Türkiye siyasetine jeopolitik ufuk kazandıran Amiral Soner Polat ve sır dostları

Türkiye siyasetine jeopolitik ufuk kazandıran Amiral Soner Polat ve sır dostları

“Mahkeme kadıya mülk değil” ama cennetin tapusunu  cebinde taşıdığını sanan “kaba softa, ham yobaz” güruhundan da çok var. 

Türkiye'de hödük olmak için sağcı ya da solcu olmak veya ateist ya da herhangi bir dine mensup olmak gerekmiyor. Her kesimde yeteri kadar mevcut. 

Bu hödüklük mevzuu durup dururken çıkmadı.

Vatan Partisi yöneticilerinden ve Aydınlık gazetesi yazarı emekli Amiral Soner Polat’ın cenaze töreninde, ilahiyatçı, yazar, program yapımcısı ve sunucusu Ömer Döngeloğlu’nun merhum için helallik isteyen sözleri, bazı “İslamcılar”ı çileden çıkarmış olmalı ki ilgili habere, "Ömer Döngeloğlu Aydınlıkçı Generali Cennete Yolladı!" başlığını atmaktan geri durmadılar. 

Cennet - cehennem bunların tekelinde! Cennet’in ve Cehennem’in sahibi, bu mekanları onlarla müşterek işletiyor sanki!

Bu türedi İslamcılara göre bir inanan kendileri. 

Bu türedilerin, CIA ve NATO’nun “Yeşil Kuşak” projesine Allah rızası için gönüllü hizmet ettikleri günlerde, Komünist Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’nde Türk İslam Mefkuresinin yılmaz müdafisiydi. 

Komünist Nazım Hikmet, Bükreş’te Kadir Gecesi’nde camiye nasıl gitti?

Romanyalı Prof. Mustafa Mehmet; Komünist Nazım Hikmet'i anlatıyor:

Yıl 1957, Ramazan ayının 27’nci günüydü. Romanya Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü'nde çalışıyordum. Enstitü Müdürü beni odasına çağırınca çok heyecanlandım.

Komünist rejimde bir işçinin, müdürü tarafından odasına çağrılması pek hayra alamet değildi çünkü. Bana ‘Otur’ dedi. “Scinteia Gazetesi'ni okudun mu?”

O gazete, İşçi Partisi Merkez Komitesi yayın organıydı. “Evet” dedim. “O zaman Nazım Hikmet'in Bükreş'te olduğunu duymuşsundur” dedi.

Beni şöyle aşağıdan yukarı doğru süzdü. “Hemen evine git, elbiselerini değiştir ve Athena Palace Oteli'nde kalan Nazım Hikmet'in yanına git. Nazım Hikmet Türkçe bilen biriyle konuşmak istiyormuş. Ne isterse ona göre hareket et.” Ardından, “Bize de bilgi ver” diye ekledi.

Athena Palace Oteli'nde Nazım Hikmet'in odasının kapısını ürkek ürkek tıklattım. Kapıyı kendisi açtı. İri-yarı bir insandı.

Çok heyecanlanmıştım. İçimden “Ey garip Mustafa, sen nire, Nazım Hikmet nire” dedim. “Türkçe konuşan sensin değil mi?” diyerek beni odasına buyur etti…”

Odada Ankara mı İstanbul mu bilemediğim bir radyo çalıyordu….

Yanında sonradan adını yanlış hatırlamıyorsam Galina (Nazım'ın doktoru ve sevgilisi Galina Grigoryevna Kolesnikova olsa gerek) olduğunu öğrendiğim hanım da bana tebessüm etti.

Nazım Hikmet bana ne iş yaptığımı sordu. Gözlerinden Türkçe bilen biri ile konuşmanın mutluluğunu okuyordum. Birden sandalyeden ayağa kalktı ve bana tok bir sesle ‘‘Oruç tutuyor musun?’’ dedi.

“Kardeşim bu akşam Kadir Gecesi’dir. Beni camiye götürmeni istiyorum.’’

Şaşkınlık içinde, olur efendim, diyebildim. İçimden, “Allah Allah! Koskoca bir komünist nasıl olur da…" diye geçirdim. “Siz akşam ezanından sonra hazır olun” dedim.

Devlet ona bir araba tahsis etmişti. Teravihe kadar camiyi ziyaret ederiz diye anlaştık. Odadan çıkınca beni bir panik aldı. Teşkilata haber versem bir türlü, vermesem bir türlü.

Şimdi yıkıldı orası ama Carol parkının içinde bir göl, ortasında bir adacık, onun üstünde de şirin bir camimiz vardı. İmama önceden haber verdim.

Çok önemli bir misafiri akşam ile teravih namazı arasında camiyi ziyarete getireceğimi ve küçük bir mevlit programı yapmasını istedim.

