Genel Türk tarihinden dünyaya… Rusya ve Ukrayna’ya bakış -Çok önemli güncel teklifler ve yapılması gerekenler-

Genel Türk tarihinden dünyaya… Rusya ve Ukrayna’ya bakış -Çok önemli güncel teklifler ve yapılması gerekenler-

GENEL TÜRK TARİHİ’NDEN DÜNYA’YA…

RUSYA VE UKRAYNA’YA BAKIŞ

(ÇOK ÖNEMLİ GÜNCEL TEKLİFLER VE YAPILMASI GEREKENLER)

Strateji bir ilim…

Strateji bir disiplin ve mefkûre…

Strateji Peygamberler A.S sünneti…

Strateji ecdâd emâneti..

ORTAK VE MİLLİ STRATEJİ GELİŞTİRMEK..

Strateji veya sevkülceyş, uzun vadede önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için izlenen yoldur. Strateji, bir millet veya milletler topluluğunun barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik, askerî ve manevi güçleri bir arada en etkin ve tasarlanarak kullanma bilimi ve sanatıdır. 

Tanımdan da anlaşılacağı üzere; öncelikle, 

Geçmişten ders alınarak, mevcut şartlar değerlendirilerek belirlenecek amaç ve hedefler olmalı. 

İkinci olarak bu amaç ve hedeflere yürümek için tutulacak yol ve yollar. 

Hedefler belirlendikten sonra ülke içinde kimler ve hangi kurumlar neler yapacak? 

Ülke dışında belirlenen müzâhir gruplar, STK diğer müttefik ülkeler neler yapacak? Tümünün çalışması yapılmalı.

Silahlı Kuvvetlerde, Komutan kararını şu soruların cevabı ile verir. Verdiği kararın nasıl uygulanacağının emir özetidir bu özet cümle ve aşağıdaki sorulara cevap verir.

1. KİM?

2. NE MAKSATLA?

3. NE ZAMAN?

4. NEREDE?

5. NASIL?

6. NE YAPACAK?

Neden Askeri talimnameler? 

Cevabı açık. En zor yönetilen şey HARP’tir. Yani can pazarı. İnsanlara “ÖL!” emrini verirken sebepleriniz olmalı. 

Ölüme giden, ölümüne mücadele eden insanların sevk ve idaresinden çıkmıştır yönetme sanatı. 

Şirket ve ekonomi yönetiminde bile askeri yöntem ve tanımlardan yararlanılmaktadır.

Hani bir söz vardır. “En etkili silah iyi eğitilmiş askerdir.” diye. Çok doğrudur. 

Gerek küresel anlamda strateji üretirken, gerek taktik sahada uygulayıcıları yönlendirirken psikososyal ve manevi değerler çok önemlidir. 

Her şey insanla başlar. Hani bir misal vardır. “Bir nal, bir süvariyi, bir süvari bir birliği, bir birlik bir cepheyi, bir cephe bir orduyu bozar.” diye. 

Doğrudur. 

Unutmayın tam tersi de doğrudur. Bir kahraman bir cepheyi, bir cephe de bir Milleti kurtarabilir.

Jeopolitik konum ise; bir bölgenin veya bir ülkenin yer siyasetine göre, yani siyasi coğrafya haritasına göre, yerinin belirlenmesidir. 

Jeopolitik konum belirlemede, jeopolitik ölçüler esas alınır. 

Jeopolitik konum, siyasi temeller üzerine oturduğundan, sürekli değişken olan siyasetin özelliğine bağlı olarak değişkendir. 

Jeopolitik, Coğrafya, 

Tarihi süreç ve bağlar, 

Medeniyet ve inanç bağları, 

Beşeri (demografik yapı), 

Akrabalık ve kültür yakınlığı, 

Güncel siyaset ve 

Politik güç kavramları ile iç içedir.

Bugün için dünya coğrafyasında bulunan güç merkezleri, İngiltere ve ABD, Rusya, AB (Almanya, Fransa ayrı ayrı da aktörler), Çin’dir. 

Türkiye, tüm bu güç odaklarının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin jeopolitik konumu oldukça önemlidir. 

Türkiye, batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya ve Fars kültürü, güneyden ise Afrika ve Arap kültürü ile sınırlıdır. 

Dolayısıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunmaktadır.

Yukarıdaki tanımdan farklı olarak İslam eksenli bir Medeniyet Coğrafyasını da hatırlayınız. 

Türkiye, bu medeniyetin 1000 yıldır lokomotifi olan topraklardadır, Devlet-i Aliye’nin tüm mirasının üzerindedir. Redd’i Miras yapılması bu gerçeği değiştirmez. 

İnsanlık Tarihi, büyük güçlerin hâkimiyet mücadelesi ile geçmiştir. Bu meyanda da stratejistler hâkimiyet teorileri geliştirmişlerdir. 

Bunlardan bir tanesi de Prof. Ramazan Özey’in Anadolu kalesi, Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisi’dir. 

Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin birleşme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini aynı zamanda dünyanın kalbini oluşturmaktadır. 

Anadolu’yu çevreleyen Balkanlar, Kafkaslar, İran, Arabistan ve kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu dünya kalesini çevreleyen çemberi meydana getirir.

Dünya kalesini yani Anadolu’yu elinde bulunduran bir millet, çembere (Balkanlar Kafkasya ve Ortadoğu) hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise dış çembere yani dünyaya hâkim olur. 

Kuşkusuz her teori gibi bu teorinin de doğruluğu ispatlanmasına bağlıdır. 

Merkezi Türk Hâkimiyeti Teorisi, tarih boyunca üç kez ispatlanmıştır. Roma, Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluğu sırasıyla bu topraklara sahip olmuş ve zamanlarının en uzun ömürlü süper güçleri olmuşlardır.

Dünya üzerindeki ülkeleri; 

Hegemon (Başat Güç) Devletler, 

Büyük Devletler, 

Orta Büyüklükteki Devletler ve 

Küçük Devletler olarak dört gruba ayırmak mümkündür.

Türkiye, orta büyüklükte bir devlettir. Ancak sıradan bir orta büyüklükte devlet değildir. Türkiye, stratejik bir orta büyüklükte devlettir. 

Petrol kaynaklarına yakınlığı, sahip olduğu yer altı kaynakları, Türk boğazlarının önemi, Orta Doğu, Kafkasya ve Balkanlar arasında yer alması, bu bölgenin hegemon güçler açısından önemli olması da Türkiye’yi stratejik orta büyüklükte bir devlet olarak ortaya çıkarmaktadır.

Türkiye, etkinliğini artırmak için yapacağı ittifakları iyi planlamalıdır. 

Ukrayna-Rusya Krizi’nden çıkacak en önemli ders budur. Çok ya da tek kutuplu 12 Eylül 1980 öncesi meydanlarda atılan slogan çok önemlidir.

“NE ABD-İNGİLTERE, NE RUSYA NE ÇİN.. HER ŞEY TÜRKLÜK İÇİN”

Bu slogan, biraz daha medeniyet coğrafyası merkezli olabilir.

Türkiye’nin elinde hâlihazır en büyük güç TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLÂTI’dır. Bu teşkilatta olması gereken birkaç yapı, ivedilikle oluşturulmalıdır. 

Türkiye, Türk Devletleri Teşkilâtı’nda ve kendisi devlet ve milletçe aşağıdaki çalışmaları ivedilikle başlatmalıdır.

1. Askerî Müttefiklik ve Komuta Karargâhının Özbekistan’da olacağı en az kolordu seviyesinde ANİ MÜDÂHALE GÜCÜ

2. Gümrük Birliği Anlaşması, karşılıklı stratejik ortaklıklar ve yatırımlar. (Bu yatırımlar dostluk ilişkisini kalıcı hâle getirir. Bugün Rusya’ya Avrupa’nın enerji konusundaki bağımlılığını iyi düşünün.

3. Dil Enstitüsü. Bu gün Kur’ân-ı Kerim vesilesi ile ortak bir Arapça var. Büyük Rusya sebebiyle Slav Halkların anlaştığı bir Moskova Rusçası var. Londra merkezli İngilizce var ki Şekspir İngilizcesini temel alıyorlar. Peki Türkçe? Yakutistan’dan, Makedonya’ya Ortak bir Türkçe geliştirilmelidir. 

4. Tarih Enstitüsü (Burada geçmişin ayıplarını ve kardeş kavgalarını azaltan, birlikte yapılan iyi örnekleri öne çıkartan, ortak düşmanlara vurgu yapan Türk Ortak Tarihi yazılmalıdır. Tüm ders kitapları yeniden güncellenmelidir.) 

Ortak Tarih Enstitüleri, dünyadaki tüm Türk ve Akraba Halkları çalışmalıdır. Bugün herkesçe apaçık Kürtlerin Turânî yani bir Türk Halkı olduğu biliniyor olmasına rağmen söylenmemesi ya da söylenememesinin izâhı yoktur.

5. Türk Devletleri Topluluğu, organ ve yönetimi yeniden yapılandırılmalıdır. Üye devletler karar verici olmalıdır. Ayrıca Gözlemci Devletler statüsü oluşturulmalıdır. Bu devletlerin de katılacağı toplantılar planlanmalı ancak Gözlemci Devletler karar verici olmamalıdır. Ancak teklif verebilmelidirler. Karar verici de olabilirler. Ancak veto ya da şerh koyma yetkileri olmayabilir.

Üye devlet olarak ivedilikle Moğolistan, Pakistan, Ukrayna, Finlandiya, Estonya, Bosna-Hersek, Libya, Afganistan, Tacikistan, Katar dâvet edilmelidir. Bu ülkelerle ve halklarıyla soy ve akrabalık bağları vardır. 

İran ve Rusya başta olmak üzere; Bulgaristan, İsrail, Yunanistan, Mısır, Irak, Suriye, Hindistan, Çin, Sırbistan, Makedonya, Kosova, Lübnan, Suriye, İsrail, Tunus, Fas, Cezayir, Sudan, Çad, Almanya, ABD, FransaGözlemci” olarak davet edilmelidir. Çünkü bu ülkelerde çok ciddi oranlarda Türkler ve akraba topluluklar yaşamaktadır.

Rusya ve İran çok önemlidir. 

Komünizm bitti ama bağımsızlığına kavuşan Türkler’den daha çok şu anda Rusya’da Türkler var.

Türklerin en büyük toprakları ve Atayurtlarımız Rusya’dadır. Altınordu’nun, Batı Hunları’nın toprakları, Altay, Sibir, Tatar, Kırım Hanlık toprakları Rusya’dadır. 

Rusya’da “Hangi Rus’un geçmişini araştırsan altından TATAR (TÜRK) çıkar.” diye atasözü dahî vardır.

İran mı? İran’ı 900’lü yıllardan 1925 yılında İngilizler, Türk Devleti’ni yıkıp Fars Şâhı getirene kadar Türkler yönetmiştir. 

Bugün Türkiye için İran Türkleri demek, Türkistan Kapısı demektir. İran, Horasan’dır, Tebriz’dir, İsfahan’dır, Meşhed’dir. Hatta Uluğ Türkistan Kapısı’dır. İran’daki Farsçı rejime aldırmadan İran’a dönük kültürel ve tarihî projeler yapılmalıdır. 

Düşünün Hacı Bektaş-ı Velî Atamız İran’da doğmuştur. Doğduğu yerler şenlendirilmelidir. 

Kafkas İslâm Ordusu, Bakü kadar Tebriz için de hareket etmiştir.

İngiltere, tarihte bize ve İslam Âlemi’ne en büyük düşmanlığı yapan ülkedir. Şu anda jandarması ABD ile bölgemizde etkinliğini devam ettirmektedir. Radikal her terör örgütünün altında İngiltere’yi arayın…

6. Türkiye, FETÖ, Selefiliğin sapkın uzantıları, ilginç tarikat/cemaat yapılarını dînî grup gibi asla görmemelidir. Diyanet gibi resmî kurumlarını etkinleştirmelidir.

Türk Devletler Topluluğu’nda da benzer ortak yapılar oluşturulmalıdır. Ayrıca 21. Yüzyılda Mezhepçilik vb. fitne odakları olamaz. Olmamalıdır. Cumhurbaşkanımız’ın da ifâde ettiği gibi; “BİZ NE SÜNNÎYİZ NE DE ŞİÎ.. BİZ MÜSLÜMÂNIZ.” 

Türkiye, Yemen’deki İran ve S. Arabistan’ın körüklediği, ancak her iki tarafında arkasında İngiltere’nin olduğu Yemen iç savaşını bitirecek hamleler yapmalıdır. Bir yandan diplomasiyi aktif hâle getirirken diğer yandan dış dünyaya dönük STK oluşturulmalı, bu yapılar aktif olarak her anlamda kullanılmalıdır. 

Bir yanda enstitü, düşünce kuruluşları, yardım kuruluşları, diğer yanda özellikle bu ülkelerde oluşturulacak eylem ve fikir gurupları eliyle faaliyetler yürütülmelidir. 

Tüm bu işler kurulacak MEDENİYET DEĞERLERİ MERKEZİ koordinasyonu ile yürütülmelidir.

Türkiye, hedeflerini belirlerken, dindaşları ve kandaşları ile hareket etmeli, amaç ve hedeflerini senkronize etmelidir.

İngiltere, ABD başta olmak üzere, Almanya, Fransa, Rusya, İran bizim topraklarımızda terör yoluyla bizimle savaşmaktadırlar. Çözüm için Türkiye, bölgesinde etkinleşmelidir. “En iyi savunma taarruzdur.”  prensibince saydığım ülkelerin içinde de gayri nizami harp unsurları oluşturmalıdır. PKK, FETÖ, Hizb-ul Tahrir, Dev-sol, TİKKO vd. bazı STK, dernek, cemaat/tarikat yapıları dış güçlerin bizim ülkemizde kurduğu yapılar değil midir?

Bugün tüm muhâlif unsurların hükümete karşı ortak hareket etmesi düşündürücüdür. Çok anlamlıdır. Anlaşılırdır. 

Medya aracılığı ile yapılanlar halkımıza anlatılmalıdır. Anlatanlar sünepelikten arınmış dik duran adamlardan seçilmelidir.

Türkiye, Türk Devletler Topluluğu dışında, İngilizlerin yaptığı ivedilikle OSMANLI MİLLETLER TOPLULUĞU’nu da kurmalıdır.

6. Kürtler, tüm Türk Devletleri’nde asli unsur ve soydaş olarak mütalaa edilmelidir. 

Geçmişte ayrı bir millet olduklarını iddia eden emperyalizm ve işbirlikçileri bugün Fars oldukları tezini yaymaktadırlar. Bu Farsça gibi Türk Dünyası için ciddi tehditler oluşturabilir. 

7. Resmî İdeoloji tutsaklığından ülkemiz ve Türk Dünyası ivedilikle kurtarılmalıdır. Bunun yerine Millî menfaatler ve Millî Mukaddesâtın konacağı yeni bir yaklaşım, mefkûre oluşturulmalıdır. 

Temel taşları VATAN-MİLLET-DİN-DEVLET olmalıdır. Bu değerleri birbiri ile çatıştıran, karşılaştıran her kesim dikkatle izlenmelidir. Bu değerler bileşik kaplar gibidir. Birbirini besler ve doldurur.

Ayrıca, biz ırkçı değiliz. 

İmân Esaslarımız ve bilim, insanlık değerleri ırkçılığı reddeder. 

Bilinmelidir ki TÜRK, SOSYAL BİR MİLLETTİR. “Aman dileyene el kalkmaz.” diyerek büyüyen, aynı dinden olduğu farklı milletlerle kaynaşırken “asimile oluyoruz!” kaygısı duymayan yani Din Kardeşliği’ne de azami değer veren Türk Milleti, ırkçı olabilir mi?

Şunu bilelim, Ülkemiz başta olmak üzere bir Müslüman,Türk’ kelimesine karşı tavırlı ise ya tarih bilmiyor cahil, ya aptal ya da işbirlikçi ve hâin. 

Bilin ki bir Türk, Müslüman ya da değil İslâm ve Değerler Sistemine karşı tavırlı ise bilin ki ya cahil, ya aptal ya da hâin.

Artık oyunları bozma zamanı geldi geçiyor.

Silkelenme zamanı. 

Taviz verdiğimiz her şey karşımıza, ihânet, bölücülük, dini ve sosyal istismar, “Z Kuşağı” nesiller vd. olarak çıkıyor. 

Neden Türk?

SSCB yani komünizm döneminde dahî Rusya’da her türlü sosyal faaliyet, dil ve tarih başta olmak üzere Rus Milleti’ne endeksliydi. Bu, devlet olmanın gereğidir. İngiltere, Fransa vd. büyük devletler de Millî Birliğini böyle sağlamıyor mu?

Gülümüz SAV ve sonrasındaki İslâm Devletleri’nin resmî dili Arapça değil miydi?

Ecdâdımızı iki noktada ciddî olarak eleştiriyorum.

Birincisi askerlik hizmetine Türkler ve devşirmeler hâriç, diğer Müslüm ya da gayrimüslim tebâyı almadılar. 

Doğudaki aşiretlerden farklı zamanlarda askerlik hizmeti talebi oldu, isyanlar karşısında yapılamadı. Şimdi, Dersim Olayları’nı, Şeyh Said İsyanı vd. aşiret isyanlarını bir de bu yönü ile değerlendirin. 

Askerlik hizmeti Etrâk-ı Bî İdrak dedikleri Türk’e kaldı. Arap Ahâliye Kavm-i Necîb, Ermenilere Kavm-i Sâdıka denmesi… 

Türk’e de Kavm-i Aslî deselerdi o zaman diğer iltifatları anlardım.

Diğer sorun da resmi dildir. 

Evet, “Anadili, anasütü gibi helâldir.” ve yaşatılmalıdır. Ancak bir toprakta devletin, 600 yıl kalıp, dilini öğretememek de bir zafiyet değil mi sizce de…

 8. Türkiye’de ivedilikle MİT ve TSK’nden daha etkin Cumhurbaşkanlığı’na doğrudan bağlı PSİKOLOJİK HARP/HAREKÂT’ı yönetecek MEDENİYET DEĞERLERİ MERKEZİ ve bu alanda insan yetiştirecek, yurtdışına gidecek kamu hatta bir kısım özel kuruluş/şirket mensuplarını eğitecek, akademik çalışmaların yapılacağı “MEDENİYET DEĞERLERİ ENSTİTÜSÜ” kurulmalıdır. 

Psikolojik harp faaliyeti ne iletişim başkanının işidir, ne de Şanlı Ordumuzun.. 

Bu, devletin topyekûn işidir ve Cumhurbaşkanlığı seviyesinde yürümesi gereken çok büyük bir sorumluluktur. 

Yeni dönemde, kararlı bir liderlik sergilenmelidir. 2 bin 500 yıl önce yaşamış SUN-TZU, Liderlikle ilgili diyor ki; 

Bir generali (siz bunu devletin başı olarak da alın.) etkileyen beş tehlikeli hata vardır. 

- İHTİYATSIZLIK: Yıkılıp yok olmaya götürür. 

- KORKAKLIK: Esir düşmeye götürür. 

- TELAŞLI VE ÖFKELİ TABİAT: Hakaretlerle kışkırtılabilir. 

- HASSAS DERECEDE ONURLULUK: Utanç duymaya yatkındır. 

- PERSONELE AŞIRI ÖZEN GÖSTERMEK: Onu kaygı ve güçlüklerle karşılaştırır. 2 bin 500 yıl önce söylenmiş bu değerli tespitlerin üzerine ne söylenebilir ki!

Ülkelerimiz içinde yayılan hastalıklara gelince… 

S. Nursi diyor ki; “«Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkide istikbâle uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurunu vustâda durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır.

O hastalıklar da bunlardır: 

Birincisi: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi. 

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi. 

Üçüncüsü: Adâvete muhabbet. 

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat. 

Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.

Türkiye, kimlerin mirasçısı olduğuna karar vererek işe başlamalı. 

Cumhurbaşkanlığı Forsunda neden Selahaddin Eyyübi’nin Eyyübiler’i yok, neden Şah İsmail’in Safaviler’i yok, neden Baybars’ın Memluklular’ı (Devlet-i Türkiye) yok? 

“Çözüm Süreci” sonucunda geldiğimiz noktaya bakın. 

Kürt Türkleri’ni kaybediyoruz. Genç Kürtler’in yüzde 90’a yakını HDP’li.

Olayların geldiği noktada, asker ve polisimiz omuz omuza. 

Nihayet, şehidlerimiz vesilesi ile halkımızda öze dönüş gayretleri var. Ancak, medya ve sözde aydın baskısı ve yozlaşmasından halkımız kurtarılmalıdır. Başörtülü imanlı hanımdan, nargileci tesettürlüye dönüşen bozulmaya “DUR!” denmelidir.

Yeniden yapılanma şarttır. 

Biz Sur ve Cizre’ye gömülürken, yanı başımızda kadim topraklarımız Suriye ve Irak yeniden yapılandırılmaktadır. 

Asırlardır aynı çatıda topladığımız Türkler, Kürtler, Araplar, Sünniler, Şiiler maalesef karşı karşıya getirilmektedir. 

Bölgeye dönük çalışan MİT vb. unsurlar doğru bilgi ve yönlendirme için gerekli gayreti gösterememektedirler. Gösterseler oralarda bize müzahir guruplar oluşur, bu guruplar da çoktan tek çatıda olurdu.

Türkiye, programını Dış Türkler’i ve Kürtler’i içine alacak şekilde yapmalıdır. 

Dış Türkler’in içine Moğolistan, Macaristan, Ukrayna, Pakistan, Tacikistan, Afganistan da kesinlikle sokulmalıdır. “Moğol” tabiri de tıpkı Azeri, Özbek, Tatar vb. gibi sonradan sokulmuştur. 

Tarihimizin yeniden yazılması bile gerekliliktir. İsmini “Millî Tarih” koyunca tarih millî olmuyor. Ayrıca toplum eğitilirken şu unutulmamalıdır; “Objektif sosyal bilgi” yoktur. 

Objektif Tarih” yoktur. 

Bunlar hep subjektiftir

Bakın devletlerin haritalarına.. Her devlet, kendisini dünyanın merkezinde gösterir.

Stratejiyi doğru belirleyip, çerçevesini geniş belirleyemezsek, alternatif savunma ve taarruz planları yapmazsak işimiz zor. 

Bizde askeri talimnamelerde bile şu yazmış. “Uluslararası hukuka uygunluk!” 

Özür dilerim ama kimin umurunda hukuk?

Uyduracaksın kardeşim!..

Sonra; Uluslararası politik destek

Sen destek aramayacaksın. Batı gibi kendi bloğunu oluşturacaksın. 

Yoksa hangi destekten söz ediyoruz? 

Sözde ABD stratejik ortağımız, İngiltere ve Almanya dostumuz, Fransa müttefikimiz, İran İslam kardeşimiz, Rusya ile kankaydık… 

O zaman bizi af buyurun ama bu ülkeler neden “öpmeye” devam ediyor? 

Neden bir kaşık suda boğmaya çalışıyorlar? 

Ecdad ne güzel söylemiş; “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.(Tüm devletler mutluluk/ kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulurlar; Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.)

Mazinin bizi bu günlere getiren değerlerinden korkulmamalıdır. İslam büyük şemsiyedir. Kimse kusura bakmasın, Türklük ise bu şemsiyenin altındaki öncü şiar ve sancaktır. İslâm ile Türklük kavramlarını karşı karşıya getirmeye çalışan herkes az ya da çok ihanet içindedir. Kim olursa olsun…

STRATEJİK DENGE VE TAARRUZ ZAMANI

Milletimiz, Anayurdumuza ilk Büyük Selçuklu ile girdi. 

Ege bölgesinde, Akdeniz’de Osmanlı’dan 200 yıl öncesine dayanan Müslüman Türk Boyları’nın köyleri, camileri, tersaneleri vardır. 

Şunu tartışmayacağım. M.Ö. 7000’li yıllara kadar Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Mezopotamya’da Eski Türk Medeniyetleri’nin izlerini.. 

Hani Türk Milleti’ne “Siz Anadolu’ya sonradan geldiniz. Misafirsiniz.” diyen kendini bilmezler var ya. Bunu söyleyen gayrimüslim Ermeni ve Rumları kısmen anlarım, ama bir Müslüman’ı asla anlamam. 

Coğrafyayı İslam Âlemine Vatan yapanların ortak adıdır Türk Milleti

İslam Ordularının ortak adıdır Türk Ordusu.

“Çanakkale’de, Kut-ül Amare’de İngilizlerle savaştık” diyorsan eğer, karşısında durana da Türk Ordusu diyeceksin. 

Diyarbakır’da, Erzurum’da, Urfa’da Müslüman hangi ahali vardı; Müslüman Türk Orduları, Selçuklu ve uzanımları bu toprakları kalıcı olarak fethedene kadar?

Türk, Kürt, Arap ne ise…

“EN İYİ SAVUNMA TAARRUZDUR.” Taarruz Zamanı için önce Stratejik Dengenin sağlanması gerekir. 

Peki, Türkiye Stratejik Dengeyi sağladı mı?

Türkiye, Stratejik Dengeyi 2007 gibi genel olarak sağladı. 

Cumhurbaşkanımız bu tarihlerde IMF başta olmak üzere net tavır koymaya ve yerli politikalar oluşturmaya başladı. Bunu İngiltere ve ABD başta olmak üzere küresel güçler gördüler ve FETÖ başta olmak üzere Türkiye’deki tüm unsurlarının düğmesine bastılar. 

Gezi Olaylarını hatırlayın. 

Ülkede muhafazakâr camia, FETÖ’nün hükümetin yanında tavır aldığını, BAE prenslerinin hükümetin yanında yer aldığını zannediyordu değil mi? 

Oysa FETÖ’cü polisler infial peşindeydi, FETÖ’cü Türk Solu gurubu en öndeydi. 

CHP, PKK, ADD, DHKPC, TİKKO vb. kökünün nerede olduğu şimdilerde daha net ortaya çıkmaya başlayan unsurlar kan bekliyorlardı. 

BAE’nden gelen prensler malum otelden nakit para dağıtıyorlardı çantalarla… 

Maalesef resimdeki rezaleti, Hükümet çevreleri çok sonra gördüler. 

Düşünün bir çoğu 15 Temmuz’dan sonra “Allah belamı verseydi de…” nevîinden şeyler söylemediler mi?

Türkiye, Stratejik Dengeyi 2007’de fedakâr ve yiğit bir evladı ile sağlamıştır. 

Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile. 

Ancak bir sorunu var. 

Her gün kıbleye dönen sosyal çevremizin hem kendilerine, hem 15 Temmuz’da merminin, tankın önünde duran Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Arab’ıyla, Arnavut’uyla yiğit Türk Milleti’ne gerekli itimatları yok. 

Bunun çok sebebi var. Ancak en büyük sebebi eğitimimize yapılan gerek resmi yani MEB’nın eğitim sistemi, gerek STK, cemaat tarikat vd. girdiler… Bu girdiler maalesef zaafa sebep olabiliyor. 

Milletimiz, Muharip ve Mücahiddir.

Kahraman ve fedakârdır. 

Bunun en iyi gözlemcisi de Osmanlı Vatandaşı olup, şimdi sınırlarımızın dışında bıraktığımız diğer ülke vatandaşlarıdır. 

Yani, Mısırlı Muhammed, Faslı Zeyneb, Ürdünlü Hasan, Filistinli Ahmed, Libyalı Muhsin, Riyadlı Nidal…

Bizim sözde aydınlarımız ve okumuşlarımızın bir kısmı hala basit, sığ hesaplar peşindeler.

Şunu da görün artık tarihimizin helâl ve meşru dayatmaları var. 

1400 yıldır bu topraklarda yaşadıklarımızdan ders almaz isek, fıkhî, sosyal vs. hassasiyetler tuzakları ile esaslardan ve emredilen vasattan koparsak IŞİD’den FETÖ’ye yelpazenin her yerinden kurulacak tuzaklara hazır olun. Bunlara fırsat vermeyeceğiz. 

Oyunları, çıkacak fitneleri engellemezsek, ahmakça “Fitneye sebep olmayalım.” diye susup seyredersek FETÖ, IŞİD, El-kaide vs. Kalkancı, Sisi vb. her türlü pisliği bekleyin.

Oyun şimdi başlıyor.

Stratejik Dengeye ulaşmış Türkiye, yerli üretime başlayan, bölgesinde NATO’nun içinde kalarak farklı ilişkiler kurabilen bir Türkiye sahadadır. 

Siyasi Birlik adına AK PARTİ ve MHP’nin şeksiz birliği çok değerlidir. Burada kıble hassasiyeti olan, yerli ve Milli Hassasiyetleri olan herkesi görmek isteriz. Aynı şekilde İslami hassasiyet ortaya koyup ülkemin Milli Birlik ve Beraberliğinden taraf net tavır ortaya koyamayan tüm kesimler, MİT ve Emniyet tarafından yakın takibe alınıp anında adli mercilere her hata ve zaafları ile taşınmalıdır. 

Biz, 15 Temmuz’da Bu Tayyip’in tezgâhı, bırakın sokağa çıkmayı pencereden bile bakmayacaksınız!..” deyip, hain gece ve sonrası tutulan nöbetlerde mensuplarının dışarıya bakmasına bile engel olanları biliyoruz. 

Allah, haine fırsat vermesin. Ahmak insanlara da akıl ve feraset versin.

Türkiye, yerli harp sanayiini kurmuştur. Ancak yolun başındadır. “ASELSAN cinayetleri” hala sır. Çözülmelidir.

Kazak steplerinden Anadolu bozkırlarına kadar, Balkan Ovalarından, Yemen Dağlarına kadar, Kafkasya kıyılarından, Fas’ın Okyanus sahillerine kadar söylenen türkülerimizin ritminde dörtnala giden atın nal sesi vardı. Türkülerimizin ritmi, tank ve jetlerimizin horultusuna dönüşmek zorundadır. Çocukluğumuzun oyunlarında tahta kılıçlar, ucuna çivi takılmış mısır sapı oklar vardı. Çocuklarımızın oyuncakları bilgisayarlar, ileri teknoloji ürünleri olmalıdır. 

Büyük davamız İ’lay-ı Kelimetullah için AKIL-İMAN-İLİM kadar AKIL-BİLİM-TEKNOLOJİ-ÜRETİM’de şarttır.

Evet, taarruzun zamanı 10 yıl gecikmiştir. 

Bu on yılda tedbirler dikkatli alınsaydı FETÖ’ye biz darbe yapardık, Suriye’de politikalar eminim böyle oluşturulmazdı. 

Rus uçağı vurulmaz; gerek Suriyeli göçmenlerden kaynaklanan, gerek Uçak krizinin ekonomik kayıpları yaşanmazdı.

Ukrayna ve Rusya arasındaki gerginliği çözebilir, İslam Coğrafyası’ndaki mezhep kökenli Yemen’de olduğu gibi çatışmalara engel olabilirdik.

Zararın neresinden dönülse kârdır.

Şimdi dimdik, devletimizin yanında durma zamanı.

Şimdi hata ve eksik aramadan geçmişin kusurlarını kapatarak geleceğimiz için çok çalışıp kenetlenme zamanı…

Şimdi çok çalışma, İ’lay-ı Kelimetullah için AKIL-İMAN-İLİM ile AKIL - BİLİM - TEKNOLOJİ - ÜRETİM yapma zamanı.  

Şimdi geciken Bedir Günü’ne hazır olma zamanı…

Bedir Günü çetindir ve unutmayın ki; YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ.

Bir vatan şairimizin şiiri ile noktalıyorum.

Allah, yar ve yardımcımız olsun.

Uyan Ey Türkoğlu

Er meydanlarından çekilir oldun 

Çorak iklimlere ekilir oldun 

Eğilmek bilmezdin bükülür oldun... 

Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene? 

Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene? 

Boşaldın boşaldın.. Dolabilmedin, 

Gidişin o gidiş.. Gelebilmedin... 

Döktüğün kanları alabilmedin... 

Şah damarlarına yapışan kene 

Sömürür mü seni; daha kaç sene? 

Bakın şu Oğuz'un torunlarına; 

Kara taş bağlamış karınlarına! 

Umutsuz gözlerle yarınlarına 

Bakarlar mı dersin; daha kaç sene? 

Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene! 

Eski sandıklarda harsın, tören ey! 

Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey! 

Bağlı tutsak sanır seni gören ey! 

Bu böyle sürer mi; daha kaç sene? 

Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. 

Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul: 

Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul! 

Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul! 

İnsanlığı nûra kavuştur yine 

Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. 

Acunda ne varsa kurudan, yaştan 

Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan 

Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan... 

Dilerim Allah'dan bu devran döne, 

Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene? 

Seni aldatmasın 'Batı' denilen, 

Onun mayasıdır 'katı' denilen, 

Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen... 

Odur özsuyunu sömüren kene! 

Sen uyan; onu da düşün! 

Kaç parçaya bölmüşler seni? 

Sonsuz bir sahraya salmışlar seni... 

Kanadını kırıp yolmuşlar seni.. 

Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! 

Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. 

Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler, 

Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler, 

Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler.. 

Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! 

Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. 

Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni! 

Benim çağlar aşan, benim en yeni. 

Ey Türk! Bir gün gaflet basarsa seni 

Gönül ver, kulak tut bendeki üne, 

Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! ' 

'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince 

Hainler türeyip bel bükmeyince 

Seni gafil bulup kan dökmeyince 

Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine 

İlini, töreni bozamaz yine!' 

Köklerinden koptu okumuşların, 

Batıyı put yaptı okumuşların, 

Yaptığına taptı okumuşların... 

Ey Türk! Kendine dön! Yâd, yaban nene 

Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne! 

Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri, 

Dinle! Yakındadır... Ayak sesleri, 

Bozkurtların sıcak, hür nefesleri 

Ufkunu doğudan sarsın da yine 

Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne! 

Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen! 

Sen, son Peygamberin has ümmeti, sen! 

O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ... 

Uyan! Ey Türkoğlu! Uyumak nene? 

Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! 

Medet ummaya gör kızıl surattan, 

Seni mahrum koyar aşktan, muraddan, 

Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan.. 

Kara, kızıl, sarı.. Sür, topla yine; 

Bunlardır özünü sömüren kene! 

Destanlar yazılır, şanına lâyık, 

Yine de erişmez ününe lâyık, 

Olursan soyuna, dinine lâyık... 

Geçer bu gafletin; sürmez çok sene, 

Uyan ey Türkoğlu! Uyumak nene?

-Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu-

.

Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com

-Strateji ve Yönetim Uzmanı-

...