Türkiye’nin Ekonomik Savaş Planı; Altını topla, ABD tahvillerini sat, Dolar’dan kurtul!
Türkiye’nin Ekonomik Savaş Planı; Altını topla, ABD tahvillerini sat, Dolar’dan kurtul!
- 18-03-2019 23:34
- 841
- 18-03-2019 23:34
- 841
Tilki ormandan kaçan hayvanları görünce şaşırır içlerinden deveye sorar; “-Deve kardeş neden kaçıyorsunuz; bu panik neden?”
Deve eğri boynuyla gerdan kırarak cevap verir; “-Ormanda avcılar gergedan avlıyor ondan kaçıyoruz”
Tilki şaşırır, binbir çeşit hayvan içinde deve de başta olmak üzere, gergedana benzer birisi yoktur.
“-Yahu” der tilki; “-Sen deve oğlu devesin Allah aşkına gergedana benzer yanın var mı?”…
Deve bir yandan kaçmasını sürdürür, bir yandan tilkiye cevap verir; “-Yok olmasına yok da ben gergedan değil, deve olduğumu avcıya anlatıncaya kadar iş işten geçer, postu deldiririm.”
Tilki bu cevabı alınca deveyle beraber kaçamaya başlar.
Kıssadan hisse; avcı kim, deve kim, tilki kim, gergedan meselesi de neyin nesi?
ABD’nin Halk Bank davası, ekonomik linçe dönüşür mü?
ABD Hazine Bakanlığı, İran'a yönelik yaptırımların delinmesiyle ilgili Hakan Atilla hakkında dava açmış, dava sonucunda Atilla'ya 32 ay hapis cezası verilmişti.
ABD'nin ekonomik yaptırımlarını delen bankalara daha önce para cezası vermiş olması, Halkbank'a da böyle bir ceza gelebileceği ihtimalini güçlendirdi.
New York'ta tamamlanan davada bireysel yargılama yapıldı. Dolayısıyla Türkiye devleti ya da Halkbank sanık olarak yer almadığından intikam seansı beklenmiyor.
Lakin, Sam Amca ve torunu Trump’ın sağı solu belli olmaz.
Halkbank yöneticisinin suçlu bulunmasından hareketle, kurumsal bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı sorusuna halen teorik veya pratik bir cevap bulunmuş değil.
Halkbank davasında Türkiye devleti ya da bankacılık sektörüyle ilgili bir ceza verilmemiş olması nedeniyle kesilen ceza yalnızca, Halkbank Genel Müdür eski Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'yı ilgilendirdiği yorumları ağır basıyor.
ABD Hazine Bakanlığı'nın daha önce İran yaptırımlarına uymadığı gerekçesiyle dünyada çok sayıda bankaya verdiği maddi cezaların örnekleri de mevcut.
Dolayısıyla Halkbank ile ilgili bir yaptırıma gitme ya da gitmeme olası kararı da ABD Hazine Bakanlığı'na ait.
Türkiye, her duruma göre pozisyon alacağı planları çoktan belirledi bile. Avcılardan kaçan deve ve tilki hikâyesi bilinçaltımıza yer ettiğinden gafil avlanmayacağımızı söyleyebilirim.
Türkiye’nin döviz ve altın rezerv politikasında 2017 sonrasında başlayan değişimin 2018’de de devam ettiği, bunun olası bir yaptırıma Ankara’nın hazırlık işareti olduğu yorumları var.
Ekonomisi kötü Türkiye tablosu Finans dünyasını kötü kötü düşündürüyor…
Türkiye ekonomisi yüzde 3 oranında küçüldü. Türkiye ekonomisi 'küçülen ekonomiyle beraber yükselen enflasyon’a doğru pupa yelken gidiyor.
Büyümedeki zayıflamanın en önemli nedenlerinden birisi, geçen yılın son çeyreğinde iç talepte yaşanan sert daralma oldu.
Öncellikle İnşaat ve sanayi sektörü daraldı. TÜİK verilerine göre hane halkının tüketimi 2018'in son çeyreğinde yüzde 8,9 daralırken, iç talep 2018'in genelinde ise sadece yüzde 1,1 büyüyebildi.
Yunanistan krizi patlak verdiğinde, İspanya ile İtalya ve Avrupa Birliği’nde domino etkisi yarattı.
Yunanistan’ın AB üyesi olması nedeniyle ülkede meydana 1997-98 Asya Krizi ve 2008 ABD Finansal Krizi’ne dönüşme potansiyeli herkesi korkuttu.
Çözüm acilen Yunanistan’ın sübvanse edilmesiydi onu da yaptılar. Hatta Yunanistan’ın borçlarını bir kalemde sildiler.
