Zarfı sararan mektubun…
Zarfı sararan mektubun…
- 30-11-2024 08:08
- 1794
- 30-11-2024 08:08
- 1794
Zarfı Sararan Mektubun…
Son görüşmemizin üzerinden kaç yıl geçti hesap etmedim… Ama ‘Güllü Yasin’lerin olduğu; ‘Gül Kokulu Kur’an’ satışlarının ise henüz başlamadığı yıllarda; gül kokan ilk mektubunu aldığımdan bir hafta sonra, Fatih Camisi’nin orada; “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın, ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem sığmazsın” şeklinde büyük bir bezde yazı asılıydı… Rahmetli Turgut Özal’ın cenaze töreni için asılmıştı…
Nedense bir yerlerde bir şeyler hep asıldı…
30’lu yıllarda Seyit Rıza, Şeyh Said, Delibaş Mehmet; 60’larda Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, 70’lerde Deniz, Hüseyin ve Yusuf!..
Benim yüreğim de sana asılıydı!..
80’leri sorma… O, sorumlularına göre, bizim toplu terbiyeye tabi tutuluşumuz!..
Son dönemlerimizde, ‘kaderimizi değiştireceğim’ diye Karadeniz gibi hırçınlaşırdın, bir müddet sonra Marmara gibi durgundun… Oysa ben sana, Yusuf Hayaloğlu’nun Nalan’ından daha derin vurgundum… Sen güneştin, ben ay gibi tutulmuştum…
Yıllar önceki o mektubun, noktasına virgülüne dokunmadan şöyleydi:
“Sensiz, nefessiz gibiyim… Ko, duyan duysun, diyen desin. Kalbim sana vuruk… Ömrüm hep seninle geçsin olmaz mı?..
Geceleri rüyalarıma giriyorsun, sevindiriyorsun. Ya gündüzleri?..
Hasret ve merak fırtınası yakıp kavurup, küllerimi yele savurmakta… En güzel, en özel sevgim sadece sana…
Korku ile sevinç, ateşle su gibi; içimde bir harlanmakta, bir sönmekte… Sana sarsılmaz güvenim var. Sözlerin, yüreğime sereserpe yayıldı ta ilk günden… Ve beni o sözler ayakta tutmakta… Hasreti defedeceğim günlerin özlemini çekmekteyim. ‘Değirmen iki taş, muhabbet iki baş’ demiştin. Sensiz, tek başınayım; yalnızım… Senin sevgin, benim sığınağım…
Özleyenim… Bekleyenim… Sevenim…
Sevgiliyim ben, senin sevgilin…”
Bunun aşk olduğu, gün gibi aşikârdı sevdiceğim!..
‘Şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim, yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta’ mevzusu olmadı bizimkisi…
Bir arabam da olmadı; teybine Ferdi Tayfur’dan ‘Derbeder’i koyup; camları da açarak, evinizin oradan geçecek…
‘Kaderin üstünde bir kader vardı’ ve olmadı!..
Ne çok özlerdim seni bir bilsen…
Ne kadar çaresiz ve güçsüz olduğumuzu yıllar sonra öğrendim… Maveraünnehir’de at koşturur gibiydik sanki… Oysa hayat, tecrübeymiş sevgilim…
Bir tarafta, ‘bir Türk dünyaya bedel’ diğer tarafta ‘bir baltaya sap olamadın’ çelişkisi… Ve ‘keser döner sap döner gün gelir hesap döner’ sözü… Sap olmak varmış canım benim… Çünkü hayat tecrübe olduğu kadar, bir törpüdür… Törpüledikçe eksiltir, eksilttikçe düzeltir!
Hastaymışsın… Ben de sana hastaydım…
Hastayım diye sanma geldim sona… Osman Yüksel’in dediği gibi; ‘Ölüm değil mi, ha yorganda ha urganda!’
Ama inan sevgilim, artık yorgan daha yakın…
En azından; "Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe"yi, bahar içinde ya da bahar içimizde söyleyeceğiz…
Evlenseydik ‘Andımız’ı okuyacak çocuklarımız olurdu… Bundan sonra olanlar, her sabah yemin etmeyecekler ve hiçbir şeyi özünden çok sevmeyecekler… Biz yeminler etmiştik; “yurdumu milletimi özümden çok seveceğim” diye…
Oysa benim özümde, iki gözümde sendin ve en çok seni sevmiştim…
Başörtüsü artık serbest sevgilim… Çalışanlar işinden olmayacak ve kapılardan döndürme, ikna odaları da olmayacağı gibi, okullarda peruk takılmayacak… 2. 3. sınıftan öğrenim hayatı da yakılmayacak!..
Müzik ödülleri verilmeye devam edecek fakat Ahmet Kaya olmayacak… Ne Serdar Ortaç ‘Onuncu Yıl Marşı’ söyleyip, çatal bıçak attıracak ne bugün demokrasi havarisi kesilen Reha Muhtar, ‘Memleketim’ şarkısını koro eşliğinde söyleyip, söyletecek ne de Ertuğrul ‘Vay şerefsiz!’ manşeti atabilecek!..