Nazım ve yanındaki hanımla camiye doğru yola çıktık. Nazım Hikmet, gittiğimiz yeri şoförün bilmesini istemiyordu. Arabayı camiye uzak bir yerde durdurttu, şoförü yolladı.

Cami yarıya kadar doluydu ve mevlit okunuyordu. Nazım Hikmet için caminin ortasına bir sandalye konulmuştu. Nazım sandalyeye oturdu. Yanındaki hanım ise ayakta durdu.

İmam bana mevlitten kısa bir parça okumamı istedi. Ben de “Ey Azizler…”i okudum. 

Nazım dinledi. 

Sonra cemaate ünlü şairin aramızda bulunduğunu duyurdum.

İşte bu sırada Nazım kalkıp, cemaate ‘‘Ben komünistim. Ama sizleri böyle cami gibi kutsal bir mekanda derli toplu görmekten son derece mutlu oldum ve çok duygulandım’’ dedi. 

Düşünsenize Sovyetler Birliği’nde Komünist rejimde, baskı altındaki Müslüman Türkler’e millet ve ümmet olma mesajı daha nasıl verilebilirdi!..

Gel de bunu “NATO’cu İslamcılar”a anlat! 

Nazım Hikmet'in bir de “Ağa Camii” şiiri var…

AĞA CAMİİ

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce 

Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;

Allahımın ismini daha çok candan andım.

Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!

Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...

Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,

Üstünde orospular yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,

Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,

Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster

Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer

Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,

Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!

Eyyyy; kaba softa ham yobaz takımı!.. Hani “Kalplerde olanı Allah biliyor”du!..

Sovyetler Birliği’nin son Devlet Başkanı Gorbaçov, Nazım Hikmet'e hayranlığını dile getirerek Komünist Partisi’nin genç bir üyesiyken şiirlerini, okuduğunu söylemiş;  “Ben üniversitedeyken Nazım Hikmet çok popülerdi. Türk Che Guevara’sı gibiydi” demişti. 

Anadolu Gençlik Derneği, Aytunç Altındal'ın cenaze namazında Tekbir getirdi… 

18 Kasım 2013'te kanser hücresi bulaştırılarak öldürülen Aytunç Altındal’ın yakın dostu Abdurrahman Dilipak'a "Ben Müslüman adamım. Cenazemde alkış falan istemem. Cenazem tekbirlerle uğurlansın ve toprağa öyle defnedilsin" demişti. 

Abdurrahman Dilipak namazı kıldıran imamın yanına geçerek, Aytunç Altındal'ın tekbirlerle uğurlanmak istediğini kendisine vasiyet ettiğini söyleyerek cenaze namazına katılanlarla birlikte tekbir getirmişti. 

Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şube Başkanı il başkan yardımcıları, ilçe başkanları ve çok sayıda Anadolu Gençlik Derneği mensubu gençler, Aytunç Altındal’ın cenazesinde vasiyeti gereği tekbir getirdiler. 

“Müslüman gibi yaşadım, Müslüman gibi hatırlanmak istiyorum” cümlesi de yine vefatından hemen önce merhuma aitti. 

Amiral Soner Polat “Bismillah Vira!” dedi…

Merhum Amiral Soner Polat, Aydınlık’ta düzenli yazılarına 12 Ağustos 2015’te başlamıştı.

İlk yazısının sonlarına doğru; "Biz bahriyeliler demir alırken “Bismillah Vira!” deriz. 

Önce Bismillah sözcüğünü kullanır, daha sonra eylemi ifade ederiz: “Bismillah Fundo, Bismillah halatlar fora!” gibi!

Ama sivil gemiciler genellikle, “Vira Bismillah!” komutunu kullanır.

Demir alarak Aydınlık seyrine başlarken köşemin adını “Bismillah Vira!” koydum.

İnşallah Allah utandırmaz ve geçmişten gelip geleceğe uzanan bu kutlu hareket için bir çivi de ben çakarım…"  ifadesiyle Müslüman Türk'ün irfanını, imanını yansıtmıştı.  

Ahiret kapısını da “Bismillah Vira!” diyerek araladı. 

Emperyalizm ile boğuşan tüm milletlerin kavgasında tarafım...

Soner Polat da FETÖ’nün “Balyoz kumpası”nın 3.5 yıl Silivri'de tutsak tuttuğu, yurtsever askerlerden biriydi.

Kansere de büyük olasılıkla o beton ve çelik zindanda yakalanmıştı. 

Muhtemelen Aytunç Altındal gibi, ona da Silivri'de kanser hücresi bulaştırılmıştı. 