ABD neden Türkiye’yi gözden çıkaramaz neden AB buna izin vermez?
Önce şunu bilelim.
Bazı yabancı bankalara Türk bankalarının yüklü borçları var. Mesela Uluslararası Ödemeler Bankası 2018 verilerine göre İspanyol bankalarının Türkiye’deki ortaklıklarının payı yüzde 4.53.
Buradaki yatırımlarının risk büyüklüğüyse 83.4 milyar dolar.
Yine TEB’de ortaklığı bulunan Fransa’nın Türkiye’deki payı yüzde 1.14. Alacaklarıysa 38.4 milyar dolar civarında.
HSBC’ye sahip İngiliz kreditörlerin riskleri, 19.2 milyar dolar. İngiltere’yi günümüzde Türkiye’ye bir dizi yaptırım uygulayan ABD izliyor. ABD’nin Türkiye’deki alacaklarının miktarı 18 milyar dolar.
Bir diğer Güney Avrupa ülkesi İtalya bankalarının Türkiye’deki payı 2.05. Bankalarının riskleri 17 milyar dolar.
Türkiye’de en fazla yatırımı bulunan Asya Pasifik ülkesi Japonya’nın ülkemizdeki riski 14 milyar dolar.
Türk Lirası’nın dolar karşındaki değer kaybı ve Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik darboğaz, İspanya, İtalya, Fransa başta olmak üzere Avrupa’da, yükselen ekonomilerde ve Körfez bölgesinde olumsuz gelişmeleri tetikleyebilecek domino etkisine sahip.
Dediğim gibi Türkiye ile finans yatırımlarını pekiştiren pek çok ülkenin Türkiye’ye destek olmak konusunda isteksizliği kimseyi yanıltmasın.
Çünkü, global şer odaklarının icat ettikleri küreselleşmenin etkisiyle borç ve yapısal sorunlarla büyüme odaklı işleyen ekonomi modeli, ulusal ekonominin tıkanmasıyla yeni bir küresel dalgaya kapı aralıyor.
Eğer Türk ekonomisi krize teslim olursa bu yabancı bankaların hiç birisi alacaklarını tahsil edemez. Her para istediklerinde avuçlarını yalar otururlar.
Türkiye’nin Ekonomik Savaş Planı: Altını topla, ABD tahvillerini sat, Dolar’dan kurtul!..
Küresel ekonomide ABD’nin aldığı payın gittikçe azalması, buna karşılık Asya başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin artan ağırlığına Washington sert tepki gösteriyor.
ABD-Çin arasında yaşanan ticaret savaşları, Suriye odaklı jeopolitik riskler, merkez bankalarının normalleşme süreci, Avrupa'da Brexit süreci ve daha birçok konu sadece Türk ekonomisini değil, diğer ülkeleri de etkileyebilecek boyutta.
Ancak Türkiye sadece savaş sanayiinde değil, ekonomi sektöründe de her türlü ihtimali göz önünde bulunduran farklı planlar yapıyor.
Halk Bank yöneticisi Hakan Atilla’nın Mart 2017’de Reza Zarrab davası ile ilintili olarak ABD’de tutuklanması sonrasında, olası bir yaptırım veya mali cezaya karşı Ankara acil önlemlere yöneldi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz ve altın rezerv politikası hızla değiştirildi.
Bu çerçevede Merkez Bankası mevcut döviz rezervlerinin bir bölümünü altına çevirirken, en başta ABD Merkez Bankası FED’de duran 28.7 ton altın rezervlerini başka merkezlere taşıyarak sıfırladı.
Sonuç hemen alındı.
Hem altın rezerv artışı hem de yurtiçine kaydırma amaçlı transferler nedeniyle yurtiçindeki altın varlıkları 100 tondan fazla artıverdi.
Merkez Bankası, döviz rezervlerini tuttuğu yatırım alanlarının en başında gelen ABD devlet tahvili varlıklarını ivedilikle elden çıkardı.
Amerikan Hazine Bakanlığı verilerine göre; Türk Merkez Bankası’nın Kasım 2017’de 61 milyar dolar olan ve FED’de muhafaza ettiği yani sakladığı ABD tahvil mevcutlarını hızla azaltılarak Ocak 2019 itibariyle sadece 3.2 milyar dolara çekildi.
Temmuz sonunda 30 milyar dolara yakın olan tahvil mevcudu, Ağustos ayında ABD ile Rahip Brunson krizi sonrasında neredeyse sıfırlandı.
15 Mart Cuma günü yapılan Merkez Bankası Genel Kurul toplantısı sonrasında yayımlanan Yıllık Rapor’da yer alan verilere göre; bu tahvil azaltımı sonrasında Merkez Bankası’nın döviz varlıklarını “vadesiz hesaplar”da tuttuğu görülüyor.