Fakat sevgilim; “Çifte standart olmaz… Tek sloganımız vardır: İnanca saygı, düşünceye özgürlük…
“Arkadaşlarımız kot pantolonlarıyla, blûcinleriyle, mini etekleriyle üniversiteye gidiyorlarsa, türbanlı kardeşlerimiz de girmek zorundadır… Bugün türbanlılara zulüm yapılıyorsa, onların tepesine biniliyorsa, biz de bu zulmü yapanların tepesine bineceğiz” diyen Ahmet Kaya; “Gençliğimi kimse bilmez
Sakallarımdan çocuk kokusu
Ağzımdan ay ışığı fışkırır benim
Ceketimi yağmurlara astığımdan beri
Tehlikeli şiir okur
Dünyaya sataşırım ben" diyemeyecek!
Mide ağrısı ve ülserle başlayan tipik sürgün hastalıkları olmayacak…
“Nedir bu başımdaki felaket
Kırk yıldır sefalette bu Ahmet
Kefenimi alın dikin bir zahmet
Gömün beni, gömün beni bir başıma” diye ağıt şeklinde vedalar da olmayacak…
Ve anneler, saçlarındaki yıldızı koparmayacaklar…
Ama aşk hep olacak…
Aşk aslında ölümün görünmeyen yüzüdür!..
Yaşayarak öğrenirsin…
Hani ‘Artemis’e benzetirdin bazı hemcinslerini… Evden sıkılır, çarşı-pazar gezerdin… Bütün caddeler, Cadde-i Kebir’di sana… Ve “hayat ne kadar güzel” derdin… Oysa sevgilim hayat güzeldi güzel olmasına da, namazsız ezan ile ezansız namaz arası kadardı tamamı ve dönüş sonunda O’naydı… “Biz, sonunda ayda kurumuş hurma dallarına dönecek konaklar tayin etmişizdir” şeklindeki Kur’an ayetinin gerçek mealini bilen biri var mıdır?!.
Pierre Loti, Rabia Hatun Kıraathanesi’nde çay içerken, Aziyade’yi düşünerek Haliç’i seyretmiş midir bilmiyorum ama son fotoğrafımı çay içmek için gittiğim Pierre Loti dönüşü Eyüp Sultan Mezarlığı’nda çektirmiş olsam da; sen, “hastayım” diye ölümden bahis açma kuzum… Ben, yaşarken bir mezar kazmak isterdim gökyüzüne… Ve bir buse kondurmak gül yüzüne!..
.
Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com
(Bu yazı 12 Ekim 2013 tarihinde ‘İzdiham’da yayımlanmıştır.)
Zarfı Sararan Mektubun…
Son görüşmemizin üzerinden kaç yıl geçti hesap etmedim… Ama ‘Güllü Yasin’lerin olduğu; ‘Gül Kokulu Kur’an’ satışlarının ise henüz başlamadığı yıllarda; gül kokan ilk mektubunu aldığımdan bir hafta sonra, Fatih Camisi’nin orada; “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın, ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem sığmazsın” şeklinde büyük bir bezde yazı asılıydı… Rahmetli Turgut Özal’ın cenaze töreni için asılmıştı…
Nedense bir yerlerde bir şeyler hep asıldı…
30’lu yıllarda Seyit Rıza, Şeyh Said, Delibaş Mehmet; 60’larda Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, 70’lerde Deniz, Hüseyin ve Yusuf!..
Benim yüreğim de sana asılıydı!..
80’leri sorma… O, sorumlularına göre, bizim toplu terbiyeye tabi tutuluşumuz!..
Son dönemlerimizde, ‘kaderimizi değiştireceğim’ diye Karadeniz gibi hırçınlaşırdın, bir müddet sonra Marmara gibi durgundun… Oysa ben sana, Yusuf Hayaloğlu’nun Nalan’ından daha derin vurgundum… Sen güneştin, ben ay gibi tutulmuştum…
Yıllar önceki o mektubun, noktasına virgülüne dokunmadan şöyleydi:
“Sensiz, nefessiz gibiyim… Ko, duyan duysun, diyen desin. Kalbim sana vuruk… Ömrüm hep seninle geçsin olmaz mı?..
Geceleri rüyalarıma giriyorsun, sevindiriyorsun. Ya gündüzleri?..
Hasret ve merak fırtınası yakıp kavurup, küllerimi yele savurmakta… En güzel, en özel sevgim sadece sana…
Korku ile sevinç, ateşle su gibi; içimde bir harlanmakta, bir sönmekte… Sana sarsılmaz güvenim var. Sözlerin, yüreğime sereserpe yayıldı ta ilk günden… Ve beni o sözler ayakta tutmakta… Hasreti defedeceğim günlerin özlemini çekmekteyim. ‘Değirmen iki taş, muhabbet iki baş’ demiştin. Sensiz, tek başınayım; yalnızım… Senin sevgin, benim sığınağım…
Özleyenim… Bekleyenim… Sevenim…
Sevgiliyim ben, senin sevgilin…”
Bunun aşk olduğu, gün gibi aşikârdı sevdiceğim!..
