- 25-06-2020 10:04
- 1071
Ve herkes de birbiriyle akrabalık derecesinde ‘yakın’ sanki.
Yıllar öncesinin bir gazete haberiydi; enformasyon ve bilgi akışının bu günlerle asla kıyas götürmediği, herkesin her şeyi böylesine ukalaca bilmediği günler.
Türkiye nüfusu 50 milyon civarı; bir Çinli ile bir vatandaşımız konuşuyor (muş -habere göre-).
Bizimki, “Çin’in nüfusu”nu sorar, aldığı “1 Milyar” cevabı karşısında hayrete düşer.
Sonra Çinli’den gelir aynı soru ve aldığı, “50 Milyon” cevabına karşılık şöyle der Çinli:
-Ne güzel!.. Sizin ülkenizde herkes birbirin tanıyordur herhalde!.. (Çin adamının sanki o günlerin 1 Milyar nüfuslu Çin’inde 50 milyon tanıdığı varmış gibi…)
Haber, o günlerin tek geçilen, “Devlet Gazetesi” olduğu da sonraları açıkça dile getirilen, “Amiral Gemisi” namıyla da bilinen, Hürriyet’inde “gülümseten bir haber” olarak yer almıştı.
Kim bilir belki de ‘fıkra’ türü bir ‘anlatım’dan devşirilmiş ve “masabaşı”nda kotarılarak gazeteye sokulmuş bir “şey”di. Amma açık bir gerçeğin de ifadesiydi.
O günlerin 50 milyonluk memleketinde de bugünün, nüfusunu katlamış ülkesinde de bu böyledir.
Türkiye’de herkes birbirini tanıyor.
Ve...
Herkes de birbirine ulaşabilecek mesafede.
Mesafeleri uzak ya da yakın kılmak ise insanların kendi elinde.
Uzakta zannettiği birini, çok yakınında görebildiği gibi, yakınındaki birinin ne denli uzağında kaldığını da fark edebilir insan.
Da…
Mesele o değil.
Mesele, bu ülkede, insanların birbirlerini nasıl tanıdığıyla ilgili.
Bu tanış olma durumu, hem herkesin bu ülkede birbiriyle ne derece ulaşılabilirlik içinde olduğuna dikkat çekerken hem herkesin birbirini nasıl tanımladığıyla da ilintili.
Hem tanıyor hem tanımlıyor hem de -ister kestirip atmak için olsun, ister bile isteye olsun- bir yere oturtabiliyor herkes birbirini ve bir diğerini.
Her kesim de bir diğer kesime karşı uzaktan ne denli takıntılı, ne denli zıt gibi görünse de zıtların da birbirine benzerliği, görünmeyen renk ve taddan başka bir şey değil; “görüş” ya da “fikir” diye serdedilen de birbirine karşı değil de sanki birbirine, var olması için destekten ötesi değil.
Kısır karşı duruşların da her biri bir diğerine payanda, birbirleri için varlık-yokluk sebebi sanki.
Her dönem, hepsinin ötesinde ve önceden de bugün de o aynı bütünün dahilinde değilmiş gibi duran “bir kesim” ne kadar kendini soyutlamaya, ne denli ötekini-berikini, ötekileştirmeye, ne kadar üste çıkmaya çabalasa da dışarıdan bakınca da içinde olunca da gene birbirinin tamamlayanı esasen.
Bakış, görüş, duruş, neyse ve akış nereye olursa, biraz yaklaşınca, bir-iki laflayınca, herkesin bir aşinalığı var bir diğerine.
Ha Çin’den bakar görürsün, ha geçer içinden bilirsin o gerçeği.
Varlığının ilhamını kudret-i haktan alan büyüklük bir yana, her dönem, zındık bir bakışla her şeyi kendine yontmaya, her şeyden kendine pay koparmaya çabalayan, beceremediğinde suçlayan, karalayan da aynı bütünün tanıdık ve tanınmış küçük bir parçası.
Ve her dönemde var olan, o varlığı ile de tanınan-tanımlanan, karşı durduğu bütün değerlere, bütün içeriden düşmanlığa rağmen, bir kenarda da olsa -hasar ve zararı haddi aşmadıkça- varlığını sürdürmeli amma o kadar da umursanmamalı, fazlasıyla kaale alınmamalı ki herkesin birbirini tanımasının önüne geçmesin oradaki kin.
Alçaklık da zındıklık da tarif edilmeye muhtaç değil ve her şey her daim apaçık belli, ortada ve görünürken, dün de bugün de “alçaklığın tarifi”ni biraz daha derine götürüp geliştirmeye aday birileri mutlaka olacaktır!
Yükselecek yerde, durduğu yerde debelenip daha da diplenmek isteyene Allah acısın!
Bir bakışta tanınır ve bilinirler nasılsa!
“Sen af yolunu tut, mârûfu emret, cahillerden yüz çevir”
Hal bu ise daha ne ki.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com