2017 sonunda 7.2 milyar dolar olan “vadesiz mevduat” seviyesi, 2018 sonunda 33.9 milyar dolara çıkmış. Bunun da ABD dışındaki muhabir bankalarda yapıldığına hiç şüphe yok.
Yine raporda yer alan verilere göre; Merkez Bankası, 2018 boyunca yurtdışındaki altınlarını yurtiçine kaydırmaya devam etti.
2018 sonu verilerine göre; Merkez Bankası’nın toplam altın rezervleri zorunlu karşılıklar için tutulan altınlardaki azalış nedeniyle 76.3 ton düşerken, kendi malı olan altın rezervleri 53.8 ton arttı.
Merkez Bankası, yurtdışında tuttuğu altın miktarını azaltmaya devam ediyor.
Banka, Britanya Merkez Bankası’nda tuttuğu altın miktarını kayda değer miktarda azalttı: 278.8 ton.
Borsa İstanbul nezdindeki altın saklama kasalarına taşındı.
Miktarı ise 221 ton.
Böylece 2016’dan bu yana Türkiye’ye getirilen altın miktarı 324 ton oldu.
Türk ekonomi bürokratlarının iyi iş çıkardığı ortada.
Tam da “Sam Amca”nın anladığı dilden konuştular; ABD’den altın stoklarını geri çektiler, ABD Tahvillerini Sattılar, sonuçta olan dolara oldu, dolar artık yatırım aracı değil.
Savaş Kapıda Türkiye’nin tercihi Amerikan sermayesine karşı Vatikan sermayesi!
Türkiye’nin küresel ve bölgesel konjonktürü yakından izlediği hiç kimse için sürpriz sayılmaz. Bu gelişmelere göre Türkiye’deki siyaset ve ekonomi aktörlerini dizayn etmesi söz konusu.
İtalyan asıllı iş adamı Simone Kaslowski’nin, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı seçilmesi işte bu yakın takibin ve mevzi almanın sonucu.
1848 İhtilali’nde Avusturya’ya karşı savaşan İtalyanlar gelip, Osmanlı İmparatorluğuna sığınır.
Türkiye, 19’uncu asırda yoğun bir İtalyan göçüne uğrar.
İstanbul ve İzmir’in şık binalarında çalışan basit sıvacıdan mimara, müzisyenlerden ressamlara Türkiye’ye katkı sunan İtalyan göçmenleri arasında Aldo Kaslowski’nin ailesi de vardır.
Birkaç yıl önce Aldo Kaslowski’nin, Amerika’yı salladığını yazmıştım.
Türk kamuoyu, ABD’de Rıza Sarraf soruşturmasına odaklandığından, Türk vatandaşı İtalyan asıllı Aldo Kaslowski’nin sahibi olduğu Türkiyeli Organik Kimya’nın, ABD’nin organik kimya devi Dow Chemical ile davasını gözden kaçırmıştı.
Davada Organik Kimya; ‘müşteri kapmak’ ve Dow Chemical’a ait ‘tescilli ürünleri üretmek’le suçlanmıştı. Dow Chemical; dünyanın en büyük kimya şirketlerinden.
ABD’nin en önemli sanayi firmalarından Dow’un 58 milyar dolarlık cirosu, 180 ülkede 53 binden fazla çalışanı var.
Sadece Ar-Ge’ye yaptığı yıllık harcama 1 milyar doların üzerinde. 1971’den beri Türkiye’de faaliyette ve 2012’den bu yana Aksa Akrilik ile işbirliği içinde.
Dow’un dava ettiği şirket ise Türkiye’nin en büyük kimya şirketlerinden biri: Organik Kimya.
1965 yılında kurulmuş sektörünün en önemli firmalarından. Son açıklanan verilere göre 68 milyon dolar cirosu var.
Türkiye’nin yanı sıra yurtdışında da hızla büyüyen bir marka. 2007’de Hollanda’da 80 bin ton kapasiteli fabrikayı devreye aldı. 2010’da Organik Kimya USA adıyla ABD’ye adım attı.
Başında ise TÜSİAD yönetiminin önemli ailesi Kaslowski var. Şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Aldo Kaslowski, TÜSİAD’ın kaptan köşkünde uzun dönem yer alan bir isim. Oğlu Simone Kaslowski ise şirketin başkan yardımcısı ve CEO’su.