‘Şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim, yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta’ mevzusu olmadı bizimkisi…
Bir arabam da olmadı; teybine Ferdi Tayfur’dan ‘Derbeder’i koyup; camları da açarak, evinizin oradan geçecek…
‘Kaderin üstünde bir kader vardı’ ve olmadı!..
Ne çok özlerdim seni bir bilsen…
Ne kadar çaresiz ve güçsüz olduğumuzu yıllar sonra öğrendim… Maveraünnehir’de at koşturur gibiydik sanki… Oysa hayat, tecrübeymiş sevgilim…
Bir tarafta, ‘bir Türk dünyaya bedel’ diğer tarafta ‘bir baltaya sap olamadın’ çelişkisi… Ve ‘keser döner sap döner gün gelir hesap döner’ sözü… Sap olmak varmış canım benim… Çünkü hayat tecrübe olduğu kadar, bir törpüdür… Törpüledikçe eksiltir, eksilttikçe düzeltir!
Hastaymışsın… Ben de sana hastaydım…
Hastayım diye sanma geldim sona… Osman Yüksel’in dediği gibi; ‘Ölüm değil mi, ha yorganda ha urganda!’
Ama inan sevgilim, artık yorgan daha yakın…
En azından; "Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe"yi, bahar içinde ya da bahar içimizde söyleyeceğiz…
Evlenseydik ‘Andımız’ı okuyacak çocuklarımız olurdu… Bundan sonra olanlar, her sabah yemin etmeyecekler ve hiçbir şeyi özünden çok sevmeyecekler… Biz yeminler etmiştik; “yurdumu milletimi özümden çok seveceğim” diye…
Oysa benim özümde, iki gözümde sendin ve en çok seni sevmiştim…
Başörtüsü artık serbest sevgilim… Çalışanlar işinden olmayacak ve kapılardan döndürme, ikna odaları da olmayacağı gibi, okullarda peruk takılmayacak… 2. 3. sınıftan öğrenim hayatı da yakılmayacak!..
Müzik ödülleri verilmeye devam edecek fakat Ahmet Kaya olmayacak… Ne Serdar Ortaç ‘Onuncu Yıl Marşı’ söyleyip, çatal bıçak attıracak ne bugün demokrasi havarisi kesilen Reha Muhtar, ‘Memleketim’ şarkısını koro eşliğinde söyleyip, söyletecek ne de Ertuğrul ‘Vay şerefsiz!’ manşeti atabilecek!..
Fakat sevgilim; “Çifte standart olmaz… Tek sloganımız vardır: İnanca saygı, düşünceye özgürlük…
“Arkadaşlarımız kot pantolonlarıyla, blûcinleriyle, mini etekleriyle üniversiteye gidiyorlarsa, türbanlı kardeşlerimiz de girmek zorundadır… Bugün türbanlılara zulüm yapılıyorsa, onların tepesine biniliyorsa, biz de bu zulmü yapanların tepesine bineceğiz” diyen Ahmet Kaya; “Gençliğimi kimse bilmez
Sakallarımdan çocuk kokusu
Ağzımdan ay ışığı fışkırır benim
Ceketimi yağmurlara astığımdan beri
Tehlikeli şiir okur
Dünyaya sataşırım ben" diyemeyecek!
Mide ağrısı ve ülserle başlayan tipik sürgün hastalıkları olmayacak…
“Nedir bu başımdaki felaket
Kırk yıldır sefalette bu Ahmet
Kefenimi alın dikin bir zahmet
Gömün beni, gömün beni bir başıma” diye ağıt şeklinde vedalar da olmayacak…
Ve anneler, saçlarındaki yıldızı koparmayacaklar…
Ama aşk hep olacak…
Aşk aslında ölümün görünmeyen yüzüdür!..
Yaşayarak öğrenirsin…
Hani ‘Artemis’e benzetirdin bazı hemcinslerini… Evden sıkılır, çarşı-pazar gezerdin… Bütün caddeler, Cadde-i Kebir’di sana… Ve “hayat ne kadar güzel” derdin… Oysa sevgilim hayat güzeldi güzel olmasına da, namazsız ezan ile ezansız namaz arası kadardı tamamı ve dönüş sonunda O’naydı… “Biz, sonunda ayda kurumuş hurma dallarına dönecek konaklar tayin etmişizdir” şeklindeki Kur’an ayetinin gerçek mealini bilen biri var mıdır?!.
Pierre Loti, Rabia Hatun Kıraathanesi’nde çay içerken, Aziyade’yi düşünerek Haliç’i seyretmiş midir bilmiyorum ama son fotoğrafımı çay içmek için gittiğim Pierre Loti dönüşü Eyüp Sultan Mezarlığı’nda çektirmiş olsam da; sen, “hastayım” diye ölümden bahis açma kuzum… Ben, yaşarken bir mezar kazmak isterdim gökyüzüne… Ve bir buse kondurmak gül yüzüne!..
.
Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com
(Bu yazı 12 Ekim 2013 tarihinde ‘İzdiham’da yayımlanmıştır.)