçük yaş olduğu için, ailelerde işin içine dahil oluyorlar. 

Çocuklarla oyun oynayabilmek, çocukları mutlu edebilmek. Erken yaşta çok kolay başarabiliyorsunuz. 

Fakat yaş geciktiğinde bu iş biraz daha zor, biraz daha otoriter kurallarla oluyor gibi görünüyor

SPORLA ÇOCUĞA ÖZGÜVEN AŞILANIYOR…

Eğitimin asıl sırrı, çocuğa özgüven aşılayabilmek, çocuklarda bir şeyleri başardığını gösterebilmek. 

Eskiden derlerdi, konuşkan çocuk her şeye atılabiliyor. Bazısı da var, çok içine kapanık. 

Onun içine kapanıklığının nedeni, bir başarı tatmamış olması. Veya başarıdan sonra alkış almamış, bir gururlanma yaşamamış. 

Başarılı olmuş ama, karşısındaki bunu görmemiş. 

Tamam onu da yapabilirsin, deyip geçmiş. 

Otizmli öğrencilerde başarılı olmasını sağlayıp, alkışlayarak çocuğun mutlu olmasını sağlamakbu alanda hepsinin önünde.

Beden eğitimciler bu konuda biraz daha önde. Çünkü, biz çocuğa özgüven aşılıyoruz. 

Beden eğitimci, ‘her yerden çıkabilir, her işi yapabilir’ anlayışı var. 

Öz güven var. 

Bir şey yaptığımızda, ha biz bunu yapabiliriz, bu bizim işimiz diyebiliyoruz. 

Çocuklara da bunu yapabilirsin düşüncesini aşılayabiliyor, bunu başardığımızda o çocuk zaten her şeyi öğrenmeye meyilli oluyor. 

Öz güven aşılamak bizim işimiz. Öz güven aşılamak, o çocuğun ilerdeki beklentisi oluyor…

KURUMSALLIĞIN BAŞARIDA Kİ ÖNEMİ…

Biz işimizde çok ileride olabiliriz. Çok yetenekli, çok becerikli de olabiliriz. 

Bu işe yeni katıldıysak, bu işte bilmediğimiz bir şeyler olabilirdi. 

Ben 10-12 yıldır bu işin yapıyorum ama sorulduğunda, ben bir şey bilmiyorum, diyorum. 

Her yeni gelen öğrenicide bir şey öğreniyorsam, bu bir şey bilmediğimiz anlamına geliyordur

Bu iş, 2 kere 2, dört eder gibi gitmiyor. 

Her gelen öğrenci farklı. 

Şöyle bir ustalığımız var, yol göstericilik. 

Öğretmenler çok çalışsa da, her öğrenimin püf noktası vardır. İşi bilen bir saatte öğretir, işi bilmeyen için bu eğitim birkaç ay sürebilir. 

Bu anlamda kurumsallık önem taşıyor. Ben de işe yeni başladığım zamanlarda, bir şey başarmak için çok çalışıyordum.

Aynı anda başladığımızda, benden daha tecrübeli varsa, bir de bakıyordum benim önümde. 

Ya diyordum, ben çok çalışıyorum, ben ondan daha fazla çalışıyorum ama, o işin püf noktasını, nasıl öğreteceğini biliyordu. 

Benim bildiğim, çocuğun peşinden koşarsın, bisiklet sürdürmeye çalışırsın. Öyle değilmiş. O çocuğu tutmanın bile bir adabı varmış. 

Bunları hep tecrübelerden öğrendim. 

Bireysel olarak yapsaydım, ben bu işte hep amatör, acemisi olarak kalacaktım. Şimdi aynı şekilde, kurumda bakıyorum eğitmenlerimize, canla başla çalışıyorlar, başarmak istiyorlar ama bakıyorum küçük bir yeri atlamışlar. 

Atladıkları yeri biz onlara hatırlatıyoruz. Burada kurumsallık ve tecrübe, her şeyin önüne geçiyor, zor olanı kolaylaştırıyor…”

BİLİR KİŞİDEN DESTEK ALMAK…

“Eğitim verdiğimizde, zorlandığımız anlar oluyordu. Mesele sıçrama çalışması. 

Ben öğrenciyle bir saat çalıştım. Çocuğun önüne bir engel koydum, çocuğu o engelden atlatmaya çalışıyorum. Çocuğun kilosu var. Tutuyorum, ayağını kaldırmaya çalışıyorum, olmuyordu.

Yıpranıyorum…

Danışman hocamız vardı, dedi ki; Hocam çalışıyorsun ama bu işin bir basamaklaması var. Öncelikle dedi, çocuk yukarıdan aşağıya inmeyi öğrenmeli…

Sen bir engel koydun, çocuğu üzerinden atlatmaya çalışıyorsun ama, bunu yukarıya koy. 

Çocuğu yukarıdan aşağıya doğru indirmeye çalıştır. 

Hocam, ama o sıçrama değil ki, dedim. Tamam da diyor, çocuk sıçramasını da, inmesini de bilmiyor ki. Sen ikisini birden, karmaşık olan bir çalışmayı yapıyorsun. 

O anda geldi. 

Step tahtasının üzerine geçti. Çocuğun iki elinden tuttu. Basit komutlarla; ‘Hadi, hadi, bak şimdi sıçraman gerekiyor, ayağını kaldır.’ 

Hocam dedi, bunlar çocuğun anlaması için çok zor komutlar. 

Sürekli komut veriyorsun. Çocuğa komut verirken net olmamız gerekiyor, dedi. Bunu orada öğrenmiştim. 

Eğil, zıpla. İki komut. Sürekli bunu yap. 

Geldi, 15 dakika içerisinde çocuk önce yukarıdan aşağıya atlamasını öğrendi. Sonra önündeki engelin üzerinden atlamayı öğrendi. 

15 dakika… Ama ben onu bir hafta, iki hafta sürekli çalışıyorum. 

Belim ağrıyor, terliyorum. Bunları yaşıyorum ve diyorum ki a başaracak. Başaracak ama o tecrübenin farkını o anda görüyorsunuz. 

Ağır olan öğrencimde bunu yaşamıştım. İlk tecrübeler daha iyi oluyor…

SPOR EĞİTİMİ VE ÖZEL EĞİTİM…

Özel Eğitim konusu da bizim çocuklarımız için çok önemli olan bir konu. 

Çocuk ilk tanıyı aldıktan sonra özel eğitimciyle de, spor eğitimciyle de başlaması gerekiyor. 

Çocuk, oturması gerektiği yerde oturamıyor, içi kıpır kıpır. Ama masa başı yapmaya çalışıyor. 

Özel eğitim dediğimiz olay, haftada üç saat oluyor. 

Ekonomik durumu iyi olan aileler, eğitim sürecini artırabilir. Ama genelde çocuğun aylarca masa başında oturtturulması çalışıyor. 

Bu alanda öncelik, spor eğitiminin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü çocuğun içindeki enerjisini atması gerekiyor. 

İçindeki enerjisini atıp rahatlama ve bir şeyleri başardım dediğimiz küçük kısmı da orada

Ondan sonraki süreçte özel eğitim devreye girecek. Spor eğitimi arkadan onu destekleyici olması gerekiyor. 

Nasıl destekleyici? 

Sporu zaten çocuk sevecek, sevmeyen çocuk çok nadirdir. Başarmak, insana başka şeyleri başarma arzusunu getiriyor.

Biz bunu başardık, o zaman şunu da başardık, diyebiliyoruz. Buradaki şey, sporu özel eğitimin içinde neleri alabiliriz. 

Örneğin bir takla attık, ardından bir eşleme yapabiliriz. Merdiven çıktık, merdivenin üzerinde ip vardı, ince motor becerisini geliştirmek için ‘hop’ dedik ve oraya bir boncuk geçirdik. 

Bu alanda, özel eğitim ile spor eğitimi ayrılmaz bir ikili şeklinde.

Bunları destekleyen ara dallarda çok fazla. Ama daha yoğun çalışılacak kısım, özel eğitim ve spor eğitimi olarak düşünüyorum…”

İŞ BİRLİĞİ YAPMANIN ÖNEMİ…

“Beden Eğitimcilerle birlikte çalıştıkları için, Özel Eğitimcilerden oldukça memnuniyetlerini belirten geri dönüşler aldık. 

Özel eğitimciler ‘Siz sürece dahil olduktan sonra, çok daha hızlı ilerlemeye başladık’ dediler. 

Masa başında oturma, dikkat süreleri çok daha arttı diyen, memnuniyetlerini ifade eden özel eğitimciler oldu, çok şükür.

Hepsinden de Allah razı olsun. 

Onlara da teşekkür ediyoruz. Bir başarı varsa, o başarıyı takdir etmek gerekiyor. 

İşimiz çok zor, bu zorlu süreçte yaptığımızın ne kadar doğru olduğunu söylerseler, ya da biz onlara söylersek o kadar çok işine sarılan insan ortaya çıkar, diye düşünüyorum

O yüzden, hepsinden Allah razı olsun. Onlar da çok güzel çalışıyor. Bizler de elimizden geldiği kadar onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz…

AİLELER SÜRECİN İÇİNDE Mİ?

Biz önemli bir parça olalım, onlar bir bütün olsunlar. Bu alanda asıl olması gereken kişiler aile. 

Aile tanımı sadece anne ve babayla sınırlı değil. Burada asıl olan şey, ailenin tamamı

Otizmli bir birey bir ailenin içerisinde ise, bütün aile o bireyden sorumlu olması gerekiyor. O aile nasıl bir aile? 

Eğer bize de dokundu ise, biz o ailenin içindeyiz. 

O anne babayı nasıl biraz daha rahatlatabiliriz? Nasıl onlara yardımcı olabiliriz? diye düşünmeliyiz. Ama asıl ‘motor’ görevini onlar yapması gerekiyor. 

Yani eğitim planını yapacak onlar olması gerekiyor. 

Onların hiç yılmaması gerekiyor. Biz onlara destek vereceğiz, onlar bize destek verecek. Ama işin içinde olmazsa olmaz, asıl onlar. Yani Aile

Ben, Beden Eğitimci olarak bu işin içinde sekiz, özel eğitimci birkaç saat çalışıyor, ama anne baba 24 saatini o çocuk için harcıyor

Ben velilerime söylüyorum, bu işin içine siz girmediğiniz sürece biz burada sadece piyon görevi yapacağız. Yani satranç oynanacak ama galip ortaya çıkmayacak

Piyonlarla kolay kolay maç alamazsınız. 

Onlar bu işin başında olacaklar. 

Bir örnek vermek istersek, çocukları için bir ayakkabı bağlama. Biz bunu bir ayda, iki gün, yeri geliyor bir haftada öğretebiliyoruz çocuklara. Ama anne baba, biz öğrettikten sonra, bu iş halen, hocam bizde yapamıyor. 

Bu ‘yapamam’ kısmında bazı sıkıntılar oluyor. 

Diyorum ki ayakkabısını bağlamak için çocuğunuza her gün on dakika ayırabilir misiniz? 

Hocam diyor, bir gün iki gün ayırıyorum da…

Diyorum ki 40 gün ayırmanız gerek, fazla bir şey istemiyorum. 40 gün bu çocuğun ayakkabısını bağlamasını bekleyin.

Ona yardım etmenize gerek yok, sadece bekleyin. 

Hocam diyorlar, 40 gün çok uzun bir süreç. 

O zaman diyorum, siz ömür boyu bu çocuğun ayakkabısını bağlayacaksınız. 

Sizin onun ayakkabısını bağlamanız bir dakika. 

Ömür boyu ile o bir dakikayı çarptığınız zaman, o 40 günde 10 dakikalık süreden çok daha uzun. 

Yani çocuklara birazcık fırsat verir, çalışmayı kendileri yaparlarsa, o çocukların onların ellerinde çok güzel yerlere varacaklarına inanıyorum...”

'PEKİŞTİREC'İ YANLIŞ KULLANMA…

“Biz bu çocuklara balık tutmasını öğretmediğimiz sürece, o çocuklar hep yerinde sayacaklardır. Bu örnek genel bir örnektir. Bu alanda olumsuz, şöyle bir durum var. 

Mesela, aile diyor ki çocuk her gün ağlıyor. Her şeyi ağlayarak yaptırıyor.

Ben de aileye şöyle diyorum…

Çocuk ağlamadığında, çocukla göz göze geliyor musunuz? 

Yok hocam, diyorlar…

Belki diyorum çocuk sizinle göz göze gelmek istiyor. Ama siz, sakin durduğu için, yanında durmama gerek yok, anlayışına kapılıyor musunuz? 

- Hocam, o sakin durunca ben de başka şeylerle ilgileniyorum. 

Keşke diyorum, çocukla güzel şeyler yaptığında ilgilenseniz de, olumsuz hareket yaptığında ilgilenmeseniz. 

Çocuk zaten bilmiyor ki. 

Çocuğun aklında şu var. 

-A, ben ağladım bana baktılar, o vakit, ağlamayı pekiştireyim. Ben şu vazoyu kırdığımda kesinlikle benimle konuşuyorlar. Bağırıyor ama olsun, bir şeyler söylüyorlar bana. 

Biz aileler olarak şunları fark edemiyoruz…

Çocuk bağırdığında yanında olmamıza gerek yok. 

Çocuk uslu durduğunda yanında olup, oyun oynayıp onunla vakit geçirmemiz gerekiyor. 

Biz pekiştireci yanlış kullanıyoruz. 

Bundan dolayı, çoğu evde çocuklar hep ağlar

Bizim yanımızda da çocuklar hep ağlıyordu. 

Belli bir süre sonra bu ağlamalar kesiliyor. Çünkü ben ağladığı zaman ilgilenmiyorum. 

Bir ağrısı, sızısı var ise bu ayrı…

Ama bir şeyi almak için ağlıyorsa, ağlamasına gerek yok. Elini uzattığında, ben zaten onu veriyorum

Adım atsa ben koşarak gideceğim. 

Bunun aynısını da aileler yapabilse, belki o zaman çok çok daha iyi olacak, çocuk ileri seviyelere gelecek…

KAYNAŞMA EĞİTİMİNİN ÖNEMİ…

“Kurum olarak Kaynaştırma Eğitimi, hedeflerimiz arasında önemli bir yer alıyor. 

Bizler 10-12 yaş ortalamasının altında öğrencilerle çalışıyoruz. 

Bize gelen her öğrencide şunu hedeflemeye çalışıyoruz, bu çocukları en kısa sürede nerede kaynaştırabiliriz? 

Çocukla ilgili yaşadığı sıkıntılar olduğu için aile o anda onu düşünemiyor. 

Biz çocukla birlikte birebir çalışmaya başlıyoruz. 

Çocuk belirli bir seviyeye geldikten sonra kurum içerisinde, 2 veya 3 öğrenciyle oyun grupları oluşturmaya çalışıyoruz. 

Bundaki amaç da bu çocuğun sıra kavramı, birlikte hareket etme kavramı, karşısındakini anlayabilme kavramını biraz daha oluşturabilsin diye

Bu şekilde başlayıp en kısa süre sonra ailelere şöyle bir şey diyoruz, evet sizin çocuğunuz artık bir kreşe veya ana okuluna gidebilir ama, şöyle gidebilir. 

Bizim çocuklarımız otizmli ise, ilk başlarda yanında sürekli birisinin olması gerekebilir. 

Okula gidiyoruz, kimisi gelip diyor, ‘hocam ben kreşe gönderdim altı ay sonra aldım çünkü bir yararı yok’!..

Nasıl gönderdiniz?

-Kreşe bırakıyoruz oradaki öğretmen ilgileniyor.

Diyorum, oradaki öğretmenin otizm bilgisi var mı, otizmin ne olduğunu biliyor mu? 

Bu tür eğitimlerde diyoruz ki, kaynaştırma eğitimine bireysel hocamızla, okullarımızda devlet okullarımızda da artık, gölge öğretmen uygulaması var. 

Kaynaştırmaya bile basamaklamayla gitmek gerekiyor. 

En son hedefimiz, çocuğun kaynaştırma öğrencisi olabilmesi. 

Okula kendi başına gidiyor ise, demek bazı sorumlulukların farkına varmıştır. Sırasını bekleme, parmak kaldırıp söz hakkı alabilme, bunlar önemli ama zor kazandırılan kavramlardır. 

Bunları kazandırılırken de sırayla gidilmesi gerekiyor. Ders olarak diyoruz, biz bugün oyun parkına gideceğiz. 

Öğrencimizle oyun parkına gittiğimizde, oradan güler yüzlü, insanlarla oynamayı seven iki-üç öğrenci seçiyoruz. 

Hemen onlarla kaynaşıp, bu çocuklarla da ilgilenin, beraber kaydıraktan kayın, salıncakla sırayla birbirinizi sallayın, diyoruz. 

Bunları yaparak bu çocukları bir yerlere getirmeye çalışıyoruz.

Bunun en sonu okullar. 

Okullarda yanına kimse gelmeden, tek başına orada kalabilmesi. 

Bu tür yerlerde kaynaştırma eğitimi, çalışmanın olmazsa olmazıdır. 

Son hedefimiz odur. 

Ondan sonra bizler aradan çekileceğiz, aile çocuğuyla birlikte o eğitimlere devam edecek. Hedefimiz bu...

OTİZMİ BULAŞICI HASTALIK GİBİ GÖRME YANLIŞI…

Bazı velilerimizle konuşuyoruz, çocuğunuzu sahile götürüp yürüyüş yaptırın.

‘Sahile gidilir mi’ diyor. 

Benim çocuğum orada bağıracak, etraftakiler bana bakacak.

Önceden bunu biraz kabul ediyorum da, böyle bakışları artık kaldıramıyorum. 

Aileyi o kadar yıpratmışlar ki…

Sadece bakışla kalınmamış, çocuğunu susturur musun, şeklinde konuşmaları da duyduk. 

Ağlayan çocuktan rahatsız olmak gibi…

Bu tür yaklaşımlardan dolayı evinden çıkamayan aileler var. Çok büyük sıkıntılar yaşıyorlar. 

Biz bunları görüyoruz, elimizden geldiğinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama onların yaşadığı sıkıntıların belki de binde biri bizim düşündüğümüz, bildiğimiz

-Okula gidiyoruz, okulda çocuğu istemiyorlar. Diyorlar ki çocuk elini sallıyor görüyorlar ve diyorlar ki, bizim çocuğumuz o hareketi öğrenirse

Bu öğrenmeyle ilgili bir durum değil ki…

Otizmde çocuk kendini rahatlatmak için kullandığı bir davranış.

Senin çocuğun hasta olduğu vakit sana, ‘ben hastayım ilaç verir misin’ diyebiliyor. 

Veya, ‘bugün çok mutluyum, beni dolaştırabilir misin’ diyebiliyor. Ama bu çocuklar bunu ifade edemediği için, bu davranışı sergiliyor.

Onlardaki korku, ya benim çocuğum elini sallarsa. 

Senin çocuğun bir gün elini sallar ikinci gün bir bakıştan rahatsız olur bir daha sallamaz. 

Ama o (otizmli) çocuklar o elini, kendini ifade edene kadar sallayacaklar. 

Ya çok bağırıyor, benim arkadaşım da bağırırsa. Bu yaklaşımları aşabilmek için, elimizden geldiğinde anlatmamız gerekiyor. 

En azından evimizi, mahallemizi, çevremizi aydınlatmamız gerekiyor. 

Bu çocukların yaptıkları, diğer çocuklara bulaşmaz. 

Çocuğum var, ben çocuğumu okula götürüyorum. Buradaki amaç şu, ya hocam senin çocuğun burada durup yanlış bir şey öğrenir mi!

Benim çocuğum bir gün yapar, ikinci gün yapar, üçüncü gün bunu ifade edebilecek durumda. 

Ama o aileler bunu ifade edemedikleri için bu tür davranışlara giriyor. 

Bunun farkında olmak, bunu bilmemiz gerekiyor. O bir sınavdır.

Bugün onun başına gelir, yarın senin başına gelir, bilemezsin. 

Ve onun yaşadığı sıkıntıları sen de yaşayabilirsin. 

Bunu yaşamamak için gördüğümüz aileye yardımcı olmamız gerekiyor. 

Bu bizim insanlık görevimiz ama, ne kadarını nasıl yapabiliriz, hepimiz anlatarak. 

Anlatmaktan çok, örnekleyerek yaparsak çok daha iyi olacağını düşünüyorum…”

EN ÇOK, ŞÜKRETMEYİ ÖĞRENDİK…

O çocuklarla çalışarak en çok şükretmeyi öğrendik. Bizim ailemiz var, arkadaşlarımız var. Oturup sohbet ettiğimizde, insanlar ufacık şeyleri o kadar dert ediyor ki. 

Çocuklarla çalıştıktan sonra, o küçük şeyleri dert olarak görmüyorsunuz. Ya, neler var…

Arkadaşımla sohbet ederken, başından geçen bir olayı anlattı. 

Eşi sürekli sitem ediyormuş, bak sahile gidemedik, gezmedik diye.

Benim bildiğim bir velim var, belki 10 yıldır sahile inememiş çocuğuyla birlikte. 

Bir günün şikayetini ederken bazı aileler var, o çocuklarla cennetin kapılarını bekliyorlar ama, evde bekliyorlar. 

İnşallah onlar da hep birlikte, hareket edebilecek seviyeye gelirler. Bunun için çok çalışıyoruz, çok da çalışacağız. 

Ne öğrendik…

En çok öğrendiğimiz şey, şükretmek oldu. 

Tabii bununla, eğitimle birlikte o kadar çok şeyi öğrendim ki, bunun yanında diğerleri çok küçük kalıyor…

BAŞARI KONUSUNDA GENÇ EĞİTİMCİLERE TAVSİYELER…

“Sevdiğimiz işleri yapalım, sevdiğimiz işlerde ilerlemeye çalışalım. 

Herkes otizmli veya özel çocuklarla çalışacak diye bir şey yok. Ama bu alanda çalışıyorsak, bu alanı sevelim

Oradaki çocuk, altına tuvaleti yaptığı vakitte o çocuğu sevelim, güzel bir şey başardığı zamanda sevelim. Çünkü o çocuk onu bilerek yapmıyor. 

Bu işi biz yapacaksak, o işe bilerek girmemiz gerekiyor. 

Bunları gördüğümüzde sinirlenip, sıkıntı yaşayacaksak isek, Beden Eğitimin farklı bölümleri var, oralara da gidebiliriz. 

Otizmli çocuklarla çalışıyorsak, bunları hepsini göğüsleyecek şekilde gelmemiz gerekiyor bu işe. Yani yaptığımız işi seversek, başarı sonrasında gelecektir…”  

.

Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com

Eyyüp Tazeoğlu. Çamlıca Otizm Spor Kulübü Eğitim Koordinatörü. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’ndan 2009 yılından mezun oldu. 

Kendi deyimiyle, o gün bugündür otizmli bireylerle çalışıyor. 

Eyyüp Tazeoğlu hocamızla sosyal medya hesaplarımızdan (ınstagram;ahmetgulumseyen) gerçekleştirdiğimiz söyleşimizin bir kısmını, yazıya dökerek (tamamı ‘Instagram’da mevcut) siz değerli okuyucu dostlarımızla paylaşmak istiyoruz. Yazının uzun olduğunun farkındaydık, konu bütünlüğünü bozmamak için kısaltmak içimizden gelmedi.

Otizmli bireyler üzerinde sporun etkisini ortaya koyan ve Beden Eğitimi Bölümü mezunu öğrencilerin kariyer belirleme ve istihdam konusunda yarar sağlayacağına kanaat ettiğimiz söyleşimiz hayırlara vesile olsun inşallah;

MERHAMETLİ İNSANLARIN BAŞARILI OLDUĞU BİR İŞ…

Otizmli bireyler çalışmaya başlamaya, Üniversite yıllarında gönüllü olarak başladık. Yaptığımız işin zorluğunu farkındayız. Bunu en iyi aileler biliyor. Bu işe başladığımızda, bir aylık staj dönemi dediğimiz, çocukları tanıma süreci var.

O dönem içerisinde bu işi yapıp yapmayacağımızı anlıyoruz. O zorlu süreçte idareciler her zaman arkamızda durdular. ‘Hocam başaracağız, beraber bu işi yapacağız’ dediler. Bu işi sevgi ve merhameti olan insanlarla başarabiliriz diye. Sağ olsunlar bizi bu işte tuttular. Onların sayesinde güzel şeyler başarıyoruz…

ÖĞRENMENİN İLK YILLARININ ZORLU GEÇMESİ NORMAL…

Meslekte pes etme endişesini, ilk öğrencimde yaşadım. Dersine girdiğim ilk öğrencim kiloluydu. İp atlatmaya çalışıyorum. Hareketi yapmamak için sinirleniyor, bağırıyordu. 

O sırada da idarecim de beni takip ediyormuş. Ben de onun bağrışlarına aldırış etmeden 10-15 dakika direniyor, her halde olmayacak ama ben bunu başaracağım şeklinde de kendi kendimi motive ediyordum. 

Öğrencimin yaşı 26-27 civarındaydı. Hayatında hiç ip atlamamış. Derse girdim ip atlatmaya çalışıyorum. Öğrencim, sinirleniyor, bağırıyordu. İdarecimde o sırada kameradan beni takip ediyormuş. 

Ben de o bağrışmalarına aldırış etmeden bir yandan başarılı olmak için çalışıyor, diğer yandan da kendi kendimi de ‘Ben bunu başaracağım’ şeklinde motive ediyordum. 

Ona ip atlatmayınca, ben ip atlamaya başladım. Bir atladım, iki atladım, üç atladım. Baktım öğrencimin ağlama sesi kesilmeye başladı. 

Sonra öğrencim benim ip atladığımı görünce, gülmeye başladı. O gülme sonrasında dedim ki, tamam bu iş olacak gibi. 

O dersin sonunda hayal gibi görünen bir şey gerçekleşti ve öğrencim o gün on defa ip atladı

İdarecilerimiz o ders sonrası gelip, beni tebrik etti. İyi ki de geldi, izlendiğini fark ettik. 

O tebrik sonrası işime daha çok sarıldım. 

O gün o çocuğa ip atlattırmak, içimde mutluluğa dönüşmüştü. 

Öğrencimin ip atladığı gördükten, idarecilerimiz emeğimizi takdir ettikten sonra ‘bu iş yapılır’ diye, düşünmeye başlamıştım…

BAŞARININ EN ÖNEMLİ ANAHTARI SEVGİ…

Bu işlerde başarının en büyük anahtarı sevmek. İşimizi seviyorsak, her işin üstesinde gelineceğini, çok şükür 2009 yılından bugüne yaşayarak gördük. 

İşimize karşı içimize beslediğimiz sevgi ile çok şeyleri başardık. Yanımızdaki arkadaşlarımızda gördü. Bu işte sevgi her şeyden önemli…

OTİZM BİR FARKLILIKTIR…

“Otizm, bizim açımızdan bir farklılıktır. Buna bir sınırlama koymaya gerek yok. 

Farklı bir kişilik ve bu kişileri anlayacak insanların olması gerekiyor. 

Buna illa da bir tanı koymak değil de, bunları anlayıp nasıl bir yol gösterebiliriz, hususuna bakmak gerekiyor. 

Tanım kavramına girmek istemiyorum ama, tanım dediğiniz zaman otizm bir farklılıktır. Daha ötesi olmadığını düşünüyorum…

İŞ CİDDİ BOYUTLARA ULAŞTI…

Ben de işe başladığımda 120 kişiden bir kişiye otizm tanısı konmuştu. Çok çabuk ilerliyor. Şu anda ise bu sayı 50 kişinin altına düşmüş olabilir. Sürecin bu denli yaygınlaşmasının nedeni tam olarak bilinmiyor…

ERKEN TANI ÖNEMLİ…

Bu işe ilk başladığımız zaman bize gelen öğrenciler, 10 ve 12 yaşın üzerindeki öğrencilerdi. Daha aşağısı yaş gurubu çocukların velileri, bu işi farklılık olarak görmüyordu. 

Çocuğum geç öğrenecek’ anlayışı, herkeste olan bir düşünceydi. Hal böyle olunca da, farkında olmadan eğitimden geri kalıyorlardı

Ta ki 10 yaşına gelmiş ve halen tuvalet eğitimi alınmayışının zorlukları yaşayana, 10 yaşına gelmiş ve dolaylı yönden şiddeti öğrenene, aileye sıkıntı çıkarana kadar. 

Aileler bunu önceden saklıyorlardı. Ama şu anda toplumumuzun yüzde 70’i 80’i bu alanda bilinçli. 

Yani çocukta herhangi bir sıkıntı gördüğünde, çocuk doktoruna giderek bu tanıyı alıp, en kısa sürede etrafındaki bu işle ilgilenen kişileri arıyorlar. 

Gelen velilerde şöyle bir durum var artık; ‘Hocam ben çok araştırdım…’ Sadece birisinin yönlendirmesi değil, genelde yönlendirmeler, bireysel eğitim alması gerektiği. 

İşte bu bireysel eğitimlerin masa başı eğitim olduğunu düşünenlerin yönlendirmesiyle gidiyordu. Ama, şu an o kadar çok insan arıyor ki, hocam bana söylendi ama, ben detaylı bir şekilde araştırdığımda önüme spor eğitiminin, özel eğitiminin, duyu terapinin, bu çocuklarla ilgili alanların hepsinin bir arada çalışıldığı zaman verim olacağını görüyorum, diyen aileler var…”

EĞİTİM OYUNLA BAŞLIYOR…

Günümüzde aileler çok daha bilinçli. Erken tanı alınan her çocukta da ilerleme çok daha iyi oluyor. 

Çünkü şöyle bir durum var; eskiden gelen öğrencilerin zorluğundan dolayı, çalışmalar daha katı, daha disiplinli çalışmalar vardı. Çocuk bir şeyi başaramıyorsa karşısında çok sert duran öğretmenler olabiliyordu. 

Bunun sebebi de, çocuklara verilen eğitimlerden kısa sürede netice alınsın şeklinde, farklı düşüncelere sahiptiler. 

Şimdi karşımızda 2 yaşında 3 yaşında çocuklar var. Bu çocuklara karşı otoliter ve katı olmanın bir anlamı yok. 

Çünkü çocuk ne inatlaşmayı biliyor, ne sinirlenmesini biliyor, ne de kızmasını biliyor. 

Verdiği tek tepki ağlamak veya gülmek. 

Bunları çözebilmek için de yöntemler değişti. 

Artık çocuklarla oyunla eğitim. Yani oyun oynayarak eğitim vermek. 

Çünkü 2 yaşındaki çocuk oyun oynamasını bilmiyor. 3 yaşına geliyor bilmiyor. 4 Yaşına geliyor bilmiyor. Oyunu kim öğretecek?

Otizmli çocuklarla çalışmayı seven öğretmenler…”

AİLELER YARDIM ALMAK ZORUNDA…

Çalışmamızda her daim enerji doluyuz. Birbirimizi tanıyoruz, çocukları tanıyoruz. Bu hususta kendimizi hep motive ediyoruz. 

Derslere eğlenerek, moralli girdiğimizde çocukların öğrenme süreci hızlanıyor. 

Aileler sabah, öğlen, akşam her zaman o çocuklarla birlikte oldukları için, o oyun kısmına biraz daha geç katlıyorlar. Çünkü yol gösterenleri yok. 

Şöyle yok. 2-3 yıl bu sıkıntıları yaşamışlar, az da olsa bir yılgınlıkları oluyor bazen. Bunu görebiliyoruz. 

Biz o yılgınlığı gidermek için buradayız. 

O mutluluğu, o çocuklara oyun eğitimi verdikten sonra, bir de bakıyoruz ailelerde işin içine dahil olmuş. 

Küçük yaş olduğu için, ailelerde işin içine dahil oluyorlar. 

Çocuklarla oyun oynayabilmek, çocukları mutlu edebilmek. Erken yaşta çok kolay başarabiliyorsunuz. 

Fakat yaş geciktiğinde bu iş biraz daha zor, biraz daha otoriter kurallarla oluyor gibi görünüyor

SPORLA ÇOCUĞA ÖZGÜVEN AŞILANIYOR…

Eğitimin asıl sırrı, çocuğa özgüven aşılayabilmek, çocuklarda bir şeyleri başardığını gösterebilmek. 

Eskiden derlerdi, konuşkan çocuk her şeye atılabiliyor. Bazısı da var, çok içine kapanık. 

Onun içine kapanıklığının nedeni, bir başarı tatmamış olması. Veya başarıdan sonra alkış almamış, bir gururlanma yaşamamış. 

Başarılı olmuş ama, karşısındaki bunu görmemiş. 

Tamam onu da yapabilirsin, deyip geçmiş. 

Otizmli öğrencilerde başarılı olmasını sağlayıp, alkışlayarak çocuğun mutlu olmasını sağlamakbu alanda hepsinin önünde.

Beden eğitimciler bu konuda biraz daha önde. Çünkü, biz çocuğa özgüven aşılıyoruz. 

Beden eğitimci, ‘her yerden çıkabilir, her işi yapabilir’ anlayışı var. 

Öz güven var. 

Bir şey yaptığımızda, ha biz bunu yapabiliriz, bu bizim işimiz diyebiliyoruz. 

Çocuklara da bunu yapabilirsin düşüncesini aşılayabiliyor, bunu başardığımızda o çocuk zaten her şeyi öğrenmeye meyilli oluyor. 

Öz güven aşılamak bizim işimiz. Öz güven aşılamak, o çocuğun ilerdeki beklentisi oluyor…

KURUMSALLIĞIN BAŞARIDA Kİ ÖNEMİ…

Biz işimizde çok ileride olabiliriz. Çok yetenekli, çok becerikli de olabiliriz. 

Bu işe yeni katıldıysak, bu işte bilmediğimiz bir şeyler olabilirdi. 

Ben 10-12 yıldır bu işin yapıyorum ama sorulduğunda, ben bir şey bilmiyorum, diyorum. 

Her yeni gelen öğrenicide bir şey öğreniyorsam, bu bir şey bilmediğimiz anlamına geliyordur

Bu iş, 2 kere 2, dört eder gibi gitmiyor. 

Her gelen öğrenci farklı. 

Şöyle bir ustalığımız var, yol göstericilik. 

Öğretmenler çok çalışsa da, her öğrenimin püf noktası vardır. İşi bilen bir saatte öğretir, işi bilmeyen için bu eğitim birkaç ay sürebilir. 

Bu anlamda kurumsallık önem taşıyor. Ben de işe yeni başladığım zamanlarda, bir şey başarmak için çok çalışıyordum.

Aynı anda başladığımızda, benden daha tecrübeli varsa, bir de bakıyordum benim önümde. 

Ya diyordum, ben çok çalışıyorum, ben ondan daha fazla çalışıyorum ama, o işin püf noktasını, nasıl öğreteceğini biliyordu. 

Benim bildiğim, çocuğun peşinden koşarsın, bisiklet sürdürmeye çalışırsın. Öyle değilmiş. O çocuğu tutmanın bile bir adabı varmış. 

Bunları hep tecrübelerden öğrendim. 

Bireysel olarak yapsaydım, ben bu işte hep amatör, acemisi olarak kalacaktım. Şimdi aynı şekilde, kurumda bakıyorum eğitmenlerimize, canla başla çalışıyorlar, başarmak istiyorlar ama bakıyorum küçük bir yeri atlamışlar. 

Atladıkları yeri biz onlara hatırlatıyoruz. Burada kurumsallık ve tecrübe, her şeyin önüne geçiyor, zor olanı kolaylaştırıyor…”

BİLİR KİŞİDEN DESTEK ALMAK…

“Eğitim verdiğimizde, zorlandığımız anlar oluyordu. Mesele sıçrama çalışması. 

Ben öğrenciyle bir saat çalıştım. Çocuğun önüne bir engel koydum, çocuğu o engelden atlatmaya çalışıyorum. Çocuğun kilosu var. Tutuyorum, ayağını kaldırmaya çalışıyorum, olmuyordu.

Yıpranıyorum…

Danışman hocamız vardı, dedi ki; Hocam çalışıyorsun ama bu işin bir basamaklaması var. Öncelikle dedi, çocuk yukarıdan aşağıya inmeyi öğrenmeli…

Sen bir engel koydun, çocuğu üzerinden atlatmaya çalışıyorsun ama, bunu yukarıya koy. 

Çocuğu yukarıdan aşağıya doğru indirmeye çalıştır. 

Hocam, ama o sıçrama değil ki, dedim. Tamam da diyor, çocuk sıçramasını da, inmesini de bilmiyor ki. Sen ikisini birden, karmaşık olan bir çalışmayı yapıyorsun. 

O anda geldi. 

Step tahtasının üzerine geçti. Çocuğun iki elinden tuttu. Basit komutlarla; ‘Hadi, hadi, bak şimdi sıçraman gerekiyor, ayağını kaldır.’ 

Hocam dedi, bunlar çocuğun anlaması için çok zor komutlar. 

Sürekli komut veriyorsun. Çocuğa komut verirken net olmamız gerekiyor, dedi. Bunu orada öğrenmiştim. 

Eğil, zıpla. İki komut. Sürekli bunu yap. 

Geldi, 15 dakika içerisinde çocuk önce yukarıdan aşağıya atlamasını öğrendi. Sonra önündeki engelin üzerinden atlamayı öğrendi. 

15 dakika… Ama ben onu bir hafta, iki hafta sürekli çalışıyorum. 

Belim ağrıyor, terliyorum. Bunları yaşıyorum ve diyorum ki a başaracak. Başaracak ama o tecrübenin farkını o anda görüyorsunuz. 

Ağır olan öğrencimde bunu yaşamıştım. İlk tecrübeler daha iyi oluyor…

SPOR EĞİTİMİ VE ÖZEL EĞİTİM…

Özel Eğitim konusu da bizim çocuklarımız için çok önemli olan bir konu. 

Çocuk ilk tanıyı aldıktan sonra özel eğitimciyle de, spor eğitimciyle de başlaması gerekiyor. 

Çocuk, oturması gerektiği yerde oturamıyor, içi kıpır kıpır. Ama masa başı yapmaya çalışıyor. 

Özel eğitim dediğimiz olay, haftada üç saat oluyor. 

Ekonomik durumu iyi olan aileler, eğitim sürecini artırabilir. Ama genelde çocuğun aylarca masa başında oturtturulması çalışıyor. 

Bu alanda öncelik, spor eğitiminin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü çocuğun içindeki enerjisini atması gerekiyor. 

İçindeki enerjisini atıp rahatlama ve bir şeyleri başardım dediğimiz küçük kısmı da orada

Ondan sonraki süreçte özel eğitim devreye girecek. Spor eğitimi arkadan onu destekleyici olması gerekiyor. 

Nasıl destekleyici? 

Sporu zaten çocuk sevecek, sevmeyen çocuk çok nadirdir. Başarmak, insana başka şeyleri başarma arzusunu getiriyor.

Biz bunu başardık, o zaman şunu da başardık, diyebiliyoruz. Buradaki şey, sporu özel eğitimin içinde neleri alabiliriz. 

Örneğin bir takla attık, ardından bir eşleme yapabiliriz. Merdiven çıktık, merdivenin üzerinde ip vardı, ince motor becerisini geliştirmek için ‘hop’ dedik ve oraya bir boncuk geçirdik. 

Bu alanda, özel eğitim ile spor eğitimi ayrılmaz bir ikili şeklinde.

Bunları destekleyen ara dallarda çok fazla. Ama daha yoğun çalışılacak kısım, özel eğitim ve spor eğitimi olarak düşünüyorum…”

İŞ BİRLİĞİ YAPMANIN ÖNEMİ…

“Beden Eğitimcilerle birlikte çalıştıkları için, Özel Eğitimcilerden oldukça memnuniyetlerini belirten geri dönüşler aldık. 

Özel eğitimciler ‘Siz sürece dahil olduktan sonra, çok daha hızlı ilerlemeye başladık’ dediler. 

Masa başında oturma, dikkat süreleri çok daha arttı diyen, memnuniyetlerini ifade eden özel eğitimciler oldu, çok şükür.

Hepsinden de Allah razı olsun. 

Onlara da teşekkür ediyoruz. Bir başarı varsa, o başarıyı takdir etmek gerekiyor. 

İşimiz çok zor, bu zorlu süreçte yaptığımızın ne kadar doğru olduğunu söylerseler, ya da biz onlara söylersek o kadar çok işine sarılan insan ortaya çıkar, diye düşünüyorum

O yüzden, hepsinden Allah razı olsun. Onlar da çok güzel çalışıyor. Bizler de elimizden geldiği kadar onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz…

AİLELER SÜRECİN İÇİNDE Mİ?

Biz önemli bir parça olalım, onlar bir bütün olsunlar. Bu alanda asıl olması gereken kişiler aile. 

Aile tanımı sadece anne ve babayla sınırlı değil. Burada asıl olan şey, ailenin tamamı

Otizmli bir birey bir ailenin içerisinde ise, bütün aile o bireyden sorumlu olması gerekiyor. O aile nasıl bir aile? 

Eğer bize de dokundu ise, biz o ailenin içindeyiz. 

O anne babayı nasıl biraz daha rahatlatabiliriz? Nasıl onlara yardımcı olabiliriz? diye düşünmeliyiz. Ama asıl ‘motor’ görevini onlar yapması gerekiyor. 

Yani eğitim planını yapacak onlar olması gerekiyor. 

Onların hiç yılmaması gerekiyor. Biz onlara destek vereceğiz, onlar bize destek verecek. Ama işin içinde olmazsa olmaz, asıl onlar. Yani Aile

Ben, Beden Eğitimci olarak bu işin içinde sekiz, özel eğitimci birkaç saat çalışıyor, ama anne baba 24 saatini o çocuk için harcıyor

Ben velilerime söylüyorum, bu işin içine siz girmediğiniz sürece biz burada sadece piyon görevi yapacağız. Yani satranç oynanacak ama galip ortaya çıkmayacak

Piyonlarla kolay kolay maç alamazsınız. 

Onlar bu işin başında olacaklar. 

Bir örnek vermek istersek, çocukları için bir ayakkabı bağlama. Biz bunu bir ayda, iki gün, yeri geliyor bir haftada öğretebiliyoruz çocuklara. Ama anne baba, biz öğrettikten sonra, bu iş halen, hocam bizde yapamıyor. 

Bu ‘yapamam’ kısmında bazı sıkıntılar oluyor. 

Diyorum ki ayakkabısını bağlamak için çocuğunuza her gün on dakika ayırabilir misiniz? 

Hocam diyor, bir gün iki gün ayırıyorum da…

Diyorum ki 40 gün ayırmanız gerek, fazla bir şey istemiyorum. 40 gün bu çocuğun ayakkabısını bağlamasını bekleyin.

Ona yardım etmenize gerek yok, sadece bekleyin. 

Hocam diyorlar, 40 gün çok uzun bir süreç. 

O zaman diyorum, siz ömür boyu bu çocuğun ayakkabısını bağlayacaksınız. 

Sizin onun ayakkabısını bağlamanız bir dakika. 

Ömür boyu ile o bir dakikayı çarptığınız zaman, o 40 günde 10 dakikalık süreden çok daha uzun. 

Yani çocuklara birazcık fırsat verir, çalışmayı kendileri yaparlarsa, o çocukların onların ellerinde çok güzel yerlere varacaklarına inanıyorum...”

'PEKİŞTİREC'İ YANLIŞ KULLANMA…

“Biz bu çocuklara balık tutmasını öğretmediğimiz sürece, o çocuklar hep yerinde sayacaklardır. Bu örnek genel bir örnektir. Bu alanda olumsuz, şöyle bir durum var. 

Mesela, aile diyor ki çocuk her gün ağlıyor. Her şeyi ağlayarak yaptırıyor.

Ben de aileye şöyle diyorum…

Çocuk ağlamadığında, çocukla göz göze geliyor musunuz? 

Yok hocam, diyorlar…

Belki diyorum çocuk sizinle göz göze gelmek istiyor. Ama siz, sakin durduğu için, yanında durmama gerek yok, anlayışına kapılıyor musunuz? 

- Hocam, o sakin durunca ben de başka şeylerle ilgileniyorum. 

Keşke diyorum, çocukla güzel şeyler yaptığında ilgilenseniz de, olumsuz hareket yaptığında ilgilenmeseniz. 

Çocuk zaten bilmiyor ki. 

Çocuğun aklında şu var. 

-A, ben ağladım bana baktılar, o vakit, ağlamayı pekiştireyim. Ben şu vazoyu kırdığımda kesinlikle benimle konuşuyorlar. Bağırıyor ama olsun, bir şeyler söylüyorlar bana. 

Biz aileler olarak şunları fark edemiyoruz…

Çocuk bağırdığında yanında olmamıza gerek yok. 

Çocuk uslu durduğunda yanında olup, oyun oynayıp onunla vakit geçirmemiz gerekiyor. 

Biz pekiştireci yanlış kullanıyoruz. 

Bundan dolayı, çoğu evde çocuklar hep ağlar

Bizim yanımızda da çocuklar hep ağlıyordu. 

Belli bir süre sonra bu ağlamalar kesiliyor. Çünkü ben ağladığı zaman ilgilenmiyorum. 

Bir ağrısı, sızısı var ise bu ayrı…

Ama bir şeyi almak için ağlıyorsa, ağlamasına gerek yok. Elini uzattığında, ben zaten onu veriyorum

Adım atsa ben koşarak gideceğim. 

Bunun aynısını da aileler yapabilse, belki o zaman çok çok daha iyi olacak, çocuk ileri seviyelere gelecek…

KAYNAŞMA EĞİTİMİNİN ÖNEMİ…

“Kurum olarak Kaynaştırma Eğitimi, hedeflerimiz arasında önemli bir yer alıyor. 

Bizler 10-12 yaş ortalamasının altında öğrencilerle çalışıyoruz. 

Bize gelen her öğrencide şunu hedeflemeye çalışıyoruz, bu çocukları en kısa sürede nerede kaynaştırabiliriz? 

Çocukla ilgili yaşadığı sıkıntılar olduğu için aile o anda onu düşünemiyor. 

Biz çocukla birlikte birebir çalışmaya başlıyoruz. 

Çocuk belirli bir seviyeye geldikten sonra kurum içerisinde, 2 veya 3 öğrenciyle oyun grupları oluşturmaya çalışıyoruz. 

Bundaki amaç da bu çocuğun sıra kavramı, birlikte hareket etme kavramı, karşısındakini anlayabilme kavramını biraz daha oluşturabilsin diye

Bu şekilde başlayıp en kısa süre sonra ailelere şöyle bir şey diyoruz, evet sizin çocuğunuz artık bir kreşe veya ana okuluna gidebilir ama, şöyle gidebilir. 

Bizim çocuklarımız otizmli ise, ilk başlarda yanında sürekli birisinin olması gerekebilir. 

Okula gidiyoruz, kimisi gelip diyor, ‘hocam ben kreşe gönderdim altı ay sonra aldım çünkü bir yararı yok’!..

Nasıl gönderdiniz?

-Kreşe bırakıyoruz oradaki öğretmen ilgileniyor.

Diyorum, oradaki öğretmenin otizm bilgisi var mı, otizmin ne olduğunu biliyor mu? 

Bu tür eğitimlerde diyoruz ki, kaynaştırma eğitimine bireysel hocamızla, okullarımızda devlet okullarımızda da artık, gölge öğretmen uygulaması var. 

Kaynaştırmaya bile basamaklamayla gitmek gerekiyor. 

En son hedefimiz, çocuğun kaynaştırma öğrencisi olabilmesi. 

Okula kendi başına gidiyor ise, demek bazı sorumlulukların farkına varmıştır. Sırasını bekleme, parmak kaldırıp söz hakkı alabilme, bunlar önemli ama zor kazandırılan kavramlardır. 

Bunları kazandırılırken de sırayla gidilmesi gerekiyor. Ders olarak diyoruz, biz bugün oyun parkına gideceğiz. 

Öğrencimizle oyun parkına gittiğimizde, oradan güler yüzlü, insanlarla oynamayı seven iki-üç öğrenci seçiyoruz. 

Hemen onlarla kaynaşıp, bu çocuklarla da ilgilenin, beraber kaydıraktan kayın, salıncakla sırayla birbirinizi sallayın, diyoruz. 

Bunları yaparak bu çocukları bir yerlere getirmeye çalışıyoruz.

Bunun en sonu okullar. 

Okullarda yanına kimse gelmeden, tek başına orada kalabilmesi. 

Bu tür yerlerde kaynaştırma eğitimi, çalışmanın olmazsa olmazıdır. 

Son hedefimiz odur. 

Ondan sonra bizler aradan çekileceğiz, aile çocuğuyla birlikte o eğitimlere devam edecek. Hedefimiz bu...

OTİZMİ BULAŞICI HASTALIK GİBİ GÖRME YANLIŞI…

Bazı velilerimizle konuşuyoruz, çocuğunuzu sahile götürüp yürüyüş yaptırın.

‘Sahile gidilir mi’ diyor. 

Benim çocuğum orada bağıracak, etraftakiler bana bakacak.

Önceden bunu biraz kabul ediyorum da, böyle bakışları artık kaldıramıyorum. 

Aileyi o kadar yıpratmışlar ki…

Sadece bakışla kalınmamış, çocuğunu susturur musun, şeklinde konuşmaları da duyduk. 

Ağlayan çocuktan rahatsız olmak gibi…

Bu tür yaklaşımlardan dolayı evinden çıkamayan aileler var. Çok büyük sıkıntılar yaşıyorlar. 

Biz bunları görüyoruz, elimizden geldiğinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama onların yaşadığı sıkıntıların belki de binde biri bizim düşündüğümüz, bildiğimiz

-Okula gidiyoruz, okulda çocuğu istemiyorlar. Diyorlar ki çocuk elini sallıyor görüyorlar ve diyorlar ki, bizim çocuğumuz o hareketi öğrenirse

Bu öğrenmeyle ilgili bir durum değil ki…

Otizmde çocuk kendini rahatlatmak için kullandığı bir davranış.

Senin çocuğun hasta olduğu vakit sana, ‘ben hastayım ilaç verir misin’ diyebiliyor. 

Veya, ‘bugün çok mutluyum, beni dolaştırabilir misin’ diyebiliyor. Ama bu çocuklar bunu ifade edemediği için, bu davranışı sergiliyor.

Onlardaki korku, ya benim çocuğum elini sallarsa. 

Senin çocuğun bir gün elini sallar ikinci gün bir bakıştan rahatsız olur bir daha sallamaz. 

Ama o (otizmli) çocuklar o elini, kendini ifade edene kadar sallayacaklar. 

Ya çok bağırıyor, benim arkadaşım da bağırırsa. Bu yaklaşımları aşabilmek için, elimizden geldiğinde anlatmamız gerekiyor. 

En azından evimizi, mahallemizi, çevremizi aydınlatmamız gerekiyor. 

Bu çocukların yaptıkları, diğer çocuklara bulaşmaz. 

Çocuğum var, ben çocuğumu okula götürüyorum. Buradaki amaç şu, ya hocam senin çocuğun burada durup yanlış bir şey öğrenir mi!

Benim çocuğum bir gün yapar, ikinci gün yapar, üçüncü gün bunu ifade edebilecek durumda. 

Ama o aileler bunu ifade edemedikleri için bu tür davranışlara giriyor. 

Bunun farkında olmak, bunu bilmemiz gerekiyor. O bir sınavdır.

Bugün onun başına gelir, yarın senin başına gelir, bilemezsin. 

Ve onun yaşadığı sıkıntıları sen de yaşayabilirsin. 

Bunu yaşamamak için gördüğümüz aileye yardımcı olmamız gerekiyor. 

Bu bizim insanlık görevimiz ama, ne kadarını nasıl yapabiliriz, hepimiz anlatarak. 

Anlatmaktan çok, örnekleyerek yaparsak çok daha iyi olacağını düşünüyorum…”

EN ÇOK, ŞÜKRETMEYİ ÖĞRENDİK…

O çocuklarla çalışarak en çok şükretmeyi öğrendik. Bizim ailemiz var, arkadaşlarımız var. Oturup sohbet ettiğimizde, insanlar ufacık şeyleri o kadar dert ediyor ki. 

Çocuklarla çalıştıktan sonra, o küçük şeyleri dert olarak görmüyorsunuz. Ya, neler var…

Arkadaşımla sohbet ederken, başından geçen bir olayı anlattı. 

Eşi sürekli sitem ediyormuş, bak sahile gidemedik, gezmedik diye.

Benim bildiğim bir velim var, belki 10 yıldır sahile inememiş çocuğuyla birlikte. 

Bir günün şikayetini ederken bazı aileler var, o çocuklarla cennetin kapılarını bekliyorlar ama, evde bekliyorlar. 

İnşallah onlar da hep birlikte, hareket edebilecek seviyeye gelirler. Bunun için çok çalışıyoruz, çok da çalışacağız. 

Ne öğrendik…

En çok öğrendiğimiz şey, şükretmek oldu. 

Tabii bununla, eğitimle birlikte o kadar çok şeyi öğrendim ki, bunun yanında diğerleri çok küçük kalıyor…

BAŞARI KONUSUNDA GENÇ EĞİTİMCİLERE TAVSİYELER…

“Sevdiğimiz işleri yapalım, sevdiğimiz işlerde ilerlemeye çalışalım. 

Herkes otizmli veya özel çocuklarla çalışacak diye bir şey yok. Ama bu alanda çalışıyorsak, bu alanı sevelim

Oradaki çocuk, altına tuvaleti yaptığı vakitte o çocuğu sevelim, güzel bir şey başardığı zamanda sevelim. Çünkü o çocuk onu bilerek yapmıyor. 

Bu işi biz yapacaksak, o işe bilerek girmemiz gerekiyor. 

Bunları gördüğümüzde sinirlenip, sıkıntı yaşayacaksak isek, Beden Eğitimin farklı bölümleri var, oralara da gidebiliriz. 

Otizmli çocuklarla çalışıyorsak, bunları hepsini göğüsleyecek şekilde gelmemiz gerekiyor bu işe. Yani yaptığımız işi seversek, başarı sonrasında gelecektir…”  

.

Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com