Şu anda da (2017’de) TÜSİAD’ın Başkan Yardımcısı. 50 milyon TL sermayesi olan Organik Kimya ile Dow’u karşı karşıya getiren ise işte ABD’deki bu dava. ABD’de devam eden davada Dow’un iddiaları ilginç; daha önce kendileri için çalışan Dilip Nene ve Leonardo Strozzi’nin Organik Kimya’ya transfer olmasıyla tescilli bilgilerinin bu şirketle paylaşıldığını savunuyor.
ABD’li Dow, Organik Kimya’nın bu transferin ardından iki yeni polimer bazlı ürün ürettiğini, ardından ABD pazarına girdiğini iddia ediyor. Dow, Türk şirketi Organik Kimya’yı suçlarken bir de müşterilerini kaptığını savunuyor.
Kaslowski Ailesi’nin Organik Kimya şirketi ile dünya devi Dow arasında adalet önünde yaşanan gelişmeler önümüzdeki dönemde daha fazla gündem olacağa benzediğini sözünü ettiğim yazımda belirtmiştim.
Aldo Kaslowski, Türkiye’nin fazla öne çıkmayan, ancak etkin işadamlarından biri. Amerikan pazarına giriş hikâyesi neredeyse 20 yıllık bir geçmişe sahip.
Amerika’nın, Avrupa’dan daha önemli bir pazar olduğuna ilk dikkat çekenlerden, Young President örgütünün 1971’de İstanbul şubesi kurucularından.
1977’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından “Cavaliere Ufficiale” nişanı ile taltif edildi. 1983-1985 Young President Avrupa-Avrupa Başkanı ve Yönetim Kurulu üyesi. Kaslowski, TÜSİAD International Onursal Başkanlığı’nı da yürütüyor.
Aynı zamanda dünyada 21 ülkeyi kapsayan İtalyan Girişimciler Derneği (CIIM) Eur Asia Med Başkanlığı’nı yapıyor.
Türk Pirelli Kablo Yönetim Kurulunda. 10 milyar Euro’yu aşan toplam iş hacmi ile şekerleme pazarının pazar liderlerinden ve küresel çikolata pazarının en büyük şirketlerinden biri olan Ferrero Grubu, Türk iş dünyasının çok önemli isimlerinden Aldo Kaslowski’yi yönetimin başına getirmişti.
TÜSİAD'ın 49. genel kurul toplantısında, tek aday olarak girdiği seçimde başkan olan Kaslowski, görevi Erol Bilecik'ten devraldı. İtalyan asıllı iş adamı, 1963 yılında İtalya Torino doğumlu.
Kaslowski ilk ve orta öğrenimini İstanbul'da, üniversite eğitimini ise 1984'te ABD'deki Clark Worchester Üniversitesi'nde tamamladı. Eğitiminin ardından 1985'te ailesinin Organik Kimya şirketinin satış bölümünde göreve başladı.
İtalyan Kaslowski ailesinden Luigi Kaslowski 1924'te İstanbul'da bir kimya ticaret şirketi kurdu.
Luigi'nin oğlu Aldo Kaslowski, 1965 yılında ticaretten üretime geçiş yapmak için Organik Kimya şirketini faaliyete geçirdi. İstanbul Bomonti'deki fabrikasıyla üretim start aldı.
Simone Kaslowski, şirkette çalışmaya başladıktan 10 yıl sonra, 1995'te şirketin CEO'su ve Yönetim Kurulu üyesi oldu. Organik Kimya bugün 80'den fazla ülkede faaliyet gösteriyor; İstanbul'da iki, Hollanda ve İsviçre'de de birer kentte üretim yapıyor.
Simone Kaslowski Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği bünyesinde 'Kimya İhtisas Bölgesi' Chemport projesinin hayata geçirilmesine yönelik girişimlere katkıda bulundu. "TÜSİAD bünyesindeki çalışmalarına ilk olarak Kimya Görev Gücü Başkanlığı görevini üstlenerek başladı.
2013 yılından bu yana TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi olan Kaslowski, bu süre içinde önce AB İşleri Komisyonu Başkanlığı, ardından da Küresel İlişkiler ve AB Yuvarlak Masası Başkanlığı görevlerini yürütmüştü.
Kaslowski, TÜSİAD Yönetim Kurulu'ndaki sorumlulukları kapsamında başta AB ve ABD olmak üzere Türkiye'nin küresel ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda çalışmalar gerçekleştirdi. 2017 yılından bu yana TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen ve 20 Şubat 2019 tarihli Genel Kurul Toplantısı'nda TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine seçilen Kaslowski evli ve üç çocuk babası, İngilizce, İtalyanca ve Fransızca biliyor.
Kaslowski ailesi: Türkiye’deki İtalya, Vatikan’daki Türkiye!
Türkiye’nin Amerikan sermayesine karşı Vatikan sermayesini tercihinin sonucu, İtalyan asıllı iş adamı Simone Kaslowski’nin, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı seçilmesidir.
Bilenler bilir, anlayanlar anlar.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
Tilki ormandan kaçan hayvanları görünce şaşırır içlerinden deveye sorar; “-Deve kardeş neden kaçıyorsunuz; bu panik neden?”
Deve eğri boynuyla gerdan kırarak cevap verir; “-Ormanda avcılar gergedan avlıyor ondan kaçıyoruz”
Tilki şaşırır, binbir çeşit hayvan içinde deve de başta olmak üzere, gergedana benzer birisi yoktur.
“-Yahu” der tilki; “-Sen deve oğlu devesin Allah aşkına gergedana benzer yanın var mı?”…
Deve bir yandan kaçmasını sürdürür, bir yandan tilkiye cevap verir; “-Yok olmasına yok da ben gergedan değil, deve olduğumu avcıya anlatıncaya kadar iş işten geçer, postu deldiririm.”
Tilki bu cevabı alınca deveyle beraber kaçamaya başlar.
Kıssadan hisse; avcı kim, deve kim, tilki kim, gergedan meselesi de neyin nesi?
ABD’nin Halk Bank davası, ekonomik linçe dönüşür mü?
ABD Hazine Bakanlığı, İran'a yönelik yaptırımların delinmesiyle ilgili Hakan Atilla hakkında dava açmış, dava sonucunda Atilla'ya 32 ay hapis cezası verilmişti.
ABD'nin ekonomik yaptırımlarını delen bankalara daha önce para cezası vermiş olması, Halkbank'a da böyle bir ceza gelebileceği ihtimalini güçlendirdi.
New York'ta tamamlanan davada bireysel yargılama yapıldı. Dolayısıyla Türkiye devleti ya da Halkbank sanık olarak yer almadığından intikam seansı beklenmiyor.
Lakin, Sam Amca ve torunu Trump’ın sağı solu belli olmaz.
Halkbank yöneticisinin suçlu bulunmasından hareketle, kurumsal bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı sorusuna halen teorik veya pratik bir cevap bulunmuş değil.
Halkbank davasında Türkiye devleti ya da bankacılık sektörüyle ilgili bir ceza verilmemiş olması nedeniyle kesilen ceza yalnızca, Halkbank Genel Müdür eski Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'yı ilgilendirdiği yorumları ağır basıyor.
ABD Hazine Bakanlığı'nın daha önce İran yaptırımlarına uymadığı gerekçesiyle dünyada çok sayıda bankaya verdiği maddi cezaların örnekleri de mevcut.
Dolayısıyla Halkbank ile ilgili bir yaptırıma gitme ya da gitmeme olası kararı da ABD Hazine Bakanlığı'na ait.
Türkiye, her duruma göre pozisyon alacağı planları çoktan belirledi bile. Avcılardan kaçan deve ve tilki hikâyesi bilinçaltımıza yer ettiğinden gafil avlanmayacağımızı söyleyebilirim.
Türkiye’nin döviz ve altın rezerv politikasında 2017 sonrasında başlayan değişimin 2018’de de devam ettiği, bunun olası bir yaptırıma Ankara’nın hazırlık işareti olduğu yorumları var.
Ekonomisi kötü Türkiye tablosu Finans dünyasını kötü kötü düşündürüyor…
Türkiye ekonomisi yüzde 3 oranında küçüldü. Türkiye ekonomisi 'küçülen ekonomiyle beraber yükselen enflasyon’a doğru pupa yelken gidiyor.
Büyümedeki zayıflamanın en önemli nedenlerinden birisi, geçen yılın son çeyreğinde iç talepte yaşanan sert daralma oldu.
Öncellikle İnşaat ve sanayi sektörü daraldı. TÜİK verilerine göre hane halkının tüketimi 2018'in son çeyreğinde yüzde 8,9 daralırken, iç talep 2018'in genelinde ise sadece yüzde 1,1 büyüyebildi.
Yunanistan krizi patlak verdiğinde, İspanya ile İtalya ve Avrupa Birliği’nde domino etkisi yarattı.
Yunanistan’ın AB üyesi olması nedeniyle ülkede meydana 1997-98 Asya Krizi ve 2008 ABD Finansal Krizi’ne dönüşme potansiyeli herkesi korkuttu.
Çözüm acilen Yunanistan’ın sübvanse edilmesiydi onu da yaptılar. Hatta Yunanistan’ın borçlarını bir kalemde sildiler.
ABD neden Türkiye’yi gözden çıkaramaz neden AB buna izin vermez?
Önce şunu bilelim.
Bazı yabancı bankalara Türk bankalarının yüklü borçları var. Mesela Uluslararası Ödemeler Bankası 2018 verilerine göre İspanyol bankalarının Türkiye’deki ortaklıklarının payı yüzde 4.53.
Buradaki yatırımlarının risk büyüklüğüyse 83.4 milyar dolar.
Yine TEB’de ortaklığı bulunan Fransa’nın Türkiye’deki payı yüzde 1.14. Alacaklarıysa 38.4 milyar dolar civarında.
HSBC’ye sahip İngiliz kreditörlerin riskleri, 19.2 milyar dolar. İngiltere’yi günümüzde Türkiye’ye bir dizi yaptırım uygulayan ABD izliyor. ABD’nin Türkiye’deki alacaklarının miktarı 18 milyar dolar.
Bir diğer Güney Avrupa ülkesi İtalya bankalarının Türkiye’deki payı 2.05. Bankalarının riskleri 17 milyar dolar.
Türkiye’de en fazla yatırımı bulunan Asya Pasifik ülkesi Japonya’nın ülkemizdeki riski 14 milyar dolar.
Türk Lirası’nın dolar karşındaki değer kaybı ve Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik darboğaz, İspanya, İtalya, Fransa başta olmak üzere Avrupa’da, yükselen ekonomilerde ve Körfez bölgesinde olumsuz gelişmeleri tetikleyebilecek domino etkisine sahip.
Dediğim gibi Türkiye ile finans yatırımlarını pekiştiren pek çok ülkenin Türkiye’ye destek olmak konusunda isteksizliği kimseyi yanıltmasın.
Çünkü, global şer odaklarının icat ettikleri küreselleşmenin etkisiyle borç ve yapısal sorunlarla büyüme odaklı işleyen ekonomi modeli, ulusal ekonominin tıkanmasıyla yeni bir küresel dalgaya kapı aralıyor.
Eğer Türk ekonomisi krize teslim olursa bu yabancı bankaların hiç birisi alacaklarını tahsil edemez. Her para istediklerinde avuçlarını yalar otururlar.
Türkiye’nin Ekonomik Savaş Planı: Altını topla, ABD tahvillerini sat, Dolar’dan kurtul!..
Küresel ekonomide ABD’nin aldığı payın gittikçe azalması, buna karşılık Asya başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin artan ağırlığına Washington sert tepki gösteriyor.
ABD-Çin arasında yaşanan ticaret savaşları, Suriye odaklı jeopolitik riskler, merkez bankalarının normalleşme süreci, Avrupa'da Brexit süreci ve daha birçok konu sadece Türk ekonomisini değil, diğer ülkeleri de etkileyebilecek boyutta.
Ancak Türkiye sadece savaş sanayiinde değil, ekonomi sektöründe de her türlü ihtimali göz önünde bulunduran farklı planlar yapıyor.
Halk Bank yöneticisi Hakan Atilla’nın Mart 2017’de Reza Zarrab davası ile ilintili olarak ABD’de tutuklanması sonrasında, olası bir yaptırım veya mali cezaya karşı Ankara acil önlemlere yöneldi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz ve altın rezerv politikası hızla değiştirildi.
Bu çerçevede Merkez Bankası mevcut döviz rezervlerinin bir bölümünü altına çevirirken, en başta ABD Merkez Bankası FED’de duran 28.7 ton altın rezervlerini başka merkezlere taşıyarak sıfırladı.
Sonuç hemen alındı.
Hem altın rezerv artışı hem de yurtiçine kaydırma amaçlı transferler nedeniyle yurtiçindeki altın varlıkları 100 tondan fazla artıverdi.
Merkez Bankası, döviz rezervlerini tuttuğu yatırım alanlarının en başında gelen ABD devlet tahvili varlıklarını ivedilikle elden çıkardı.
Amerikan Hazine Bakanlığı verilerine göre; Türk Merkez Bankası’nın Kasım 2017’de 61 milyar dolar olan ve FED’de muhafaza ettiği yani sakladığı ABD tahvil mevcutlarını hızla azaltılarak Ocak 2019 itibariyle sadece 3.2 milyar dolara çekildi.
Temmuz sonunda 30 milyar dolara yakın olan tahvil mevcudu, Ağustos ayında ABD ile Rahip Brunson krizi sonrasında neredeyse sıfırlandı.
15 Mart Cuma günü yapılan Merkez Bankası Genel Kurul toplantısı sonrasında yayımlanan Yıllık Rapor’da yer alan verilere göre; bu tahvil azaltımı sonrasında Merkez Bankası’nın döviz varlıklarını “vadesiz hesaplar”da tuttuğu görülüyor.
2017 sonunda 7.2 milyar dolar olan “vadesiz mevduat” seviyesi, 2018 sonunda 33.9 milyar dolara çıkmış. Bunun da ABD dışındaki muhabir bankalarda yapıldığına hiç şüphe yok.
Yine raporda yer alan verilere göre; Merkez Bankası, 2018 boyunca yurtdışındaki altınlarını yurtiçine kaydırmaya devam etti.
2018 sonu verilerine göre; Merkez Bankası’nın toplam altın rezervleri zorunlu karşılıklar için tutulan altınlardaki azalış nedeniyle 76.3 ton düşerken, kendi malı olan altın rezervleri 53.8 ton arttı.
Merkez Bankası, yurtdışında tuttuğu altın miktarını azaltmaya devam ediyor.
Banka, Britanya Merkez Bankası’nda tuttuğu altın miktarını kayda değer miktarda azalttı: 278.8 ton.
Borsa İstanbul nezdindeki altın saklama kasalarına taşındı.
Miktarı ise 221 ton.
Böylece 2016’dan bu yana Türkiye’ye getirilen altın miktarı 324 ton oldu.
Türk ekonomi bürokratlarının iyi iş çıkardığı ortada.
Tam da “Sam Amca”nın anladığı dilden konuştular; ABD’den altın stoklarını geri çektiler, ABD Tahvillerini Sattılar, sonuçta olan dolara oldu, dolar artık yatırım aracı değil.
Savaş Kapıda Türkiye’nin tercihi Amerikan sermayesine karşı Vatikan sermayesi!
Türkiye’nin küresel ve bölgesel konjonktürü yakından izlediği hiç kimse için sürpriz sayılmaz. Bu gelişmelere göre Türkiye’deki siyaset ve ekonomi aktörlerini dizayn etmesi söz konusu.
İtalyan asıllı iş adamı Simone Kaslowski’nin, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı seçilmesi işte bu yakın takibin ve mevzi almanın sonucu.
1848 İhtilali’nde Avusturya’ya karşı savaşan İtalyanlar gelip, Osmanlı İmparatorluğuna sığınır.
Türkiye, 19’uncu asırda yoğun bir İtalyan göçüne uğrar.
İstanbul ve İzmir’in şık binalarında çalışan basit sıvacıdan mimara, müzisyenlerden ressamlara Türkiye’ye katkı sunan İtalyan göçmenleri arasında Aldo Kaslowski’nin ailesi de vardır.
Birkaç yıl önce Aldo Kaslowski’nin, Amerika’yı salladığını yazmıştım.
Türk kamuoyu, ABD’de Rıza Sarraf soruşturmasına odaklandığından, Türk vatandaşı İtalyan asıllı Aldo Kaslowski’nin sahibi olduğu Türkiyeli Organik Kimya’nın, ABD’nin organik kimya devi Dow Chemical ile davasını gözden kaçırmıştı.
Davada Organik Kimya; ‘müşteri kapmak’ ve Dow Chemical’a ait ‘tescilli ürünleri üretmek’le suçlanmıştı. Dow Chemical; dünyanın en büyük kimya şirketlerinden.
ABD’nin en önemli sanayi firmalarından Dow’un 58 milyar dolarlık cirosu, 180 ülkede 53 binden fazla çalışanı var.
Sadece Ar-Ge’ye yaptığı yıllık harcama 1 milyar doların üzerinde. 1971’den beri Türkiye’de faaliyette ve 2012’den bu yana Aksa Akrilik ile işbirliği içinde.
Dow’un dava ettiği şirket ise Türkiye’nin en büyük kimya şirketlerinden biri: Organik Kimya.
1965 yılında kurulmuş sektörünün en önemli firmalarından. Son açıklanan verilere göre 68 milyon dolar cirosu var.
Türkiye’nin yanı sıra yurtdışında da hızla büyüyen bir marka. 2007’de Hollanda’da 80 bin ton kapasiteli fabrikayı devreye aldı. 2010’da Organik Kimya USA adıyla ABD’ye adım attı.
Başında ise TÜSİAD yönetiminin önemli ailesi Kaslowski var. Şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Aldo Kaslowski, TÜSİAD’ın kaptan köşkünde uzun dönem yer alan bir isim. Oğlu Simone Kaslowski ise şirketin başkan yardımcısı ve CEO’su.
Şu anda da (2017’de) TÜSİAD’ın Başkan Yardımcısı. 50 milyon TL sermayesi olan Organik Kimya ile Dow’u karşı karşıya getiren ise işte ABD’deki bu dava. ABD’de devam eden davada Dow’un iddiaları ilginç; daha önce kendileri için çalışan Dilip Nene ve Leonardo Strozzi’nin Organik Kimya’ya transfer olmasıyla tescilli bilgilerinin bu şirketle paylaşıldığını savunuyor.
ABD’li Dow, Organik Kimya’nın bu transferin ardından iki yeni polimer bazlı ürün ürettiğini, ardından ABD pazarına girdiğini iddia ediyor. Dow, Türk şirketi Organik Kimya’yı suçlarken bir de müşterilerini kaptığını savunuyor.
Kaslowski Ailesi’nin Organik Kimya şirketi ile dünya devi Dow arasında adalet önünde yaşanan gelişmeler önümüzdeki dönemde daha fazla gündem olacağa benzediğini sözünü ettiğim yazımda belirtmiştim.
Aldo Kaslowski, Türkiye’nin fazla öne çıkmayan, ancak etkin işadamlarından biri. Amerikan pazarına giriş hikâyesi neredeyse 20 yıllık bir geçmişe sahip.
Amerika’nın, Avrupa’dan daha önemli bir pazar olduğuna ilk dikkat çekenlerden, Young President örgütünün 1971’de İstanbul şubesi kurucularından.
1977’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından “Cavaliere Ufficiale” nişanı ile taltif edildi. 1983-1985 Young President Avrupa-Avrupa Başkanı ve Yönetim Kurulu üyesi. Kaslowski, TÜSİAD International Onursal Başkanlığı’nı da yürütüyor.
Aynı zamanda dünyada 21 ülkeyi kapsayan İtalyan Girişimciler Derneği (CIIM) Eur Asia Med Başkanlığı’nı yapıyor.
Türk Pirelli Kablo Yönetim Kurulunda. 10 milyar Euro’yu aşan toplam iş hacmi ile şekerleme pazarının pazar liderlerinden ve küresel çikolata pazarının en büyük şirketlerinden biri olan Ferrero Grubu, Türk iş dünyasının çok önemli isimlerinden Aldo Kaslowski’yi yönetimin başına getirmişti.
TÜSİAD'ın 49. genel kurul toplantısında, tek aday olarak girdiği seçimde başkan olan Kaslowski, görevi Erol Bilecik'ten devraldı. İtalyan asıllı iş adamı, 1963 yılında İtalya Torino doğumlu.
Kaslowski ilk ve orta öğrenimini İstanbul'da, üniversite eğitimini ise 1984'te ABD'deki Clark Worchester Üniversitesi'nde tamamladı. Eğitiminin ardından 1985'te ailesinin Organik Kimya şirketinin satış bölümünde göreve başladı.
İtalyan Kaslowski ailesinden Luigi Kaslowski 1924'te İstanbul'da bir kimya ticaret şirketi kurdu.
Luigi'nin oğlu Aldo Kaslowski, 1965 yılında ticaretten üretime geçiş yapmak için Organik Kimya şirketini faaliyete geçirdi. İstanbul Bomonti'deki fabrikasıyla üretim start aldı.
Simone Kaslowski, şirkette çalışmaya başladıktan 10 yıl sonra, 1995'te şirketin CEO'su ve Yönetim Kurulu üyesi oldu. Organik Kimya bugün 80'den fazla ülkede faaliyet gösteriyor; İstanbul'da iki, Hollanda ve İsviçre'de de birer kentte üretim yapıyor.
Simone Kaslowski Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği bünyesinde 'Kimya İhtisas Bölgesi' Chemport projesinin hayata geçirilmesine yönelik girişimlere katkıda bulundu. "TÜSİAD bünyesindeki çalışmalarına ilk olarak Kimya Görev Gücü Başkanlığı görevini üstlenerek başladı.
2013 yılından bu yana TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi olan Kaslowski, bu süre içinde önce AB İşleri Komisyonu Başkanlığı, ardından da Küresel İlişkiler ve AB Yuvarlak Masası Başkanlığı görevlerini yürütmüştü.
Kaslowski, TÜSİAD Yönetim Kurulu'ndaki sorumlulukları kapsamında başta AB ve ABD olmak üzere Türkiye'nin küresel ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda çalışmalar gerçekleştirdi. 2017 yılından bu yana TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen ve 20 Şubat 2019 tarihli Genel Kurul Toplantısı'nda TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine seçilen Kaslowski evli ve üç çocuk babası, İngilizce, İtalyanca ve Fransızca biliyor.
Kaslowski ailesi: Türkiye’deki İtalya, Vatikan’daki Türkiye!
Türkiye’nin Amerikan sermayesine karşı Vatikan sermayesini tercihinin sonucu, İtalyan asıllı iş adamı Simone Kaslowski’nin, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı seçilmesidir.
Bilenler bilir, anlayanlar anlar.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete