Bir gece, gecenin izlerini taşıyan bir beden ve ruh!..

Mırıldanıyor, yaşadığım şehir bugün bana mırıldanıyor. Ağır uykuda sanki… Cümleleri, dillerden sözler dökülürken anlamsız biçimde, önemsiz bir duruşta… Sakince yaklaşıyor, sızacak here yere, sokulacak dört köşesine…

Söz ve önem o vakit şehirle bir bütün sevgili… Şehrin lambaları patlamayı yaşıyor. 

O da korkmuş. 

Dil/dil-i kehanet gibi aynı, bütün şehre korku saçıyor, canlıya karanlık dehliz oluyor. 

Lambalar ışığını, caddeler ve sokaklar da yalnızlık külfetinde… 

Her şey sinesine çekilmiş. 

Çıkacak cesaretleri yok. 

Enerjiyi kaybetmiş bir yığın beton silsilesi…

Sonra bu yoksun, yoksunluk içinde şehirde bir adam var… Her şeye rağmen bir adam… Bu yoksuna rağbet duyan adam… Her köşesine iz bırakıp giden adam… İzlerin takibi mümkün değil…

Neden mi?

İze varlık, varlığa sır, -sır-a da dik duran bir beden ve ruh gerek… -Ruh-u mahşere ezel gerek!..

Kelam gezintiye çıkma vakti geldi… Bakalım bırakılan izlerin sırrı neymiş? İzlerin dünyadaki sırrı, bize ne anlatacak bakalım.

Adımladım, adımladıkça bir karanlığa ulaştım. 

Karanlığın manası geceymiş. 

Gecenin otağında bir beden buldum. 

Haykırmaya başladı:

Geceye kocaman bir ben bıraktım. Yorgun, uykusuz ve umutlarını küllerinden doğurmaya çalışan bir ben…  

Bulutlara bakıyordu beden… Bulutlar da ona bakıyordu. 

Sonsuz ama sonsuz iletişim bir sancı içerisindeydi. 

Baktı, bulut baktı ki adam yeryüzüne dar geliyor. Dar eğelen gönlüydü. 

Gönül işte o gönül paramparça… 

Kırılmış, üzülmüş bir beden… 

Bedene sığmayan bir gönül… 

Kanamış yara öyle bir kanamış kaybı bedenine sancı... Ne denilir bilmem ama yeryüzü de gökyüzü de bedene büyük bir darbe… 

Hiç alışkın değil!.. 

Bu adamın böyle olmasına hiç alışkın değil… 

Şahit olmuyorlar bu sefer, oysa ki o adama her zaman şahitlerdi.

Şahit olmuyorlar!.. Çünkü o adam zihnine ama zihnine büyük bir çile akıtıyor. 

Çile dediğin nedir ki… 

Sana, sana, sana!.. Büyük bir yara… 

Bir de bakıyorsun ki beden dile geliyor!.. Başlıyor:

Bir duygu var bugün içimde… 

Hayallerimle serpiştirdiğim… 

Dokunamamışım, hissedememişim,  kokusunu alamamışım…Ama o duygu…. Yeryüzü dursa, gökyüzü ağlasa, beden o beden alemden aleme aksa, o duygu manasına kavuşamaz. 

Mana nedir ki? 

Bedenler değildir ki…. 

Evrene yaydığın sinerji, işte o sinerji var ya seni-beni bir bütün kılan enerji…. 

Hücrelerimizde hissederiz. Öyle bir hissederiz ki:

Attığı kalbin, dilinden dökülen zikrin, zihninden geçen mesajın!..

Senin hayatın var ya, işte o hayat var ya hayat!... 

Her şeydir ama her şey!.. 

Koşarsın, tökezlersin, düşersin kalkarsın;  yoruldum dersin, bıktım dersin, usandım dersin ama yılmazsın.

Neden mi?

Çünkü mücadelen kalbindeki ayna-darındır.

Senin ayna-darın: “AŞKTIR-SEVGİDİR”. 

BUNLAR OLMASA HAYATIN NE ANLAMI VAR Kİ!..

Gece ve beden son seslenişe doğru adımladı…

Ey dostlar! 

Bugün kemankeş bir gece…. 

Kemankeş çalıyor aşkın, sevginin nakaratlarını çalıyor. 

Beden yaralarla doluyor. 

Zihin yorgun… 

Bildiği tek şey var:

ÖLÜM VAR YA ÖLÜM…

HER ŞEY ONUNLA BİTMİYOR!..

BEN MUTLU SONSUZLUĞA VARIM!..

Vesselam…

.

Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @TahacalikCal @dikgazete

...