Abdurrahman Dilipak Aytunç Altındal’ın, Ömer Döngeloğlu Soner Polat'ın cenazesinde insanları şaşırttı… 

Amiral Soner Polat'ın cenazesinde mükemmel bir helallik konuşması yapan ilahiyatçı yazar Ömer Döngeloğlu’nun, “Cenazelerde esas olarak katılanların merhuma helalliği istenir ama bu cenazede burada bulunanların merhuma özür ve ondan alacakları bir helâlliğe ihtiyacı var…” sözleri çok çok konuşuldu.

“Ömer Döngeloğlu Aydınlıkçı Generali Cennete Yolladı!” 

Adamlar diyor ki; “Ey Döngeloğlu! “İslamcılar”ın Engizisyonuna göre, seni afaroz ediyoruz!.. Eğer seni musalla taşında  görürsek hocanın merhumu nasıl bilirdin sözüne “hiç te iyü bilmeyük diyük…

Duasıyla o "İslamcılar”ı zıvanadan çıkaran İlahiyatçı Döngeloğlu’nu, Soner Polat’ın cenazesine çağıran Avukat Faik Işık kim?

FETÖ'cü darbe girişimi davalarında Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanlık'ın avukatlığını yapan Faik Işık, 5.11.1963 Yozgat Boğazlıyan doğumlu. 1981 yılı İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu. 

Lise yıllarında Kayseri Milli Türk Talebe Birliği aktif üyesi olan Faik Işık, 1983'te Milli Gazete Yazı İşleri Md Yardımcısı görevini üstlendi. 

Bugüne dek, kamuoyunda ses getiren davalarda avukat olarak görev alan Faik Işık'ın adını kamuoyu ilk olarak, 2 Temmuz 1993 tarihinde, “Sivas olayları davası”yla duydu.

Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin “Radikal islamcılar tarafından yakılması” ve çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının can verdiği facianın davasında şüphelileri savunan 25 avukattan biri olan Işık, sonraları birçok önemli davada da görev yaptı.

Faik Işık” ismi, bir başka önemli davada daha kamuoyunun karşısına çıktı. 

Mercümek Skandalı” olarak bilinen davada Faik Işık, Refah Partili Süleyman Mercümek'in avukatı olmuştu. 

Ancak Işık, Bosna'ya yardım amaçlı topladığı paraları kişisel hesabına aktardığı ve partisi için kullandığı iddia edilen Süleyman Mercümek'in “4 yıl 1 ay ve 20 trilyon lira ceza” almasına engel olamamıştı.

Işık, bu davada aynı zamanda Mercümek ile birlikte Refah Partisi'nin gizli kasası olarak bilinen bir başka isim Beşir Darçın'ın da avukatlığını yapmıştı.

"Erbakan, Bosna Cihadı’na yardım için toplanan paraları 'Repo'ya yatırttı…"

Temmuz 2011'de kendisiyle yapılan bir söyleşide, bu süreci şöyle anlatmıştı:

“1995 genel seçimi öncesindeyiz. Bosna'da savaş devam ediyor. O zaman Avrupa'daki İHH adlı yardım kuruluşu aracılığıyla yardımlar toplanıyor. 

Refah Partisi olarak topladığımız paraları, Erbakan Hoca'nın muteber kabul ettiği kişilere veriyoruz.

Dosyayı çalışırken şunlara şahit oldum: Bizim arkadaşların Bosna'ya yardım diye topladığı paraların rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın emriyle repoya yatırıldığını, daha sonra bir kısmının Erbakan'ın uygun gördüğü yerlere harcandığını, aslında Erbakan'ın Marmara Bank, Exim Bank, TYT Bank gibi bazı batmış bankalarda parasının bulunduğunu, bu bankaların batması nedeniyle tahsilat problemi çektiğini gördüm. 

Erbakan Hoca'nın yakınında bu işleri yöneten birkaç kişiye niçin repo yapıldığını, bunun haram olup olmadığını sorduğumda yanıt şu oldu: 

“Hocamız, Türkiye'deki cihat kazanılmadan başkalarına yardım edilemez, diyor. Onun için yardımların bir kısmı da burada harcandı” cevabını aldım."

Aynı olayı biraz farklı şekilde bir başka zaman bir başka gazeteciye "Bizim arkadaşların Bosna’ya yardım diye topladığı paraların rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın emriyle Körfez ülkelerinde repoya yatırıldığını, daha sonra bir kısmının Erbakan’ın uygun gördüğü yerlere harcandığını, aslında Erbakan’ın Marmara Bank, Eximbank, TYT Bank gibi bazı batmış bankalarda parasının bulunduğunu, bu bankaların batması nedeniyle tahsilat problemi çektiğini şaşkınlıkla gördüm" ifadesiyle anlatmıştı. 

Asıl yıldızı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir  Belediye Başkanlığı döneminde parladı. 

Erdoğan hakkında 12 Aralık 1997’de Siirt’te yaptığı bir konuşmada okuduğu şiir yüzünden dava açılmıştı. 26 Mart 1999 günü girdiği Pınarhisar Cezaevi’nden, dört ay sonra, 24 Temmuz 1999 günü, yani 17 Ağustos depreminden yaklaşık bir ay önce çıkmıştı. 

Avukatı Faik Işık onun davasının seyrini kitaplaştırmış, belgeleri, bilgisayar çıkışlarının ciltlenmesinden oluşan “Recep Tayyip Erdoğan Davası” adlı bir yayına dönüştürmüştü.

Erdoğan’ın avukatlığından sonra Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın da avukatlığını üstlenmişti.

Hatta Aziz Yıldırım ile Cübbeli Ahmet Hoca’yı her ikisi de cezaevinde yatarken irtibatlandırmış, Aziz Yıldırım tahliyesinin ardından bir “vefa” örneği sergileyerek Cübbeli Ahmet Hoca’yı Metris’te ziyaret ederek bir ihtiyacı olup olmadığını sormuştu. 

Merhum Esad Coşan Hoca ve Hakyol Vakfı ile bağlantısı… 

Hak Yol Vakfı’nda üniversite öğrenicilerine yönelik kültür sanat çalışmalarında bulunduğu, kendisi ile ilgili birçok biyografide mevcut. 

Vakıf bünyesinde ve önderliğinde çıkarılan bazı dergilerin neşrinde “kilit isim” olduğu da söyleniyor. 

Hatta Refah Partisi’ne yakınlığı nedeniyle, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın gurbetçilerden topladıkları üye aidatlarının Erbakan'a teslim edildiğini öğreniyor. 

Erbakan’ın körfez ülkelerinde ve Türkiye’de bazı bankalara  gurbetçilerden toplanan bu aidatları “Repo”ya yatırdığı bilgisini  İskenderpaşa Şeyhi Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi'ye sızdırdığı için “Tekke ile Parti’nin arasının açıldığı” iddia ediliyor.

Avukat Işık'ın savunduğu isimlerden birisi de “JetPa davası” olarak bilinen davada yargılanan Fadıl Akgündüz'dür. Hakkında tutuklama kararı çıkan davadan sonra Akgündüz, Avrupa'ya gitmiş, 2002'de Siirt'ten bağımsız milletvekili olunca geri dönmüştü.

Savunduğu bir başka önemli isim ise geçtiğimiz aylarda öldürülen “El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in adamı” olduğu iddia edilen “Mısırlı televizyoncu Rafet Yahya Alazeab Abdau”dur.

Daha çok malumat olmasına rağmen şu bilgiyle yetinin. 15 Temmuz darbe gecesi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in destek mesajını Cumhurbaşkanı Erdoğan'a iletebilecek kadar her iki isme yakın birisi.

Van’da doğdu, İstanbul’da öldü...

Soner Polat, 1958 yılında, Van’da doğdu. Gerisini zaten biliyorsunuz. 

Soner Polat da Balyoz kumpasının 3.5 yıl Silivri'de tutsak tuttuğu yurtsever askerlerden biriydi; kansere de büyük olasılıkla o beton ve çelik zindanda yakalanmıştı. Muhtemelen Aytunç Altındal gibi onada Silivri'de kanser hücresi bulaştırılmıştı.

3,5 yıl cezaevinde kalan Soner Polat; 2013 yılında Necdet Özel’in imzasıyla emekli edilen askerlerdendi.

2005-2007 yıllarında Ankara'da Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı, Deniz Kurmay Albay rütbesiyle görev yaptığı Deniz Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanlığından 2005 yılı Ağustos ayında terfi etmiş, Tuğamiral rütbesiyle Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı'na  atanmıştı. 

O tarihte Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'tü. Hilmi Paşa, 28 Ağustos 2006 tarihinde emekli olarak görevini Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a devretti. Soner Polat, Büyükanıt'la çalıştı. 

Amiral Soner Polat'ın; İhtilal Harbi’nde Bahriyemiz, Yeniden Kazanmak ve Türkiye İçin Jeopolitik Rota Mavi Vatan İçin Jeopolitik Rota adlı kitapları yayımlandı.

İşte istihbarat birimlerindeki, adeta çekirdek yetişme görevleri nedeniyle Soner Polat, bir Amiral olmasına rağmen, kara savaşını ve terörle mücadeleyi de doğru analiz edebilen ender isimlerden biri olduğu gibi Vatan Partisi çatısı altında Türkiye siyasetine de jeopolitik bir ufuk kazandırmıştı.

Vatan Partisi Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı”nın yanı sıra Aydınlık gazetesi yazarlığını da son nefesine kadar sürdürdü. 

Ruhu şad mekanı cennet olsun Allah rahmet eylesin!

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

“Mahkeme kadıya mülk değil” ama cennetin tapusunu  cebinde taşıdığını sanan “kaba softa, ham yobaz” güruhundan da çok var. 

Türkiye'de hödük olmak için sağcı ya da solcu olmak veya ateist ya da herhangi bir dine mensup olmak gerekmiyor. Her kesimde yeteri kadar mevcut. 

Bu hödüklük mevzuu durup dururken çıkmadı.

Vatan Partisi yöneticilerinden ve Aydınlık gazetesi yazarı emekli Amiral Soner Polat’ın cenaze töreninde, ilahiyatçı, yazar, program yapımcısı ve sunucusu Ömer Döngeloğlu’nun merhum için helallik isteyen sözleri, bazı “İslamcılar”ı çileden çıkarmış olmalı ki ilgili habere, "Ömer Döngeloğlu Aydınlıkçı Generali Cennete Yolladı!" başlığını atmaktan geri durmadılar. 

Cennet - cehennem bunların tekelinde! Cennet’in ve Cehennem’in sahibi, bu mekanları onlarla müşterek işletiyor sanki!

Bu türedi İslamcılara göre bir inanan kendileri. 

Bu türedilerin, CIA ve NATO’nun “Yeşil Kuşak” projesine Allah rızası için gönüllü hizmet ettikleri günlerde, Komünist Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’nde Türk İslam Mefkuresinin yılmaz müdafisiydi. 

Komünist Nazım Hikmet, Bükreş’te Kadir Gecesi’nde camiye nasıl gitti?

Romanyalı Prof. Mustafa Mehmet; Komünist Nazım Hikmet'i anlatıyor:

Yıl 1957, Ramazan ayının 27’nci günüydü. Romanya Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü'nde çalışıyordum. Enstitü Müdürü beni odasına çağırınca çok heyecanlandım.

Komünist rejimde bir işçinin, müdürü tarafından odasına çağrılması pek hayra alamet değildi çünkü. Bana ‘Otur’ dedi. “Scinteia Gazetesi'ni okudun mu?”

O gazete, İşçi Partisi Merkez Komitesi yayın organıydı. “Evet” dedim. “O zaman Nazım Hikmet'in Bükreş'te olduğunu duymuşsundur” dedi.

Beni şöyle aşağıdan yukarı doğru süzdü. “Hemen evine git, elbiselerini değiştir ve Athena Palace Oteli'nde kalan Nazım Hikmet'in yanına git. Nazım Hikmet Türkçe bilen biriyle konuşmak istiyormuş. Ne isterse ona göre hareket et.” Ardından, “Bize de bilgi ver” diye ekledi.

Athena Palace Oteli'nde Nazım Hikmet'in odasının kapısını ürkek ürkek tıklattım. Kapıyı kendisi açtı. İri-yarı bir insandı.

Çok heyecanlanmıştım. İçimden “Ey garip Mustafa, sen nire, Nazım Hikmet nire” dedim. “Türkçe konuşan sensin değil mi?” diyerek beni odasına buyur etti…”

Odada Ankara mı İstanbul mu bilemediğim bir radyo çalıyordu….

Yanında sonradan adını yanlış hatırlamıyorsam Galina (Nazım'ın doktoru ve sevgilisi Galina Grigoryevna Kolesnikova olsa gerek) olduğunu öğrendiğim hanım da bana tebessüm etti.

Nazım Hikmet bana ne iş yaptığımı sordu. Gözlerinden Türkçe bilen biri ile konuşmanın mutluluğunu okuyordum. Birden sandalyeden ayağa kalktı ve bana tok bir sesle ‘‘Oruç tutuyor musun?’’ dedi.

“Kardeşim bu akşam Kadir Gecesi’dir. Beni camiye götürmeni istiyorum.’’

Şaşkınlık içinde, olur efendim, diyebildim. İçimden, “Allah Allah! Koskoca bir komünist nasıl olur da…" diye geçirdim. “Siz akşam ezanından sonra hazır olun” dedim.

Devlet ona bir araba tahsis etmişti. Teravihe kadar camiyi ziyaret ederiz diye anlaştık. Odadan çıkınca beni bir panik aldı. Teşkilata haber versem bir türlü, vermesem bir türlü.

Şimdi yıkıldı orası ama Carol parkının içinde bir göl, ortasında bir adacık, onun üstünde de şirin bir camimiz vardı. İmama önceden haber verdim.

Çok önemli bir misafiri akşam ile teravih namazı arasında camiyi ziyarete getireceğimi ve küçük bir mevlit programı yapmasını istedim.

Nazım ve yanındaki hanımla camiye doğru yola çıktık. Nazım Hikmet, gittiğimiz yeri şoförün bilmesini istemiyordu. Arabayı camiye uzak bir yerde durdurttu, şoförü yolladı.

Cami yarıya kadar doluydu ve mevlit okunuyordu. Nazım Hikmet için caminin ortasına bir sandalye konulmuştu. Nazım sandalyeye oturdu. Yanındaki hanım ise ayakta durdu.

İmam bana mevlitten kısa bir parça okumamı istedi. Ben de “Ey Azizler…”i okudum. 

Nazım dinledi. 

Sonra cemaate ünlü şairin aramızda bulunduğunu duyurdum.

İşte bu sırada Nazım kalkıp, cemaate ‘‘Ben komünistim. Ama sizleri böyle cami gibi kutsal bir mekanda derli toplu görmekten son derece mutlu oldum ve çok duygulandım’’ dedi. 

Düşünsenize Sovyetler Birliği’nde Komünist rejimde, baskı altındaki Müslüman Türkler’e millet ve ümmet olma mesajı daha nasıl verilebilirdi!..

Gel de bunu “NATO’cu İslamcılar”a anlat! 

Nazım Hikmet'in bir de “Ağa Camii” şiiri var…

AĞA CAMİİ

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce 

Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;

Allahımın ismini daha çok candan andım.

Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!

Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...

Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,

Üstünde orospular yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,

Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,

Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster

Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer

Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,

Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!

Eyyyy; kaba softa ham yobaz takımı!.. Hani “Kalplerde olanı Allah biliyor”du!..

Sovyetler Birliği’nin son Devlet Başkanı Gorbaçov, Nazım Hikmet'e hayranlığını dile getirerek Komünist Partisi’nin genç bir üyesiyken şiirlerini, okuduğunu söylemiş;  “Ben üniversitedeyken Nazım Hikmet çok popülerdi. Türk Che Guevara’sı gibiydi” demişti. 

Anadolu Gençlik Derneği, Aytunç Altındal'ın cenaze namazında Tekbir getirdi… 

18 Kasım 2013'te kanser hücresi bulaştırılarak öldürülen Aytunç Altındal’ın yakın dostu Abdurrahman Dilipak'a "Ben Müslüman adamım. Cenazemde alkış falan istemem. Cenazem tekbirlerle uğurlansın ve toprağa öyle defnedilsin" demişti. 

Abdurrahman Dilipak namazı kıldıran imamın yanına geçerek, Aytunç Altındal'ın tekbirlerle uğurlanmak istediğini kendisine vasiyet ettiğini söyleyerek cenaze namazına katılanlarla birlikte tekbir getirmişti. 

Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şube Başkanı il başkan yardımcıları, ilçe başkanları ve çok sayıda Anadolu Gençlik Derneği mensubu gençler, Aytunç Altındal’ın cenazesinde vasiyeti gereği tekbir getirdiler. 

“Müslüman gibi yaşadım, Müslüman gibi hatırlanmak istiyorum” cümlesi de yine vefatından hemen önce merhuma aitti. 

Amiral Soner Polat “Bismillah Vira!” dedi…

Merhum Amiral Soner Polat, Aydınlık’ta düzenli yazılarına 12 Ağustos 2015’te başlamıştı.

İlk yazısının sonlarına doğru; "Biz bahriyeliler demir alırken “Bismillah Vira!” deriz. 

Önce Bismillah sözcüğünü kullanır, daha sonra eylemi ifade ederiz: “Bismillah Fundo, Bismillah halatlar fora!” gibi!

Ama sivil gemiciler genellikle, “Vira Bismillah!” komutunu kullanır.

Demir alarak Aydınlık seyrine başlarken köşemin adını “Bismillah Vira!” koydum.

İnşallah Allah utandırmaz ve geçmişten gelip geleceğe uzanan bu kutlu hareket için bir çivi de ben çakarım…"  ifadesiyle Müslüman Türk'ün irfanını, imanını yansıtmıştı.  

Ahiret kapısını da “Bismillah Vira!” diyerek araladı. 

Emperyalizm ile boğuşan tüm milletlerin kavgasında tarafım...

Soner Polat da FETÖ’nün “Balyoz kumpası”nın 3.5 yıl Silivri'de tutsak tuttuğu, yurtsever askerlerden biriydi.

Kansere de büyük olasılıkla o beton ve çelik zindanda yakalanmıştı. 

Muhtemelen Aytunç Altındal gibi, ona da Silivri'de kanser hücresi bulaştırılmıştı. 

Abdurrahman Dilipak Aytunç Altındal’ın, Ömer Döngeloğlu Soner Polat'ın cenazesinde insanları şaşırttı… 

Amiral Soner Polat'ın cenazesinde mükemmel bir helallik konuşması yapan ilahiyatçı yazar Ömer Döngeloğlu’nun, “Cenazelerde esas olarak katılanların merhuma helalliği istenir ama bu cenazede burada bulunanların merhuma özür ve ondan alacakları bir helâlliğe ihtiyacı var…” sözleri çok çok konuşuldu.

“Ömer Döngeloğlu Aydınlıkçı Generali Cennete Yolladı!” 

Adamlar diyor ki; “Ey Döngeloğlu! “İslamcılar”ın Engizisyonuna göre, seni afaroz ediyoruz!.. Eğer seni musalla taşında  görürsek hocanın merhumu nasıl bilirdin sözüne “hiç te iyü bilmeyük diyük…

Duasıyla o "İslamcılar”ı zıvanadan çıkaran İlahiyatçı Döngeloğlu’nu, Soner Polat’ın cenazesine çağıran Avukat Faik Işık kim?

FETÖ'cü darbe girişimi davalarında Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanlık'ın avukatlığını yapan Faik Işık, 5.11.1963 Yozgat Boğazlıyan doğumlu. 1981 yılı İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu. 

Lise yıllarında Kayseri Milli Türk Talebe Birliği aktif üyesi olan Faik Işık, 1983'te Milli Gazete Yazı İşleri Md Yardımcısı görevini üstlendi. 

Bugüne dek, kamuoyunda ses getiren davalarda avukat olarak görev alan Faik Işık'ın adını kamuoyu ilk olarak, 2 Temmuz 1993 tarihinde, “Sivas olayları davası”yla duydu.

Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin “Radikal islamcılar tarafından yakılması” ve çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının can verdiği facianın davasında şüphelileri savunan 25 avukattan biri olan Işık, sonraları birçok önemli davada da görev yaptı.

Faik Işık” ismi, bir başka önemli davada daha kamuoyunun karşısına çıktı. 

Mercümek Skandalı” olarak bilinen davada Faik Işık, Refah Partili Süleyman Mercümek'in avukatı olmuştu. 

Ancak Işık, Bosna'ya yardım amaçlı topladığı paraları kişisel hesabına aktardığı ve partisi için kullandığı iddia edilen Süleyman Mercümek'in “4 yıl 1 ay ve 20 trilyon lira ceza” almasına engel olamamıştı.

Işık, bu davada aynı zamanda Mercümek ile birlikte Refah Partisi'nin gizli kasası olarak bilinen bir başka isim Beşir Darçın'ın da avukatlığını yapmıştı.

"Erbakan, Bosna Cihadı’na yardım için toplanan paraları 'Repo'ya yatırttı…"

Temmuz 2011'de kendisiyle yapılan bir söyleşide, bu süreci şöyle anlatmıştı:

“1995 genel seçimi öncesindeyiz. Bosna'da savaş devam ediyor. O zaman Avrupa'daki İHH adlı yardım kuruluşu aracılığıyla yardımlar toplanıyor. 

Refah Partisi olarak topladığımız paraları, Erbakan Hoca'nın muteber kabul ettiği kişilere veriyoruz.

Dosyayı çalışırken şunlara şahit oldum: Bizim arkadaşların Bosna'ya yardım diye topladığı paraların rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın emriyle repoya yatırıldığını, daha sonra bir kısmının Erbakan'ın uygun gördüğü yerlere harcandığını, aslında Erbakan'ın Marmara Bank, Exim Bank, TYT Bank gibi bazı batmış bankalarda parasının bulunduğunu, bu bankaların batması nedeniyle tahsilat problemi çektiğini gördüm. 

Erbakan Hoca'nın yakınında bu işleri yöneten birkaç kişiye niçin repo yapıldığını, bunun haram olup olmadığını sorduğumda yanıt şu oldu: 

“Hocamız, Türkiye'deki cihat kazanılmadan başkalarına yardım edilemez, diyor. Onun için yardımların bir kısmı da burada harcandı” cevabını aldım."

Aynı olayı biraz farklı şekilde bir başka zaman bir başka gazeteciye "Bizim arkadaşların Bosna’ya yardım diye topladığı paraların rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın emriyle Körfez ülkelerinde repoya yatırıldığını, daha sonra bir kısmının Erbakan’ın uygun gördüğü yerlere harcandığını, aslında Erbakan’ın Marmara Bank, Eximbank, TYT Bank gibi bazı batmış bankalarda parasının bulunduğunu, bu bankaların batması nedeniyle tahsilat problemi çektiğini şaşkınlıkla gördüm" ifadesiyle anlatmıştı. 

Asıl yıldızı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir  Belediye Başkanlığı döneminde parladı. 

Erdoğan hakkında 12 Aralık 1997’de Siirt’te yaptığı bir konuşmada okuduğu şiir yüzünden dava açılmıştı. 26 Mart 1999 günü girdiği Pınarhisar Cezaevi’nden, dört ay sonra, 24 Temmuz 1999 günü, yani 17 Ağustos depreminden yaklaşık bir ay önce çıkmıştı. 

Avukatı Faik Işık onun davasının seyrini kitaplaştırmış, belgeleri, bilgisayar çıkışlarının ciltlenmesinden oluşan “Recep Tayyip Erdoğan Davası” adlı bir yayına dönüştürmüştü.

Erdoğan’ın avukatlığından sonra Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın da avukatlığını üstlenmişti.

Hatta Aziz Yıldırım ile Cübbeli Ahmet Hoca’yı her ikisi de cezaevinde yatarken irtibatlandırmış, Aziz Yıldırım tahliyesinin ardından bir “vefa” örneği sergileyerek Cübbeli Ahmet Hoca’yı Metris’te ziyaret ederek bir ihtiyacı olup olmadığını sormuştu. 

Merhum Esad Coşan Hoca ve Hakyol Vakfı ile bağlantısı… 

Hak Yol Vakfı’nda üniversite öğrenicilerine yönelik kültür sanat çalışmalarında bulunduğu, kendisi ile ilgili birçok biyografide mevcut. 

Vakıf bünyesinde ve önderliğinde çıkarılan bazı dergilerin neşrinde “kilit isim” olduğu da söyleniyor. 

Hatta Refah Partisi’ne yakınlığı nedeniyle, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın gurbetçilerden topladıkları üye aidatlarının Erbakan'a teslim edildiğini öğreniyor. 

Erbakan’ın körfez ülkelerinde ve Türkiye’de bazı bankalara  gurbetçilerden toplanan bu aidatları “Repo”ya yatırdığı bilgisini  İskenderpaşa Şeyhi Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi'ye sızdırdığı için “Tekke ile Parti’nin arasının açıldığı” iddia ediliyor.

Avukat Işık'ın savunduğu isimlerden birisi de “JetPa davası” olarak bilinen davada yargılanan Fadıl Akgündüz'dür. Hakkında tutuklama kararı çıkan davadan sonra Akgündüz, Avrupa'ya gitmiş, 2002'de Siirt'ten bağımsız milletvekili olunca geri dönmüştü.

Savunduğu bir başka önemli isim ise geçtiğimiz aylarda öldürülen “El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in adamı” olduğu iddia edilen “Mısırlı televizyoncu Rafet Yahya Alazeab Abdau”dur.

Daha çok malumat olmasına rağmen şu bilgiyle yetinin. 15 Temmuz darbe gecesi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in destek mesajını Cumhurbaşkanı Erdoğan'a iletebilecek kadar her iki isme yakın birisi.

Van’da doğdu, İstanbul’da öldü...

Soner Polat, 1958 yılında, Van’da doğdu. Gerisini zaten biliyorsunuz. 

Soner Polat da Balyoz kumpasının 3.5 yıl Silivri'de tutsak tuttuğu yurtsever askerlerden biriydi; kansere de büyük olasılıkla o beton ve çelik zindanda yakalanmıştı. Muhtemelen Aytunç Altındal gibi onada Silivri'de kanser hücresi bulaştırılmıştı.

3,5 yıl cezaevinde kalan Soner Polat; 2013 yılında Necdet Özel’in imzasıyla emekli edilen askerlerdendi.

2005-2007 yıllarında Ankara'da Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı, Deniz Kurmay Albay rütbesiyle görev yaptığı Deniz Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanlığından 2005 yılı Ağustos ayında terfi etmiş, Tuğamiral rütbesiyle Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı'na  atanmıştı. 

O tarihte Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'tü. Hilmi Paşa, 28 Ağustos 2006 tarihinde emekli olarak görevini Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a devretti. Soner Polat, Büyükanıt'la çalıştı. 

Amiral Soner Polat'ın; İhtilal Harbi’nde Bahriyemiz, Yeniden Kazanmak ve Türkiye İçin Jeopolitik Rota Mavi Vatan İçin Jeopolitik Rota adlı kitapları yayımlandı.

İşte istihbarat birimlerindeki, adeta çekirdek yetişme görevleri nedeniyle Soner Polat, bir Amiral olmasına rağmen, kara savaşını ve terörle mücadeleyi de doğru analiz edebilen ender isimlerden biri olduğu gibi Vatan Partisi çatısı altında Türkiye siyasetine de jeopolitik bir ufuk kazandırmıştı.

Vatan Partisi Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı”nın yanı sıra Aydınlık gazetesi yazarlığını da son nefesine kadar sürdürdü. 

Ruhu şad mekanı cennet olsun Allah rahmet eylesin!

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete