Toptancılık, ötekileştirme fitnelerine karşı Vatanseverlik ve İman Kardeşliği ya da “Sarı Öküzü vermeyeceğiz!..”
Toptancılık, ötekileştirme fitnelerine karşı Vatanseverlik ve İman Kardeşliği ya da “Sarı Öküzü vermeyeceğiz!..”
- 12-03-2020 10:29
- 1461
- 12-03-2020 10:29
- 1461
Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir.
Tarihimizde bazıları, Çin’in kötülük ve düşmanlığını göremedi.
İpek kumaşlar, iç gıcıklayıcı Çinli kadınların (prenses dediklerine bakmayın) oyuncağı oldu.
Devletinin başkentini Pekin yapanlar, Budizm belası ile Çin bataklığında eridiler, asimile oldular…
Bazıları kardeşleri Türk Boylarına karşı Çin ile işbirliği yaptılar.
Tarihimizde bazıları Altınordu’dan sonra büyüyen Ruslarla işbirliği yaptılar.
Onların iktidar vaatlerine inanıp kendi menfaatleri için kardeşlerine düşman oldular.
Bazıları dışlarındaki büyük düşmanlık ve tehditleri görmeyip, birbiri ile savaştılar sürekli olarak. Sebebi mi?
Araziden tutun, aşiret, unsuriyetçilik, mezhep, tarikat vs. gibi şimdi tarihin sayfalarında bile olmayan sebeplerle…
Gafletlerimiz bize nesiller, çağlar, coğrafyalar, vatanlar, medeniyetler kaybettirdi.
En büyük zararı kimden mi gördük peki?
İngiltere’den, Kraliçe’den..
Devamı ABD ve İsrail kuklasından...
Şu anda İslam kisveli kölelerinden de büyük düşmanlık görüyoruz.
DEAŞ’tan tutun, Kesnizani’ye, FETÖ’ye, Pakistan'ın FETÖ'sü “sahte âlim” Tahir-ül Kadri’ye, Selefi akımlardan Vehhabiliğe, bize karşı ayaklanan Balkan Halkları ve Arap Aşiretlerinden, şimdiki yönetici, diktatör, emir, kral ne var ise…
Uluslararası sermayeye ve köle düzeninin sahipleri, Avrupa’nın dünyanın başına bela hanedan ve derebeylerinin dölleri hep İngiltere ile birlikte hareket ederler. Ayrıca akrabadırlar. Şimdi Evanjelizm belasının müritleri de aynı şekilde…
İngilizler’in en önemli özelliği de onların kontrolünde İslam Coğrafyası’nda çok fazla ekol sahibi İslam İlahiyatçısı yetişmiştir.
İslam ile doğrudan asla mücadele etmemişlerdir.
Soktukları fitneler, sayısız ve şu anda bunların çoğu tespit edilebilmiş de değildir.
Sizce kraliçe’nin, veliaht İngiliz Prensi’nin gizlice Müslüman olduğu dedikodusu normal midir? Ya da “Asılırsan İngiliz sicimi ile asıl!” atasözü..
Ülkemiz son 300 yıldır, bu Küresel Güç Odakları ile doğrudan savaş halindedir. Çünkü Devlet-i Aliye’nin zayıflaması onların önünü açmıştır.
Yahudi’lerin Filistin’de Abdulhamid Han’dan toprak talepleri aslında semboliktir. Arka planında bu emperyal şebeke ile işbirliği yapmayan, onların karşısına dikilen bir Sultan ve Devlet vardır…
"Askerin Duası"nda diyor ya Z. Gökalp merhum;
“Elimde tüfenk, gönlümde iman,
Dileğim iki: DİN ile VATAN...
Ocağım ordu, büyüğüm SULTAN,
Sultan'a imdâd eyle Yârabbi!
Ömrünü müzdâd eyle Yârabbi!
Yolumuz gaza, sonu şehâdet,
Dinimiz ister sıdk ile hizmet,
Anamız vatan, babamız MİLLET,
Vatanı ma'mur eyle Yârabbi!
Milleti mesrur eyle Yârabbi!
Sancağım tevhid, bayrağım hilâl,
Birisi yeşil, ötekisi al,
İslâm'a acı, düşmandan öc al,
İslâm'ı âbâd eyle Yârabbi!
Düşmanı berbâd eyle Yârabbi!
Bu ruh ve vicdanı boğmak için 1. Dünya Savaşı’nın hedefidir Milletimiz..
DİN, VATAN, SULTAN yani DEVLET ve MİLLET…
Yıkılıyoruz diye birilerinin manda ve himayeyi konuştuğu, İngilizci, Amerikancı diye anıldığı dönemlerde işte birileri de DİN, VATAN, SULTAN yani DEVLET ve MİLLET diyordu.
Sonra birileri bunu söyleyen yiğit insanları toptan yargıladı, ötekileştirdi.
Abdulhamid Han’a karşı olan sözde bazı din adamları, siyasiler, edebiyatçılar Milli Şair, üstad vb. ünvanlarla anılırken A. H. Müftüoğlu gibi ÇAĞLAYANLAR, Ömer Seyfettin gibi Ferman yazarı ecdad âşıkları da unutturuldu.
Adeta bir işbirliği var yakın tarihimizde.
Şu anda bu işbirliği çok aşikâr oldu aslında.
İngiliz, ABD Uşağı FETÖ tarzı gayrimilli sözde dini guruplarla, radikal laik, demokrat, solcu, Batıcı unsurların işbirliği. Bunlar ABD, İngiltere, Almanya gibi Batı Ülkeleri’nde Türkiye’ye karşı operasyon peşindeler.
Şimdilerde Batıcılar, Atatürkçü maskesi ile, FETÖ tarzı işbirlikçiler ise, Modern İslamcı, Türk Milliyetçisi, hatta Kemalist pozlarda… Oyunun dehşetine bakın.
FETÖ’cüleri kurbağa misali suda “TEDBİR yapacağız” diyerek haşladılar.
Onlar en büyük haramı dahi sözde Allah Rızası deyip işlerler, hatta küfre, şirke dahi girerler.
Ne de olsa Allah ve Peygamber ile konuşan, bir hocaları var. Zamanında bir sümüklü adamın kendi aklıyla bu kadar kitlelere ulaşabileceğini düşünemedik.
Ben kandırılan insanımızı ayıplamıyorum.
Beleş bir yemek, bir yurtdışı gezisine tav olan sözüm ona Din Adamlarına, İlahiyatçılara, destek veren Diyanet mensuplarına hakkımı helal etmiyorum. Allah yarın huzurunda Ümmetin hakkını burunlarından getirsin inşaAllah..
Sadece ülkemizde mi böyle?
Hayır!
Tüm İslam Coğrafyasında sorun var.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde seçimler olacak, FETÖ mensuplarının nasıl bir etki yapacağını kestiremiyorlar, çok tedirginler. “Haydi Türkiye sen soktun sen çıkart..” diyeceğim de, kime!..
Ya Arap Coğrafyası!..
Vaktiyle Vehhabiliğe ve aşiretlerin ayaklanmalarına karşı tedbir alamamışız.
Bu gün fitne büyümüş, geldiği nokta mı?
ABD kuklası hatta ABD ve Evanjeliklerden daha kralcı Prensler, Emirler, Mısır’da diktatörler, Libya’da bölücü CIA ajanı general vb.
Bu arada, bana normal gelmeyen bir konuyu da belirtmek istiyorum. Neden tüm kaymakamlarımız stajlarında İngiltere’ye gönderilirler? Ve bu toplumda hiç eleştirilmez, hatta konuşulmaz bile.
Milletimizin ve Devletimizin öncülüğünde tüm Medeniyet Coğrafyamız bu oyunları bozar.
Nasıl mı?
Önce Milli birliği sağlamalıyız.
Bu manada en büyük düşman içeride.
Sürekli ötekileştiren, toptan yargılayan, yakın tarihimizi ve Aziz Türk Milleti’ni hiç tanımadan ahkâm kesen, arka planında ihanet ve işbirliği olan, her kesimin içindeki şahin görünümlü akbabalar…
Bu akbabalar, Milletimizi ve Coğrafyamızı parçalayıp, emperyalist canavarların bıraktığı leşimizden yararlanma pahasına aslında bizimle mücadele ediyorlar.
Yakın tarihimize bakın.
Bir İttihatçılar Süreci var.
Ama toptan yargılamak ne kadar uygun?
Mesela, Enver Paşa!..
Sarıkamış Harekâtı’nın hiç mi olumlu sonuçları yok?
Bu adamın nerede şehid olduğunu kaç kişi bilir?
Kut-ül Amare Kahramanı Halil KUT Paşa’nın yeğeni olduğunu bilir misiniz?
Peki, Bakü Fatihi, Kafkas İslam Ordusu Komutanı, sonra Silah Fabrikası ile parçalanan Nuri KİLLİGİL Paşa’nın ağabeyi olduğunu bilir misiniz?
Peki, İttihatçıların karşısında siyasi parti olarak kim ya da kimler vardı?
Bu partilerdeki kişilerin hepsi çok mu müteberdi?
Şimdilerde bir cemaat, o günlerde kurulan İngiliz parti geleneğini esas almış Osmanlı Ahrar Partisi’ni övüyor. Nasıl bir karışıklığı düşünün.
Enver Paşa ve adını unutturmak için bir yanda sözde İslamcılar diğer yanda Kemalistler.. Düşmanlıkta farklı pencerelerden hemfikirler.
Düşünün!..
Aynı şekilde, Mehmet Akif’e de kendilerine uysun uymasın toz kondurmuyorlar. İlginç değil mi sizce de?
Enver Paşa için yazılmış Kafkasya Marşı.. Şimdilerde İzmir Marşı’na dönüştürülen, muhatabı değiştirilen marş..
Kafkasya dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda, sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
*
Kafkasya dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları ben bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
*
Türk oğluyum ben ölmek isterim
Toprak diken olsa yatağım yerim
Allah'tan utansın dönenler geri
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana
*
Kafkasya dağlarına bomba koydular
Türk'ün sancağını öne koydular
Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
Aynı şekilde “Hoş gelişler ola, Kahraman Enver Paşa” diye Azerbaycan Türkleri’nin söylediği türkü!
Var mı duyan?
Oysa türkünün adına çevrildiği M. Kemal Paşa, Doğu cephesinde bulunmadı ki…
Geliyoruz bu güne…
Abdulhamid Misali, bir siyasi Lider var Türkiye’de. Milli, yerli..
Ömrü adım adım, basamak basamak mücadele ile geçmiş.
Etrafında insanlar var…
Kendi elleri ile taşıdığı.. Dün A. Gül, B. Arınç, A. Babacan, A. Davutoğlu, B. Atalay vb. Bu gün damadından, sözcüsüne, özel kaleminden bakanlarına başkaları…
Dünküleri gördük…
Bu günküler ne yapacak?
Bilmiyoruz..
Halka sorun isterseniz; “Kime ne kadar güveniyorsunuz?” diye…
Cumhurbaşkanımız ve Abdulhamid Han aklıma gelince nedense "Sarı Öküz" hikayesi geliyor aklıma..
Otlakların birinde, bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış.
Aslanlar bir çare düşünmüşler.
Topal aslan, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış. Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün, buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum, bugüne kadar sizlere zarar verdik ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o sarı öküzde. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de saldırganlaşıyoruz. Sizinle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, barış içinde yaşayalım".
Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz'ü aslanlara vermişler. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.
Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk'u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizleri de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Sizlere saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim".
Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk'u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.
Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sayıları azaldıkça sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar ise küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane dahi ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız!" demeye başlamışlar.
Öküzler, birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı? Oysa vaktiyle ne kadar güçlüydük." diye sormuş.
Boz Öküz, Benekli Öküz'ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş,"Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı. Sarı Öküz'ü vermeyecektik..."
Şimdi bakıyorum tüm düşmanlarımız R. Tayyip ERDOĞAN’a düşman.
Yerli araba yapıldı.
Adam arabaya bahane bulacak.
İtalyan bir aracın resmi servis edilmişti piyasaya. O arabanın yerli araba olmadığını bile bile "Yerli araba, İtalya’dan çalındı” diyor.
Oysa yerli aracımız motor, tip ve tasarım olarak hiçbir yabancı arabaya benzemiyor.
Milletim ne kadar gururlandıysa bu işbirlikçiler de o kadar şaşkın.
Ne diyeceklerini nereden vuracaklarını şaşırdılar..
Aziz Milletim!
Sarı Öküz’ü vermeyeceğiz.
İhanet ve sahibi İngiltere başta olmak üzere Batı bilsin ki, “Bir Millet Uyanıyor”.
Türkiye ile Türk Devletleri uyanıyor.
Devlet-i Aliye Coğrafyası uyanıyor, İslam Âlemi uyanıyor.
Aziz Milletim.
Büyük düşün.
Sen büyük bir devletin mirası üzerindesin. Yönettiğin topraklarda, Müslüman, Hıristiyan, Musevi dini ne olursa olsun, ecdadına bağlı beyler vardı, ağalar vardı, büyük aileler, tüccarlar vardı, İlim ve Edebiyat ehli aydın kişiler vardı.
Bil ki hala var. Hala Osmanlı’ya bağlı Balkan ve Avrupa Coğrafyası’nda, Kafkasya’da, Rusya’da aileler var.
Nerede Kırım Hanlığı’ndan kalanlar, nerede Şeyh Şamil’in Evlatları?.. Bil ki, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya ek Afrika’nın tamamında unsurlar var. Bil ki, Uzakdoğu’da vaktiyle Abdulhamid Han’ın görevlendirdiği, Ertuğrul Firkateyni’nin uğradığı limanlar boş değil, boşuna değil.
Aziz Milletim!
Ümid-i İstikbalsin.
Muhammed’in (SAV) en sadık fedailerinin evladısın.
Şairin dediği gibi;
“26 Ağustos 1922
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın!”
Sen övülmüş Fatih’in, O’nun kutlu askerlerinin evladısın.
Şimdi bize kâfir olduğu anlatılıp, Abdulhamid Han’ın mirası ile kavgalı hatta düşman diye anlatılan Abdulhamid Han’ı anlatan H. N. ATSIZ’ın makalesi ile sonluyorum.
Bu makaleyi lütfen okuyunuz. Abdulhamid Han’ı yeniden tanıyınız, hem de sürekli dışlanan Atsız’ın fikirlerini öğreniniz.
“ABDÜLHAMİD HAN (GÖKSULTAN)
Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?
Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü, Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü. Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı. Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı; Hâlbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı, Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı! gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılanıyordu.
Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.
Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar: “Türk, Musevi, Rum, Ermeni, Gördük bu rûz-ı rûşeni!” şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.
Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V. Murat, muhafazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak için mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.
İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışarıdan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hıristiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türk’le bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?
İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.
Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877–1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı Ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.
Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914–1918 Savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8–10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı.
Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.
Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.
Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir.
Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Taif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?
Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.
Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.
Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?
Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?
Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?
“Bu dünyada herkes birçok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve mu****inas idi. Doğu ve Batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.
Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamid, 'kızıl' değil, “Gök Sultan”dır.
Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk Tarihi, ne de Türk Milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer (Şimdi ki Güney Afrika’daki kabileler) savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?
O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?
Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk Milleti’ni kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları(!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof Çarı’nın Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.
Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.
Ve sokmadı da…
Ne diyelim? Durağı cennet olsun…
Nihal ATSIZ, Ocak Dergisi, 11. Sayı, 11 Mayıs 1956”
.
Emekli Yarbay Halil Mert, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-
Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir.
Tarihimizde bazıları, Çin’in kötülük ve düşmanlığını göremedi.
İpek kumaşlar, iç gıcıklayıcı Çinli kadınların (prenses dediklerine bakmayın) oyuncağı oldu.
Devletinin başkentini Pekin yapanlar, Budizm belası ile Çin bataklığında eridiler, asimile oldular…
Bazıları kardeşleri Türk Boylarına karşı Çin ile işbirliği yaptılar.
Tarihimizde bazıları Altınordu’dan sonra büyüyen Ruslarla işbirliği yaptılar.
Onların iktidar vaatlerine inanıp kendi menfaatleri için kardeşlerine düşman oldular.
Bazıları dışlarındaki büyük düşmanlık ve tehditleri görmeyip, birbiri ile savaştılar sürekli olarak. Sebebi mi?
Araziden tutun, aşiret, unsuriyetçilik, mezhep, tarikat vs. gibi şimdi tarihin sayfalarında bile olmayan sebeplerle…
Gafletlerimiz bize nesiller, çağlar, coğrafyalar, vatanlar, medeniyetler kaybettirdi.
En büyük zararı kimden mi gördük peki?
İngiltere’den, Kraliçe’den..
Devamı ABD ve İsrail kuklasından...
Şu anda İslam kisveli kölelerinden de büyük düşmanlık görüyoruz.
DEAŞ’tan tutun, Kesnizani’ye, FETÖ’ye, Pakistan'ın FETÖ'sü “sahte âlim” Tahir-ül Kadri’ye, Selefi akımlardan Vehhabiliğe, bize karşı ayaklanan Balkan Halkları ve Arap Aşiretlerinden, şimdiki yönetici, diktatör, emir, kral ne var ise…
Uluslararası sermayeye ve köle düzeninin sahipleri, Avrupa’nın dünyanın başına bela hanedan ve derebeylerinin dölleri hep İngiltere ile birlikte hareket ederler. Ayrıca akrabadırlar. Şimdi Evanjelizm belasının müritleri de aynı şekilde…
İngilizler’in en önemli özelliği de onların kontrolünde İslam Coğrafyası’nda çok fazla ekol sahibi İslam İlahiyatçısı yetişmiştir.
İslam ile doğrudan asla mücadele etmemişlerdir.
Soktukları fitneler, sayısız ve şu anda bunların çoğu tespit edilebilmiş de değildir.
Sizce kraliçe’nin, veliaht İngiliz Prensi’nin gizlice Müslüman olduğu dedikodusu normal midir? Ya da “Asılırsan İngiliz sicimi ile asıl!” atasözü..
Ülkemiz son 300 yıldır, bu Küresel Güç Odakları ile doğrudan savaş halindedir. Çünkü Devlet-i Aliye’nin zayıflaması onların önünü açmıştır.
Yahudi’lerin Filistin’de Abdulhamid Han’dan toprak talepleri aslında semboliktir. Arka planında bu emperyal şebeke ile işbirliği yapmayan, onların karşısına dikilen bir Sultan ve Devlet vardır…
"Askerin Duası"nda diyor ya Z. Gökalp merhum;
“Elimde tüfenk, gönlümde iman,
Dileğim iki: DİN ile VATAN...
Ocağım ordu, büyüğüm SULTAN,
Sultan'a imdâd eyle Yârabbi!
Ömrünü müzdâd eyle Yârabbi!
Yolumuz gaza, sonu şehâdet,
Dinimiz ister sıdk ile hizmet,
Anamız vatan, babamız MİLLET,
Vatanı ma'mur eyle Yârabbi!
Milleti mesrur eyle Yârabbi!
Sancağım tevhid, bayrağım hilâl,
Birisi yeşil, ötekisi al,
İslâm'a acı, düşmandan öc al,
İslâm'ı âbâd eyle Yârabbi!
Düşmanı berbâd eyle Yârabbi!
Bu ruh ve vicdanı boğmak için 1. Dünya Savaşı’nın hedefidir Milletimiz..
DİN, VATAN, SULTAN yani DEVLET ve MİLLET…
Yıkılıyoruz diye birilerinin manda ve himayeyi konuştuğu, İngilizci, Amerikancı diye anıldığı dönemlerde işte birileri de DİN, VATAN, SULTAN yani DEVLET ve MİLLET diyordu.
Sonra birileri bunu söyleyen yiğit insanları toptan yargıladı, ötekileştirdi.
Abdulhamid Han’a karşı olan sözde bazı din adamları, siyasiler, edebiyatçılar Milli Şair, üstad vb. ünvanlarla anılırken A. H. Müftüoğlu gibi ÇAĞLAYANLAR, Ömer Seyfettin gibi Ferman yazarı ecdad âşıkları da unutturuldu.
Adeta bir işbirliği var yakın tarihimizde.
Şu anda bu işbirliği çok aşikâr oldu aslında.
İngiliz, ABD Uşağı FETÖ tarzı gayrimilli sözde dini guruplarla, radikal laik, demokrat, solcu, Batıcı unsurların işbirliği. Bunlar ABD, İngiltere, Almanya gibi Batı Ülkeleri’nde Türkiye’ye karşı operasyon peşindeler.
Şimdilerde Batıcılar, Atatürkçü maskesi ile, FETÖ tarzı işbirlikçiler ise, Modern İslamcı, Türk Milliyetçisi, hatta Kemalist pozlarda… Oyunun dehşetine bakın.
FETÖ’cüleri kurbağa misali suda “TEDBİR yapacağız” diyerek haşladılar.
Onlar en büyük haramı dahi sözde Allah Rızası deyip işlerler, hatta küfre, şirke dahi girerler.
Ne de olsa Allah ve Peygamber ile konuşan, bir hocaları var. Zamanında bir sümüklü adamın kendi aklıyla bu kadar kitlelere ulaşabileceğini düşünemedik.
Ben kandırılan insanımızı ayıplamıyorum.
Beleş bir yemek, bir yurtdışı gezisine tav olan sözüm ona Din Adamlarına, İlahiyatçılara, destek veren Diyanet mensuplarına hakkımı helal etmiyorum. Allah yarın huzurunda Ümmetin hakkını burunlarından getirsin inşaAllah..
Sadece ülkemizde mi böyle?
Hayır!
Tüm İslam Coğrafyasında sorun var.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde seçimler olacak, FETÖ mensuplarının nasıl bir etki yapacağını kestiremiyorlar, çok tedirginler. “Haydi Türkiye sen soktun sen çıkart..” diyeceğim de, kime!..
Ya Arap Coğrafyası!..
Vaktiyle Vehhabiliğe ve aşiretlerin ayaklanmalarına karşı tedbir alamamışız.
Bu gün fitne büyümüş, geldiği nokta mı?
ABD kuklası hatta ABD ve Evanjeliklerden daha kralcı Prensler, Emirler, Mısır’da diktatörler, Libya’da bölücü CIA ajanı general vb.
Bu arada, bana normal gelmeyen bir konuyu da belirtmek istiyorum. Neden tüm kaymakamlarımız stajlarında İngiltere’ye gönderilirler? Ve bu toplumda hiç eleştirilmez, hatta konuşulmaz bile.
Milletimizin ve Devletimizin öncülüğünde tüm Medeniyet Coğrafyamız bu oyunları bozar.
Nasıl mı?
Önce Milli birliği sağlamalıyız.
Bu manada en büyük düşman içeride.
Sürekli ötekileştiren, toptan yargılayan, yakın tarihimizi ve Aziz Türk Milleti’ni hiç tanımadan ahkâm kesen, arka planında ihanet ve işbirliği olan, her kesimin içindeki şahin görünümlü akbabalar…
Bu akbabalar, Milletimizi ve Coğrafyamızı parçalayıp, emperyalist canavarların bıraktığı leşimizden yararlanma pahasına aslında bizimle mücadele ediyorlar.
Yakın tarihimize bakın.
Bir İttihatçılar Süreci var.
Ama toptan yargılamak ne kadar uygun?
Mesela, Enver Paşa!..
Sarıkamış Harekâtı’nın hiç mi olumlu sonuçları yok?
Bu adamın nerede şehid olduğunu kaç kişi bilir?
Kut-ül Amare Kahramanı Halil KUT Paşa’nın yeğeni olduğunu bilir misiniz?
Peki, Bakü Fatihi, Kafkas İslam Ordusu Komutanı, sonra Silah Fabrikası ile parçalanan Nuri KİLLİGİL Paşa’nın ağabeyi olduğunu bilir misiniz?
Peki, İttihatçıların karşısında siyasi parti olarak kim ya da kimler vardı?
Bu partilerdeki kişilerin hepsi çok mu müteberdi?
Şimdilerde bir cemaat, o günlerde kurulan İngiliz parti geleneğini esas almış Osmanlı Ahrar Partisi’ni övüyor. Nasıl bir karışıklığı düşünün.
Enver Paşa ve adını unutturmak için bir yanda sözde İslamcılar diğer yanda Kemalistler.. Düşmanlıkta farklı pencerelerden hemfikirler.
Düşünün!..
Aynı şekilde, Mehmet Akif’e de kendilerine uysun uymasın toz kondurmuyorlar. İlginç değil mi sizce de?
Enver Paşa için yazılmış Kafkasya Marşı.. Şimdilerde İzmir Marşı’na dönüştürülen, muhatabı değiştirilen marş..
Kafkasya dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda, sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
*
Kafkasya dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları ben bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
*
Türk oğluyum ben ölmek isterim
Toprak diken olsa yatağım yerim
Allah'tan utansın dönenler geri
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana
*
Kafkasya dağlarına bomba koydular
Türk'ün sancağını öne koydular
Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.
Aynı şekilde “Hoş gelişler ola, Kahraman Enver Paşa” diye Azerbaycan Türkleri’nin söylediği türkü!
Var mı duyan?
Oysa türkünün adına çevrildiği M. Kemal Paşa, Doğu cephesinde bulunmadı ki…
Geliyoruz bu güne…
Abdulhamid Misali, bir siyasi Lider var Türkiye’de. Milli, yerli..
Ömrü adım adım, basamak basamak mücadele ile geçmiş.
Etrafında insanlar var…
Kendi elleri ile taşıdığı.. Dün A. Gül, B. Arınç, A. Babacan, A. Davutoğlu, B. Atalay vb. Bu gün damadından, sözcüsüne, özel kaleminden bakanlarına başkaları…
Dünküleri gördük…
Bu günküler ne yapacak?
Bilmiyoruz..
Halka sorun isterseniz; “Kime ne kadar güveniyorsunuz?” diye…
Cumhurbaşkanımız ve Abdulhamid Han aklıma gelince nedense "Sarı Öküz" hikayesi geliyor aklıma..
Otlakların birinde, bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış.
Aslanlar bir çare düşünmüşler.
Topal aslan, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış. Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün, buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum, bugüne kadar sizlere zarar verdik ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o sarı öküzde. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de saldırganlaşıyoruz. Sizinle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, barış içinde yaşayalım".
Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz'ü aslanlara vermişler. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.
Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk'u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizleri de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Sizlere saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim".
Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk'u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.
Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sayıları azaldıkça sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar ise küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane dahi ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız!" demeye başlamışlar.
Öküzler, birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı? Oysa vaktiyle ne kadar güçlüydük." diye sormuş.
Boz Öküz, Benekli Öküz'ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş,"Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı. Sarı Öküz'ü vermeyecektik..."
Şimdi bakıyorum tüm düşmanlarımız R. Tayyip ERDOĞAN’a düşman.
Yerli araba yapıldı.
Adam arabaya bahane bulacak.
İtalyan bir aracın resmi servis edilmişti piyasaya. O arabanın yerli araba olmadığını bile bile "Yerli araba, İtalya’dan çalındı” diyor.
Oysa yerli aracımız motor, tip ve tasarım olarak hiçbir yabancı arabaya benzemiyor.
Milletim ne kadar gururlandıysa bu işbirlikçiler de o kadar şaşkın.
Ne diyeceklerini nereden vuracaklarını şaşırdılar..
Aziz Milletim!
Sarı Öküz’ü vermeyeceğiz.
İhanet ve sahibi İngiltere başta olmak üzere Batı bilsin ki, “Bir Millet Uyanıyor”.
Türkiye ile Türk Devletleri uyanıyor.
Devlet-i Aliye Coğrafyası uyanıyor, İslam Âlemi uyanıyor.
Aziz Milletim.
Büyük düşün.
Sen büyük bir devletin mirası üzerindesin. Yönettiğin topraklarda, Müslüman, Hıristiyan, Musevi dini ne olursa olsun, ecdadına bağlı beyler vardı, ağalar vardı, büyük aileler, tüccarlar vardı, İlim ve Edebiyat ehli aydın kişiler vardı.
Bil ki hala var. Hala Osmanlı’ya bağlı Balkan ve Avrupa Coğrafyası’nda, Kafkasya’da, Rusya’da aileler var.
Nerede Kırım Hanlığı’ndan kalanlar, nerede Şeyh Şamil’in Evlatları?.. Bil ki, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya ek Afrika’nın tamamında unsurlar var. Bil ki, Uzakdoğu’da vaktiyle Abdulhamid Han’ın görevlendirdiği, Ertuğrul Firkateyni’nin uğradığı limanlar boş değil, boşuna değil.
Aziz Milletim!
Ümid-i İstikbalsin.
Muhammed’in (SAV) en sadık fedailerinin evladısın.
Şairin dediği gibi;
“26 Ağustos 1922
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın!”
Sen övülmüş Fatih’in, O’nun kutlu askerlerinin evladısın.
Şimdi bize kâfir olduğu anlatılıp, Abdulhamid Han’ın mirası ile kavgalı hatta düşman diye anlatılan Abdulhamid Han’ı anlatan H. N. ATSIZ’ın makalesi ile sonluyorum.
Bu makaleyi lütfen okuyunuz. Abdulhamid Han’ı yeniden tanıyınız, hem de sürekli dışlanan Atsız’ın fikirlerini öğreniniz.
“ABDÜLHAMİD HAN (GÖKSULTAN)
Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?
Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü, Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü. Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı. Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı; Hâlbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı, Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı! gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılanıyordu.
Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.
Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar: “Türk, Musevi, Rum, Ermeni, Gördük bu rûz-ı rûşeni!” şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.
Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V. Murat, muhafazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak için mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.
İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışarıdan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hıristiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türk’le bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?
İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.
Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877–1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı Ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.
Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914–1918 Savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8–10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı.
Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.
Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.
Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir.
Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Taif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?
Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.
Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.
Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?
Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?
Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?
“Bu dünyada herkes birçok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve mu****inas idi. Doğu ve Batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.
Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamid, 'kızıl' değil, “Gök Sultan”dır.
Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk Tarihi, ne de Türk Milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer (Şimdi ki Güney Afrika’daki kabileler) savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?
O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?
Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk Milleti’ni kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları(!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof Çarı’nın Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.
Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.
Ve sokmadı da…
Ne diyelim? Durağı cennet olsun…
Nihal ATSIZ, Ocak Dergisi, 11. Sayı, 11 Mayıs 1956”
.
Emekli Yarbay Halil Mert, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-